14 Haziran 2025

MEHMED FEYZİ EFENDİDEN FEYİZLER 2.CİLT – MUSA ÖZDAĞ

-Efendim her gün normal bir kimseden üç yüz altmış çeşit günahın südurunun mümkün olduğunu söylerdi. Zira bir insanda 360 çeşit mafsal olduğunu, her mafsalın bir görevi bulunduğunu, gaflet edildiği takdirde mutlaka günaha girdiklerini anlatmıştır. Efendim bu hususu “ben günah işlemedim ki, neye tevbe edeyim?” gibi safsatalara kapılanlar için beyan buyururdu. (27)

-Herhangi bir günah, kibir ve inaddan neşet ediyorsa onun tevbesi yoktur. (29)

-Zira mezmum olan her şey mahlûka teveccühle başlar. Mahlûkla alışveriş ve alaka insanı ulvilikten süfliliğe doğru çeker. İşte bundan sonra kalbde süfli duygular belirmeye ve sabitleşmeye başlar. (35)

-Efendim Muhammed Feyzi, yukarıda adı geçen mahir-i Kur’an Hafız Ömer Aköz Efendi Hazretlerinden sayısız manevi bilgiler, görgüler ve marifetullahın esrarına dair batın yolunun esasatını tahsil buyurmuşlardır. Sadat-ı Nakşibendiyye’nin takyid ve tesbit buyurduğu ve bu takyid ve tesbit içerisinde yerini aldığı esasat-ı marifet-i İlahiyya, hakaik-i risalet ve esrar-ı velayet, Hakka ulaşan batın yolunun mahsulatıdır. Bu mahsulatı devşirmek, kalb anbarında hıfz ve cemetmek zorların en zoru, nimetlerin de en alasıdır. (71)

-Bütün ilahi güçlerini Allah’ın avn-ü inayetiyle ortaya koyarak kalb aynasında ve perdesinde gelip geçmekte olan fikri varlıkların İlahi, meleki ve Rahmani niteliğe haiz olanlarını büyük bir ustalık ve ciddiyetle yakalamalı ve onların zahiri varlığa fiili âleme dönüşmeleri sağlanmalıdır. Mü’min’in kalb âleminde, ruh deryasında hareket eden fikri varlıkları yakalamak için girişimde bulunmak zorunda olduğu bu batıni harekete ilim dilinde “kalbi murakabe etmek”, onun saf ve temiz bir gönülle bu işe girişmesine “niyet-i sadıka”, yine hüsn-i niyetle yakalanan fikri varlığın ve soyut düşüncenin bizatihi bu âleme, maddi bir şekil alarak veya bir maddenin vasıtasıyla zuhur bularak baş göstermesine de “salih amel” denmektedir. (90-91)

-Hasene kulun maddi ve manevi yönden lehine ve menfaatına uygun gelen, uhrevi hayatta mesuliyeti menfi yönde oluşmayan, dünyevi hayatta fitne ve fesada düşmesine vesile olmayan hayrın adıdır. (124)

-Şayet, küfr-ü küfran fısk u isyan içerisinde yaşamaya devam ettiğimiz halde, hala başımıza bir musibet gelmemiş, bir bela isabet etmemiş; bilakis iyilik üstüne iyilik geliyorsa, kesinlikle bu iyilik suretinde gelen şeyler bizim için büyük bir felaketin, çetin bir azab ve gazabın habercisidir. (135-136)

-Dini İslam’da hastalara gösterilen kolaylıklar, yolculuk esnasındaki ruhsatlar, darda kalma durumunda tanınan toleranslar, aklı gelip giden kimseler ve mecnunlarla ilgili hükümler hep mizacın bozulması ile insandaki değişimin inanca da etki ettiği göz önüne alınarak tensib ve tesbit edilmiştir. İslam hukukunda öfkeli iken hâkimin hükmünün geçersiz sayılması durumu da mizaç bozukluğunun insanın inanç ve davranışlarına etki ettiğinin açık bir göstergesidir. (154-155)

-Çünkü insan tefekkürler eşyanın hakikatlarını marifete, Allah’ı ve razı olduğu şeyleri tazime, O’nun sevmediği şeyleri tahkire ulaşarak onlardan hakkıyla sakınır. (167)

-Cehennemin bile en çok korktuğu ve endişe ettiği şey kendi ateşinin, gazab ve öfkeden hırs ve nefretten ötürü birbirini yeyip bitirmesi idi. Bir gün bu durumu Allah Tealaya şikâyet ederek yakındı durdu. Bunun üzerine Yüce Mevlamız ona, yılda adamakıllı iki defa nefes alarak ferahlamasına izin vermiştir. Bundan ötürü cehennem, yazda bir defa, kışta da bir defa olmak üzere, senede iki defa tam bir nefes alarak ateşinin hararetini teskin etmeye çalışır. (26.dipnot/ Cehennemin yazın aldığı nefes zamanına “cehennemin kaynaması”, kışın aldığı nefes zamanına ise “zemheri” denilmiştir. Her iki vakit cehennemin teneffüs zamanıdır. Bundan ötürüdür ki Nebiyyi Muhterem Efendimiz, şiddetli sıcaklarda öğle namazını biraz tehir etmeyi emir buyurmuşlardır. - Buhari, Bedü’l-Halk, Bab:10) (171)

-İlgili kitaplardan öğrendiğimize göre -nifak- kelimesinin bir diğer asıl anlamı da tarla farelerinin yer altındaki açmış oldukları yuvaların adı idi. İlim ve hikmeti sonsuz Yüce Rabbımız nifak erbabının durumunun tıpkı yer altında yuvalar açarak hırsızlık ve fasıklıkla meşgul olan fareleri andırdığını bildiği için, gün be gün iman ve iman sahiplerinin hakkından hırsızlayarak haksız yere fısk ile otlanmaya ve asalaklanmaya çalışan ve içlerindeki şek ve şüpheyi gizli tutan kimselere nifak kelimesini münasip görmüştür. (215)

-Gazzali Hazretleri taharette esas olanın kalbin temizliği olduğunu beyandan sonra, onun taharetindeki ameliyenin, ahlak-ı mahmude ve akaid-i meşrua ile mamur hale getirilmesi olduğunu söylemektedir. Şu hâlde kalbin taharetinde gaye, onun güzel huy ve melekelerle donandırılması ve süslenmesidir. Gazzali Hazretleri kalbin bu güzel huylarla ve meşru olan itikadat ile yani Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat tarafından tensib ve tesbit edilen prensip ve kaidelere iman ve teslimle ittisafı, bu vasıfların zıtları olan fasid inançlardan yani, itikad-ı ehl-i sünnetin haricindeki inançlardan ve murdar ahlaklardan arınmadıkça mümkün olamayacağını belirtmektedir. Bu itibarla taharet, hadis-i nebevide de beyan buyurulduğu her mertebede imanın iki bölümünden bir bölümünü oluşturmaktadır. Her mertebede, pislik ve rezaleti oluşturan kısımların atılması bir bölümü, onların yerine hoşnut olunan huyların ve melekelerin yerleştirilmesi diğer bölümünü oluşturarak her mertebede imanın bütünlüğü sağlanmış olmaktadır. Şu hâlde her mertebede habaisi oluşturan rıza-yı ilahiye ters düşen hal ve hareketlerden arınmak, o mertebedeki imanın yarısını ifade etmektedir. (226-227)

-”Tedebbür”ü insanın sahip olduğu zahiri ve batıni, görünen ve görünmeyen bütün duygu ve melekeleri ile arzu edilen ayette, arzu edilen meseleye bütün külliyetiyle yönelmesi olarak tanımlarlardı. (229)

-Hadis ilminde “Müminlerin Emiri” lakabı ile anılan Süfyan-ı Sevri Hazretleri de şöyle buyurmaktadır:” Mü’min bir kimsenin kalbinde, Kur’an’ı kavrama ve dünya malı ile uğraşma edebiyyen bir arada bulunamaz” (24.dipnot/ Zerkeşi, el-Burhan fi Ulum’il-Kur’an, Cilt:1, Sf:6-7) Hz. Süfyan bu ifadesi ile kalbin, Kur’an’ın hakikatlarını algılayabilmesi için dünya ve içindeki maddi heveslerden arınmış olmasına dikkati çekmektedir. Bu ortamın ve bu keyfiyetin meydana getirilmemesi, Kur’an’a ait olan değerlerden mahrumiyeti gerektirmektedir. (236-237)

-Efendim Muhammed Feyzi, Kelamullah’ın algılanılmasının gereğini ve önemini beyandan sonra Onunla müminler arasındaki meratibi ve dereceleri de şöylece belirlerdi: “Kur’an’la irtibat dört mertebedir: 1) Tilavet mertebesi, 2) Tefehhüm mertebesi, 3)Tehalluk mertebesi, 4) Tahakkuk mertebesi” (247)

-45.dipnot/ Her nedense Endülüs bilginlerinin özellikle Gazzali Hazretlerine bir saldırısı ve itimartsızlığı göze çarpmaktadır. Mesela bunlardan İbn Rüşd meşhurdur. Burada Şatıbi de Gazzali’ye karşı çıkmış durumdadır. Bir de bu meselede Teymiyyecilik kokusu yatmaktadır. Yani Zehebi’nin bu hareketi Teymiyyecilerin hareketine benzemektedir. Vallahu alem. (280)

-Kelamullahın buyruklarını yürürlüğe korken, bu faaliyetinin sürekli olmasına özen göstermelidir. Sürekli ve devamlı olmayan faaliyetler, beden ve organları üzerinde etkin olamazlar. Olsa da gelip geçici türden olur. Hâlbuki “ahlak” gelip geçici türden bir hareket ve faaliyetin adı değildir. Bilakis ahlak, kişinin benliğine yerleşmiş ve ondan ayrılması tasavvur olunmayan bir melekenin adıdır. O halde buyrukların bir gereği olarak yaptığımız ve yapacağımız hareket ve faaliyetlerimizin melekeleşmesine olanca gücümüzle gayret göstermeliyiz. (313)

-Zünnun-ü Mısri:”Üç şey imanın alamet-i farikasındandır:

a) Müslümanların başına gelen felaketlerden kalbin hüzün duyması

b) Onların kötü sanılarını ve sözlerini yudumlayarak nasihattan geri durmamak

c) Anlamasalar ve hoşlanmasalar da onları doğruya ve hakikata irşad etmek” (364)

Hamle Yayınları, 1992 basım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...