14 Haziran 2025

MEHMED FEYZİ EFENDİDEN FEYİZLER 1 CİLT – MUSA ÖZDAĞ

-Efendim, Ehl-i sünnetin inanç sisteminin sadelik, saflık ve berraklığını süte teşbih buyururlar, benzetirler; sütün barsaklarda kanla pislik arasından karışmadan ve bunlara sürülmeden Allah’ın izni ile ayrıştığını (1.dipnot/Bu husus Nuh Suresinin 66.ayetinde beyan buyrulmaktadır) ve bedenler için safi gıda olduğunu anlatarak, cebr ve itizal’den ayrıldığını, saf ve berraklığı ile gönüllere, mahalli iman olan kalbe hayat ve şifa verdiğini beyan etmişlerdir. (31)

-Şu hâlde ihlası kazanmada dikkat edilmesi gereken bazı hususlar vardır ki, bir kısmını burada kısada olsa zikretmekte fayda mülahaza ediyorum:

1)Maddi ve manevi her işimizi Allah rızasıyla yapmak

2)Tenkitçi olmamak takdir edici olmak

3)Kuvveti Hak’tan bilmek

4)Müminler topluluğundan bir fert olduğunu göz önüne alarak inananların birer kardeş olduklarını kardeşlerin ise birbirini kıskanmaması gerektiğini bilerek hareket etmek

5)Ölümü daima göz önünde bulundurmak. Ölümün en güçlü bir hatip ve en tesirli bir uyarıcı olduğunu unutmamak. Ölüm, nefsin karşısında dilini yuttuğu, dize geldiği kuzu gibi olduğu güçlü bir pehlivandır. Ölümü çok anmak Hz. Peygamber’in emridir.

6)Her an huzurullahta olduğumuzu benliğimize yerleştirmeye gayret etmek. Erbab-ı Sufiyye ölümü çok anmaya ‘rabıta-i mevt’ her an huzurda olduğunu bilmeye de ‘maiyyet-i ilahi’ tabirlerini kullanmaktadırlar.

7)Maddi hususlarda yarışa girmemek. Çünkü bu sahada menfaat çatışmaları ortaya çıkar. Çıkarlar ise daima ihlası kırar, yok eder.

8)Şöhretten şiddetle kaçınmak. Zira şöhret afettir.

9)Zamanımızın en büyük mefsedet kaynağını oluşturan, Hakka batıl, batıla Hak dedirten; meleği şeytan, şeytanı melek gösteren siyaset hastalığından şiddetle kaçmak ve uzak durmak. Zira şu durumda siyaset güçlünün yanındadır, haklının değil. (65-66)

-Bir diğer hadis-i nebevi de herhangi bir kötülüğü gören müminin onu elle, buna gücü yetmezse diliyle değiştirmesi, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etmesi emredilmektedir. (İlgili hadisi Müslim, Ahmed bin Hanbel, Ebu Said el-Hudri’den rivayet etmiştir) Bu hadis-i şerifin İmam-ı Azam tarafından şu şekilde tavzih ve tevil edildiğini Efendim açıklamışlardı:

1)Münkeri tağyir (kötülüğü değiştirme) bizzat eliyle ümeranın işidir. Ümera; bizzat devletin yöneticisi ve onun emrindeki zabıtalar, polis ve jandarma gibi görevlilerdir.

2)Dil ile tağyir ulemanın görevidir. Ulema; müftü, vaiz ve din öğretimi ile yükümlü olan sınıfın genel adı bilginler grubudur.

3)Kalble buğz; yukarıdaki iki sınıfa da dahil olamıyan, ilimde ve emirde tasarrufu bulunmayan genel halk topluluğunun adıdır. (83)

-Meczublar akılları ve irade-i cüziyyeleri, tarafı ilahiden cezbolundukları için şer’an mesul sayılmamışlardır. Dikkat edecek olursak mükellef değildir demedik. Çünkü mükellef olmamak için doğuştan akılsız olmak gerekir. Halbuki, meczubin dediğimiz bu veliler hem iradeye hem de akla sahiptir. Şu kadar var ki, ne akıllarını ne de iradelerini kullanabiliyorlar. Tamamen azamet-i Kibriya karşısında cezbolunarak iradi ve akli olan işlerden men olunmuşlardır. (104-105)

-Yine Hafız Suyuti’nin getirdiği bir rivayete göre garibler dört kısma ayrılmıştır:

1)Zalim bir kimsenin içindeki Kur’an

2)Bir topluluğun içindeki namaz kılınmayan bir mescid

3)Kendisinden kıraat olunmayan bir Mushaf

4)Kötü bir topluluk içinde bulunan salih bir kimse. (Camiü’s-Sagir, Cilt:2, sf:119) (164)

-Bunun da en güzel yolu, maddi rahatını ve huzurunu temine çalıştığı evini veya evinin bir köşesini bu meşgale için tahsis etmektir. (“Fitne döneminde kişinin selameti evine devam etmesidir” Deylemi, Ebu Musâ’dan) Mümkünse hem dünyevi, hem de uhrevi işini evinin bir köşesinde yapmalı; toplumun fertlerine ve onların işlerine burnunu sokmamalıdır. Çünkü ahir zamanda nasihat veren bir kimse toplumun gözünde, bir eşek laşesi kadar önem arzetmiyecek; bilakis bu kimseler, toplumun en kötüleri olarak bilinecek ve tanıtılacaktır. Bazan da, nasihat veren kimseleri gördükleri zaman, yaban eşeklerini arslandan kaçtığı gibi kaçacaklar ta ki, kendilerine uyarıcı bir şey söylenmesin ve keyiflerine keder verilmesin. (183-184)

-Bazı rivayetlerde Allah Teala mahlukatı yaratmazdan önce kendi nefsini “Kenz-i Mahfi” (gizli hazine) olarak nitelediğine şahit olmaktayız. Bu rivayetlerde “bilinmekten hoşlandım” veya “bilinmemi istedim” ifadesi bulunmaktadır ki, evrenin varlığı ve oluşumunun nedeninde “Allah’ın tanınma iradesi ve sevgisi” yatmaktadır. Yani varlığın nedeni ilahi sevgidir. (204)

-Sukuti, ses çıkarmayan, konuşmayan anlamına gelmektedir. Efendim bu durumu “Şimdiye kadar çok konuştuk; çok konuşan çok hata eder, artık hatalara istiğfar zamanı geldi” diyerek sükûtilik mesleğini hatalara istiğfar dönemi olarak tanımlamakta ve açıklamaktadır. (215)

-Bu itibarla genelde rüyaların bu hususta mütehassıs kimselere anlatılarak yorumlanmasını istenmelidir. Rüya tabiri yani yorumlanması bir tür ilahi vergidir. Yani bu husus bir tür ilm-i mevhibedir. Bunun için herkes yeltenmemelidir. Bu anlatılanlar ölçüsünde bu hususta ilahi bir ihtisası olmayan kimselerin rüya tabiri konusunda ihtiyatlı olmaları gerekir. Zira rüya anlatılıp tabir edilmedikçe muallaktadır. Söylenip tabir edilince o şekle bürünerek zuhur eder. Bunu rivayetlerden anlamaktayız. (Ebu Davud, İbn Mace, Ebu Razin’den/ Suyuti, Camiu’s-sağir) (247)

-Keşfini tevil ettirmeden, ilhamını şeriat’a arzetmeden, burnunun doğrultusuna yol alan mana yolcularından bir çoğu sapıtarak, din-i Mübin-i İslam’ın hakikatlarını çiğnemişler ve şeytanlarla beraber olmuşlardır. (256)

-Hele hele dışımızdaki sinsi düşmanlarımızın şeytani bir takım bahanelerle vatan ve milletimize karşı su-i kasıt olarak tertip edip piyasaya sürdükleri ve sağlam esaslara istinat etmeksizin ve cumhur-u ulemanın kaidelerine uymaksızın ülkemize “Dar-ı harb” nazarıyla bakanlara karşı amansız bir tavır takınarak istatistiklere göre %99’u Müslüman olan bir memleketin dar-ı harb olamıyacağını beyan ederlerdi. (266)

Hamle Yayınları, Tarihsiz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

CANLI TARİHLER 1.KİTAP – HAZIRLAYAN: SEZGİNCAN YAĞCI

  İSMAİL FENNİ ERTUĞRUL (MAYIS-HAZİRAN 1856- 29 OCAK 1946) - Bay İsmail Fenni Ertuğrul, Prof. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun fikri bir vec...