-Son dönem Osmanlı Devleti'nin siyasi düzlemde en temel sorunu şudur: Osmanlı Devleti'nin siyasi bir varlık olarak meşruiyet temeli dış dünyaca ve kendi insanlarınca giderek tanınmamaktadır. Yani, meşru bir tüzel varlık olarak Osmanlı İmparatorluğu, Bosna'nın bataklıklarından Avrupa'nın başkentlerine kadar tehidt hissetmektedir. Bu tehdide karşı savunmayı onu tehdit edenlerin ideolojik araçlarına başvurmakta bulmuştur. 19.yüzyılda bu araçlardan başlıcalarından biri icat edilen gelenklerdi ve bunlar yoluyla toplumlar mobilize edilmeye ve hükmedici elitin istekleri doğrultusunda hareket etmeye yöneltiliyordu.
-Aslen Fas kaynaklı bir serpuş olduğu sanılan fes 1832'de II.Mahmud tarafından imparatorluk bürokrasisinin resmi kıyafeti haline getirilmiştir. Yani 19.yüzyılın tüm dünyada "Türklük sembolü" haline gelen ve Cumhuriyet Türkiyesinde Osmanlılığı simgelediği için yasaklanan serpuş, geçmişi ancak 19.yüzyılın ilk çeyreğine kadar uzanan bir gelenektir.
-3 Kasım 1839'da ilan edilen Tanzimat-ı Hayriye de icat edilmiş gelenei-ğin ta kendisidir. Tarihsel motifler ve geçmişte denenmiş, kabul görmüş ideolojik kalıplar kullanılarak, aslında oldukça radikal bir yeni düzenin belgesi olan ferman, İlber Ortaylı'nın işaret ettiği üzere bir Osmanlı adaletnamesi üslubunda yazılmıştır. Ancak Mete Tunçay'ın bir çalışmasında görüldüğü gibi ferman, Osmanlı padişahının kendi iktidarına "oto-limitasyon" getirmesi gibi köklü bir değişimi öngörmektedir.
-Abdülhamid devrinde uygulandığı şekliyle Pan-İslamizm, Osmanlı hilafetine dış dünyada nüfuz temin edici her türlü politikadan oluşan uygulamaların tümüdür.
-Vurgulanması gereken bir diğer husus imparatorluk içindeki İslamcılık uygulamalarıyla imparatorluk dışındaki Pan-İslamizmin benzeyen, örtüşen, fakat farklı akrabalık ilişkileri olan politikalar olduklarıdır.
-Osmanlı Maarif Nezaretinin Seylan adasının küçük Müslüman mekteplerinde Kur'an okuma yarışmasını kazanan çocuklara Kur'an hediye ettiğini de bir Fransız kaynağından öğreniyoruz.
-İngiltere'nin en baş "ehlileştirilmiş" Müslüman aydını, Sir Seyyid Ahmed Han, Abdülhamid'in Hindistan'da hilafet olarak hiçbir iddiası olamayacağını ve zaten evrensel hilafet kavramının İslam'da yeri olmadığını her vesilesiyle tekrar etmektedir. Ancak 1897'de Sir Seyyid dahi İngiliz dostlarına, İngiltere'nin Osmanlı politikasının Hint Müslümanları arasında 1857 Hint isyanına yaklaşacak kadar hoşnutsuzluk yarattığını söylemiştir.
-Osmanlı halifesinin dünyada "görünür kılmak", dini motifleri kullanarak tümüyle seküler bir dünya politikasına oynamaktır. Pan-İslam konusundaki kargaşada buradan çıkmaktadır. İhsan Süreyya Sırma gibi bazı yazarlar Abdülhamid'i bütün dünya Müslümanlarını kurtarmaya soyunan ulu bir varlık olarak göstermeye çalışmışlardır. Bunların karşısında Orhan Koloğlu ve Kemal Karpat gibi meseleyi daha soğukkanlı bir biçimde ele alanlar ise tümüyle öbür uca giderek Pan-İslamizmi Batılıların yarattığı bir öcü olarak görme eğilimindedirler. Ancak abartılmış bir görüşü eleştirmek aynı oranda abartılı bir karşı görüşü gündeme getirmemelidir. Pan-İslamın Osmanlı İmaparatorluğunca yürütülen gerçek bir politika olduğu gerçektir.
-Ayasofya'nın, Yavuz Sultan Selim'in İslam hilafetini son Abbasi halifesinden devraldığı mekan olduğu iddiası, resmi efsanenin ana eksenlerinden birini oluşturmaktaydı. Abdülhamid zamanında Ayasofya'ya hilafetin resmi efsanelerinden dolayı özel önem atfedilmişti.
-İstanbul'u Osmanlı sultanlarının meşruiyet simgelerinin adeta özü ve çerçevesi kılan belli başlı unsurlar Ayasofya, mukaddes emanetler ve sultan türbeleri idi.
-19.yüzyılda devletin topluma o zamana kadar görülmemiş oranda nüfuz etmesiyle, bu yeni gücün plastik simgesi olarak devlet bir alanında tuğra ve Arma-i Osmani giderek daha da yaygınlaştırıldı. Ayrıca Anadolu'da özellikle Abdülhamid'in 25.cülus yıldönümünde yapılan saat kuleleri en ücra köşelere dahi Arma-i Osmani'yi taşımanın hedef edinildiğine dalalettir.
-İstanbul'un ahırkapı yönünde rıhtımların uzatılması gibi teknik bir işte bile dini, kaygılar ağır basmaktaydı. Bu işte istihdam edilecek amele ve ustabaşıların tamamının Müslüman olması saray tarafından emredilmiş, bunun nedeni de rıhtımın Topkapı Sarayı'nda Hırka-i Saadet dairesinin yakın geçeceğinden "muhil-i hürmet hal ve hareket vukua gelmemek" olduğu belirtilmektedir.
-Geç dönem Osmanlı İmparatorluğunda merkezin ana hedefi "doğru" ideoloji ile aşılanmış güvenilir bir asli nüfus yaratmaktı. Bunun da yolu öncelikle eğitimden geçiyordu. Sultan Hamid dönemi, kitlesel çapta ilköğretim faaliyetlerinin vurgulanmaya başladığı bir zaman dilimiydi. Avrupa standartlarıyla karşılaştırıldığında her ne kadar çok düşük kalsa da, yüzyılın sonlarına gelindiğinde imparatorluk sınırları içerisinde okuma-yazma bilenlerin sayısında önemli bir artış yaşanmıştı. 6 Mayıs 1899 tarihli eğitim reformuna ilişkin bir rapor "her köye bir iptidai mektep" politikasının amacını, özellikle misyonerlik faaliyetlerine karşı, "halkın dil ve ahlakını korumak" olarak öngörüyordu.
İletişim Yayınları, 2007 basım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder