11 Mayıs 2025

TÜRK DÜŞÜNCE TARİHİ AÇISINDAN KUTADGU BİLİG – FATİH MEHMET ŞEKER

-Nakşibendiliğin doğuşu, muayyen zaman ve isimlerden başlatılır. Hâlbuki Kutadgu Bilig metin dışına çıkarak ve mistik arka planı gözden kaçırılmadan okunduğunda hadisenin fikri olarak çok daha evvellere götürülebileceği meydana çıkar. Nakşiliğin nüvesini teşkil eden fikirleri toplayıp hazırlayan isim Yusuf Has Hacib’tir.

-Hissi zaviyeden yaklaşıldığında Türklerin Müslüman olmasında, köklü adetlere ve düşünce yapılarına müsamaha ile yaklaşan, bölgeye ait unsurları sindirerek uyum sağlama kabiliyetine sahip olan, İslam’ı yaymak maksadıyla sahradaki Türklere kadar giden vaaz ve sohbet ehli sufiler, kelamcılara göre daha çok hisse sahibidir. Bu yönüyle İslamlaşma hadisesi tasavvufun ortaya çıkışına paraleldir. Fakat bu hissi yerleşik ve kalıcı hale getirme noktasında ise fakihler ve kelamcılar sufileri tamamlar. Fakihler ve kelamcılarda eskiye ait unsurlar değişirken bulacakları her şeyi devrinin diliyle arayan, örf ve adetlere dokunurken çok dikkatli olan sufilerde yerleşir.

-Hangi zaviyeden bakılırsa bakılsın Selçuklu ve Osmanlı asırlarında da kuvvetli bir zemin bularak hayata az çok yerleşen çeşitli zümreler arasındaki fikir ayrılıkları, Türklerin İslamlaşma sürecinde vücut bulmuştur.

-İslam’ın Sünnilik dışındaki yorum biçimleri için kullanılan “heterodoks İslam” tabiri ilk defa Fuad Köprülü tarafından tercih edilmiştir. Fuad Köprülüyle başlayan gelenek, Türklerin İslam algısını Sünni ve heterodoks şeklinde ikili bir tasnife tabi tutar.

-Abbasilerdeki Hanefi yapılanmaya paralel olarak Sünni İslam tasavvurunun hamisi olan Karahanlı hükümdarına sunulan Kutadgu Bilig’de eski Türk inançları, Sünniliğin sistematiği ve mantalitesi içinde kendisine bir yer bulur.

-Şifahi kaynaklara dayalı İslam tasavvuru eski Türk geleneklerinden, Şamani unsurlar başta olmak üzere kadim inançlardan ve İslam öncesi dinlerden ve mistik kültürlerden beslenir. Evvelki devre ait verileri Müslümanlığın benimsenmesinde işlevsel hale getiren bu tavırda İslam öncesi devirle terkip manzarası arz eden bir kendi içine çekiliş vardır. Bölgenin ihtiyaçları zemininde ve çerçevesinde oluşan ve sürekli aktüelleşen bu sentez, zamanla yeni dinin esaslarını merkeze alır. İslamlaşmanın sırrına sahip destanlardaki pek çok dini unsur, İslami kültürün sınırları dâhilindeyken bile her zaman yeniden meydana çıkma gücü gösterecek derecede toplumun zihniyet kodlarına ve ruhuna nüfuz etmiştir.

-Şifahi İslam tasavvuru başlangıç itibariyle, Şamanizm başta olmak üzere eski devre ait inançların tesirinde kalmış, bu inançlar yeni dönemde örf ve adet hükmüne girerek Müslümanlar arasında aktüelliğini muhafaza etmiştir. İbn Sina’nın, kamları İslam devrinin arifleriyle aynileştirilmesinde bunu görmek imkân dâhilindedir. Emevi ve Abbasi ordusunda istihdam edilen Türk askerlerine Şamanizme irca edilebilecek adetlerini sürdürme imtiyazı tanınır. Hanefi mezhebinde Maveraünnehirin Türk sakinlerinin adetleri lehine, at eti ve kısrak sütünün mübah addedilmesi de bu cümledendir.(İmam-ı Azam’ın mekruh gördüğü at etini, talebeleri İmam Muhammed ve Ebu Yusuf mübah görmüştür.)

-Ordularda istihdam edilen Türkler, Orta Asya’daki geleneklerinden bir kısmını Müslüman dünyasına taşımışlar, en azından yüzeydeki İslam görüntüsü altında gölgelenmiş olan bazı hususlar yolu ile Müslüman toplumu o dönemde Türkler tarafından belirli bir oranda yeniden şekillendirilmiştir.

-Bir anlamda İslam’ın şifahi yorumu, esaslı unsurları itibariyle İslam tasavvurunun yerel bir şekle ve renge bürünmesi olarak görülebilir.

-Sistemini yaşadığı hayattan çıkaran Kutadgu Bilig müellifi, maziyi inkâr etmeden onu kendi realitesinde görmenin İslam’ı yerleştirmede ne derecede işlevsel olabileceğinin imkânlarını yoklar. Onun geçmiş zamanın emrine girer gibi olması bu nedenledir. Dini çerçevede eskiye ait kavram dünyasını yeniden aktüelleştirerek İslam’a mal eder, bölgeye Müslümanlığın hangi tecrübeler içinden geçerek yerleşebileceğinin adeta programını verir.

-Hanefi/Maturidi çizgide Müslümanlığın kitabi yorumunu verebilecek vasıftaki eserlerin en çok bilineni, devrin resmi akaid ilmihali mahiyetindeki Hakim es-Semerkandi’nin “es-Sevadü’l-A’zam fi’l-kelam”ı dır. Yeni oluşmaya başlayan bir anlayışın programı gibi olan bu eser, kitabi İslam tasavvurunun sadece başlangıcını değil, onun yürüyeceği güzergâhı ve istikameti, yerleşme, genişleme ve derinleşme merhalesinin zeminini de gösterir.

-İslam’ın kitabi yorumunun inşasında Türkleri Müslümanlıkla tanıştıran Kuteybe b. Müslim’in vücut verdiği faaliyetler bir başlangıçtır.

-İslami inanç ve pratiklerin yayılması, fethin ve onun neticesi olan sosyal, ekonomik, siyasi ve askeri hakimiyetin rotasını takip etmiş, fetihlerle beraber bölgeye âlimler gelmeye başlamıştır.

-Maveraünnehirin İslamlaşması sürecinde Ebu Hanife’nin görüşleri, Maturidi tarafından yeniden aktüel hale getirilerek sistematik bir temele oturtulmuş Hanefi İslam algısı bölgede Maturidiler aracılığıyla kökleşmiştir.

-Kelami çerçevede Türkler, Müslümanlıklarını İslam öncesi devre hayat veren kaynaklardan ve bu kaynaklar doğrultusunda vücud bulan tez ve tavırlardan uzaklaşarak idrak etme süreci içerisine girerken Yusuf Has Hacib’in usulünde İslam bu bakiyelere yaklaşarak benimsenmeye çalışılır. Fakat son noktada her iki yaklaşım tarzı da Türksitan coğrafyasını İslami değerler etrafında toplama amacında birleşir.

-İslam öncesi devirde paganist unsurlarla malul olsa da Tanrı tasavvurunun hakim olduğu bölgede nübüvvet müessesesinin hiçbir şekilde yer almaması, kitabi metinlerde nübüvvete hususi bir ehemmiyet atfedilmesine neden olmuştur. Dikkatten kaçırılmaması gereken bir diğer unsur ise peygamberlik gerçeği ele alınırken İslam öncesi mistik zemin üzerinde yükselen düşüncelere karşı sergilenen net tavırdır.

-Maturidi, şefaati devrindeki mistik temayüle uygun bir şekilde şöyle tanımlamaktadır: “Ceza ya da nefreti gerekli kılan bir fiil işleyen kimsenin Allah’ın kendilerinden razı olduğu salih kullar vasıtasıyla affedilmesidir.”

-İslamlaşma asırlarının dizginlerini elinde tutan tasavvuf, eski devrin devamlılığında bir sakınca görülmeyecek yönleriyle İslamiyetin yön verdiği değerler arasında bir denge kurmak suretiyle İslamlaşmayı mümkün hale getirebilecek bir özelliğe sahiptir.

-Sufiler bölge gerçeklerinden kaçan, bütün tereddütlerden uzak ve meseleleri kökünden halleden bir üslubla her şeye müdahale etmeye kalkışan kitabi İslam tasavvurunun temsilcilerinin aksine, hem İslam’dan önceki hem de İslam devri doldurabilecek vasıflar sergilemişler, devamlı olarak etraftaki terkibin bir parçası olduklarını hatırlatmakla beraber, yaşadıkları coğrafyaya olan bu terkibin olduğu gibi kalmaması için gayret sarf etmişlerdir.

-10.-12. Yüzyıllar arasında Türkistan’da İslamlaşmanın cereyan ettiği dönemde tekkelerin çoğu, eski Budist manastırlarının yerine yahut yakınlarına inşa edilmiştir. Böylece kurulmuş bir hayatın imkânlarından istifade ederek yerli halkla bir şekilde bağ oluşturulmuş, bölgedeki eski kültlerin İslam’a mal edilmesi sağlanarak manastırlarda yatan azizlere ait menkabelerle İslamileştirme imkânı verilmiştir. Eski dinlere ait unsurları göstererek bunların yerine İslam’ı ikame etme amaçlı bütün bu benzeştirme ve aynileştirmeler açısından bakıldığı zaman sufiler bölgenin zaafı gibi görülebilecek yönlerine hitap etmek suretiyle değiştirilmesi icap eden şeyleri ayıklayıp bölgenin iç dünyasını fethetmişlerdir.

-İslamlaşmaya hayat veren zahidlerin karakteristik özelliklerinin başında uzlet ve inziva gelir. Yakin ve marifet ehlinin alameti, tefekküre dalmak, derin bir tevazu duygusuyla Allah’ı methetmek, kalbe kasvet verdiği için çok uyumak, çok yemek ve çok konuşmaktan uzak durmaktır. İnziva fikrinin ayrılmaz bir parçası da dünyayı hor ve hakir görmedir. Buhara ve Merv başta olmak üzere bölgeye çeşitli tebliğ seferleri yapan Semerkandlı zahidlerden ve hadis âlimlerinden Fudayl b. İyaz, dünyayı “murdar bir leş” olarak görür ve etrafındakilere devamlı surette ölümü, kabir hallerini ve ahiret azabını hatırlatır. Ona göre dünyaya değer verildiği müddetçe imanın ve ibadetin tadına varmak imkânsızdır.

-İslamlaşma asırlarından başlayarak bugüne kadar devam eden süreç dikkate alındığında üzerinde durulması gereken en önemli nokta şudur: Türk-İslam tasavvuru, bir tarafıyla tasavvufta, hususende Nakşilikte hulasa edilebilir. Türkistan coğrafyasının İslam’dan önceki düşünce yapısını bilen birisi Nakşiliğin muayyen bir zamandan ve belirli isimlerden başlatılmasını anlamakta güçlük çekebilir. Hareketin yapısı ve temel esasları henüz teşekkül etmeden önce tarikatın çekirdeğini teşkil eden unsurların hepsi bölgenin hayatında mevcuttur; yani bu bölge ehemmiyetli bir cephesiyle, İslam olmasa da cismen, zahiren değilse de hakikaten Nakşidir.

-Türkistan şehirlerinde medrese görmüş kişiler arasında okunan Kutadgu Bilig, yapılan Kur’an çevirileri sayesinde İslami terimlerin yerleşmeye başladığı bir zeminde kaleme alınmıştır. Bu nedenle eserde esasını Türk dili oluşturmakla beraber Türkçe, Arapça, Farsça kelime ve kavramların iç içe geçtiği bir İslami terminoloji hâkimdir.

-Sembolik dört kahraman etrafında dönen Kutadgu Bilig’deki en önemli iki sembol kavram, akıl ve zahiddir. Bu iki kavramın (şahsın) eser boyunca müzakereye girmesi Türk’ün ameli ve akli dünya görüşünün gelişimine vücud verdiği gibi, Türk tasavvuf algısının ne tür bir zeminde inşa edilebileceğini (edildiğini) de gösterir. Yusuf Has Hacib ne akıldan vazgeçer ne de gönülden. Zahidi temsil eden Odgurmuş ile aklı temsil eden Öğdülmiş’in kardeş olması Türk-İslam tasavvurunun karakteristiğini akılla gönlün, rasyonalizmle mistisimzin teşkil ettiğini gösterir. Hanefi-Maturidi çerçevede akıl ve rasyonel zemini bölgede ve tasavvufi muhtevaya sahip eserlerde ise gönlü görürüz.

-İslam’dan evvelki devrin hurafelerini devam ettirmeye matuf görünen çaba, esasta geride bırakılan zihniyetin istikamet verici gücünü ortadan kaldırmaya dönük bir gayret olarak okunabilir. İbn Sina’nın şamanların ariflere dönüştüğü ihsas eden satırlarını bölge için yeni bir devrin başlamakta olduğu bu zeminde yorumlanabileceği gibi İslam öncesi şamanların sonraki devirde veli hüviyetiyle aktüelleşen bir örneği sıfatıyla Türk veli imajının prototipini teşkil eden Dede korkut da bu çerçeveye yerleştirilebilir.

-Türk toplumu İslam öncesi devrin karakteristiğinin tabii bir neticesi olarak İslam’ın esaslarını ancak merkezi bir kisveye büründüğü zaman algılayabilecek bir donanım ve seviyede olduğu için İslamlaşma sürecinde Türk toplumunun en zayıf tarafı İslam öncesi devre dönüş potansiyeli barındırma açısından mistik unsurlar olduğu gibi, paradoksal gözükmekle beraber, en kuvvetli tarafı da İslam’a dahil olmayı daha kolay ve süratli bir şekilde temin ettiği için tasavvufi unsurlardır. Türkler, İslamiyeti kendilerinin anlayacakları bir lisan ve zevk alabilecekleri bedii bir şekil ile yaymağa çalışan sufiler sayesinde yeni dine menkıbelerin şekil verdiği bir hayat tarzı zaviyesinden bakmışlar, eşiğinde oldukları İslam’a ait unsurları menkabeleştiği nispetle algılayıp kabul edilebilecek bir kıvama gelmişlerdir. Diğer taraftan İslam düşünce tarihinde neredeyse rasyonalizmle aynileştirilen Mutezilevari, modern zamanlarda bedevi tabiatı nedeniyle Vahhabiliğe kaynak olarak görülecek derecede katı ve sert bir tabiata sahip olan Harici karakterli zümrelerin, mistik bir atmosferin hâkim olduğu bölgede akis bulmaması da önemlidir.

-Maveraünnehirin İslamlaşmasında son derecede etkili olan sufilerden Ebu Bekir el-Verrak’ın “Zühd olmadan kelamla yetinen kimse zındıklaşır. Kelam ve fıkıh olmadan zühdle iktifa eden bid’at icat eder. Zühd ve vera olmadan fıkhi kâfi gören kimse ise fıska sapar. Kimde bütün bunları telif ederse kurtulur” ifadesi rasyonel yönü baskın olan ilimlerle mistik damarın birbirinden ayrılmasının kabil almadığını göstermesi bakımından manalıdır.

Dergah Yayınları, 2011 basım, 1.baskı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...