01 Haziran 2025

KURAN TERCÜMESİ MESELESİ - ŞEYHÜLİSLAM MUSTAFA SABRİ EFENDİ

-Kur'an'da bulunmadığı halde, her nevi tercümede hata ihtimalinin bulunması bize göre tamamen Kur'an yerine geçirilmesini ve onunla bir tutulmasını, Kur'an'ın asli manalarına delalet yönünden de olsa imkansız kılar.

-Tercümenin tefsire kıyas edilmesi ve tefsirinin cevazının tercümenin cevazına delil sayılması, tercümede hata yapılacağı sonucuna götürür. Çünkü tefsirde de hata ihtimali vardır.

-"Cer" harfinin taalluk ettiği fiilin hafzolunması sebebiyle Rahman ve Rahim kelimelerinin birbirinden ayrı olarak tercümesi yapılamayacağından Besmelenin harfiyyen tercüme edilemeyeceği, bunun içinde Selman(ra)'ın rivayet olunan Farsça fatiha tercümesinde bazı problemler olduğu Hanefi mezhebine de teyit olunmuştur. "Elhamdülillah"ı da haber ve inşa olabileceği için harfiyyen tercüme edilemeyenlerden kabul edebilirsiniz.

-Harfi tercümede iki dil arasındaki farklılıklar gözetilemez. Gözetilemeyince de kaybolan icazın yarısına yapılan tercüme pek kuru ve donuk kalır.

-Tercüme, Kur'an'ın usul ilmine tarif edildiği gibi, "Muhammed(sav)'e indirilen ve ondan bize mushaf kapakları arasında tevatüren intikal eden Arapça nazımdır" şeklinde tarif edilemez. Hal böyleyken tercümeden çıkarılan hükümlere, Kur'an'dan çıkarılan hükümler gibi nasıl itibar olunabilir?

-Kur'an'ın tercümesinden hüküm çıkarmak mümkün olsaydı, usulcüler, müctehidde mesela Arapça bilgisi gibi, bir takım meziyetin bulunması şartını ileri sürmezlerdi. Esrevi, "Şerhu'l-Minhac" adlı eserinde: "Altıncısı lugat, nahiv ve sarf gibi Arabi ilimlere vakıf olmaktır. Çünkü kitap ve sünnete ait deliller Arapça olup bunlardan hüküm çıkarmak ancak Arap dilini anlamakla mümkündür" diyor.

-Anlaşma yapan tarafların, maddeleri üzerinde anlaştıkları ve herhangi bir dilde yazıp imzaladıkları uluslararası sözleşmeler, ancak yazıldıkları dilde bağlayıcı olur. Bu sözleşmelerin tercümeleri bir delil teşkil etmez ve bağlayıcı olmaz. İnsanların sözleriyle ilgili hususlarda durum bu kadar ciddi iken, Allah'ın kelamı insanlarınkinden daha mı az ehemmiyete sahiptir?

-İbadetten maksat, ibadet edenin ondan zevk alması değil, Hakk'ın rızasını kazanmak e O'nun emrine imtisaldir. İbadetin kemal veya noksanı, bu iki husustaki kemal veya noksanla ölçülür. Allah Teala Müslümanlara, Kur'an okumalarını emretmiştir. O, Kur'an ki şer'i örfde ve Müslümanların zihninde, Arapça olarak indirilmiş kitabın ismidir. O halde birinin anlamak ve lezzet almak bahanesiyle, Kur'an yerine bir başka şeyi okumaya yönelmesi, doğru çizgiden çıkmak ve Allahu Teala'nın emrine riayetsizlik olur. Kur'an dilinin Arapça ve Müslümanların farklı milletlerden olduğunu bilen Allah Teala, bu kitap Araplara aittir, tercümesi de Arap olmayanlara mahsustur dememiştir. Peygamber(as), zamanında olsun Hulefa-i Raşidin veya tabiin zamanında olsun, Arap olmayanların Kur'an yerine tercümelerini okumalarının münasip görüldüğü ve Kur'an üzerinde Müslümanların ihtilaf ettiği duyulmamıştır.

-Namaz, i'caz hali değil münacat halidir. Dolayısıyla namaz kılan kimse Rabbine müracaatta bulunurken neler söylediğini bilmelidir. Kur'an İslam dininde en büyük mucizedir. Tercümeyse kendisinde icaz kaybolduğu için ve bir mucize olan icazı giderdiği için Kur'an'ı tağyir ve tahrif eder.

-Kur'an'ın tercümesi ister mümkün olsun, ister olmasın veya ister bir kısım ayetler tercüme edilebilsin ister edilemesin, namazda Kur'an'ın tercümesinin okunmasına Ebu Hanife veya Sahibayn'ı ister cevaz versin ister vermesin. Kur'an'ın tercümesi Türkiye'de Kur'an'ın yerine geçiriliyor.

-İmameyne göre Kur'an'ın Arapçasını okuyamayan bir kimsenin Farsçasını okumasına, Kur'an'ın Arapçasını öğreneceği müddet kadar kısa bir zamanla sınırlı olmak şartıyla cevap verilmiştir ki, bu aynı zamanda İmam-ı Azam'ın birinci sözünden döndükten sonraki görüşüdür. Çünkü Farsça tercümeyi alışkamlık haline getirmek kesinlikle menedilmiştir. "Bu memnuiyet Kur'an'ın Arapçasını okuyabilen içindir, okuyamayan için değil" denilemez. Çünkü gidermek mümkünken Kur'an okumaktan acziyeti kasden devam ettirmek, giderilmesi mümkün olduğundan, acziyet sayılamaz. Acziyet, sadece elde olmayan sebeplerle mümkün olabilir, yoksa kasden acziyeti sürdürmek acziyet sayılmaz. Bu şartları taşıyan aciz ve özürlü kabul edilebilir. Kasdi aciz özür sayılsaydı fukahanın, Kur'an'ın Farsçasını okumayı ve yazmayı alışkanlık haine getirmeyi menetmeleri manasız olur ve fukaha, Kur'an'ın lafız ve manasını muhafazayı ihlal etme yollarını kapatmak için boşuna çaba harcamış olurlardı.

-Kim, Kur'an'ın manasında kudsiyyet ve Allah Teala ile irtibat yönünden üstünlük görür ve lafzının değilde Kur'an'ın manasının Allah Teala ile kaim olduğunu zannederse, mana-yı nefsi ile lafzın medlülü olan Kur'an'ın manasını birbirine karıştırmış olur.

-Şer'i ahkam yönünden ise Kur'an, "inzal edilmiş mütevatir Arapça nazım"dan ibarettir. Şeriat imamları, ahkam-ı teklifiyye de insanların elinde bir delil olsun için ve ahkam-ı şeriyyenin delili, dayanağı da kadim olan nefsi mana olmayıp Kur'an'ın lafzı olduğu içindir ki, Kur'an'ı bu şekilde tarif etmişlerdir.

-Kur'an'ın hakikati, ya manaya delalet eden malum nazım olması -tabii Kur'an'ın manası nazmından ayrılmaz olması şartıyla- ferekir veya Kur'an'ın hakikati nazım ve manadan oluşmuş bir bütün olması icap eder. Mana Kur'an'ın bir cüzüdür, bütünü kucaklayamaz ve suyu meydana getiren oksijen veya hidrojenden herhangi birine nasıl ki su denilemez ise sadece manaya da Kur'an denilemez. Sadece manaya Kur'an dersek doğru olmauacağı gibi Kur'an'ın manasının okunması da Kur'an okuma yerine geçmez.

-Müslümanlar başka lafızlara yönelmedikçe bu mütevatir lafızların muhafazasının kesintiye uğraması söz konusu değildir. Çünkü tevatür, ancak okuyucuların muayyen lafızları ittifak halinde okumaya devam etmeleriyle süreklilik kazanır. Bu lafızların muhafazasına gerek duyulmaması kesinlikle tevatür şartına aykırıdır.

-Suyuti, İtkan adlı eserinde, "Kaffal, 'Farsça Kuran tasavvur olunamaz' demiştir." O halde denilmiş; "Hiç kimse Kur'an'ı tefsir edemez." O, Hayır demiş. Öyle değil, çünkü Kur'an Farsça tefsir edildiğinde, Allah'ın muradının bir kısmı nakledilebileceği halde diğer bir kısmı aktarılamaz. Kur'an'ın Farsçası okunulmak istendiğinde Allah'ın muradının tamamı kavranılmış olmaz."

-Tercümeler, muciz olan Kur'an olmayıp bunları okumak da "Kur'an'dan kolay geleni okumak" değildir. Kısa bir ayette Kur'an'da bulunan bütün özellikler vardır. Bu da Peygamberimiz(as)'e indirilmiş olup mushaf kapakları arasında, ordan bize tevatüren intikal etmiştir ve kesinlikle Kur'an'dır. Öyle ki bu ayetlerin Kur'an oluşunu inkar eden kafir olur. Kısa ayetlerle icazın sağlanamadığını öne sürmek doğru olsa bile; namaz, i'caz sardetme hali olmayıp Kur'an okuma vaziyetidir. Ayette buna amir olduğundan namazda Kur'an olarak kısa bir ayet okumak yeterlidir. Kısa ayetlerin icaz bulunmasa da Kur'an olduklarında şüphe yoktur. Kısa bir ayete kendisi gibi iki ayet daha ilave edilirse muciz hale gelecekleri şüphesizdir. Ama tercümeye ne kadar ilave yapılırsa yapılsın i'caz elde edilemez. Çünkü i'caz tercümenin hususiyetlerinden değildir. Netice olarak, Kur'an sayılmadığı için i'cazın bulunmayışı ile kelime azlığı gibi diğer bir sebeple icazın bulunmayışını birbirinden ayırmak gerekir. Bunun için, kısa bir ayete kendisi gibi başka kısa bir ayet ilavesiyle icaz elde edilebildiği halde tercümeler de bu mümkün değildir. Çünkü tercümede zaten i'caz yoktur.

-Namaz haricinde Kur'an sayılmayan bir şey namazda da Kur'an değildir.

-Kur'an'ın Farsça tercümesine cünüb ve lohusanın el süremelerinin ve okumalarının haram oluşu hakkında fakihlerin görüşlerindeki tereddüt ve belirsizlik, bilindiği gibi, tercümenin Kur'an'ın Arapçasını okuyabilen veya okuyamayanlara namazda okunması caiz olduğu halde, Kur'an olmamasından kaynaklanıyor. Halbuki Kur'an'ın Arapçasını okuyabilenlerin namazı tercümeyle asla caiz değildir. İmamın bunun cevazıyla ilgili söylediği sözden döndüğü tesbit edilmiş ve duyulmuştur. Arapçasını okumaktan aciz olanların namazlarının da aynı biçimde caiz olmaması icap eder. Çünkü acziyet ve zaruret, Kur'an olmayan bir şeyi Kur'an yapmaz. Tercümeyi okumaya gücü yetmek, okumaya gücü yetme anlamına gelmez; böyleleri ümmi kabul edilirler. Bir yandan tercümeyi Kur'an saymayıp bir yandan da bu tercümeyle namazın cevazını öne sürmek birbiriyle çelişen şeylerdir.

-Kur'an'ın manası ve lafzı Allah Teala'ya nisbet itibariyle birbirinden farksızdırlar. O, Allah Teaala ki, Kur'an'ı lafzı ve manasıyla birlikte indirmiş, lafzını sair lafızlar arasında, manasını da sair manalar arasından seçmiş ve üstün kılmıştır.

-Anayasa'dan "Devletin dini İslamdır" maddesini kaldıran ve buun yerine Medeni Kanun'a (Madde 266) "Reşid olan herkes dilediği dini seçmekte serbesttir" maddesini koyan bir hükümetin Müslümanlıkla ne münasebeti kalır?

-İ'cazı yok ettiğinden dolayıdır ki Kur'an'ın tercümeden görüğü zararlar büyüktür. Türkiye de Kur'an'ın tercümesi fitnesini ihdas eden mülhidlerin maksatları odur ki, Kur'an tercüme edilince, ondaki belagat -tabii i'cazda- yok olup gidecektir. Yok olunca Kur'an insanlar tarafından beğenilmeyecek, onların gözünden düşecek ve onun insanlar nazarındaki azameti ve onların kalbinde bulunan muhabbeti kaybolacaktır.

-Mütercimler arasında ne kadar fikir ve ifade birliği olursa olsun, İslam mezhepleri arasında farklılık olduğuna göre -ki bu mezheplerin mensupları Kur'an'da kendilerine uygun bir şeyler bulabiliyor ve sözlerini de bu anlayışa göre ifade ve bina ediyorlar- tercümeler arasında da kaçınılmaz bir şekilde ihtilaf olur. Binaenaleyh Hanefilerin, Şafiilerin, Malikilerin ve Hanbelilerin birbirinden farklı Kur'an'lar olması kaçınılmaz hale gelir. Bu mütercimlerin zevk ve üslubundaki farklılığa göre tercümeler arasında meydana gelebilecek zaruri bir çeşitlenmedir. Sonra yazı ve ifadedeki üslup asırlar değiştikçe değişir ve yenilenir. Gelen her yeni asırda yeni bir tercümeye ihtiyaç duyulabilir. Böylece tercümelerin sayısı fazlalaşır.

-Kur'an'ın tercümesi ve tercümenin namaz ve sair yerlerde Kur'an yerine ikamesi başka; Arap olmayan İslam ülkelerinde Kur'an'ın aslına, yani Arapçasına gerek duyulmaması hususu başka bir konudur. Bununla Kur'an'ın umumun istifadesine sunulması veya manasının anlaşılması hedeflenmiyor. Aksine en azından bu ülkelerde Kur'an'ın unutturulması ve çeşitli dil ve üsluplarda dolaşan Kur'an ismi üzerine şüphe salınması ve bu kargaşa arasında Kur'an'ın kaybolması hedefleniyor.

-Allah, İslam'ı bütün ağzı laf yapan münafıkların şerrinden korusun.

-Bizler mütercimlerin kelamı üzerinde değil, Allah'ın kelamı üzerinde düşünmekle mükellefiz.

*Bu eser Prof.Ferid Vecdi, Prof.Mustafa el-Meraği ve İmam Alaudddin el-Kaşani'nin yazdıklarına karşı bir reddiye mahiyetinde kaleme alınmıştır. 1.bölümde aynı zamanda dönemin Ezher şeyhi olan Meraği'nin; 2.bölümde "Bedai'u's-Sanai' fi Tertibi'ş-Şerai" kitabının müellifi olan İmam Alauddin el-Kaşani'nin; 3.bölümde ise Ankara Hükümetine (M.Kemal ve arkadaşlarına) Kur'an tercümesi ve namazlarda Türkçe tercümelerin okunması konusunda destek veren Prof. Ferid Vecdi'nin görüşlerinin çarpıklığı detaylı şekilde tahkik ediliyor. Kitab 1932 yılında Mısır'da Arapça olarak yayınlanmıştır.

Bedir Yayınevi, Mayıs 2014 basım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...