-Temelde İslam’ın haram kıldığı bir toplum düzeninde kişinin “ihlas” kelimesini kullanarak bir faaliyet üzerinde bulunduğunu söylemesi, İslami bakımdan anlam taşımaz.
-İsraf kelimesi İslam’da geniş anlamıyla “haram yolunda harcama” anlamına geliyor, bu anlamda harama tahsis edilmiş her “birim değer” israftır. Çoğu da azı da. Dolayısıyla parasını, malını harcamaktan kaçınarak onu bankaya yatıran kimse İslami anlamda israftan kurtulmuş olmuyor. Oysa kapitalisttik bir iktisadi dizgide bu işe “tasarruf” gözüyle bakılır.
-Demagog, yeni bir gerçek söylemez, fakat bilinen gerçeklerden yararlanarak hakikati saptırır.
-Felsefedeki anlamıyla rasyonalizm (yani bilginin kaynağını akılda arayan görüş tarzı) İslam’ın yalnız dışına düşmekle kalmıyor, aynı zamanda ona zıt bir düşünce tarzını dile getiriyor.
-Bütün rasyonalistlerin, bütün pozitivistlerin münkir olduğunu söylemek elbette haksızlık olur. Nitekim rasyonalizmi sistemli bir düşünme biçimi haline getiren Descartes, insan aklının kanunları ile tabiatın kanunları arasında bir özdeşlik vardır derken, her ikisinin de aynı kaynaktan geldiğini anlatmak, dahası bunu ispat etmek istiyordu.
-Felsefe baştan beri sırf bir zihni spekülasyon olayı halinde kalmıştır. İnsana hamle gücü verme, ona bir temel değer yükleme ve bu değer muvacehesinde hayta müdahale etme yerine daima sorular bulup getirmiştir.
-Batı’nın bilime bakışı insanoğlunun ortak bakışı değildir. Böyleyken bilimin bulguları tabiatın değişmez kanunları gibi alınınca, onun her zaman her yerde ortak, değişmez, mutlak doğruları belirttiği yolunda “bilimsel olmayan” bir kanaatin yaygınlaşmasına yol açmıştır. Batı ile esasen aynı paralel de yürümesi düşünülemeyecek olan diğer ülke insanlarının aynı “bilimsel sonuçlara” ulaşamaması ise onların ilkelliğine, geri zekalılığına yorulmuş, bu ülkelerin insanları da durumu kaderlerinin kaçınılmaz bir parçasıymış gibi kabullenmişlerdir.
-Bugün bize iktisat biliminin temeli diye belletilen varsayımlar kapitalisttik piyasa şartlarına göre oluşturulmuştur. Ama dünyada yaşanan ya da yaşanabilecek olan tek iktisadi ortam kapitalisttik olan değildir.
-Din ne mücerret bir manevi tatmin vasıtasıdır n insanın fıtratında kendiliğinden gömülü bir haldir. Eğer dine manevi bir tatmin aracı diye bakılırsa, bu “aracın” aynı işi görebilecek başka araçlarla ikamesinin kabul edilebileceği sonucuna varmak tabiidir. Keza, dine insanın tabiatında, yaradılışında meknuz bir duygu diye bakılacak olursa, bir yandan dinin koyduğu kaidelere insanın “kendiliğinden” ulaşabileceği sonucuna varılabileceği gibi, öte yanan bu kaidelere muhalefet duygusu taşımada herkesin razı olabileceği sonucuna ulaşmak da mümkün olacaktır. Bazılarına cazip görünebilen bu telakki tarzı, aslında dini vahiy kaynağından soyutlayarak görmek isteyen profan yaklaşım tarzını sonucudur.
-Dün İslam kültürü içine yaşayan insan için yoksulluğunu gizlemek fazilet sayılırken, bugün yoksul olduğunu ilan ve ifşa etmek fazilet haine gelmişse aslında ilk bakışta sanılabileceği gibi fark, zenginliğin ve yoksulluğun ölçüsü olarak kullanılan kıstasların değişmiş olmasından ileri gelmiyor. Fark telakki tarzının, dünya görüşünün telkin ettiği yaşama alışkanlığındaki değişiklikten ileri geliyor.
-Harcama tutkusu sonsuz olan fakat elindeki imkânı ne kadar zorlarsa zorlasın tutkusunu tatmin edemeyen herkes kendini yoksul sayıyor.
-Bir hatibin hitabeti, bir yazarın yazı yazma faaliyeti, görevini yerine getiren birinin bu işi “cihat” sayılır ve bu kişi de “mücahit” ilan edilirse, İslam’ın bazı kavramları ucuzlatılmış olur.
-Tasavvuf, insana şeriatta ne öngörülmüşse o hükmün hakikatini kavrayabilmesi yolunda sarf ettiği cehdin, ifa ettiği talimin adıdır.
-Şeriat dünyaya bağlamayı emretmiyorsa, tasavvuf dünyayı dışlamanın, onu hakir ve zelil görebilmenin talimini yaptırıyor.
-Nefsaniliğe bulaşmış her dilek ona bulaşmışlığı ölçüsünde sahibi üstünde bir hükümranlık kurar.
-Kolektif halde işlenen gayr-i meşru fiiller bazen o kerteye gelir ki, devlet gayr-i meşru durumu kendi eliyle meşru kılmak zorunda kalır. Genel af ilanları sanılmasın ki devletin durup dururken yurttaşlarına ihsan ettiği bir cemiledir. Genel af ilanı olayının altında yatan temel anlam aslında devletin kendi adaletsizliğini ilan etmek ve yurttaşını bu adaletsizliğinin kurbanı olmaktan kurtarmak gayretidir.
-Erdem kavramı asl olanın yapılmasından daha fazlasını içermemektedir; belki aslın gönüllü olarak yerine getirilmesidir. Oysa takva kavramına “asl” olanın sınırlarını aşmayı öngören bir ilkeyle karşı karşıyayız. Bu yüzdendir ki, erdem kavramından hareket ederek insan kendini aşamaz. Takvaysa, bu yolda sürekli olarak aşkınlığın denenebileceği bir alanı öngörüyor.
İZ Yayıncılık, 2012 basım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder