15 Haziran 2025

ALLAHIM SORULARIM VAR – SONER DUMAN

-Bir şeyin beş duyu ile bilinebilir, aklen izahı yapılabilir olduğunda onun iman nesnesi olmaktan çıktığının en büyük delili Firavun’un boğulma anındaki imanının kabul edilmemesidir. Zira ölüm anı artık kişinin bu dünyadan ayrılmaya başlayıp ahiretin işaretlerini gördüğü andır. O ana kadar kişi için gaybi olan hususlar onun açısından şehadet alemine dönüştüğü için ölüm anında kişinin iman etmesi geçerli sayılmamıştır. (20)

-Allah Resulü (sav) de pek çok hadislerinde Allah Teala’nın isim ve sıfatlarından söz etmiştir. Onun belirttiğine göre Allah’ın yüzden bir eksik, yani doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları ezberler, sayar ve bu isimlerin içeriğine iman ederek hayatına bu yönde çeki düzen verirse cennete girer. (Buhari, Tevhid, 12; Müslim ez-Zikr ve’d-Dua, 6) (43-44)

- “Allah’ın güç ve kudreti aklen imkânsız olan veya zorunlu olan konularla ilgili olmayıp aklen mümkün olan konularla ilgilidir” (56)

-Eğer bir kimse ibadetlerini yaptığı halde bu ibadetler onda beklenen etkiyi göstermiyorsa bu durum; onun, ibadetleri Allah’ın emrettiği, Hz. Peygamber’in gösterdiği şekilde yapmadığını gösterir. (75)

-Eğer melekler yaratılmamış olsaydı, “zıt çiftler halinde yaratılma” kanunu bozulmuş olurdu. Bunu şöyle açıklayabiliriz: Meleklerde sırf akıl vardır ama onları mükellef kılacak bir şehvet yoktur. Buna mukabil hayvanlarda sırf şehvet vardır ama onları Allah’a karşı mükellef kılacak şehvet mahiyette bir akıl yoktur. İnsanlar ve cinlerde ise hem akıl hem de şehvet vardır ama insan görünür bir varlık olduğu halde cin görünmez varlıklardandır. Eğer melekler yaratılmamış olsaydı hayvanların mukabilinde sırf akıldan müteşekkil bir varlık olmamış olacak, “varlıkların zır çiftler halinde yaratılması” kuralı karşılıksız kalmış olacaktı. Tek tek varlıklar “çift halinde” yaratıldığı gibi, alemler de çiftler halinde yaratılmıştır. İnsanların beş duyu ile kavrayabildikleri varlıklardan oluşan “şehadet alemi” yanında eğer onların beş duyularıyla kavrayamayacağı varlıklardan oluşan bir alem olmasaydı o zaman “çiftler halinde olma” kanunu zedelenmiş olurdu. İşte bunun için “gayb alemi” var edilmiş, o alemin sakinleri olarak da melekler yaratılmıştır. (82-83)

-Allah’ın isimleri arasında kendisine itaat edenlere iyilik etmesiyle ilgili olanlar olduğu gibi büyüklük taslayan, kendisinin emir ve yasaklarına karşı çıkanlara yönelik yaptırımlarının olduğu isimler de yer almaktadır. Bu manada şeytan Allah’ın “ed-Dârr(Zarar veren)”, “el-Mudill(Yoldan saptıran)”, el-Müzill(Zillete düşürüp hor ve hakir kılan)”, “el-muntakim(İntikam alan)” gibi birtakım isimlerine ayna vazifesi görmektedir. (107)

-Kur’an evrenin kim tarafından nasıl, niçin yaratıldığı, bundan sonra ne olacağı, insanın niçin diğer varlıklardan üstün kılındığı, insanın bu dünyada varoluş amacı, ölüm sonrasında nelerle karşılaşılacağına dair yeryüzünde tanrıdan geldiğini iddia eden diğer kitaplarda göremediğimiz şekilde izahlar ortaya koymaktadır. Üstelik bu izahlar, insanın fıtratının reddedemeyeceği şekilde sunulmakta, kâinattan canlı örneklerle beslenmektedir. (119)

-İslam alimleri aklı göze benzetmişlerdir. Nasıl ki göz görebilmek için ışığa muhtaçsa akıl da gerçekleri idrak edip anlayabilmek için vahyin ışığına muhtaçtır. (135-136)

-Araplar, ticaret için yazın Şam’a kışın Yemen’e yolculuk yaparlardı. Ayrıca Arap yarımadasında Yahudiler ve Hristiyanlar da bulunmaktaydı. Gerek bu yolculuklar esnasında gerekse diğer din mensuplarıyla kurdukları ilişkilerde onlardan geçmiş peygamberlere ilişkin bazı hususları işitiyorlardı. İşte Kur’an, ilk muhataplara bu şekilde haberdar oldukları peygamberlerin hayat hikayelerinden söz ederek bir anlamda Hz. Muhammed’in anlattıklarının doğru olup olmadığını diğer din mensuplarına sormalarına imkân tanımıştır. Nitekim bu husus Kur’an’da şu şekilde belirtilmektedir: “Biz, Senden önce de kendilerine vahiy verdiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız zikir ehline (ehl-i kitap olan Yahudi ve Hristiyanlara) sorunuz” (e-Enbiya, 7) Kur’an ilk muhatapların hiç tanımadığı, bilmediği uzak diyarlardaki peygamberlerden söz etseydi, muhataplar açısından verilen bilgilerin doğruluğunu test etme imkânı olmayacaktı. Ayrıca Ortadoğu bölgesi, Sami ırkından gelen kavimlerden oluştuğundan ve görece ortak bir kültüre sahip olduklarından aynı kültür coğrafyasından peygamberlerin anlatılmış olması maslahata uygun düşmektedir. (143-144)

-Zira bir şeyin pozitif olarak ispata konu olması onu bir iman esası olmaktan çıkarır. Bu sebeple iman esaslarının tümünde insanların imtihan olduğu gerçeğini iptal etmeyecek şekilde bir açık nokta bırakılır. (159)

-Bir başka deyişle bir kimse kabirde bir hayatın varlığını, orada salih müminlerin nimet içinde, kafirlerin ve günahkâr müminlerin azap içinde olacağını reddettiği takdirde din dairesinin dışına çıkmaz ancak Müslümanların çoğunluğunu oluşturan ehl-i sünnet inancının dışında çıkmış olur. (163)

-Allah Resulü(sav) mü’ minin kabrinde oturtularak sorgulanacağını, onun Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik edeceğini belirtmiş ve daha sonra “Allah iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit söz üzerinde (tevhid kelimesi üzerinde) sabit kılar” (İbrahim Suresi, 27.ayet) ayetini okuyarak bu ayetin kabir azabı konusunda indirildiğini belirtmiştir. (Buhari, “Cenaiz”, 1369 numaralı hadis)

-Öyleyse şunu söyleyebiliriz: “Müslüman olmayan herkes cehennemliktir sözü doğru olmayıp İslam dini hakkında doğru ve yeterli bilgi sahibi olduğu halde bilinçli bir şekilde onu inkâr eden kimseler cehennemliktir” (175)

- “Muhakkak ki Allah, mümin bir kimseye yaptığı iyilik sebebiyle asla haksızlık yapmaz. Ona dünyada bu iyiliği sebebiyle karşılık verdiği gibi ahirette de mükafat verir. Kafire gelince; o, dünyada bir iyilik yaptığı zaman bu iyilik sebebiyle kendisine rızık verilir. Ancak ahirete gittiğinde onun için mükafat alabileceği bir iyilik söz konusu olmaz” Hadis-i Şerif, Müslim, “Sıfatü’l-kıyame”, 57) (177)

-Kaderi anlamaya çalışırken “irade” ile “rıza”yı karıştırmamak gerekir. Şu kainattaki her şey Allah’ın iradesiyle olur ama olan her şeye Allah’ın rızası yoktur. (186)

-Varlık aleminde kusursuz olan tek varlık Kuddûs olan Allah’tır. Kuddûs, her türlü kusurdan uzak bulunan varlık demektir. Rabbimiz, her türlü kusurdan münezzeh tek varlık olduğunu göstermek üzere her bir varlık türünde kusurlu olan fertler yaratmıştır. Şu hâlde bazı fertlerde görülen kusur -haşa- Rabbimizin kusursuz yaratmaya gücü yetmediğinden değildir. Bütün insanlar kusursuz olsa veya bir insan, doğumundan ölümüne kadar hep bedenen sağlam, kusursuz kalsa o zaman kendisini Rabbine karşı ihtiyaçsız görür. O’na boyun eğme, itaat etme, yalvarma ibadet etme gibi şeylerden yüz çevirebilir. (198)

-Allah’ın kastettiği kusursuzluk canlıların kendi türlerindeki kusursuzluk olup her bir ferdin kusursuzluğu değildir. Yani bir tür olarak “insan” fiziksel, biyolojik, ruhî özellikleriyle kusursuzdur. Ama her insan ferdi için bu söylenemez. İnsan fertleri içinde fiziksel, biyolojik yahut ruhî özellikleri kusurlu olanlar bulunabilir. Aynı şeyi diğer canlı türleri için de söyleyebiliriz. (201)

-Herkes eşit şartlarda imtihan olsaydı herkes başına neyin geleceğini bilir, o takdirde kaza ve kaderin, duanın, Allah’a sığınmanın, korku ve ümit arasında yaşamanın bir anlamı kalmazdı. (225)

Erkam Yayınları, 2022 basım, 4.baskı (İlk baskı 2020)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...