16 Haziran 2025

GENETİĞİYLE OYNANMIŞ KAVRAMLAR VE AİLE MEDENİYETİNİN SONU – SAFFET KÖSE

-Batı tecrübesini olduğu gibi Türkiye’ye taşıma projesinin mimarı olan aydınların en dikkat çeken tutumları İslam’ı kilise kültürü üzerinden okumaları ve Yahudi, özellikle Hristiyan geleneğinin ortaya çıkardığı sorunların İslam’da da var olduğu ön kabulüyle hareket etmeleridir. (33)

-Ülkemizde İslam’ı kilise kültürü üzerinden okuma projelerinin öyle büyük etkisi olmuştur ki, bugün ilericiliğin ifadesi olarak geliştirilen “Müslüman Aydın” tiplemesi neredeyse kabul görmüştür. Oysa “aydın”, orta çağ dininin/vahyinin karanlığından rasyonel aklın ve pozitivist bilimin aydınlığına çıkan düşünürü tanımlayan ve kiliseye tepkiyi ifade eden bir kavramdır. Bu açıdan “Müslüman” ile “Aydın” yan yana gelmez. Müslüman açısından vahiy, nefsin ve cehaletin sürüklediği karanlıktan aydınlığa çıkaran bir özellik taşır. (Bakara Suresi 257.ayet, Maide Suresi 16.ayet, Ahzab Suresi 43.ayet, Hadid Suresi 9.ayet, Talak Suresi 11.ayet) Ayrıca orta çağ Müslüman açısından karanlık değil Batıyı da aydınlatan bir ışık çağıdır. (46-47)

-Modern dünyanın oluşturduğu kavramların yön verdiği hayatı merkeze alarak dini değerleri tartışma konusu yapıp dışarıdan bir bakışla gericilik, tutuculuk gibi yaftalarla değersizleştirme yoluna gidilmesi, gerektiğinde İslami kavramların modernitenin yoğurduğu zihniyet dünyası doğrultusunda tanımlanarak ele alınması da çağdaşlığın dine tahakküm eden yeni bir inanç formu olduğuna işaret eder. Mesela başörtüsünün bir Fransız giysisi olan türbana dönüştürülerek tartışma alanına çekilmesi, ilahiyat çevrelerinde bazı ilim adamlarının modernlikle çelişen Kur’an ahkâmını otantik kutsal metinlere uygulanan tarihselcilik üzerinden okumaları bu konuda örnek olarak zikredilebilir. (58)

-Şehveti kontrol eden, dolayısıyla onu iffete dönüştüren de nikâhtır. Çünkü iffet, şehvetin helalle sınırlandırılmasından doğar. Bunu sağlayabilen kimse büyük ölçüde kendisini ateşten korumuş olur. (81)

-Kur’an-ı Kerim ve hadislerde eş için kullanılan “zevç” kelimesi, “ayakkabı, çorap” gibi şeylerin tekini ifade eder. Burada karı-koca arasında denkliğe bir işaret de vardır. Çünkü renk, ölçü vb yönlerden bir insanın ayakkabısı denklik taşımalıdır. Kur’an-ı Kerim’in eşleri birbirleri için elbise (Bakara Suresi 187.ayet) olarak belirlemesinde de onların birbirlerine denk olmasının önemine işaret vardır. Zira huzur veren, elbisenin bedene ve zevklere uygunluğudur. Eşler de birbirlerinin elbisesi olarak tanımlanıyorsa onlar da birbirlerine uygun, denk, uyumlu, beklentileri karşılayacak özellikte olmalıdır. Kur’an-ı Kerim’in “takva elbisesi”ni “en hayırlı kisve” olarak tanımlaması (Araf Suresi, 26.ayet) da bu açıdan manidardır. Ayette eşlerin birbirinde arayacağı en önemli özelliğin dindarlık ve bunun oluşturduğu ahlak olması gerektiğine de işaret vardır. (88)

-Sonuç olarak tekrar etmek gerekirse Ebu Hanife’nin reşit kızların velilerinden habersiz evlenebileceklerine dair bir görüşü ya da fetvası yoktur. Onun dediği, talip olunan kızın evliliğinde aileyi rencide edici bir husus yoksa kız evlenmek istiyorsa buna rağmen veli direniyorsa bu, velayet yetkisinin kötüye kullanılmasıdır ve kız evlenebilir. Bundan kız, ailesinden habersiz kendi başına evlenebilir gibi bir sonuç çıkarılamaz. (96)

-Geleneksel aile modelinde nişanlılık dönemi, ailenin kuruluş aşamasından önceki en önemli merhaledir. Tarafların ilke olarak birbirlerini görüp beğenmelerinden sonra ilke olarak evlenebileceklerini kabul etmelerinden sonraki dönemi içine alır. Hadislerde hıtbe olarak ifade edilen kavram içinde bir bölüm teşkil eden bu sürecin iki gayesi vardır: Birincisi, ileride evlenme iradesini beyan etmiş olan kız ve oğlana vaki olacak evlenme tekliflerinin önünü almaktır. İkincisi de tarafların belli ölçülerde daha yakından görüşmelerini temin ederek mutlu ve kalıcı bir aile kurup kuramayacaklarını anlayıp buna göre tutum belirlemelerine imkân sağlamaktır. (97)

-Yahudilikte aile o kadar önemli görülmüştür ki yeni evlenen birisi bir yıl savaştan muaf tutulmuştur. (144.dipnot/ Tesniye, XXIV/5) Bununla evlilik bağının güçlendirilmesi, tam bir aile oluşumuna yeterli zamanı sağlama amaçlanmıştır. Aksi takdirde bu şahıs savaşa gittiğinde öldürülebilir ve adı İsrail soyundan silinebilir. (145.dipnot/ William MacDonald, Kutsal Kitap Yorumu: Eski Antlaşma Serisi, İstanbul, 2005, I, 251) (111)

-Mahremiyetle ilgili düzenlemeler sadece giyim-kuşam ile ilgili değildir. Ev içinde de bedenin gözlerden korunması yönünde bazı tedbirler öngörülmüştür. Mesela anne-babanın elbiselerini çıkarabilecekleri ve açık bulunabilecekleri üç vakitte (sabah namazından önce, öğle sıcağından dolayı istirahate çekilirken ve yatsı namazından sonra) odalarına girmek isteyen –ergenlik öncesi veya sonrası fark etmez- çocukların izin istemelerinin zaruri olduğu hatırlatılmıştır. (Nur Suresi 58.59. Ayetler) (119-120)

-Cinsel özgürlüğün keşfedildiği, kadınların erkeklerle eşitlik taleplerinin iyice perçinlendiği 1960’lı yıllar kadın için bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir. Bu yıllarda mini etek ve bikininin kadın giysisi olarak tasarlanması ve popüler hale gelmesiyle o zamana kadar sakin ve sade olan moda, kadın hayatında yeni bir süreci başlatmıştır. Marry Quant isimli modacının etek boylarını 10-15 cm kısaltmasıyla Avrupa’nın caddelerini erkeklerin en fazla ilgisini çeken güzel bacaklarıyla boy gösteren bayanlar doldurmaya başlamıştır. Marry Quant, “Mini eteği öğleden sonra seksi daha kolay ulaşılabilir kılmak için icat ettim” itirafında bulunmuştur. Beden üzerindeki tasarrufun bireye ait olduğu fikrinin yaygınlaşması ve hamileliği önleyici yöntemlerin keşfi ile de rahimlerin kontrol altına alınması, serbest seks önündeki engellerin büyük ölçüde kaldırılması teminat altına alınmıştır. Bundan sonra cinselliğin sokağa taşınmasında mahzur görülmemiştir. Dahası günümüz dünyasında görsel medya ve internet ortamında sergilenen pornografi cinselliğe olan ilgiyi arttırmıştır. (126-127)

-Sonuç olarak söylemek gerekirse modernlik aslında mahremiyeti ortadan kaldırıp aleniyete döndürme çabasından başka bir şey değildir. Kadının modernleşmenin sembol figürü olduğu dikkate alınırsa bu noktada kadın bedeninin öne çıkmasının, operasyonların bu noktada derinleştirilmesinin bir başka açıdan anlamı vardır. Modern şehir hayatının mahremiyeti aleniyete dönüştürmede bir altyapı oluşturduğunu belirtmemiz gerekir. Sosyal bir politika olarak şehirleşme ve bireysel tercih olarak şehirli olmayı önemseme, önceleme fark ettirmeden dönüştürmenin bir yolu olarak doğmuştur. O halde son tahlilde denilebilir ki cinselliğin bu derece ayağa düştüğü bir ortamda sadece nikâha bağlı bir ilişkiyi hâkim kılmak, cinsel hayatı insanın yaratılış gerçekliğine bağlı şekilde disiplin altına almak kolay değildir. Her alanda toplumu kuşatan yozlaşma, insanın en zayıf olduğu cinsel dürtü ve erotizm sektörü bir araya gelince aldatmaların ve nikâh dışı ilişkilerin azalacağını düşünmek iyimserlik olur. Bu durumdan da ailenin olumsuz etkilenmemesi düşünülemez. (129-130)

-Son tahlilde bir değer yargısı olarak eşitliğin, farklılıkları dikkate almayan, birbirinden bağımsız iki ayrı varlığı aynileştiren/özdeşleştiren, iki varlığı tek tipleştiren, evi yuva olmaktan çıkarıp soğuk bir hukuk kurumuna dönüştüren özelliğe sahip olduğunu belirtmeliyiz. Eşitlik, farklılıkların çok önemli bir zenginlik ve güç kaynağı oluşturduğunu göz ardı eden, yaratılış gerçekliğine aykırı olarak bir tarafın artılarını aynısı olamayan öbür tarafa yükleyerek dengeleri altüst eden, ezen, ikiye bölen bir kavramdır. Dolayısıyla kadın-erkeği merkeze alarak söylediğimizde eşitlik hiçbir zaman var olabilecek bir değer olmadığı gibi bunu kabullenmek de birçok açıdan hem erkeğe hem de kadına haksızlık oluşturacak birçok soruna sahiptir. (136-137)

-Hz. Peygamberin kadınlara ait bir süslenme biçimi ya da sembol olarak belirlenen kınayı eline yakan bir erkek sahabiyi Medine’nin kasabalarından birisine sürgün ettiği rivayet edilmektedir. (227.dipnot/ Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, 134) (141-142)

-Bu bağlamda kavvam, ailesini her türlü bela ve sıkıntılara karşı bir yuva, bir sığınak olarak tutabilen, koruyabilen, yükünü çekebilen, geçimini üstlenen, kısaca aile bireylerinin hizmetkârı olan ve bu yönüyle de saygıyı, itaati hak eden kişidir. Hz. Peygamber’in hadisinde geçtiği üzere :”Kavmin efendisi ona hizmet edendir.” (244.dipnot/ Suyuti, el-Cami’u’s-sağir, Beyrut 1415/1994, IV, 161) (151)

-İşin özüne bakıldığında gönül alan ve gönül veren, gönülden gönüle muhabbet ilişkisinde itaat sorunu yoktur. Çünkü bu, amir-memur, hak-yetki ilişkisi değil tabii ortamında bir bütünleşmenin ifadesidir. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim kocasına itaatkâr kadın için “k-n-t” kökünden gelen (Nisa Suresi, 34.Ayet) “kanite” kelimesini kullanır ki bu, itaat eyleminin “korkudan değil, saygı-sevgiden doğan gönülle bağlılığı ve kabulü, haklı talebi yüksünmeden yerine getirmeyi” ifade eder. (256.dipnot/ Ebu Halil el-Askeri, el-Furukû’l-Luğaviyye, Kahire, ts. Sf:248-249; Rağıb el-İsfehani, el-Müfredat, “K-n-t” maddesi)Yoksa gönülden bağlılığın bulunmadığı, zorakiliğin olduğu ilişkinin kalıcılığı söz konusu olamaz. Bu da itaat değil esarettir, bastırmadır. (156)

-Kur’an-ı Kerim, kadınlara iyi muameleyi emreden ayetinde bir uyarıda daha bulunmuş ve bir şeyi de vaat etmiştir. Bu da şudur: Kadında hoşlanmadığı bazı şeyler ortaya çıksa bile kocası sabırlı olmalı, acele etmemeli, duygularıyla haksızlığa gitmemelidir. Emin olmalıdır ki kadının hamisi olan Allah kocanın hoşlanacağı bir başka güzellikle onu dengeleyebilir, bol hayır verebilir. (Nisa Suresi, 19.ayet) Erkek, Allah’ın koyduğu şartlar çerçevesinde kadını O’nun adına muhafaza etmek zorundadır. Şayet emanete aykırı davranırsa onun sahibine ihanet etmiş olur ki bu da Allah Teâla’dır. Bu gerçekten çok ağır bir yüktür. (177)

-Konuyla bağlantısı bulunan Hz. Peygamber’in amcasının oğlu, tefsir ve fıkıh ilimlerinde otorite kabul edilen ve çok hadis rivayet edenler arasında sayılan büyük sahabi Abdullah b. Abbas’ın (ö.68/688) bir tespitine burada yer vermemiz uygun olur. O, Kur’an-ı Kerim’de üç ayette üç şeyin birbirine bağlı olarak nazil olduğunu ve peşindekinin eksik bırakılması halinde Allah’ın diğerini kabul etmeyeceğini söyler: Birincisi, “Allah’a itaat edin. Resulüne de itaat edin” ayeti. (Nisa Suresi, 59.ayet) Kim Allah’a itaat edip de Resulüne itaat etmezse bu ameli makbul değildir. İkincisi:” Namazı kılın, zekâtı verin” ayeti. (Bakara Suresi, 43.ve 83.ayetler) Kim namazı kılar, zekâtını vermezse namazı kabul edilmez. Üçüncüsü de “(Önce) bana ve (sonra da) ana-babana şükret” ayeti. (Lokman Suresi, 14.ayet) Ki Allah’a şükreder de ana-babasına teşekkür etmezse şükrünü Allah kabul etmez. (375.dipnot/ Zehebi, Kitabü’l-Kebair, Kahire 1355, sf:43) (187)

-Buna bizzat Hz. Peygamber, kızların velilerine hitap ettiği bir hadisinde işaret eder: ”Dini yaşantısını ve ahlakını beğendiğiniz birisi kızınıza talip olduğunda onunla evlendirin”(İbn Mace, ‘Nikah’, 46; Tirmizi, ‘Nikah’, 3) Hz. Peygamber burada hukuka işaret etmemiş, dindarlık ve ahlaklılığı öne çıkarmıştır. Çünkü din ve ona yön veren ahlak, hukuku ve onun nihai hedefi olan adaleti aşan bir değerdir. Bunun için tarihi süreç içinde İslam medeniyeti ahlak temelinde inşa edilmiş, eğitim-öğretimde buna vurgu yapılmıştır. Klasik ahlak eserlerinin öncelikle kişi ahlakını, ikinci olarak aile ahlakını ve üçüncü olarak da devlet ahlakını konu alarak yazılma sebeplerinin en önemlilerinden birisi de budur. İkinci olarak Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber, “aile içi sorunların aile içinde çözülmesi” ilkesini esas almışlardır. Problem dışarıya taştıkça ve sorunlar deşifre edildikçe çözüm de zorlaşır. Tarafların kendi aralarında çözebilecekleri ve telafi edebilecekleri ufak-tefek sorunlar için hukuk yoluna başvurmaları kırılganlığı artırır, sorunları büyütür, sorunun ilgili ya da ilgisiz taraflarını çoğaltır; bu da çoğu kere ayrılıklara zemin hazırlar. O sebeple hukuka en son çare olarak başvurulması gerekir. Zaten işin o noktaya gelmesi de bahsedilen sebeplerden dolayı ailenin sonunun geldiğinin işaretidir. Bu durumda da Kur’an-ı Kerim yine bir ahlak ilkesine vurgu yapmakta ve boşamanın da ihsan üzere yani nezaket ve zarafet içinde, kırıcılık olmadan gerçekleştirilmesini talep etmektedir. (Bakara Suresi, 229.ayet) (214)

-Yapısı itibariyle de vazife merkezli ilişkiler daha sağlam, hak talebi temelli ilişkiler ise daha kırılgan ve ayrışmaya daha meyillidir. Çünkü hak mücadelesinin nihai hedefi adalettir. Adalet ise zorunlu olarak hak edene hak ettiğini vermekle sınırlıdır. Bu, ilişkilerdeki en alt sınırı ve en son noktayı temsil eder, esneme payı yoktur, sınırı zorlama kırılmayı beraberinde getirir. Bu sebeple belirlenen çizginin ötesine geçmek zulümdür. Dolayısıyla aile içi ilişkileri en alt düzeyi temsil eden değere göre yürütmek sağlıklı bir yol değildir. Ailedeki münasebetleri adaleti de aşan değerler belirler. (220)

-İslam kültürünün hâkim zihniyeti: Bu benim hakkım, senin de vazifen yerine bu senin en tabii hakkın, benim de en temel vazifem şeklindeki anlayıştır. Müslüman toplumlarda başkalarına karşı vazife ve sorumluluk öyle sağlam bir zemine bağlanmıştır ki bunun adı da kul hakkıdır ve ihlal durumunda Allah’ın bağışlamadığı ve sahibi dışında da hiç kimseye af yetkisi vermediği bir olgudur. (221)

-Modern tüketim kültürünün insanların hayat tarzı, tercihleri ve ahlakı üzerinde yaptığı tahribata bakılırsa Hz. Peygamber’in sade ve eski elbiseyi giyebilmeyi imandan sayması (Ebu Davud, Teraccül, 2; İbn Mace, Zühd, 4) çok iyi anlaşılabilmektedir. (226)

-Kur’an-ı Kerim, aileyi kuran ve yaşatan üç temel değerden bahseder. Bunlar rahmet, meveddet, sekinettir: “Kendileriyle sekinet bulasınız diye size kendi türünüzden eşler yaratıp aranıza rahmet ve meveddet yerleştirmesi O’nun varlığının kanıtlarındandır. Doğrusu bunda iyi düşünen bir topluluk için nice işaretler vardır” (Rum Suresi, 21.ayet) (263)

-Hz. Peygamber’in bir Müslümanın hayırlı olan bütün işlerine besmelesiz başlamasını eksiklik olarak belirtmesi de (15.dipnot/ Muttaki el-Hindi, Kenzü’l-Ummal, Beyrut, 1401/1981, I, 555, nr:2491; Suyuti, Cami’u’l-ehadis, nr:15584; Acluni, Keşfü’l-hafa, Kahire 1352, II, nr:1964) rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla başlanan işte merhametin etkisinin gösterilmesini istemesindendir ki besmele çeken mümin de bunu taahhüt etmektedir. Aksi tutum rahmetten uzak tutulmaya sebep olur. (266)

-Sevginin kalpte yerleşmiş olanına mahabbet, onun davranışlara yansımasına ise meveddet denir. Bir anlamda meveddet mahabbetin pratiğidir. Sevginin söz ve eylemlerle somutlaşmasıdır. Gücü de buradan gelir. (272) Meveddetin karşılıksız oluşu tam bir bütünleşmeyi ve fedakârlığı; saf ve katışıksız oluşu, menfaat beklentisinin bulunmayışını; iki taraflı oluşu da sevginin değer ve karşılık bulduğunu anlatır. Meveddete değer kazandıran bu özelliklerdir. (272)

-Hz. Peygamber (s.a.s):”İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a şükretmez” buyururken (90.dipnot/ Ebu Davud, “Edeb”, 11; Tirmizi, “Birr”, 35) bu konudaki eksikliğin doğuracağı olumsuz sonucu şöyle ifade eder:”İyiliğe teşekkür etmeyen ve hatayı bağışlamayan idareci, gördüğü iyiliğin üstünü örten ve kötülüğü yayan komşu; yanında olduğunda eziyet eden, bulunmadığında ihanet eden kadın, insanın belini kıran üç büyük felakettir.” (91.dipnot/ Mamer b. Raşid, el-Cami, Beyrut 1403, XI, 301; Taberani, el-Mu’cemü’l-Kebir, Riyad, 1415/1994, XVIII, 318) (289)

-Arapça’da ev “beyt” ve “dâr” kelimeleriyle ifade edilirken ona aynı zamanda “mesken” denmesi, evin huzur-güven veren mekân olduğunu anlatır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “Allah evlerinizi (büyûtiküm) huzur bulacağınız mekânlar (sekenen) yaptı” (Nahl Suresi 80.ayet) ifadesi bunu gösterir. Burada oturan huzurlu kişiye “sakin” denir. (304)

-Hanefi alimi Kasani (ö.587/1191), iyi geçinmenin ölçüsünü empati ile açıklar: “Eşine yaptığın hareketin, takındığın tavrın sana yapıldığında kötü görmeyeceğin tam aksine memnun olacağın ve rıza göstereceğin çerçevede bulunmasıdır.” (3.dipnot/ Kasani, Bedai’u’s-Sanai, Beyrut, 1406/1986, II, 334) (309)

-Hariri’ye (ö.516/1122) göre sabır, nimet haliyle sıkıntı (mihnet) hali arasında fark gözetmeyip her iki durumda sükûnetini muhafaza etmek demektir. (86.dipnot/ Salih Abdullah Hamid, Nadratü’n-na’im fi mekarimi ahlaki’r-Rasuli’l-Kerim, Cidde, VI, 2471) (348)

-Kur’an-ı Kerim, Müslüman değerlerine söz getirecek tutumlardan sakınılmasını istemektedir. Allah Teâlâ, kendisinden başkasına tapanların değerlerini aşağılamayı, saygısız davranmayı, çirkin söz söylemeyi yasaklamaktadır. Çünkü onlar da aynı şekilde cahilce Allah’a saygısızlık yaparlar ve çirkin yakıştırmalarda bulunurlar. Buna sebep olanlar günahkâr olurlar. (Enam Suresi, 108.ayet) (361)

-Burada Kur’an-ı Kerim’de işaret edilen ibretlik bir af örneğine yer vermemiz konuya önemli bir boyut katacaktır. Olay şudur: Mistah b. Üsase, Hz. Ebubekir’in teyzesinin kızının oğludur. Babasını küçük yaşta kaybettiği için bütün geçimini Hz. Ebubekir karşılamıştır. Müreysi Gazvesi sırasında münafıkların başını çektiği Hz. Aişe’ye zina iftirasına (ifk) adı karışmıştır. Olay kısaca şudur: Hz. Peygamber, Müreysi Gazvesine Hz. Aişe’yi de götürmüştü. Dönüş yolunda gece vakti ordunun istirahat için mola verdiği esnada Hz. Aişe def-i hacet için bulunduğu yerden uzaklaşmış, döndüğünde kolyesini kaybettiğini fark edince onu aramak üzere tekrar ihtiyaç giderdiği yere gelmişti. Hz. Aişe onu arayadursun o devesinin hevdecinde zannedilerek ordu hareket etti. Hz. Aişe döndüğünde ordunun gittiğini görünce kaybolurum endişesiyle onların peşine düşmek yerine bulunduğu yerde kalmayı tercih etti. Deveyi çeken görevli fark ettiğinde dönüp kendisini orada bulup alsınlar diye beklerken Hz. Peygamber’in ordunun geride kalanı var mı yok mu kontrol etmesi için görevlendirdiği Safvan b. Muattal onu buldu ve kendi devesini çöktürüp bindirerek orduya yetiştirdi. Münafıklar, zina iftirasıyla fitneyi ateşlediler. Epey uzun süren bu olay sonrası, Kur’an-ı Kerim’in Hz. Aişe’nin çirkin bir iftiraya maruz kaldığını, onun iffetli, tertemiz bir kadın olduğunu ve müminlerin bu olayla sınava çekildiklerini bildiren ayetlerin gelmesiyle (Nur Suresi 11-20. Ayetler) olaya adı karışanlar, kazif suçundan seksen değnekle cezalandırıldı. (Nur Suresi 4-5. Ayetler) Hz. Ebubekir de kızı, Hz. Peygamber’in eşi ve müminlerin annesi olan Hz. Aişe’ye iftira niteliğinde isnad ettiği yüz kızartıcı suç sebebiyle bundan böyle Mistah’a yardımı keseceğine dair yemin etti. Bunun üzerine: “İçinizde faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere mallarından vermeyeceklerine yemin etmesinler; bağışlasınlar, görmezden gelsinler. Allah’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir” (Nur Suresi 22.ayet) mealindeki ayetin nazil olması üzerine Hz. Ebubekir “Baş üstüne ya Rabbi” deyip Mistah’a yardıma devam etti. (154.dipnot/ İshak b. Raheveyh, el-Müsned, Medine 1412/1991 II, 516,556,560,603; III,977; Buhari, ‘Şehadat’, 15, ‘Tefsir’, 24/6-11; Müslim, Tevbe, 56; Tirmizi, Tefsir, 25) Bugün incir çekirdeğini doldurmayan meseleleri büyütüp bütün ilişkileri koparan, kalplere kin ve nefret tohumları ekenlerin şu olaydan çok güçlü dersler çıkarmaları gerekir. Bazı meseleleri büyütmemeleri, incinme kırgınlıkları varsa görmezden gelmeleri, af yolunu tutmaları gerekir. Hz. Peygamber: “Allah, affedebilenin şerefini yüceltir” (355.dipnot/ Tirmizi, Birr, 82; Darimi, Zekat, 35; Malik, Muvatta, Sadaka 12) buyurur. (366-67-68)

-Bizim tespitimize göre İslam’ın temel metinlerine bakıldığında modern anlamıyla ve onun kutsadığı biçimde kadın-erkek eşitliğinden söz edilemez. Kadın-erkek eşit değil, eşdeğerdir. Eşitlik, kazanan-kaybeden, ezen-ezilen, zalim-mazlum çatışmasının sonucunda batılı feminist ideolojinin dayattığı bir kavramdır ve erkeklik-kadınlık normlarının yeniden tanımlanarak birbirlerine yaklaştırılmasını ifade eder. Bugün birçok Batı ülkesinde yasal hale gelmiş bulunan eşcinsel evliliklerin temelinde, bu modern eşitlik fikri ve modern özgürlük kavramı vardır. Eşdeğerlilik ise kadınlık ve erkeklik normlarının inşai değil verili olduğunu ve kendisi kalarak diğer cinsi tamamlamayı deyimler. Eşitlik bölme, eşdeğerlilik tamamlama işlevine sahiptir. Bu açıdan toplumsal cinsiyet projeleri sorunludur. (386)

Mehir Vakfı Yayınları, 2014 basım, 2.baskı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...