-Devrim –isminden de belli- bir şeyi devirmek manasına geliyor. Hâlbuki inkılap devirmek değil, dikmektir. (10)
-Cemâd. Doğrudan doğruya madde parçası, tekâmül ede ede nihayet muayyen bir noktaya geliyor: o noktada adeta bir kademe yükseliyor ve nebata yaklaşıyor. Tasavvuf bunun da misalini vermiştir: Mercan ki bir cemâddır, tıpkı nebat gibi kök atar. Nebat terakki ede ede hayvana doğru geliyor. Orda da ufuk noktası, hurma ağacıdır. Tıpkı hayvan gibi dişisinin üzerine abanan mahlûk. Nihayet hayvanda son merhale at. At bugün fenni olarak da ispat edilmiştir ki rüya görür. Ve nihayet insan. Onun ufku yok, sonsuz. Büyük ilahi emanetin hamili insan. (11)
-Her bulunan şey bir fanidir. Bir şair var ki, bu dünyada gelmiş Devr-i Saadette, hiçbir şairin mazhar olamadığı, saadete nail olmuş, mısraı hadis olmuş. Mısraı nasıl hadis olur? Ancak Allah’ın Resulü onu söylerse. İşte hadis: “Söz odur ki…” buyuruyor Kâinatın Nur’u, “Lebid’in söylediği söz…” Ve o sözü tekrarlıyor: ”Allah’tan başka her şey batıl” Demek ki, aramayı ve bulmayı mütemadiyen batıllar üzerinde götürmek, nihayet batılı bulmak oluyor. Batılın hali böyle. (17-18)
-Bizimkiler sosyalizmi eşik yapıyor komünizme geçmek için. Bilmedikleri ve anlamadıkları komünizme. Hâlbuki ne derler komünistler, sosyalizm için bilir misiniz? “Papazların okunmuş suyu” derler. Bu cümle Marks’ın. (31)
-Kim bilir insanlar tekerleği bulmak için ne kadar zaman geçirdiler. Tekerlek tohum halinde bir makinedir. Mesafeleri saran bir yumak. İlk fikir. Çünkü dairede sonsuzluk hususiyeti var. O devamlılık içinde yol alma aleti. (35)
-Ne sosyalizmi bilirler ne Batı’yı tanırlar ne de İslam’ı. İşte Burgibası, işte şusu, işte busu. Bu adam o kadar ileri gitmiştir ki, Ramazan’da oruç tutulmamasını memurlarına emretmiştir. Burada bir garip nokta var; sun bunu nasıl emredebiliyorsun? Ya tutuyorsa? Tutup tutmadığını nasıl anlıyorsun? Çünkü oruç öyle bir ibadet ki, bozulduğu zaman yapılmadığı belli olur, yapıldığı zaman belli olmaz. Zorla mı yedireceksin? Oraya kadar giriyor, vicdana hulule kalkışıyor. Arada bir yüksek sesle “şeriat” diye bağıran bir delikanlı tanıyoruz: Kaddafi. Onun da hiçbir dirayet ve siyaset sahipliğine inanmıyoruz. (42)
-Allah’tan başka her şey batıl. Gerçeğin izahı da bu kadar. Hiçbir mutlak gerçek yoktur Allah’tan başka. Gerçek sanılan her şey daha üstün bir gerçeğin mahkûmudur. Allah, hakikat sultanı ve ötesi her an değişen tecelliler. Zaman korkunçtur; bir cümlenin başında düşünürken bir fikri, cümlenin sonuna gelinceye kadar onun eskidiğine şahit oluruz. (47)
-İslam eskilik ölçüsüyle ezel kadar eski, yenilik ölçüsüyle ebed kadar yenidir. (52)
-Dikkat ederseniz herkes kendi hakikatine gerçek diye bakar. “Hakikat yoktur” diyen yoktur. “Yoktur” dese, o da onun hakikati olur. Hakikatin dışına çıkmanın imkânı yok. Bu da Allah’ın gayet ince kemendi. (61)
-Devletimizin, başından bugüne kadar, beş yolu var İslam noktasında. Birincisi asfalt cadde. Kuruluştan Kanuni’ye kadar. İkincisi toprak ve batak yol. Kanuni’den Tanzimat’a kadar. Üç yüz küsur yıl. Üçüncüsü kayalık ve çıpırlı yol. Meşrutiyete kadar yetmiş yıl. Dördüncüsü Meşrutiyetten Cumhuriyete kadar on beş yıl. Keçi yolu. Ve nihayet Cumhuriyetten bugüne kadar şu kadar yıl köstebek yolu. (64)
-İki tane fetva vardır ki bizim tarihimizde, birer küfür numunesidir. Bunlardan biri Nizam-ı Cedid’in kaputuna bile küfür diye bir hüküm yapıştıran fetvadır. İkincisi de Abdülhamid gibi eşi görülmemiş bir din bağlısını, şeriat kitaplarını yakmış olmakla itham eden İttihat ve Terakki Şeyhülislamının fetvası. (67)
-Hâlbuki bizde, her Allah’ın günü yazar, çizer gazeteler, “falan imam filan rezaleti yaptı” diye. Ne o imam ne o rezalet. Dava tektir ve doğrudan doğruya dine hücum davasıdır. Ve biz susarız buna. Biz Müslüman mıyız? (73)
-Din inceliklerinde bütün hikmet muvazenede toplanıyor. (88)
-Komünizm ile materyalizme, Batı’nın ruh muvazenesini kaybedişinin sefil bir muvazene iddiası içinde ilk tezahürü ve resmi manifestosu, nümayişi diyebiliriz. (94)
-Bu gençliğin tohumlarını atmaya başladığımız 1943 yılının “Allah” demeyi bile yasaklayıcı şartlarını bilenler, bugünün ruh ihtiyarları diye vasıflandırdığımız, malıyla hasis eliyle korkak, diliyle muvazaacı ve gönlüyle halisiyetsiz tiplerine bizi nispet edebilirler. Paltosunu bile rizikoya sokmadan milyonlar kazanan Müslüman tacir, ekmeğinden haysiyetine kadar her şeyini verdikten sonra boynunu da ipin altına sürer. Büyük Doğu davasından, kazancının kaç meteliğini ona tahsis etmek insafını gösterebilmiştir. Bugün bizim mücadele metodumuzu şeriat adına yererlerse, o gün, bu mukaddes kelimenin ş harfini olsun, dudaklarına alabilmiş midir? İşte ruhu pörsümüşlerin hali. Her şey ucuzladıktan ve ayağa düştükten sonra boy göstermeye kalkan bu tiplerle işimiz kalmamış ve onlarca takdir ve anlayış ümidimiz, yeni gençliğe bağlanmıştır. Onlar yetişecek, gelişecek, kendilerinden daha hararetli çocuklara baba olacak, İslam ateşiyle dolu olan ruhlarını dölleştirecek ve böylece yepyeni bir İslam milletine tohumluk ve fidelik kuracaklardır. Başka hiçbir yol yoktur. (103)
-Komünizmde ahlak, maddecilik ahlakıdır. Yani hiçbir mukaddesat ve manevi hürmet hissi duymaksızın dilediğini yapmak, dilediğinde serbest olmak. Münasebetler zincirini sadece maddi fayda ve içtimai mükellefiyet bakımından örselemeksizin fert kadrosunda en hicapsız hayvandan daha hicapsız, tam başıboşluk. Buna rağmen ne gariptir ki, başta Lenin olmak üzere birçok ihtilal şefinin ferdi ahlakı, idealistlerin ahlakını hatırlatacak kadar fedakarcadır. (121)
-Komünizmin biricik metodu, her ülkeyi kendi ümitsizliği, bezginliği, sıkıntısı içinde avlayıp, yani insanları antitezleriyle yakalayıp birdenbire çare ve tez olarak onlara kendisini sunmaktır. (132)
Büyükdoğu Yayınları, 2011 basım, 11.baskı (İlk baskı 1985)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder