14 Haziran 2025

SON DEVRİN DİN MAZLUMLARI – NECİP FAZIL KISAKÜREK

-Allah’tan, mazlumluğumuza nihayet verecek sabahın nurlu şafağını diliyoruz.

-İlk din mazlumlarına zemin açan tertip, dayanağını yine dinden göstermek suretiyle küfrün en zehirli şubesi olan münafıklıkta bir şaheser vermekte ve buna alet olacak Şeyhülislam’ı da bulmaktadır.

-31 Mart hadisesi, ortada fert ve şahsiyet ismi bulunmayan bir umumilik planında, ileride dine karşı girişilecek zulmün ilk hazırlayıcı ve geliştirici iklimini getirmiş ve tahttan indirdiği Ulu Hakan Abdülhamid Hanı mazlumluk tahtına çıkarmıştır.

-Şeyh Said’in şeyhliği eğer öbür türlü olsaydı, kendisini takip eden din yıkıcılıkları ve on binlerce Müslüman kanına mal olan ayaklanma meydana gelemezdi. Mukaddes sünnete dış çizgileriyle o kadar bağlı olan Şeyh Said, onun içine ait manalardan birine, gerektiği şartlar bakımından erebilmiş değildi: “Uyuyan fitneyi uyandırmayınız.” Şeyh Said, her hamle ve harekette iyi veya kötü ihtimal kutupları arasında tam ve çileli bir murakabe ve muhasebeyi emredici ve davaları kavramaktan aciz ve çok defa cahil, yarım yamalak davranışlardan sakınılmasını şart koşucu hadisin sırrına uzaktı.

-Biz en sağlam metod olarak “Ulu Hakan Abdülhamid Han” isimli eserimizde de gösterdiğimiz gibi, savunduğumuz bir davanın övücülerinden ziyade yericilerinden kuvvet almak ve büyük usulcü Sokrates’in sofistlere yaptığı şekilde hasım düşünceleri kendi silahiyle tepelemek yolundayız. Zira bilmekteyiz ki, yüce kudret, bunlara daima ters tarafından doğruyu söyletmekte ve gerçeği ağızlarından kaçırtmaktadır.

-Şeyh Said’in İngilizlerin adamı ve müstakil Kürtlük ideali peşinde olduğu şeni bir yalandır. Öyle olsaydı ilk başarılarının ardından cenup istikametinde sınıra doğru sarkar, Irak Kürtleri ve İngilizlerle irtibat kurar ve davasına, gerilerini ve yardım kaynaklarını sağlamış olarak belli başlı bir çevre içinde girişirdi. Bu vaziyette Türk hükümetinin dine karşı tavrı da, kendi devletinin nizamını kurmak varken onu fazla alakalandırmamak gerekirdi.

-Şeyh Said zorla itilmiş olmasına rağmen din hikmetleri bakımından pekâlâ mukavemet edebileceği ve mukavemet etmekle mükellef bulunduğu hadiselerin tek sorumlusu olmakla beraber, bilmeyerek uyandırdığı ve artık hep uyanık kalmasına sebep olduğu ejderhanın yine bizzat mazlumudur. O, kendisine düşen zulüm payının kefaretini ödedi, ya ödemelerine imkân olmayanların hali ne olsa gerek?...

-Atıf Hoca’nın hayatı baştan başa macera ve çile doludur. Temsil ettiği parlak dini şahsiyet her devrin “din alerjisi” belirten hareketlerini Atıf Hoca’ya yönelttiği için ilk tutuklanışı Meşrutiyetin başında ve Mahmud Şevket Paşa suikastının şüphelileri kadrosu içindedir. İttihatçılarla, hususiyle “Donanma Cemiyeti” faaliyetleri bakımından büyük yardımları dokunan ve bu iş için “Nazar-ı Şeriatte Kuva’yı Bahriye ve Berriye” isimli bir eser kaleme alan Atıf Hoca, “zalime yardım edene Allah aynı zalimi musallat eder” mealindeki hadis gereğince aynı İttihatçıların zulmüne uğramış ve komite kendisini Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesi üzerine harman ettiği din adamları arasında “Eser-i Cedid” isimli bir vapura bindirilerek Sinop kalesine sürülmüştür.

-Atıf Hoca, kanundan sonra şapka aleyhinde hiçbir tavır almamış ve bu işe karışan fertlerin hiçbiri üzerinde telkinde bulunmamıştır. Kanaatini yalnız vicdanında saklamış ve bu kanaatin, şapka kanunundan çok önce eserini yazmış olmasına rağmen sahibi olduğu için idam edilmesi gerekmiştir. Bu sebepledir ki, şapka hadisesine katılanlara, kendi öz fiillerinden evvel, Atıf Hoca’nın eserini okumuş olup olmadıkları sorulmaktadır.

-1930 Aralık ayının sonlarına doğru Menemen’de cereyan eden hadise birkaç serseriye yaptırılmış böyle bir tertip işinden başka bir şey değildir ve onlarca gayesi, büyük ve kuvvetli sandıkları bazı din adamlarını ortadan kaldırmak olmuştur.

-Bütün şahsiyetli Müslümanları, bilhassa Nakşibendi tarikatı büyüklerini ortadan kaldırmak için hükümetçe düzenlenen Menemen vakası tertiplerin en vicdansızını teşkil eder. Sebep, tek olarak, din güdücülerinin imhası ve halkın yıldırılması.

-Fransızların kültür tarifinde güzel bir buluşları vardır. Derler ki: “Kültür birçok şeyi ezberlemek değil, birçok şey öğrenip de onları unuttuktan sonra insanda kalan bilgi hassasıdır.”

-Bediüzzaman artık eski “kelam ilmi”nin iman etrafındaki şüpheleri yenebilecek kuvveti gösteremediğine ve onun yerine yepyeni bir usul getirilmek gerektiğine inanmakta ve din hakikatlerini bu yeni usulle öğretmenin yollarını düşünmektedir. Din hakikatlerini işte bu yeni usulle öğretmek içinde gençlik devresi boyunca kendisini takip ve bütün teşebbüslerine temel teşkil edecek olan bir tasavvur peşinde. Şarkta Van taraflarında “Medresetü’z-Zehra” isimli yeni bir İslam üniversitesi kurmak. Ve üç ahlaki prensip üzerindedir:

1-Kimseden para, hediye, yardım kabul etmemek ve zekât almamak

2-Hiçbir âlime sual sormamak ve kimseyle dini münakaşaya girmemek

3-Daima mücerret (bekâr) kalmak ve dünyaya hiçbir alaka göstermemek, dünya kadrosundan hiçbir şeye kapılmamak.

-Bediüzzaman’ı tam bir atalete mahkûm, dünya ve insanlardan tecrit etmek için sürdükleri Barla, aksine kendisine en büyük cehd ve gayreti telkin etti ve Bediüzzaman, orada dar olsa da fevkalade sıkı ve sağlam bir talebe halkası içinde eserini vermeye başladı.

-Onu, 1934 yılında gizli ve dine dayalı cemiyet kurmak, rejime karşı çıkmak ve Cumhuriyetin temel ölçülerini yıkmaya davranmakla suçlandırdılar ve tevkif ederek Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesine verdiler. Yüz yirmi Nur talebesi de yanında.

-“Sözler, mektubatr, Lemalar, Şualar” diye dört büyük kısımdan teşekkül eden ve 130 parça halinde bütünleşen Nur Risalesi, bu büyük ve son derece tesirli eser, Kur’an ilhamlarına dayalı bir İslami hikmet manzumesidir ve bu ölçüyle ele alınmalı ve değerlendirilmelidir. Ona Kur’an tefsiri denemez, Kur’an’dan mülhem denilebilir.

-Nurculuk asla bir tarikat veya mezhep değildir ve iddiaya göre ruhani terbiye yoluyla zevkini şeriat ve hakikatten almış bir zatın etrafındaki vecd ve bağlılık halkasından ibarettir. Bu halka içinde bazı fertlerin korkunç mübalağaları ve üstatlarına bağlılıkta had tanımaz taassupları gözden kaçacak gibi değildir.

-Said Nursi Hazretleri, kesbi olmaktan ziyade vehbi bir ilim ve deha çapında bir zekâ ile nimetlendirilmiş içi vecd dolu bir insan ve nihai çapta gayesine sadık bir mücahid olup, sürdüğü hayata nispetle bir hal ve ruhani makam sahibi olması icap etse de, asıl kıymetinin tefekküri ve ahlaki sahada aranması gereken halis bir Müslüman ve örneklik bir mazlumdur.

-“Oğlum usul ilmine iyi çalış, dininde kuvvetli olursun; mantığa da iyi çalış fikrinde kuvvetli olursun” Hocazade Osman Efendi’nin oğlu Süleyman Hilmi Tunahan’a tavsiyesi.

Büyükdoğu Yayınları, 2010 basım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...