05 Mayıs 2025

SİRETLER VE SURETLER – BEŞİR AYVAZOĞLU


-Aile, bütün bu olanları, Çengelköy’deki yalının –zor durumda kalmış bir adamın elinden arzusu hilafına alındığı için- beddualı olmasına bağlıyordu. Sadullah Paşa’nın oğullarından Nusret Ayaşlı ile evlenerek yalıya gelin gelen Münevver Ayaşlı, bu beddua rivayeti yüzünden yalıda oturmak istememişti. Sadullah Paşa’nın çocukları masraflarının altından kalkamadıkları yalıyı 1947 yılında uzaktan akrabaları olan Ferit Tek’e sattılar; ondan da kızı Emel Esin’e intikal eden yalı doğrusu çok şanslıydı; çünkü Emel hanım büyük bir sanat ve kültür tarihçisiydi; yani Türk kültürü açısından ne kadar değerli bir esere sahip olduğunu biliyordu; yalıyı tarihçesinden mimari özelliklerine, tezyinatından her biri aynı zamanda bir belge niteliği taşıyan benzersiz duvar resimlerine kadar ayrıntılı bir biçimde incelemişti. (18) –Aksiyon, 148.sayı

-Kudretli bir iktisatçı, büyük bir sosyolog ve bir tarih filozofu olan Sabri Ülgener’in çağdaşlarının çoğundan farkı, bir ulema ailesine mensup olduğu için yüz çizgilerimizi belirlemeye devam eden kültür ve zihniyet dünyasını çok iyi tanımasıydı. Dedesi İsmail Necati Efendi Nakşibendi silkine mensup bir şeyh, babası Mehmet Fehmi Efendi ise Bab-ı Meşihat’ta görevli değerli bir din bilginiydi. Dünyaya gözlerini Cağaloğlu’nda, Fatma Sultan Camii’ndeki Gümüşhanevi Dergâhında açtı. (55) Baba tarafından bir ulema ailesine mensup olan Sabri Ülgener’in anne tarafı kelimenin tam manasıyla bir ‘OsmanlıTerkibi’dir. Emine Behice Hanım, Hasan Sabri Paşa’nın kızı, bu zatın kardeşi Ahmed Efendi ise Kazım Karabekir Paşa’nın dedesiydi. Buna göre Kazım Karabekir’le Sabri Ülgener kardeş torunlarıdır. Fatma Behice Hanım’ın anne tarafından soyu da Şeyh Şamil’e uzanmaktadır. Dağıstan’dan gelerek askeriyeye intisab eden ve serasker paşalığa kadar yükselen Hafız Mehmed’in iki kızı vardır: Ayşe Sıdıka ve Hatice (Ülgener’in anneannesi) Ayşe Sıdıka, Müşir Mehmed Ali Paşa’yla, Hatice Hanım da Hasan Sabri Paşa’yla evlenir. Ayşe Sıdıka Hanım’ın Müşir Mehmed Paşa’yla evliliğinin meyvesi dört kızdır: Zekiye, Hayriye, Leyla ve Adeviye. Zekiye Hanım, İsmail Fazıl Paşa’yla evlenir; çocuklarından biri Ali Fuat Cebesoy’dur. Hayriye Hanım, Hüseyin Hüsnü Paşa’yla evlenir Nimet, Muhsin ve Tahsin adlarından üç çocukları olur. Tahsin Bey’in bir oğlu vardır: Mehmet Ali Aybar. Leyla Hanım da Hasan Enver Paşa’yla evlenecek ve bu evlilikten beş çocuğu olacaktır ki, biri Celile Hanım’dır. Celile Hanım’ın Dr. Hikmet Bey’le evliliğinden doğan çocukları ise Nazım Hikmet ve Semiha Yaltırık. Leyla Hanım’ın oğlu Mustafa Celaleddin Bey’in de Münevver adında bir kızı vardır ve bu kız halasının oğlu Nazım Hikmet’le evlenmiştir. (56-57) – Aksiyon, 188.sayı

-Gönen’de doğan Ayhan Bey’in İstanbulluluğu annesinden gelir. Mütareke yıllarında Ömer Canbulat Bey, yani Ayhan Songar’ın dedesi, ailesini alıp Gönen’e götürmüş, Karalar Çiftliğine yerleşerek Milli Mücadele boyunca Kuvayı Milliye için çalışmıştır. Savaş sona erdikten sonra bir gün Gönen’e genç bir yüzbaşı çıkagelir ve tam karşılarındaki eve yerleşir. Gelir gelmez muhtelif cephelerdeki kahramanlıkları dilden dile dolaşmaya başlayan Yüzbaşı Nazmi Bey, çok geçmeden Ömer Bey’in küçük kızı Fevziye’ye talip olur ve istemesi için dayısı (ve Mehmed Akif’in yakın arkadaşı) Eşref Edip Bey’i gönderir. Ömer Canbulat Bey bütün soydaşları gibi yiğitlik ve kahramanlık sevdalısı bir Kafkasyalıdır; “Yüzbaşının atıyla kamçısı yeter!” diyerek hiç tereddüt etmeden evet deyiverir. (74) – Aksiyon, 136.sayı

-Hocaefendi gibi olanca sadeliği içinde olağanüstü bir ruh zenginliği taşıyan insanları yazmaya gelince… O çok zor işte; çünkü kuşatamazsınız. (146) Söyler misiniz, kim derdi ki, modern Türkiye’de geleneğin içinden gelmiş mütevazı bir adam, sıralı eğitimden geçmediği halde, İslam’ı vaiz kürsüsünde yorumlayışı, geniş bilgisi, etkileyici hitabeti ve samimiyetinden kimsenin şüphe etmediği gözyaşlarıyla bir cazibe merkezi haline gelecek ve bir gün manevi bir önder hüviyetinde, Katolik dünyasının aynı zamanda bir devlet başkanı olan ruhani lideriyle görüşerek dinler arası diyalog için zemin yoklayan milletlerarası bir aktör konumuna yükselecek! Bu inanılmaz bir durumdu ve sistem tarafından biçilen din adamı kalıbına hiç uymuyordu. (146) Çünkü Hocaefendi geldiği yere kendi başına gelmemişti;arkasında geleneğin gücü ve bu gücün beslediği toplumsal dinamikler vardı; yani yerliydi, yüzde yüz yerli! Mevcut karizması ve otoritesiyle istese trilyonlara keyfince hükmedebilir, hatta istese bu büyük gücü kullanarak siyaset arenasında bile ciddi bir kudrete sahip olabilirdi. Ne var ki o, kadim sufiler gibi her türlü dünyevi ihtirastan uzakta, bazan kolları sıvayıp yemeğini bile kendisi pişirerek mütevazı bir hayat yaşıyor, “küçük dünyam” dediği özel dünyasında okuyor, düşünüyor ve hayal ediyordu; özel dünyası küçüktü, fakat hayal dünyası ve ufku alabildiğine geniş!(147-148) Kendisiyle karşı karşıya gelindiğinde derhal fark edilen bu deruni samimiyet, başka bir şahsiyette tezahür ettiği takdirde insanı rahatsız edebilecek aşırı tevazuu şahsiyetinin ayırıcı hususiyeti haline getiriyor. Gerçekten tevazuu herkese yakışmaz, “Ben kibrin ikiz kardeşiyim” diye adeta bas bas bağırır. Fakat Hoca efendiye son derece yakışıyor; yadırgamıyor ve başka türlü davranamayacağını, çünkü yaşama tarzının tevazu üzerine kurulu olduğunu biliyorsunuz. (149) – Aksiyon, 168.sayı

-Ve Taha Akyol, bir gün kendini CKMP İstanbul Gençlik Kolu’nun kurucusu ve başkanı olarak bulur. Ne var ki bu macera pek uzun sürmeyecektir. Bir gün Alpaslan Türkeş’in yakın arkadaşlarından ve 27 Mayıs darbecilerinden emekli Binbaşı Rıfat Baykal’ın partinin İstanbul il merkezinde Kur’an-ı Kerim’den “çöl kanunu” diye söz edince, Demokrat Partili ve muhafazakâr bir ailenin çocuğu olarak “Sizin CHP’den ne farkınız var” diyerek öfkeyle itiraz eder, tartışmanın tatsız bir şekilde büyümesi üzerine istifasını verir. (187-188)Tercüman’dan sonra Meydan’da ardından Milliyet’te yazmaya başlayan Taha Akyol, bu tercihinden dolayı ağır bir biçimde eleştirilmiş ve çok değiştiği iddia edilmiştir. Ben aynı kanaatte değilim. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim; o Hergün’de ne ise Tercüman’da o idi, Milliyet’te de odur. Temel düşüncelerinden hiç biri değişmemiş, belki biraz esneklik kazanmıştır, o kadar. İçinde soluk alıp verdiği camiadan kopmuş gibi görünmesinin sebebi, bana öyle geliyor ki, birçoğumuz gibi üzerinden hiçbir zaman bütünüyle atamadığı taşralılık yüzünden beşeri ilişkilerde gösterdiği zaaftır. Kolay ilişki kurar, fakat bu ilişkiyi devam ettirmekte zorlanır, ısrar da etmez. Bu yüzden birçok insanı istemeden kırdığının farkında bile değildir. (192) – Aksiyon, 220.sayı, 222.sayı

-Şenol Demiröz’le yollarımız ikinci defa olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde kesişti; Refah Partisi’yle hayatımın hiçbir döneminde herhangi bir şekilde ilişki kurmadığım halde, sırf uzaktan takip ederek takdir ettiğim Recep Tayyip Erdoğan’ın ve isabetli bir kararla Kültür İşleri’nin başına getirdiği Şenol’un başarısına katkıda bulunmak için teklif edilen görevi kabul ettim. Ve iki yıl birlikte zevkli bir çalışmayı yürüttük. (203-204) – Aksiyon, 138.sayı

-Üstad bir konferans vermeyegörsün, en ön sırada o. Hatta bazı toplantılarında büyük bir heyecanla Sakarya şiirini okumuştur. O kadar hayrandır ki, ileride Akyay-Kaynak Yayınlarını kurunca ilk işi Necip Fazıl’ı stüdyoya sokup ünlü longplay’i çıkarmak olacaktır. Bu longplay’in şu anda piyasadaki bütün Necip Fazıl kasetlerinin kaynağı olduğunu söyleyen Fehmi Koru “Ama diyor, hepsinde fondaki vatı müziğini silip yerine mehter marşları falan koydular. Hâlbuki bizim çıkardığımız longpleyde kullanılan bütün batı müziği parçalarını Necip Fazıl bizzat seçmişti” (209) – Aksiyon, 202. Ve 204.sayı

-Üsküdar Özbekler Tekkesi şeyhi Hezarfen Edhem Efendi’yi kaç kişi bilir? Amerika’da Atlantic şirketinin kurucusu, yani caz ve popun babaları olan Ertegün kardeşlerin dedesidir dersem, eminim bazı okuyucularım pek şaşıracak ve dikkat kesileceklerdir. Bence o, tükenen bir âlemin son parıltılarından ve bu asrın ilk dört yılında yaşamış, doğramacılık, marangozluk, hakkaklık, mühürcülük, mürekkepçilik, aharcılık, dökmecilik, tornacılık, demircilik, tesviyecilik gibi bir yığın zanaatta üstad-ı bi-nazir bir şeyh efendi. Makinelere düşkünlüğü ve bizzat imal ettiği üç beygir gücündeki buhar makinesini bir sandala monte ederek Balaban İskelesi’nden Paşalimanı’na kadar gidip gelmesiyle meşhurdur. (215) – Aksiyon, 206.sayı

-Adaylardan biri de İlhan Kesici olmasaydı, doğrusu oyumu hiç tereddüt etmeden ona verirdim. Kesici hemşerim, çocukluğumdan beri tanıdığım ağabeyim ve dostumdu; bu yüzden oy sandığının başında bir hayli tereddüt geçirdiğimi hatırlıyorum. (221) – Aksiyon, 200.sayı

-Tepki ve taleplerini MHP’nin ve Ülkü Ocaklarının şemsiyesi altında ifade eden gençliğin psikolojisini, aslında – Mustafa Çalık’ın önemli çalışması (MHP Hareketi/Kaynakları ve Gelişimi 1965-1980, Cedit Neşriyat, Ankara 1995) istisna edilirse- pek incelenmemiştir. Ülkücülüğü Başbuğ Türkeş’in güçlü otoritesine hayran olarak benimseyenler de vardı, solcu gençlerin uzun saçlarına, favorilerine ve modern kızların mini eteklerine kızarak benimseyenler de. Kısacası modernleşmeye karşı geleneğin kültür kodlarına bağlı tabanın duyduğu şiddetli tepki çeşitli şekillerde ifadesini bularak kolayca MHP’de ve ülkücü harekette yerini alabiliyordu. (238) –Aksiyon, 116.sayı

-Mesela bir şair, cümlelerinin arasında Fransızca kelimeler sokuşturarak konuşan alafrangalarla şöyle alay ediyordu:

“Tatlı su frengi Mişon, Kaspar, Andon’dur

Bizim beyi sorarsan çıtkırıldım dindondur

Kapatması metires, uşağın adı vale

Fransızca konuşur yanaşma İspir ile” (260-261) – Aksiyon, 90.sayı

Ötüken Yayınları, 2000 basım, 2.baskı. (Birinci basım 1999)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...