-Türkiye’nin Marksist aydınlanmasıyla, sol aydınlanmasıyla Alman Yahudilerin iki svaaş arasındaki sol aydınlanması arasında inanılmaz bir fark var. Bizde Politzer’in kitabıyla Marksistleşir gençler. Yani önce felsefi idealizmi çökerteceksin; materyalist olacaksın, materyalizmin olgunlaşması sürecinde ise Marksistleşeceksin. Yani Marksizm, materyalizmin bir olgunlaşma formuna tekabül eder. Bu bence Türkiye’nin Batıyla kurduğu ilişkinin, modernleşme biçiminin solun üzerine yüklediği en büyük sakatlıklardan biridir. Bizim solumuz Marksizm’le çok kaba aydınlanmacı bir şekilde, çok pozitivist bir şekilde ilişki kurdu. Hala da öyledir. Çok pozitivisttir. Halbuki bu adamlar idealizm üzerinden, materyalizmle hiçbir ilişkisi olmadan Marksistleşirler, Benjamin’in yapıtlarını, Ernst Bloch’un Ütopyanın Tini, Umut İlkesi kitaplarını okuduğunuzda, resmen kutsal kitap gibi yazdığını görürsünüz. Adam Marksist! Kimse Ernst Bloch’un Marksist olmadığını söyleyemez. Ama adamın terminolojisi tamamen teolojik. Benjamin'in de öyle. Bir yerde “Kabalayı okursanız beni daha iyi anlarsınız” diye yazar. Yani Benjamin’in de içinde olduğu o kuşak, Marx’la Marksizm’in diğer yapıtlarıyla çok idealist bir düzlemde ilişki kurmuştur. Yani çoğu klasik, dindar anlamda Yahudi değildir belki, ama bir kültürel kimlik olarak onu taşırlar ve Marksizmle bir kurtuluş ideolojisi olarak ilişki kurarlar. Aslında bu analojiyi ilk kullanan Benjamin değil. Bu da hiç bilinmez. 1910’ların sonu ya da 20’lerin başında Lukacs, aynı analojiyi yapar: Mesih-Proletarya analojisi Benjamin’in bütün yapıtı bu analoji üzerine kurulmuştur. Lukacs, proletarya için “tarihin Mesih sınıfı” der. Ama tabii bunu diyen Tarih ve Sınıf Bilinci’nin yazarıdır. Daha sonra Lukacs o pozisyonu terk eder. Reel sosyalizmle organik bağları geliştikçe mecburen terk eder. (99-100)
-Türkiye’de bugün artık sekülerleşenin aslında dönüşmüş dindarlık olduğu daha açık bir biçimde ortaya çıkıyor. Yani asıl seküler olan İslamcılıktır artık. Bu anlamda Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’deki en seküler kimlik olduğu bile söylenebilir. Türkiye’de İslamcılar bizatihi kendi varoluşlarını ve iktidar yürüyüşlerini, genellikle Batı kaynaklı sekülerleşme kuramları çöküşünün bir kanıtı olarak görüyorlar. Oysa sadece kendi kişisel tarihlerine biraz uzaktan bakabilseler, aslında kendilerinin sekülerleşme kuramlarının bizatihi kanıtı olduklarını görebilirler. Klasik kurama baktığımızda, sekülerleşmenin, çalışma, kazanma, biriktirme ve harcamanın ibadete ikame edilmesi olduğunu görürüz. Tıpkı refahın ve zenginliğin cennetin yeryüzüleşmesi olarak okunabilirliği gibi. Hatta ben bu anlamda sekülerleşmenin bizatihi kapitalistleşme olabileceğini düşünüyorum giderek. (115)
-Faşizm tam anlamıyla bir orta sınıf ideolojisidir. Türkiye'deki tabanı ise biraz daha üst-orta sınıfa dayanan, çok daha kentli bir kavram gibi gözüküyor. Kentli, yaşama tarzı açısından ortalamanın üzerinde Batılı ve bu nedenle de kendi faşizmlerini algılamaları o kadar az olanaklı bir kesim. (126)
-Sosyoloji öncelikle modern bir bilimdir. Burada “modern” sıfatını sadece “zamana dair” yönüyle kullanmıyorum. Belki şöyle dersem daha anlamlı olacak: Sosyoloji modernliğin bilimidir. Hatta daha derinlemesine bakarsak “toplumsal” olanın bilimin konusu olabileceği fikri modern bir fikirdir. Bu manada örneğin Fransız Devrimi öncesinde ciddi anlamda bir “sosyoloji” ihtiyacı ya da cüreti olabileceğini pek sanmıyorum. Bu anlamda sosyolojinin fikri kurucusunun bir Fransız olması belki de bir tesadüf değildir. Yani bilimin bile tarihsel olduğunu farkına varmamız önemlidir. Herhangi bir bilimin genelleştirilebilir yöntemlerinin olması onu tarih dışı kılmaz. Bu basit gerçek çoğu zaman unuttuğumuz, hatta çoğu zaman hatırlamak istemediğimiz bir şeydir. Halbuki bir bilimin tarihsel olması onun değerini düşürmez, aksine bilim insanının manevra alanını genişletir. (215)
-Türkiye’de modernleşmenin zihniyeti ile sosyolojinin doğası arasında ciddi bir irtibat vardır. Sosyoloji devletin toplumun yoğrulmasında, biçimlendirilmesinde hatta inşasında kullandığı bir araçtır. Bu anlamda Türkiye’de sosyoloji bir devlet bilimidir. Türkiye'de sosyolojinin kurucusuyla, ulus-devletin fikri kurucusunun aynı kişi olması asla bir tesadüf değildir. Örneğin Türkiye’de ciddi bir sanayi üretimi yokken, sosyoloji vardı. Bu anlamda sosyoloji Türkiye’nin modernleşme projesinin “kadim” kurumlarından biridir. (217-218)
-Tanpınar’ı Türkiye’de uzun yıllar ağırlıklı olarak “muhafazakar”ların okuduğu doğrudur. Ancak bu okumanın ne kadar nüfuz edici olduğu tartışmalıdır. Hatta bu okumanın Tanpınar’ın modernleşme eleştirisine odaklanan araçsal bir okuma olduğu söylenebilir. Türkiye’nin muhafazakarları Tanpınar’ı kendilerini doğrulamak için okumuş gibiler, onu anlamak için değil. Tanpınar’ın derdini anlamak, ona değer vermek ve o değeri muhafaza etmek zihniyetle, eylemle, kurumsallaşmayla olur. (243)
Heretik Yayınları, 2017 basım, 1.baskı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder