-Sonuda başlangıcı gibi dert ve eziyetlerle dolu Nasırizmin ilk on yılında İhvan-ı Müslimin'in yeniden doğuş portresi kısaca buydu. Şunu da hemen belirtelim ki 1994 olaylarıyla 1965 olayları arasında benzerlikler yok değildi. Ancak, İslami hareket düşüncelerinde giderek artan, bir tekamülde açıkça gözlemlenmekteydi. 1954'le 1965 hadiseleri arasındaki genel benzerlik, her ikisinde de teşkilatı toparlanmaya yüz tuttuğu bir sırada rejimin teşkilata darbe indirebilmiş olmasıdır. Yani teşkilat belli bir güce ulaşmış olduğu halde rejimin muhtemel saldırılarına karşı koyabilmek için gerekli stratejiye sahip değildi. Halbuki İhvan-ı Müsliminin 1954'te Nasır rejimini sağlıklı bir basiretle tahlil edemediği veya bir noktadan sonra rejimle karşı karşıya gelmeyi kaçınılmaz kılacak sebeplerin neler olabileceğini kavrayamadığı halde Yoldaki İşaretler'in yayınlandığı 1965'ten sonra belli teorik malzemelere sahip olmuştu: bunların yardımıyla, kendisine karşı mücadeleye giriştiği rejimi yeterince tanıyıp tahlil edebilir ve onu yıkarak yerine İslami bir devlet kurmanın yollarını tespit edebilirdi. Velhasıl 1965'te gündeme gelen bu eser, henüz toparlanmış olan İhvan-ı Müsliminin davranışlarına her türlü gerçek etkide bulunabilecek kadar çok boyutlu teorilere sahipti. Üstelik "Yoldaki İşaretler" kitabı herkes tarafından aynı şekilde yorumlanmıyordu. Nasır dönemi, "şehid anlayışı", gelecekteki İslami hareketler için fevkalade bir öneme sahipti. Sosyal bir hedef ve akideyi müdafaa yolunda katlanılan işkence ve baskılar, İslamcı akide ve düşüncelere mutak gerçeklik hassasını kazandırıyordu. Mevcut, "şehid anlayışı" ve şehide getirilen bu tanımlama, örgüt içindeki rakip eğilimler arasında tezat ve çelişkilerin artmasına sebep oldu. Bu eğilimler "Yoldaki İşaretler"den çıkardıkları ideolojik sonuç ve yorumlarla birbirinden ayrılıyordu. Örneğin Şükrü Mustafa'ya göre tutuklu kampları ve darağaçları dehşetinden kurtulabilmek için halktan uzak durmak ve münzevi yaşamak gerekirdi. Diğerleriyse siyasi gerekçeleri türlü yollar peşinden gitmekteydi. Kimileri rejimi İslamileştirmek isterken onunla işbirliğine girmiş, kimileri işkence ve ölümden kurtuluş umuduyla siyaset sahnesinde muhalif grup olarak boy göstermiş, bazen de rejimle dirsek temaslarına geçmek suretiyle aynı maksadı gütmüştü. Ancak bütün bunlara rağmen yıkıcı gücü ele geçirmek için teşkilatlanmaya başlayan gruplarda vardı: devlet güçlerinin çökertme operasyonlarından önce davranıp harekete geçebilecekleri ümidinde olan insanlardı bunlar. 1981 Ekimin'de Sedat'ı öldüren Abdusselam Ferac grubundakiler bu yola inanmaktaydı. (38-39)
-Kutub, 1964'te hapisten çıktıktan sonra, dönemin Irak Cumhurbaşkanı Abdusselam Arif'in Kahire gezisi sırasındaki müdahaleleriyle, İhvan'ın geride kalan üyelerinin çevresine kümelendiği birisi haline geliverdi. 1964 Kasımında "Yoldaki İşaretler" kitabı, Vehbi Yayınevi tarafından basıldı. Fakat koyu bir Nasır yanlısının yazdığına göre bu kitap piyasaya çıkar çıkmaz yasaklanmıştı. Ancak, yasaklanan bütün eserleri okuma alışkanlığında olan cumhurbaşkanı bu eseri okuduktan sonra heyetiyle yaptığı bir görüşmede, kitabın yasaklanacak bir yönü olmadığını söylemiş. (9.dipnot/Hayatımdan Birkaç Gün, Zeynep Gazali, Beyrut, Kahire 1979) Böylece Yoldaki İşaretler beş baskı yaptıysa da 5.baskıdan sonra tekrar yasaklanmıştır. Nasıl 1965 Ağustosunun 30'unda İhvan'ın yeni bir komplosunun ortaya çıkarıldığını açıklayınca Seyyid Kutub örgütün asıl lideri sıfatıyla tekrar tutuklandı. Emniyet güçlerinin açıklamalarına göre, yapılan bütün baskın ve aramalarda "Yoldaki İşaretler"e rastlanılmıştı. Kısa bir mahkemeden sonra (ki mahkumlar ağır işkenceler sonucu takatten kesilmiş bir halde mahkemeye çıkarılmış ve Kutub mahkemede izleyicilerinin huzurunda bu olayı açıkça kınayabilmeyi başarmıştı) Seyyid Kutub ve iki arkadaşı idama mahkum edildi. 29 Ağustos 1966 günü tan yeri ağırırken üçü de dar ağacında can vermişti. (50)
-Onun ilk İslami eseri olan "Kur'an'da Sanatçı Yaratılış" 1945 Nisan'ında basıldı. Kutub'un eleştiri konulu ve tahayyüli hikayelerinin pek çoğunda bu kitaptan daha başarılı olduğu görülür. "İslamda Sosyal Adalet" adlı eseri ilk kez Nisan 1949'da basıldı. Kutub, bundan sonraki bütün eserlerinde İslami konuları işledi ve 1951'de İhvan'ın öncü ideologu haline geldi. 1951'den idam edildiği 1966'ya kadar Kutub 8 eser yazdı. İslami düşünceyi işleyen bu eserlerin beşini zindanda kaleme almıştır. Yoldak İşaretler, her yönüyle yeni bir eser sayılmazdı aslında. Çünkü 13 bölümden oluşan bu eserin en az 4 bölümü Fizilalîl-Kur'an'dan alınmış olup 1953-1964 yılları arasında Kur'an tefsiri üzerine zindanda yazılmıştır. (51)
-Kutub'un içinde yaşadığı kendi toplumunu anlatmak isterken "cahiliyet" deyimini kullanmış olması, İhvan-ı Müslimin'in geleneksel inançlarından uzaklaşma yolunda başlayan bir yenilenmenin göstergesidir. (55)
-Yoldaki İşaretler'e bizzat İslami hareket içindeki ıslahatçı üyelerin yazmış olduğu reddiyelerdir. Bir önceki bölümde İhvan'ın genel başkanının bu kitabı onayladığını ve onunla ilgili olarak Zeynep Gazali'ye, Kutub'u bu eseri yazmak suretiyle kendisinde beklenileni hakkıyla yerine getirmiş olduğunu söylediğini belirtmiştik. Ancak buna rağmen Yoldaki İşaretlerle, İhvancılar tarafından gösterilen ilk önemli tepki de yine bizzat Genel Başkan Hudeybi'den gelecektiç Hudeybi, bu eseri bazı İhvancıların hatalarını düzeltme maksadıyla 1969'da yazdı. "Hüküm Verenler Değil, Davetçiler" adlı kitapta Yoldaki İşaretler gibi, İhvancıların 1965 hadisesinden sonra kapatıldıkları kamplardan birinde yazılmıştır. İhvan üyelerinin gördükleri işkenceler, en geç tutukluların zihninde bile tekfir inancını doğurdu. Onlara göre ister işkenceci memurlar ister onlara işkence emrini veren üstleri olsun, Müslüman olamaz, böylelerine Müslüman denilemezdi. Aynı düşünceden hareketle, bu zalim emirler karşısında kıyam etmeyen halk da Müslüman değildi. (49.dipnot/ El-Hükm-i ve'l Giraziyyet-ul Tekfir'in Müslimiyn: Selim el- Bahçesavi, Kahire 1977) Hudeybi bu kitabını maceracı Müslüman gençleri daha ölçülü ve mutedil olan doğru yola hidayet maksadıyla yazmıştı. Hudeybi'nin bu eseri ne kadar doğrudan doğruya Mevdudi'nin "Kur'an'da Dört Terim"ini eleştiriyorduysa da kitabı dikkatle okuyan birisi onda, Kutub'un Yoldaki İşaretlerinde geçen bazı ifadelerin izlerine de rastlayabilirdi kolayca. (78-79)
-Hudeybi'ye göre İhvan-ı Müslimin'in vazifesi, içinde yaşadığı topluma İslam'ı tebliğ etmekten ibarettir. O, toplumu bütünüyle "cahil" olarak tanımlamadı, sadece hali hazırda toplumun büyük çoğunluğunun "cehl" üzerinde bulunduğunu vurguladı. Bu kelimelerin her ikisi de, yani "cahiliyet" ve "cehl" aynı kökten geliyordu aslında. Fakat "cahiliyet" kelimesi bugünkü Müslümanlar arasında daha derin ve hassas bir mana taşıyor olmuştu, "cehl" ise sırf tebliğ ve öğütle kolayca giderilebilecek "bilgisizlik"ten başka birşey değildi. Hudeybi'ye göre Müslüman olmak için şehadeteyni söylemek yeterli sayılırdı. Gerçi bazı Müslümanlar günahkardı; ancak sırf günahkâr oluşlarındna ötürü onlara kafir deyip tekfirde bulunulamazdı. Hudeybi, Kur'an ve sünnete dayandığına inandığı bu görüşü beyan ederken Mevdudi'nin düşüncelerine aykırı bir görüş öne sürmüş oluyordu. Çünkü Mevdudi'ye göre kişinin imanını tarif edişi, bugün iyice kavranabilmiş bir mesele değildi. Bundan dolayı iman etmek, sadece sözle olmazdı; bilakis, şehadeteyni söyleyen birine Müslüman demeden önce, onun İslamı amel sahasında da uygulayıp uygulamadığına bakmak gerekirdi. (79-80)
-Şükrü Mustafa 1 Haziran 1942'de Orta Mısır'da Asyut'un 30 km uzağında bulunan Ebu Khanus köyünde dünyaya geldi. (Kutub ailesinin yaşamakta olduğu Musa kasabası da buraya yaya birkaç saatlik bir mesafedeydi, çevre köylerde genellikle dindar bir ortam vardı) Babası, Libya dağlarının eteğinde, tarıma sınırlı bölgelerin en uç noktasıyla çöl bitiminin uzantısında bulunan -ve stratejik açıdan- oldukça sağlam konuma sahip bir köyün muhtarıydı. Köy ve civarı kaçakçıların, silah tüccarları ve esrar üreticilerinin sığınak olarak kullandığı mağaralar ve eski mezarlarla doluydu. (93-94)
-Cemaat el-Müslimin yargılanması, Devlet Askeri Gğüvenlik Mahkemesince 6-7-8 Kasım 1977 günlerinde düzenlenen üç gizli celsede yapıldı. Hakim, asıl sanıktan görüşlerini açıklamasını istedi. Böylece o da, mahkemenin sorularına göre değil, kendi inanç ve ölçüleri çerçevesinde düşünce ve görüşlerini düzenli bir şekilde duyurma fırsatı buluyordu. Şükrü konuşmasının başında şöyle diyordu: "Müslümanlar bütün bilgilerini Allah'ın indinde olduğuna inanırlar." Birçok ayete dayanan bu mesele, günümüzde bütün müminlerce kabul ediliyor sanılmaktadır. Halbuki Şükrü, tersine, şu doğru anlamın ona yüklenmesi gerektiğini söyülüyordu: "Müslüman bilgi ve yolunu Allah'tan istemeli, O'nda aramalıdır. Bugün kendisinden bilgi olarak söz edilen şeylerin gerçekte bilgiyle ilgisi yoktur. Çünkü Allah inancı üzerine kurulmamış ve O'ndan özümlenmemiştir. Halbuki Kur'an-ı Kerim'de "Allah bilir ve fakat siz bilmezsiniz" (Bakara 216.232. Ayetler) buyurulur. Şükrü Mustafa'ya göre bu ayetten çıkarılması gereken mana şuydu: "Kitabullah ve Rasulullah(sav)'ın hadislerinden sonra gelen herşey, meşru bilgi ve ilmin sınırları dışındadır. Bu sebeple Ehl-i Sünnet'in dört imamının fıkıh okulları özellikle batıl ve geçersizdir. Gelenekçi İslam'a göre bu fakih ve müfessirler okulu, Kur'an ayetlerinin meşru tefsirinin sınırlarını çizer, neyin ne manaya geldiğini belirlendi; onlardan sonra içtihad kapıları kapanmıştır. Artık kimse içtihad yapamaz..."Şükrü mahkeme heyetine hitaben, "Dikkatinizi, özellikle şu meseleye çekmek isterim" dedi, "Müslümanlar doğrudan doğruya Kur'an ve Sünnet'ten ders almayı bırakıp da kendilerine imam adı veren başkalarının yol ve yordamını izlemeye başlayınca İslam zevale uğramış, yok olmaya yüz tutmuştur." (102-103)
-Cemaat-il İslami, Sedat dönemi boyunca Mısır üniversitelerinin en etkin grubu olabilmeyi başarmış Müslüman teşkilattı. Bu teşkilatlar, İslami hareketin gerçek halkçı örgütleri sayılıyordu. Her ne kadar 1967 yenilgisinden sonra Mısır'da ortaya çıkan öğrenci hareketleri içinde başlangıçta azınlıkta kalan bir güç durumda idiyse de -ki, o dönemde Mısır üniversitelerinde daha çok Nasırist ve Marksist solcu akımlar hakimdi- 1973 Ekim savaşından sonra Mısır üniversitelerinde eskiye göre sakin bir ortamın hakim olduğu dönemlerde Müslüman öğrenciler de faaliyete geçtiler ve 4 yıl zarfında bütün sol örgütleri meydandan uzaklaştırıp yeraltına çekilmeye zorlayarak tüm üniversitelerde tam anlamıyla inisiyatifi ele geçirmeyi başardılar. Başlangıçta rejimden destek bile gören Cemaat-il İslami, öğrenci dernekleri ve önemli üniversitelerde tam hakimiyet sağlayınca rejim için tehlikeli bir tehdit unsuruna dönüşüverdi. Bu teşkilatın üyeleri, "Barış Cumhurbaşkanı" Sedat'ın kalıcılık ve meşruluğunu yitirmesine yol açan İsraille barış politikasına karşı muhalefetlerini başlattılar. İşte bu muhalefetten sonradır ki, başlangıçta desteğini dahi gördükleri rejimin ağır baskılarına, ardından da polis operasyonlarına uğradılar. Bu olaylardan sonra Cemaat-il İslami, rejime muhalif bir güç durumuna geliverdi ve üye sayısında giderek artan bir çoğalma başladı. Rejim, bu büyüyen tehlike karşısında onunla doğrudan doğruya çarpışmaktan başka çıkar yol olmadığını görerek 1981 Haziranında doruğuna ulaşan el-Zaviye't-il Harma "İdeolojik fitnesi" olaylarını yarattı. Aynı yılın Eylül ayında Cemaat-il İslami'nin resmen kapatıldığı duyuruldu ki -zaten baştan beri resmi bir varlığı yoktu bu grubun- ardından teşkilat bütünüyle çökertildi ve liderleri tutuklandı. Bu olaylardan bir ay sonra ise Sedat, kardeşi Asyut Üniversitesi Cemaat-il İslami teşkilatının başkanı olan ve Eylül tutuklamalarında polis işkencesine uğrayan Halid İslambuli adlı bir Müslüman militan tarafından öldürüldü. (177-178)
Çizgi Yayınları, 1992 basım, 1.baskı. (Kitabın yazılışı 1983)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder