-Sanayileşme, Hz.İsa’nın insanı özüyle tanıştırması planındaki diriltme faaliyetinin kurnazca bir tepetaklak işlemiyle maddeyi diriltme hareketine dönüştürülmesidir.(83)
-İnsanın yürüyüşü şeytanın yürüyüşüne benzemesin diye insana, ayak bastığı toprağa baş koyması emredildi. (131)
-Âdem, cennette iken fark belirmediğinden Adem’e secde emredildi. Âdemin toprağına değil. Bu da Hakk’a secde oldu. Dünyaya inince fark belirdi, secde dolaysız Hakk’a oldu, münezzeh olan Allah’a. Allah Resülü de Mekke’de hubele yani insanın maddesine secdeyi değil kâmil insan formuna dikkat çekti, o da kendisiydi. Çünkü Esma-i İlahiye’yi cami olan kâmil anlamda sadece “Hatemein nebiyyin”dir. (144-145)
-Yabancılaşma, bir topluluğun teshiri altında tuttuğu memlekette, yabanarısı bir tabiatı dayatmasıyla ortaya çıkan paradokstan üretilmiş sentetik bir olgudur. Yabancı o memlekete dışarıdan gelen değildir. Yabancılaşan insan aslında yurtsuzdur; toprağın tanışık olmadığı bir dünya görüşüne yüklendiğinden dolayı. (152)
-Kureyş’in gelenekleri Allah Resülü’nün peygamberlik yolunda kişisel gelişimine katkı yapar yönde olmalıydı ki, tersine bir durum, Allah’ın Resulü’nün, Resullük bünyesini kazanabilmesi için Kureyş’in dışında bir kavmin yani Rasül’lük bünyesinin oluşumuna katkı sağlayabilecek bir kavmin arasına katılmasını gerektirebilirdi. Öyle olmadı, çünkü Kureyş bütün bir insanlığa risalet göreviyle gönderilmiş, mühürleyen bir Resulün, Resullük vazifesini hakkıyla yerine getirebilmesi için gerekli sosyal şartları bünyesinde taşıyordu. (182)
-Kur’an’ın “adalet etme”den neyi murad ettiğinin bilinmesi için bununla ilgili ilahi esintilerin toprağın üzerinde somutlaşması gerekir. Adalet etme işi Allah’ın isteği doğrultusunda Allah Resulü ve Hz.Ömer başta olmak üzere ashab tarafından hayatlarında gösterilmemiş olsaydı, biz ve bütün insanlık adaletin nasıl bir şey olduğunu algılayamazdık ve adalet edemezdik. “Adalet etme” ile ilgili Kur’an’ın tüm lafızları O’nu alan elçi ve dostları tarafından “tamlık” içerisinde lafzi plandan somut plana indirilmiş olsun ki dinin tamam olmasında şüphe kalmasın. (207)
-Düşüncenin olduğu yerde felsefe, felsefenin bulunduğu yerde düşünce barınamaz. Biz, düşünceyi geliştiren vahye bağlı dine “semavi din”; vahiy dışı kanaatleri besleyen sistemlere “beşeri din” diyoruz. Felsefe de beşeri dinlerin Yunan/Batı ayağını oluşturan bir parçasıdır. Bu beşeri dininde birçok mezhepleri mevcuttur. (231)
Profil Yayınları, 2016 basım, 1.baskı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder