-Öğleye kadar mektebimizde, öğleden sonra evlerimizde vakitlerimizi geçirirdik, eve piyano hocam gelirdi, hiç sıkılmadan hatta büyük bir hevesle, piyano çalışırdık. Mandolin ile de ilgilenirdim. Piyano hocam, bu merakımı tatminde bana ayrıca yardım ederdi. (14)
-Her bayram ve merasim gününü, bir sükûnet takip ederdi. İşte bugün huzur diye tarif edebileceğim bu sükûnet, bizim normal hayatımızdı. Haremin esas meşgalesi giyinmek ve süslenmekti, her düşünce bunun yanında ikinci mevkii işgal ederdi. (20)
-Evlerimizin temizliği, her gün sabahleyin, başlarında harem ağaları bulunan uşaklar marifetiyle yapılırdı. Yemeklerimiz muayyen saatlerde umumi mutfaktan tepsiler içinde dağıtılır ve harem ağalarının nezaretinde “tablakâr” denilen kimselerin eliyle dairelerimize getirilirdi. Yemeklerimizi annelerimizle beraber yerdik, soframız, çok bol ve çeşitli olurdu. Büyük bir gümüş sini içinde parçalanmış kuzu, tavuk, çorba, börek, çeşitli mevsim sebzeleri, pilav, sütlü krema, ekşi takımı adı verilen daha küçük bir tepside, havyar, peynir, çeşitli meyvalar, öğle ve akşam her gün soframızda bulunurdu. (21)
-Babam içki içmez, içenleri hoş görmezdi. Saraya sokulmasını da yasak etmişti. Sigara ve kahveyi severdi, hatta sigarayı çok içerdi diyebilirim. (23) Yemekleri gayet sade idi, yoğurt ve yoğurtlu yumurta (çılbır)yı çok severdi. Fransız iki ahçısı vardı, biri yemeklerini, diğeri pasta ve bisküvitlerini hazırlardı. Günün çalışma saatleri bittiği vakit, hareme gelirdi. Müzik dinlemek, saray tiyatrosunda sahne oyunlarını seyretmek, en ziyade sevdiği eğlenceleriydi. Sarah Bernhardt’ın dramlarını, sarayın aylıklı meşhur komiği Mr.Bertrand’i çok takdir ederdi. (23)
-Haremdeki kızlar tarafından icra edilen piyano, keman ve sazlardan mürekkep küçük bir orkestrayı, babam sık sık dinlerdi, yine onlar tarafından yapılan İspanyol bale ve danslarını da alaka ile takip ederdi. (25)
-Babam 10 Şubat 1918 günü vefat etmiştir. Ölümü hakkında bana anlatılan çok dağınık şeyleri şu şekilde hülasa edebilirim: Benimle beraber babam da hastalanıp yatağa düşmüştür. Ümitsiz bir vaziyete girdiği anda evlatlarının ve haremlerinin çağırılmasını istemiş, fakat arzusu iki gün gecikme ile yerine getirilmiştir. Ailesi efradı, Beylerbeyi'ne gittikleri vakit yalnız cenazesini görebilmişlerdir. Kadınları, akşama kadar sarayda kalmışlar, ertesi günü de damatları Beylerbeyi'ne giderek eşyalarını mühürlemişlerdir. (48-49)
-Pek tarihleri hatırımda kalmadı. Zannedersem zevcemin vefatından bir buçuk yıl sonra Cumhuriyet ilan olundu. Bir hafta içinde memleket dışına çıkmaklığımız tebliğ edildi. Daha kalbimin yarası kapanmadan vatanımdan, sevgili ölülerimin mezarlarından, uzak bir yerde yaşamağa mecbur edilmiştim. Bu, felaketten de ağır bir şey oldu. (62-63) Fransa'ya göç etmiştim. Paris'ten trenle 20 dakika mesafede "Lorency" köyünde bir villanın ikinci katını kiraladım. Üst katta ev sahibi ve çocukları oturuyordu. Elemlerimi unutacak kadar vakit geçmemişti. Bir ailenin himayesine ihtiyacım vardı. İstanbul'dan bazı eşyalarım ve piyanom gelmişti. Villanın sahibesi Lorency'nin eski bir ailesiydi. Kendisi ve çocuklarıyla iyi anlaşmıştık. Aradığım birçok şeyi onlarda bulmuştum. (63)
-Paris'e daha evvel gelmiş olduğum için hiçbir hususta yabancılık çekmiyordum. 23 yıl bu yeni vatanda, hiçbir müşkülata uğramadan yaşadım. Çocuğumun sağlığı ve tahsili için yaşamaya mecburdum. (64)
-Bir kilo patates, yirmi beş gram ekmek almak için kar içinde kaç saat kuyrukta beklediğimiz anlar çok oldu. Harbin getirdiği ıztırapların hikayesi uzundur. (81)
-Karşılaştığım hakikat, kendi kanunlarının hükmüne uyarak, dünyanın değişmekte olması idi. Fransa İhtilali değişme temposunu daha hızlandırmıştı. Her imparatorlukta, yerine göre hıyanetler, idaresizlikler, hürriyet mücadeleleri zuhur ediyordu. Krallık idareleri yerlerini cumhuriyetlere terk ediyorlardı. Dünyayı bir tufan gibi kaplayan bu denizin ortasında, Osmanlı padişahlık idaresinin bir ada gibi mevcudiyetini ilelebet muhafaza etmesi mümkün değildi. Osmanlı padişahlık idaresi de er-geç bu kanunun tesiri altında bir cumhuriyete inkılap edecekti. Tarihin akışı bu idi. (99)
-Babamın bütün mahareti, bu üç kuvvetten hangisi tehlikeli olmaya başlamış ise, önce bunu tayin etmek ve karşısına diğerlerini çıkarmaktan ibaretti. Bu devri iyi bilen mühim bir şahsiyet, sözü geçen siyasi düsturun, babam tarafından bir defasında, "Rusları darıltmamak, İngilizleri kuşkulandırmamak, Almanları da koz olarak kullanmak" tarzında yakınlarına nükteli bir tarzda izah ettiğini bana söylemişti. (101)
-İngiltere ve Rusya ile iş birliği yapması ihtimal dahilinde görülen babamı, Almanlar dediklerine kayıtsız şartsız itaat gösteren İttihad ve Terakki komitesi vasıtasıyla tahtını terke mecbur etmişler ve onu Selanik'te İttihad ve Terakki kampında tam bir esaret rejimine tabi kılmışlardır. (104)
-Selanik'te Alatini köşkündeki ikameti sırasında babam, "93 Harbi için Karadağ'a bir karış toprak terk etmekten sakındık, fakat sonra bunun yerine az kaldı Osmanlı İmparatorluğunu, İstanbul kapılarına yürüyen Rus ordularına teslim edecektik" demişti. (107)
-Diyebilirim ki babam, imparatorluğun inkırazını durduramamış, fakat hiç olmazsa dümenini sahile kırmış ve bir kumsala oturtmaya muvaffak olmuştur. Enkazından da bilahare semereli bir şekilde faydalanılması mümkün olmuştur. İmparatorluk daha fena bir idare ile denizin açıklarında da batırılıp izi bulunamayacak şekilde sulara gömülüp gidebilirdi. (111)
Bedir Yayınları, tarihsiz, Naşir: Mehmet Şevket Eygi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder