15 Haziran 2025

GAZALİ HAKİKAT ARAŞTIRMASI FELSEFE ELEŞTİRİSİ ETKİSİ - SABRİ ORMAN

-İslam dünyası ile Hristiyanlık alemi daha 7.asırdan itibaren temas halindeydiler. Fakat bu temaslar hep Hristiyan toprakları üzerinde olmuştu. Haçlı Seferleri ile ise bu iki dünya İslam ülkesinin merkezi kısmında temas haline geliyorlardı. Hristiyanlık dünyasını daha önce de "haçlı" ruhuyla gerek Akdeniz'de gerekse -özellikle- İspanya'da Müslümanlara karşı giriştiği mücadeleleri "Haçlı Seferleri"nden ayıran da bu özelliktir. Haçl Seferlerinin öncüsü niteliğinde olan ve her sınıf halktan oluşan bir halk ordusu Anadolu Selçukluları tarafından bozguna uğratılmış olmasına rağmen Haçlılar, Büyük Selçuklu Devletindeki bitmez tükenmez taht ve miras kavgalarından ve Batınilerle / Nusayrilerin yardımlarından da yararlanarak 1097'de Antakyayı ve h.492/m.1098 -Gazali'nin 2 sene önce uzlet hayatı yaşadığı- Kudüs'ü ele geçirmeyi başarmışlar ve bu arada 70.000 kadar Müslüman halkı kılıçtan geçirmişlerdi. Haçlı orduları bu başarıları elde ederken, aslında askeri yönden çok daha güçlü olan Selçuklu Sultan ve Emirlerinin bu güçlerini birbirlerine karşı yaptıkları iç mücadelelerle tüketmeleri ve bir karşı güç meydana getirememeleri, İslam dünyasında ve özellikle hilafetin başkenti Bağdat'ta ulemanın önderlik ettiği çok şiddetli tepkilere hatta ayaklanmalara yol açmıştı. Bu hareketlere katılanlar arasında, o esnada Bağdatta olmayan Gazali'nin adına tabii olarak rastlayamıyoruz. Ne yazık ki Haçlı Seferleri karşısındaki tavrı hakkında olaylara dayalı başka bir bilgiye de henüz sahip değiliz.

-Gazali, bilim ve düşünce tarihinin en verimli müellifleri arasında yer alır. 300 veya 400 civarında eser bıraktığı, eserlerinin sayfa sayısını hayatının günlerine bölünce, gün başına ortalama 16 sayfa (dört kerrase) gibi hayret verici bir rakam bulduğunu söyleyenler vardır. Onun, yazma dışındaki faaliyetlerle ne kadar dolu olduğunu gördüğümüz hayatı hatırlanacak olursa, bu mesainin değeri de daha iyi takdir edilebilir.

-Gazali, Tehafut'a bir gözlemini anlatarak başlar: Çevrelerindeki insanlardan zeka ve anlayış üstünlüğü yönünden farklı olduklarına inanan bir grubun, İslam'ın ibadetlere ilişkin görevlerini bir tarafa attıklarını: dinin emir ve yasaklarına ilişkin temel ilkelerini hor görüpi küçümsediklerini; İslam'ın çizdiği sınırları hafife alıp aldırmadıklarını, hatta bazı zorların peşine takılarak dini bağlardan büsbütün sıyrıldıklarını gördüğünü anlatır. Ona göre bunların küfürlerinin dayanağı da kulaktan dolma ve alışılmış bir taklitten ve serap gibi yanıltıcı süslü hayallerden kaynaklanan, nazari bir araştırmadan başka birşey değildir. Böyleleri Sokrat, Eflatun ve Aristo gibi büyük isimleri işitip bu gibi filozofların ne kadar akıllı, ne kadar güzel hendese, mantık, tabiat ve ilahiyat gibi ilimlerde ne kadar usta olduklarını, fakat bütün bu özelliklerinin yanısıra her türlü dinleri ve inançları inkar ettiklerini ve bunların sonradan konulmuş kanunlar ve uydurulmuş hileler olduklarına inandıklarını dinlemişlerdir. Bu tür şeyler kulaklarına çalınınca da kitlelerin ve ayak takımının inançlarından sıyrılıp, kendi zanlarınca üstün insanların sınıfına katılmak üzere küfür inancını benimserler. Onlar, zeka ve anlayış üstünlüğünün, hakkı taklit etmeyi bırakıp, batılı taklid etmeye başlamakla gösterilebileceğini sanırlar ki, Gazali'ye göre avam arasındaki aptallar bile bunlardan dah iyi durumdadır. Çünkü onlar, hiç olmazsa akıllılığı kötü yoldakilere benzemeye çalışmada aramazlar. Ona göre aptallık, böyle bir çorak zekaya göre kurtuluşa daha yakındır.

-Gazali, İslam filozofları arasında Aristo'yu nakletmede ve incelemede en sağlam olanların Ebu Nasr el-Farabi ve İbn Sina olduğunu, böyle olunca sözün dalı budak salmaması ve yayılıp dağılmaması için onu eleştirirken bu ikisinin nakil ve yorumlarını esas almakla yetineceğini söyler. Gazali'ye göreAristo'nun İbn Sina ve el-Farabi'den nakledilen bütün felsefesi üç kısma ayrılır: bir kısmı küfür, bir kısmı bid'ati icap ettirir; bir kısmı ise esas itibariyle inkarı gerektirmez.

-Gazali, feylesofların hatalarının çoğunun ilahi ilimler alanında olduğuna kanidir. Onlar mantıkta şart koştukları burhana (kesin delil, kanıt) bu konuda sadık kalamamışlardır. Bu yüzden aralarında çok çeşitli görüş ayrılıkları olmuştur. Her ne kadar Farabi ve İbn Sina'nın nakillerine göre Aristo'nun bu ilimlerdeki görüşleri İslami inançlara yaklaşmış görünüyorsa da hala hataya düştüğü toplam 20 mesele vardır ki bunların 3'ünde küfre, 17'sinde bid'ate düştükleri kabul edilmelidir. Gazali, felsefecilerin bu 20 meseledeki görüşlerini çürütmek için Tehafut adlı kirabını yazdığını belirtir. Ona göre felsefeciler, işaret edilen 3 meselede bütün İslami mezheplere muhalefet etmişlerdir. İşaret edilen 20 konuyu Tehafut boyunca tartışan Gazali, eserinin sonunda daha öncede işaret edildiği gibi üç meselede feylesofların tekfir edilebileceği kanaatine varır:

1)Alemin kıdemi

2)Allah'ın cüzileri (tikelleri) bilmediği

3)Cismani haşrın inkarı

Gazali'ye göre bu 3 meselede İslamla hiçbir yönden bağdaşmazlar.

-Gazali, Yunan felsefesiyle İslam inancı arasındaki en esaslı çelişliyi, yani Yunanlıların Demiurgos (yapıcı) tanrı anlayışı ile İslam'ın halik(yaratıcı) tanrı anlayışları arasındaki çelişkiyi yakalamıştı ki, bu çelişkiyi iki taraftan birini feda etmeden gidermeye imkan yoktu. (H.Z.Ülken, İslam Felsefesi, sf.122)

-Gerçekten İhya, belki de sanılacağı gibi sadece tasvip görmüş ve olumlu karşılanmış değildir. Aksine Gazali'nin en çok tepki görmüş ve tartışılmış kitabı odur, denebilir. İhya daha yazarının hayatında Endülüste yasaklanmış, toplanıp yakılmış, Gazali'de sapıklıkla itham edilmişti. Bu yüzden Gazali, yanlış anlaşılan noktaları açıklamak kendini ve eserini savunmak üzere el-İmla an-İşkalat el-İhya adında bir eser yazmak zorunda kalmıştı. İhya ile ilgili tartışmalar, Gazali'nin vefatından sonra da hararetli bir şekilde devam edegelmiştir. Ebu Abdullah el-Mazeri, Ebu Velid et-Tartusi, Ebu'l-Ferec İbn el-Cevzi, Sıbt ibn el-Cevzi, İbn Teymiyye, İbn Kayyım el-Cevziyye onu eleştiren ünlüler arasında yer alır.

-"Gazali'nin (determinizm aleyhindeki)...görüşleri İslam cemiyetinde tasavvufi hayatın hızla yayılması ve bu yayılma nisbetinde müsbet ilimlerin ve fikri hayatın gerilemesi neticesini doğurdu." Süleyman Uludağ, İslam Düşüncesinin Yapısı, Dergah 1979, s.253

-Çoğu zaman Gazali'nin anılan üç meselede Aristo metafiziğini reddetmiş olması, aklı red ve inkar etmiş olması olarak anlaşılır ve anlatılır. Halbuki Aristo felsefesi aklın kurabileceği mümkün modellerden birisi olup, aklın kendisi değildir. Nitekim Gazali'nin bu modeli eleştirirken kullandığı delillerde akli delillerdir. Gerçi Gazali aklı eleştirmiştir. Fakat bunu, aklı inkar ve red etmek için değil, ona uygun ve tabii sınırlar çizmek için yapmıştır. Bunu yaptıktan sonra ise, aklı, kendi sınırları içinde otorite olarak kabul etmeye devam etmiştir. Nitekim şöyle der: "Akıl nakilden, nakilde akıldan müstağni kalamaz. Aklı tamamıyla bir tarafa bırakıp tam taklide çağıran cahildir; sadece akılla yetinip kitap ve sünnetin ışığından yararlanmayan ise aldanmıştır" (İhya, III, s.17) Dolayısıyla Gazali'nin aklı geçersiz kılarak, bilim ve düşünce alanının gerilemesine yol açtığı şeklindeki iddialar doğru değildir. Hatta bu iddiaların aksinin doğru olduğu söylenir.

-Vahyi esas itibariyle bir zihni olay olarak yorumlayan ve dini hakikati, zihni hakikatin cahil halk yığınları için sembolik formlarla yapılmış başka bir anlatımı olarak gören felsefi akım, ciddi bir eleştiriye tabi tutulmadığı takdirde, İslam'ın temel karakteristiğini kaybetmesine ve adeta "bir tür ruhi maskaralık" durumuna düşmesine yol açacaktı. Nitekim Gazali, dini görevleri hor görüp hafife alan, küçümseyip bir tarafa atar, hatta dindar ve dini kayıtlardan kurtulmayı övünç vesilesi yapan bir grubun varlığından şikayet ederken realiteyi dile getiriyordu. Daha çok entleektüel çevrelere özgü bu oluşumlara kaba, hoyrat ve küstah bir rasyonalizm eşlik ediyordu. Bu tavra karşı o zamana kadar ancak apologetik (özür dileyici) tarzda savunmalar yapılabilmiş ve rasyonalist akımı kendi ölçü ve standartlarıyla değerlendirmek mümkün olmamıştı. Bu yüzden İslam toplumu rasyonalist alem karşısında bir eziklik ve psikolojiyle yenilgi duygusu içinde bulunuyordu. İşte Gazali'nin felsefe eleştirisi tüm bu ihtiyaçların cevabı olmuştur. İslam dininin yabancı bir kültür karşısında öz savunmasını (nefsi müdafaasını) İslam toplumunun özgüvenini yeniden kazanmasını temsil eder, onun eylemi.

-Daha XII.yy'da Tehafut'un ve Gundissalvi vasıtasıyla Makasıd'ın Latinceye çevrildiği ve bu son çevirinin 'da Venedik'te basıldığı bilinmektedir.

-Bütün bilimlerin felsefe içinde yer aldığı ve her birinin onun vazgeçilmez bir parçası olduğunun adeta bir iman halinde kabul edildiği bir dönemde, Gazali'nin metafizik ile mantık ve pozitif bilimlerin temelde birbirinden farklı olduğunu anlayıp anlatmakla kalmayarak ispat emiş olması, son derece önemlidir ve o zamandan bu zamana meydana gelen gelişmelerin daha iyi değerlendirilebilmesi bakımından bağımsız araştırmalara konu olmaya layıktır.

-Gazali, tasavvufi hayatın temeline Kitap ve Sünnette emredilip İslami ilimlerde sistematik bir ifadeye kavuşan harici amel ve ibadetleri koymuştur. Tasavvufun amacı ona göre, vecd ve istiğrak haline ulaşmak gibi manevi zevkler veya felsefi yoldan ulaşılamayan Allah'ın zatıyla ilgili bilgilere bu yoldan ulaşmak gibi epistemolojik endişeler değil, imani hakikatleri daha içten yaşayabilmektir. Gazali, bu anlayışla aksi anlayışlarda olanları ölçülü olmaya ittiği gibi, tasavvufun amacı konusunda tereddütleri olan bazı insanlar da ona kazandırdığı düşünülebilir.

İnsan Yayınları, 1986 basım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...