-Doğu insanı bir homo hierarchicus olarak da kavramlaştırılmıştır: Kişiler bu anlayışta kişisel ihtiyaçları olan bireyler olarak değil, sosyal nizamdaki birimler olarak değerlendirilirler. Hiyerarşi insanı, eylemlerini toplumun beklentilerine ve kendisinden manevi olarak daha üstte gördüğü kişilerin ümit ve arzularına göre belirler. Bireyciliğin ve tek başınalığın aşırı değer gördüğü batı toplumunda ise bu tür tutumları kolayca bağımlılık arzuları olarak isimlendirmek mümkündür. (17)
-Reklamlar hayatlarından memnun olmayan insanlara hayat tarzı satmakta, bir ürünle birlikte ani ve yanılsamalı bir dönüşüm vaadinde bulunmaktadırlar. İnsanları bu yanılsamaya yönelten "boş benlik"tir. Benlik ancak bir ürün, bir ideoloji, bir şöhret ya da maddeyi içine alarak, onunla bütünleşerek açlığını gidermekte ve boşluğunu doldurmaktadır. Yoksa darmadağın olacak ve değersizlik duygusunun uçurumundan yuvarlanacaktır. Gerçek hayatlarından hoşnut olmayan kişiler için tüketmek yeni bir kimlik, yeni bir hayat edinmektir. (20)
-Tahammül, modern zamanlarla beraber duymak istemediğimiz bir kelime. Istıraba tahammül kadim geleneklerde kişisel tekâmülün en önemli ögesiydi. Bugün modern toplumu "analjezi toplumu" ifadesiyle niteleyenler, her türlü ıstırabı dindirmek isteyen bir yaşama tarzına atıfta bulunuyorlar. "Seviyorum ama tahammül edemiyorum" sözünde nevrotik bir sevgi ihtiyacı saklıdır. "Seviyorum ve bu yüzden de sevilmeyi hak ediyorum" der bize bu söz. "Ama bu durumun getirebileceği sorumluluğu kabul etmiyorum." Bu sevgi ilişkisi benim ruhsal ihtiyaçlarımı doyursun ama ben onun için bir fedakârlığa katlanmak zorunda olmayayım. Bu düşüncenin doğasında faydacılık var ve modern zamanlara ait bu "aşk söylemi" çağımız insanının birçok tedirginliğini de içinde barındırıyor: bireyciliğin önce çıkışıyla beraber insan ilişkilerinde sığlaşma, adanmışlıktan kaçış, kendi egosunu her şeyin ve herkesin önüne alma, yoğun bir sevilme isteği duyulmasına karşın aşkın getirdiği karşılıklı sorumluluk hissinden ürkme. (42-43)
-Tarihsel dönüşümler birlik algısı üzerine doğrudan tesir edebilecek sonuçlar doğurabilir. Çocukluğun Batı'da modernleşme ile "icat edilen" bir şey olduğu öne sürülmüştür. Şehirli sınıflar ve bunların içinden çıkan burjuva ile başlayarak çocuklara karşı yeni bir şefkat oluşmuş, çocukluk olarak görülen süre uzamış, eğitim için okullara gönderilmeye başlanmıştır. Çocukluk gibi, ergenliğinde icat edilmiş bir hayat safhası ve ergenliğin ayrı ve ruhsal sıkıntılarla seyreden bir süreç olduğu düşüncesinin 19.yüzyıl sonu ve 20.yüzyıl başında Batı'da benlik düşüncesinin köklü bir dönüşüme uğramasıyla ortaya çıktığı tartışılmıştır. Yazarlara göre, daha önce Avrupa'da içe bakış ve insanın içsel mücadeleler yaşaması, kendine ait bir farkındalığa ulaşması için zaruri sayılmıyordu. Benliği yapan şey, daha çok kişinin toplum ve iş hayatında tuttuğu yerle ilgili idi. Birliğin dış ortamdan soyularak mahrem ve içsel bir uzayla temsil edilmesi düşüncesi, modern zamanlara denk düşmektedir. Bu değişiklikle birlikte, sosyal dünyanın anlaşılma biçimindeki fikir birliği de bir kırılmaya uğramış insanlar artık kendilerini, varlığı oluşturan büyük halkanın bir parçası olarak görmek yerine münferit varlıklar olarak algılamaya başlamışlardır. (71-72)
-Annenin sevgisini doyasıya tadan çocukların hayal kırıklığı ve bunun sonucunda ortaya çıkan öfkeyi daha az yaşantıladıkları bildirilmektedir. Anne, çocuğun duygusal ihtiyaçları için her zaman oradadır. (81)
Timaş Yayınları, 2013 basım, 3.baskı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder