11 Mayıs 2025

ŞOV VE MAHREM – FATMA BARBAROSOĞLU

-“Göz açıldıkça ruh perdelenir”/ Tevfik Fikret – Rubab-ı Şikeste

-Eski kuşak hatırladıklarıyla yaşamakta, yeni kuşak ise unuttuklarıyla.

-Görünerek var olma anlayışı, geleneksel dünyadan kopuşun önemli göstergelerinden biridir. Çünkü geleneksel kültürde gören ve görünen ilişkisinde üstünlük görünende değil, “gören”dedir.

-Halk arasında “gavur padişah” olarak bilinen ve Osmanlı Devleti’nin Batılı hayat tarzıyla tanıştıran Sultan II.Mahmud “sokağa” çıktığı zaman kendisini “gözetleyen” ve seyreden Osmanlı kadınları hakkında bir ferman çıkarmıştır. Bu fermanda “kadınların padişaha hayranlıkla bakmaları yasaklanmakta ve eğer bakacak olurlarsa, kocalarının ve kardeşlerinin dayak yiyeceği” buyurulmaktadır.

-Var olduğunu, başkaları kendisini seyrettiği oranda, yani başkalarının dünyasında yer etmeye başladığında hissedebilen postmodern insan, mümkün olduğunca az insana görünerek kendi dünyası içinde yaşamayı, “sağlıksız” bir durum olarak algılamaktadır.

-Kalvenci için dürüstlük yapıp ettiklerinin envanterini çıkarmaktır. Postmodern dönemde geçerli olan anlayış, Kalvenci anlayıştır. Bir şeyi yapmamak önemli değildir. Önemli olan yaptıktan sonra itiraf edecek kadar “dürüst” olmaktır. Medya yoluyla yayılan “itiraf” programlarının temeli, Kalvenci envanter çıkarma anlayışına dayanır. Rousseau’nun dürüstlükten anladığı ise kişinin “dünyaya nasıl göründüğüne dair bilincini yitirmesidir” Yani başkaları için giyinmeyi, başkaları için oynamayı reddetmesidir.

-Sanayi İnkılabı ve Fransız Devriminden sonra bir müessese olarak varlık kazanan moda, bu varlığın, giyim vasıtasıyla başkalarının dünyasında yer edinmenin temel bir ihtiyaç haline gelmesine borçludur.

-Tarih boyunca kıyafetten, özellikle de kadın kıyafetleri, dine ve ahlaka aykırı bulundukları için eleştirilip yasaklanırken, Türkiye’de dini ya da siyasi sembol oldukları gerekçesiyle yasaklanmıştır. Kamusal alanda dini duyarlılıklar azaldıkça, kimliğin kıyafet üzerinden kurulması da önem kazanmıştır.

-II.Meclisten itibaren muhafazakar-dindar kesimler Cumhuriyet kamusallığının dışında kalmıştır. Dindar kesimler, Cumhuriyet kamusallığının nötr havasına bulaşmamak üzere, alt kamusallığa çekilmiştir. Bu dönemde erkek çocukların bile memuriyet hayatına atılmayı gerekli kılacak bir eğitim almamasına dikkat edildiğini söylemek mümkündür. Çünkü Cumhuriyetin memurları “asr-i hayat”ı e yoğun olarak yaşayan grubu temsil eder.

-II.Meşrutiyet döneminin kızları, modern değerleri önceleyerek, Batılı hemcinslerine yetişme idealini benimsemişken, 1960^lardan itibaren modern eğitim alan kızlar; gençliğin yerleşik düzene muhalefet dilini benimsediği, varoluşçuluk cereyanlarının yoğunlaştığı bir dönemde, dini kökenlerine geri dönmek isterler.

-1970’li ve 80’li yıllarda, ayet ve hadislerle savunulmaya çalışılan tesettür, 90’lı yılların ortalarından itibaren “kadın hakları” söylemi üzerinden, “kadın ayrımcılığı” üzerinden ifade edilmeye başlanmıştır.

-Üst kimliğini dindar kadın ve dindar erkek olarak belirlemiş kişilerin Cumhuriyetin oluşturduğu hegemonik kamunun ahlaki yapısına uzak durmak isteyen tutumlarından dolayı, yasağa boyun eğmekten ziyade yasaklı olana uzak durma hürriyetlerini kullandıklarını düşünmek mümkündür.

-Dindar kadınların alternatif kamu arayışları, 80’li yılların ikinci yarısından itibaren yerini, hegemonik kamuda kendini ifade edebilme çabasına bırakmıştır. Bu çabada bir taraftan globalleşen dünyanın kadın kuruluşlarına verdiği önem belirleyici olurken, diğer taraftan ülke ölçeğindeki kadın politikalarına daha aktif katılımın faydasına inanmak yatmaktadır.

-RP’nin büyükşehir belediyelerini kazanmasından sonra tesettür giyim, bir örtünme ve dolayısıyla saklanma üslubundan çıkarak, görünme ve her yerde olmaya doğru evrilen bir değişim göstermiştir.

-Başörtüsü karşıtları için başörtüsüne takılan her bir iğne, başörtüsünden vazgeçilmezliği simgeliyordu adeta. Başı örtülü tutmak konusundaki kararlılığı dışa vuran eylem planı olarak algılandı bu iğneler. Sadece başörtüsü konusunda kemikleşmiş bir karşı duruşa sahip olanlar değil, liberaller bile başörtüsü konusundaki uzlaşmayı, başörtüsünün vazgeçilebilirliği üzerine bina etmekte beis görmediler.

-Kadınlar evlerinden çıkıp “kamusal alanın estetik” beğenisine ram olmak istediklerinde beden üzerindeki her türlü baskıyı, özgürleşme bedeli olarak kabul ediyor.

-İlk defa Tekbir Giyim tarafından gerçekleştirilen tesettür defilesinin (1995) yine o dönemde tartışma konusu yapılmasının ardından tesettürün moda çizgilerle ve moda literatüründen ödünç alınmış kelime ve kavramlarla –özgürlük, farklılık, herkesten başka olmak, herkesi kendisine baktırmak- tanımlanmaya kalkılmasına eleştirinin, İslami kesimden ziyade liberal çevreden gelmesi dikkat çekicidir. Fakat liberal çevrelerin maksadı esas itibariyle üzüm yemek değil de bağcıyı dövmektir.

-Modanın zevklere ve tercihlere bağlı olan değişim lokomotifi, tesettürün dini ilkelere bağlı olan değişmezlik anlayışı ile uyum içinde olabilir mi? Yada bu kimyasal karışım sonucu ortaya çıkan tesettür modasında hakim unsur, moda mı yoksa tesettür mü olmaktadır? Moda ile anılan her türlü kavramda daima kazanan moda olmaktadır. Çünkü moda varlığını sınır tanımazlığa borçludur.

-Tesettür defileleri kimliğin ötekilik üzerinden ve şov içinde dönüştürülmesi halidir. Tesettür defilesine karşı çıkan seküler zihniyet, iç çamaşır giyimini sunan bedenlerin başlarının kapatılmasına karşı çıkarken, esasında ötekinin kendine yaklaşma biçiminden endişe duyduğunu ifade etmek istemektedir.

-İlk tesettür kataloglarının hazırlanması, 90'lı yılların ikinci yarısına tekabül etmektedir. Bu tarihin arka planında yerel yönetimlerde başarı elde etmiş Refah Partisi gerçeği ve İslami televizyon kanallarının açılması olgusu bulunmaktadır. İslami televizyon kanallarının açılması ve bu kanallarda tesettürlü kadın sunucuların yer alması, özellikle ev kadını statüsündeki kadınların ve genç kızların giyimini yakından etkilemiştir. Yerel yönetim başarısı, çevredekileri merkeze taşırken, merkeze eklemlenmenin birinci safhası olarak her şeyin "İslamca"sı üretilmiştir. Ürünün "İslamca" markalaştırılması rekabetin kalite ile değil imaj üzerinden gerçekleşmesi anlamını taşımaktadır.

-Seküler zihniyet dindar kimliğin ortak mekâna dahil olma çabasını, kendisini de "Müslüman saati"ne davet edeceği/zorlayacağı endişesi ile reddediyorlar. Halbuki postmodern dünyada dindarların en çok zorlandığı husus, gündelik hayat temposu içinde "ibadetin zamanını örgütleyememek." Bunun önündeki engel, koruma ve kollama altına alınmış laiklik ilkeleri değil, kapitalist dünyanın her şeyi içine alıp öğüten çarkları. Çünkü dindar zihniyet, bir taraftan ibadet zamanı ve günaha uzak durma niyeti ile seküler zihniyetten ayrılırken; diğer taraftan daha çok kazanma, başarılı olma, mevki makam edinme, hayatını yaşama ve "biraz da biz yaşayalım" dürtüleriyle sekülerleşiyor.

-"İnsanlar babalarından ziyade zamanlarına benzerler." Hadis-i Şerif

-Foucault, beden üzerine yaptığı analizlerde aristokratların bedeni, kan bağına dayalı olarak ve geçmişe doğru kurmalarına karşışık, burjuvazinin geleceğe doğru inşa ettiğini söyler. Bu manada Müslümanların burjuva değerleri ile barışmaları, burjuvazinin "sağlıklı, sportif beden" vurgusununbenimsenmesini de beraberinde getirmiştir. Bu benimseme, futbolla başlayıp zaman içinde sporun diğer dallarına doğru yayılma göstermiştir.

Profil Kitap Yayınları, 2018 basım, 7.baskı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...