16 Haziran 2025

MARKOPAŞA YAZILARI VE ÖTEKİLER – SABAHATTİN ALİ

-Bugünkü edebiyatla okurlar kitlesi arasında boşluk değil uçurum vardır. Kabahat doğrudan doğruya, hiç noksansız edebiyatta muharrirlerdedir. Ben bizim halkımızın okumaktan kaçmadığını yakından bilirim. Yalnız ona okuyacağı şey hala verilmemiştir ve o hala, büyük bir inat ve sabırla okumaktan vazgeçmiyor. Asırlardan beri okuyageldiği şeyleri tekrar ediyor. Bir bayramda şehre inmiş birkaç köylünün kırkar kuruş vererek Kerem ile Aslı, Hayber Kalesi gibi kitaplar aldıklarını ve bunları köye götürdüklerini gördüm. Kitap hediyesinin asilzadeler arasında bile moda olmadığı zamanda halkımızın kitaba para vermediğinden bahsetmek ayıptır. Ankara’da bir pazar yerinde limon satan bir çocuğun kazandığı 30 kuruşun 15 kuruşu ile bir Türkçe Yasin-i Şerif aldığına şahit oldum. Bu okumak isteyen ve kitaba para veren kitleyi ne kadar başıboş bıraktığımızı gösterir. 13 yaşındaki bir çocuk parasını vereceği kitabın bir Yasin-i Şerif değil, daha kendisine yakın ve daha 1936 senesine yakın bir eser olmasını elbette isterdi ama nerede o eser? (35-36)

-Divan edebiyatı gibi kitle ile arasındaki köprüleri yakmış zümre edebiyatları ancak içtimai tetkik mevzuu olur ve şair bunları ibretle gözden geçirir. Halk edebiyatı ise halka verebilmek yollarını işaret edeceği için daha istifadelidir. Fakat bunu da olduğu gibi almak yanlıştır. Halk edebiyatının geri tarafları çoktur. Mahsullerinin ekserisi din ve tasavvuf karanlığının, derebeylik zihniyetinin tesirleri ile dopdoludur. Bu materyali kullanacak olanlar ayıklamasını bilen insanlar olmalıdır. (37) / Varlık, 65, 15 Mart 1936

-Akif reformist bir din şairidir. (39) Akif yürüyen tarihin arkasından yetişemeyeceğini anlayınca kenara çekilmeyi tercih etmiştir. (39-40) / Yeni Adam, 169, 25 Mart 1937

-Gençler arasında beğendiğim, sevdiğim, gıpta ettiğim ve dikkate layık bulduğum bir tek kişidir: Sait Faik. (51) / Yeni Adam, 247, 21 Eylül 1939

-Son devir dünya edebiyatında şöhretleri kendi memleket hudutlarını aşmış ve dehaları sağken teslim edilmiş birkaç isim söylemek istenirse aklımıza evvela şu dört isim gelecektir: Bernard Shaw, Rabindranath Tagore, Maksim Gorki, Knut Hamsun. Tagore, bazı zevkler için çok güzel bir şair olmasına rağmen şöhretini biraz da yabancı olmasına ve acayip bir lisan konuşmasına borçludur. Shaw’un ise, bütün iktidar ve ihtişamıyla beraber bazen aktüaliteden çok iyi istifade eden bir muharrir olup kaldığı vakidir. Fazla nükteci ve alaycıdır, bu tabiatta olan her adam gibi alay edilmekten korkar ve yalnız bunun için, duyduğu en samimi ve yüksek şeyleri bile bazen göstermekten kaçar. Bu hislerine gem vurur. En samimi, en az müstehzi olan Jeanne d’Are piyesinde bile ara sıra bu endişeye, iğnelemek muasırlara çatmak, arzusuna rast geliriz. Gorki, bu ateşli inkılapçı ve coşkun edip hayatı bakımından Hamsun’a büyük bir benzerlik gösterir. Hikâyelerinde derin aşkları, romanlarında beşer âlemlerini yaşatan bu ölmez adam bugünkü Rus edebiyatının başlı başına bir rehberidir. Fakat Hamsun, kendisine mahsus ağırlığı yalnız hakiki dâhilerde görülen bir başkalığı ile bunların hepsinin üstündedir. Diğerleri hakkında bazı bakımlardan münakaşalar yapabileceği halde kudretini ve ebediliğini münakaşasız teslim ettirmiş olan yalnız budur. (68-69) / Varlık, 21, 15 Mayıs 1934

-“Bir eserin hiç tercümesi mevcut olmamaktansa ikinci dilden bir tercümesinin bulunması elbette faydalıdır” kanaati, sırf basitliği ve kolaylığı yüzünden, doğru gibi görünse bile tamamıyla yersizdir. Böyle bir tercüme bize sanat eserinin aslına dair en küçük bir fikir vermeye bile muktedir değildir, bilakis muharrir ve eseri hakkında daima yanlış ve haksız kanaatler teşekkül etmesine sebep olur. Yeryüzünde hiçbir kültürlü millet bu sakim yola sapmamış, hiçbir faydalı mütercim bu tehlikeli ve lüzumsuz işe kalkışmamıştır. İkinci dilden tercüme, sadece tembelliğin ve kayıtsızlığın ifadesidir. Çünkü üç beş sene içinde, Çince de dâhil olmak üzere, çalışkan bir adam için öğrenilmeyecek dil yoktur.” (105) / Tercüme, 6, 19 Mart 1941

-Bizim anladığımıza göre milliyetçilik şudur:

1) Mensup olduğu milletin, dünyanın en mesut, en müreffeh, hayat ve kültür seviyesi en yüksek topluluğu haline gelmesi için yorulmak bilmez bir gayret ve tükenmez bir feragatle her şeye rağmen çalışmak

2) Millette mevcut bütün iyi, ileri, insanlığın yükselmesine yarayacak vasıfları meydana çıkarıp, bunları geliştirmek, buna mukabil her millette bulunduğu şüphe götürmeyen geri, sakat tarafları, ilerlemeye engel olan koşulları bularak, bunlara karşı insafsız bir mücadele açmak

3) İlim gibi, güzel sanatlar gibi kültür varlıklarını yalnız muayyen bazı sınıfların veya zümrelerin istifade edebildikleri birer lüks olmaktan kurtarıp, bütün milletin malı haline getirmek (ki bunun yapılabilmesi için 1.maddede söylediğimiz refahın mevcut olması ilk şarttır)

4) Milletin mukadderatına ait meseleleri milletle irtibatlarını kaybetmiş zümrelerin bilgisiz, alakasız ellerinde oyuncak olmaktan kurtarıp, doğrudan doğruya bir milletin kendisine teslim etmek. (130-131) / Tan, 11 Şubat 1944

-“20.yüzyılın ortasındayız. Sesini günden güne yükselten irtica bağırıyor: ‘Kız okullarını oğlan okullarından ayıralım. Kız öğrencileri köy enstitülerine almayalım’ (Sanki tarlada ve fabrikada da kadını erkekten ayırabilirlermiş gibi) ‘Ulumudiniyye okutalım da şu bozuk ahlakımız düzelsin’ (Sanki kendi ahlaklarında din ile düzelecek taraf kalmış gibi) Dünyanın neresinde bir gerilik varsa dört elle sarılıyorlar. (149) / Markopaşa, 9, 3 Şubat 1947

-Din ile dünyayı ayırmıştık, şimdi devlet eliyle “münevver yobazı” yetiştireceği söyleniyor. Sebilürreşadlar yeniden çıkıyor. (155) / Markopaşa, 12, 24 Şubat 1947

-Ey benim bahtı kara memleketim. 800 yıldan beri seni ya sana yabancı olanlar yahut da arandan çıktıkları halde sana yabancılaşmış bulunanlar sömürdü. Bahtını ellerine teslim ettiklerinin menfaatleri sana yabancı, dilleri sana yabancıydı. Seni çoluğundan çocuğundan, çiftinden çubuğundan ayırıp cepheden cepheye sürerken, yürekleri elbette ki sızlamadı. Çünkü onlar kendi şan ve şereflerini, kendi keselerinin dolmasını düşünüyorlardı. Sen sıcağın, kırağın, eşkıyanın elinde kırılırken, onlar saraylar köşkler yaptırmak, buzlu rakılar için çırılçıplak karılarla sazlı sözlü ahenkler etmek sevdasında idiler. Bu hep böyle sürdü. Sana bazen ‘kulumuzsun’, bazen ‘efendimizsin’ demelerine rağmen, hiçbir şey değişmedi, değişemez de. Sen kendi bahtını kendi eline almadıkça, sen sana yabancılaşmış olanların hala senin adına konuşmalarına göz yumdukça hiçbir şey değişmez. (178) / Markopaşa, 3, 25 Ekim 1947

-“Yurdumuzu tehdit eden kızıl tehlike” hakkında feryatlar koparılarak, “komin formun (komünist parti liderleri oluşumunun) memleketteki yıkıcı faaliyeti” üzerine tüyler ürpertici masallar anlatılacaktır. Ve bu oyunda bütün halk düşmanları elbirliği etmiş vaziyettedir. Bu hususta, ihtiyar tilki Hüseyin Cahit Yalçın, ihtirastan gözleri kararmış Fehmi Kurtuluş, yabancı menfaatlerin yorulmaz müdafaacısı Yalman, tipik Bizanslı Fuad Köprülü, Turancıların oyuncağı Kenan Öner hep aynı saftadırlar. (200) / Zincirli Hürriyet, 5 Şubat 1948

Yapı Kredi Yayınları, 10.baskı (İlk baskı: 1986. Cem yayınevi. Hazırlayan: Hikmet Altunkaynak)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...