-Aklımızın sınırı ne olursa olsun, ruhumuzda olan bir susuzluk, bizi daha ileriye, daha ileriye itmektedir.
-Sırlara ermenin ya da onlara ulaşmanın bir yolu vardır. O da doğrudan ruhumuzu çalıştırmaktır. Ruhu, işleyen demir ya da işlenen altın gibi pırıl pırıl yapmak. Ruhun içinde gizli olan pencereleri açmak.
-Orta çağ Avrupasında Peygamberimiz, kendisine papalık verilmediği için çöle kaçıp yeni bir din icat eden kardinal gibi tanıtıldı.
-Çekinilmesi gereken, Müslümanların dışlarındaki âlemi görmeleri, bilmeleri, öğrenmeleri ve anlamaları değil, kendilerini o dünyanın sihir ve cazibesine kaptırmaları, eleştirisiz etkilenmeleri, kritiksiz hayranlıkla taklide yeltenmeleridir.
-İnsanoğlu inkârı oranında zavallılıklarla da çevrilidir. Bilgisi arttıkça bilgisizliğin artışı gibi. Filozoflar, bilgilenişteki bu çıkmazı ve çelişkiyi gördüler. Ama yine de bilginin çekiminden kendilerini kurtaramadılar.
-Bütün sloganlar "Allah'tan başka ilah yoktur" prensibinin önünde yok olmaya mahkûmdur.
-İslam, Allah'a kul olarak özgürlüğü, Allah'a teslim olarak dünyaya ve nefse hakim olmayı bulmaktır.
-Tasavvuf dilinde, insan ruhu için söz konusu olan bast(genişleme) ve kabz (daralma) hallerinin tarihte görünümü insanlık için arka arkaya gelen kader biçimleridir denebilir belki.
-Komünistlerin "sürekli devrim" ilkelerinden çok önce, İslam'ın "sona erinceye kadar fitneyle savaş" ilkesi egemen olmuştur insanlığın merkezi bölgesi olan bölgemizde.
-Muhyiddin-i Arabi Hazretleri, ressamların çizdiklerinin ötede dirilip onlardan hesap soracağını söylüyor. Bunun anlamı, gelecek âlemde, düşünceler ve hayaller bile somur bir kimlik kazanıp gözümüzün önünde bize, sevinç, neşe, keder ya da azap kaynağı olacaklardır demektir.
-Ahirete inancın yüksekliği, bu dünya zamanını da dakika dakika değerlendirmeyi gerektirmiştir.
-Öte dünyanın idraki yanında, ölüm bir tafsilattır.
-Sartre, tüm fiil ve davranışlardan sadece ve sadece insanı sorumlu tutarken, Camus evrensel bir mahkumluğun kurbanı gibi gördüğü insana sadece buna dayanma ve direnme onuru yolunu açık bırakıyor.
-Tevekkül, Allah'ın bizim için takdir ettiği hayatın hakkımızda daha hayırlı olduğunu kabul etmektir. Takdir edilen hayat, çileyle dolu bir hayat bile olsa, muhtemel başka hayatlardan daha değerli olacağına tam inanç demektir tevekkül.
-Ölüme dayanıp ölümsüzlük iddiasında bulunan firavunu, faniliğin gören, Allah sevgisinde fani olarak ebedi dirilişi bulan peygamber yere serdi.
-Tüm hakikat, daima bir dengede gizlidir. Geçmiş yüzyıllarda kantarın topu, bir asırlık olarak som mistikliğe kaymışsa, bugün de bu kez aksi yöne, her şeyi kaskatı, sadece beş duyu çerçevesinde görmeye doğru kaçmıştır. Oysa gerçek temel olarak metafizik planı aldıktan sonra, bu dünya şartlarını da yerli yerinde kullanmaktır.
-Ölüm korkusunun temeli de inançsızlık ya da inanç zayıflığıdır. Ölüye inanmamak, yok olup gitmek tedirginliğini getirir. Ancak Tanrı'ya inanan, O'nu seven ve O'ndan korkan insandır ki, öte aleme hesaba inanır. Ölüm korkusunu yener.
-Felsefelerin din, dinlerin felsefe haline gelişi dinler tarihinde bir yozlaşmayı ifade eder. Oysa, gerçek dinin felsefeye ihtiyacı yoktur. Onun tükenmez bir memba gibi işlediği hikmet kaynağı vardır. İlk anda, buyruk ve yasak olarak, davranış ve ahlak hareketi olarak gözüken din, hikmetle kendi metafiziği ve insan arasında köprü kurdurur. Bu köprü kurulmadı mı, insanoğlu farkında olmadan felsefeye sığınma ihtiyacını duyar.
-"Halkın sesi hakkın sesidir" sözü, ancak mümin toplumlar için gereçlidir. Gerçekten hiçbir fayda gözetmeden bakan toplum ruhu, geleceği aydınlıkla görür.
-Batı'da doğan milliyetçilik (nasyonalizm) ideolojisine karşı, yine orada bir tepki (sosyalizm) ideolojisi kendini gösterdi. Nasıl rasyonalizm aşırıya giderek, faşizm ve nazizmi doğurduysa sosyalizm de komünizmi doğurdu. Bunların dışında üçüncü bir grup oluşturup kendini bir ideoloji olmaktan çok bir hayat tarzı gibi sunmasını bilen demokrasi akımı ise ikisi arasında, 20.yüzyıl tarihinin anahtar hareketi görevini üstlendi.
Diriliş Yayınları, 7.baskı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder