16 Haziran 2025

TASAVVUF VE TARİKATLARLA İLGİLİ FETVALAR - ÖMER ZİYAUDDİN DAĞISTANİ

*Ömer Ziyauddin Efendi Hazretleri, Hicri 1266/Miladi 1849 yılında Dağıstan'da Çerkay'a bağlı Miyatlı köyünde doğmuştur. Babası ulemadan Abdullah Efendi olup Avar Türklerindendir. Ömer Ziyauddin Hazretleri gençlik yıllarında Şeyh Şamil ve onun oğlu Gazi Mehmed Paşa'nın maiyetinde, Ruslara karşı yıllarca savaşmıştır. Daha sonra İstanbul'a gelmiş ve tahsiline burad adevam etmiştir. Bu sırada Gümüşhaneli Ahmed Ziyauddin Hazretleri ile tanışmış ve onun irşad halkalarına dahil olarak kendisinden manevi ilimlerde de "irşad salahiyeti" ve Ramuz el-Ehadis'i okutma "icazeti" almışlardır. Dini ilimlerde icazet aldıktan sonra (15 Muharrem 1297) 1880'de alay müftüsü olarak Edirnede 16 yıl görev yapmış daha sonra 13 yıl Malkara Kaza kadılığında bulunmuştur. Burada Nazife Hanım'la evlenmiş ve kendisinden 8 çocuğu olmuştur. Daha sonra 2.5 yılda Tekirdağ kadılığında görev yapmıştır. Meşruiyetin ilanından sonra İstanbul'a gelmiş bir ara Mısır'da bulunmuştur. İsmail Necati Efendi Hazretlerinin vefatı üzerine ise Gümüşhanevi Hazretlerinin üçüncü halefi olarak irşad görevini üstlenmiştir. 18 Rebiülevvel 1339 / 1921 tarihinde bir Cuma gecesi 72 yaşlarında iken vefat etmişler ve Süleymaniye Camii haziresindeki makberlerine defn olunmuşlardır.

-Şer-i Şerif, köpeklerin bile eğitildiği terbiye edilebileceğini kabul etmiş, öldürdüğü veya yakaladığı av hayvanının helal olabilmesi için bu konuda, yetiştirilmesini şart koşmuştur. Aksi takdirde sıradan bir köpeğin getirdiği avın eti yenmez. (Ruh'ul Beyan) Muhakkak ki köpek, hayvanların temiz olmayanlarından biri, et ve et ürünlerine karşı da en muhteris olanıdır. Buna rağmen o bile terbiyeyi kabul edip eğitilebiliyor, onun ete ve kemiğe karşı olan ihtiras ve arzusu kırılabiliyor da mahlûkatın madden ve manen en şereflisi olan insanın bunu kabul etmemesi nasıl düşünülebilir? Bu yüzden meşayıh-i kiram "kurtarıcısı ve yol göstericisini görmeyen ve bulmayan kişi kurtulamaz" buyurmuşlardır.

-İmam-ı Azam Hazretleri hadis-i şerifte de işaret edildiği üzere, abdest suyuyla birlikte akan günahın necasetini keşfen gördüğünden, abdest alımında kullanılmış müsta'mel suyun, tekrar abdest almak için kullanılamayacağına hükmetmiştir.(Şa'rani, Mizan'ül-Kübra) İmam Şarani, Tabakat'ında İmam Şafii ile Ahmed b.Hanbel'in sufiyye meclislerine devam etme ve onların zikir ve sohbetlerinde bulunma konusunda itina gösterdikleri, kendilerine; zikir ve sohbetten başka meşgaleleri bulunmayan sufilerle niçin haşır-neşir oluyorsunuz? denildiğinde de: "Takva, zikir, muhabbet ve marifetten meydana gelen dini hayatın ana sermayesi sufiler nezdinde bulunmaktadır" cevabını verdiklerini nakletmektedir.

-Riya, kendini beğenme (ucb), hased, ihtiras ve benzeri kötü huylar gibi kalbi hastalıklar ile bunların mahiyeti, sebepleri ve kurtuluş çarelerini bilmek, bunların zıddını öğrenip yaşayarak nefsin alışkanlıklarını kırmak ve kötülüğün karakterini değiştirmek, ilahi takdir ve tecelliye rıza göstermek gibi güzel hasletleri benimsemek demek olan batın ilmi, insanlardan pek azına nasip olan kalbi selim sahipleri dışında herkese farz-ı ayndır. Kesinlikle riayeti gerektiren bir husustur.

-Sufiyye tarikatı ve şeyhinin gerekliliği ile ilgili kitap ve sünnette bir delil yoktur demekten sakın. Çünkü böyle mesnedsiz ve indi bir iddia küfrü mucibdir. Tarikat ve tasavvuf Muhammedi ahlakın, Hz.Peygamberin söz, fiil ve davranışlarının eksiksiz yaşamasından ibarettir. Bu durum karşısında muhtevası Allah Resulünün ahlakı olan tasavvuf hakkında, ayet ve hadis yoktur şeklinde delil yetersizliği ileri sürmek, Kur'an'dan ibaret olan Muhammedi ahlakın ayet ve hadislerde bulunmadığı iddia gibi bir sapıklıktır.

-Halebi, "istihare ve iki rekât istihare namazı nafilelerdendir" buyurmuştur.

-Namaz, oruç, hacc, zekât ve zikir gibi kitap ve sünnetle sabit hususlarda istihare yapılmaz. Bunun dışında meşayıh-ı kiram, hayırlı bir işin zamanlaması ve şeyhin seçimi gibi konularda istiharenin müstehap olduğuna hükmetmişlerdir. Ulemanın bir kısmı istihare namazının ilk rekatında zamm-ı sure olarak Kafirun suresinin, ikinci rekatında da İhlas suresinin okunmasının güzel olduğunu söylemişlerdi.

-İsmail Hakkı Bursevi'nin Ruhu'l-Beyan'da ifade ettiği gibi kendilerine biat edilen kimseler üç kısımdır; Peygamberler, onların mirasçısı durumunda bulunan şeyhler ve alimler, idareciler, sultan ve padişahlar. Biat almaya yetkili bu üç gruba yapılan biat gerçekte yalnız Allahu Teala Hazretleridir. Bunlarsa, kendilerine tabii olanların biatlarıyla Allah'ın yeryüzünde şahidleridir.

-Keramet mürşid için mutlaka lüzumlu olan bir şart değildir. Çünkü sahabe ve tabiinden bize pek az kanaat intikal etmiştir. Mesela; Ümmet-i Muhammed'in en faziletlisi olan Hz.Ebubekir Efendimizden istikamet dışında keramet pek nakledilmemiştir.

-Tarikatların başlangıcı, Şer-i Şerif'in esaslarına sımsıkı sarıldıktan sonra mümkün olduğu kadar zikir ve O'nun insanlara lütfettiği nimetleri ile yüce kudreti üzerinde derin tefekkür; ortası "insanlarla aşırı derecede ülfet ve ünsiyyet onlarla fazlaca haşır-neşir olmak iflas alametidir" denildiği gibi, insanlarla ya da cezbedici diğer dünyevi şeylerle değil yalnız Allah'la meşgul olmak ve yalnız O'na yakın ve O'nunla ünsiyyet etmektir. Neticesi ise her zaman Hakk'ın huzunda bulunduğu inancına sahip olmak kendisinde, çevresinde hulasa her şeyde Hakk'ı görebilmek bir an bile Allah şuurundan uzak kalmamaktır. Daha doğru bir ifade ile İslam'ı "ihsan" derecesinde ve her an Cenab-ı Hakk'ı murakabe ve denetim altında yaşadığına inanarak ibadet etmek ve öylece yaşamaktır.

-Hz. Peygamber (sav): "Şeriat sözlerimi, tarikat davranışlarım, hakikat hallerim, marifet ise herşeyim olan ana sermayemdir." buyurmuştur.

-Şeriat; şeriatın özü olan tarikatı, tarikat; tarikatın özü olan hakikat; hakikat ise hakikatin özü olan marifeti koruyan birer kabuğa benzetilmiştir. Tıpkı bir yumurta gibi. Katı kabuk şeriat; ince zar tarikat; yumurtanın akı hakikat; sarısı ise marifettir.

-Cenab-ı Hakk'ın zikrinin dışında, mescid ve camilerde yüksek sesle konuşmak haramdır. (Ebu'l-Leys Semerkandi, Tenbihu'l-Gafilin)

-Dönerek ve el ele tutuşarak ayakta zikretmekten gaye bir oyun ve eğlence değil, yalnızca ilahi aşk ve muhabbetin artması ve Hakk'ı zikretmeye karşı gösterilen tazim ve hürmetten ibarettir.

-Allame Şurunbilali ve Allame Makdisi gibi şeyhülislamlardan pek çoğu sufierin toplu zikir meclislerine katılmışlardır.

-Ezan, hutbe, hacda yapılan telbiye, namazın içinde ve dışında okunan Kur'an-ı Kerim cehr-i zikrin açık örnekleridir. Cehr-i zikre karşı çıkan kimse ne yaptığının farkında olmadığı için tutarsızlıklar içinde yüzmektedir.

-Def, sema, raks ve musiki nağmeleriyle, şiirler okumak hayr ve iyiliğe sebep oluyorsa helal, aksi halde haramdır. (Fetava-yı Hayriyye)

-Cenab-ı Hakk'ı zikretmek vücub ifade eden ilahi emirlerdendir. Fıkıh usulü âlimlerine göre bir emrin ısrarla tekrar edilmesi vacip olduğunu bildirir. Allahu Tealayı zikretme gereği Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i Şerifler'de sayılamayacak kadar çok tekrar edilmiştir. (Huccetü'z-Zakirininden kısaltılarak alınmıştır.)

-Abdestsiz olan kimsenin dokunmamak şartıyla Kur'an-ı Kerim'i okumasında bir sakınca yoktur. Bunun mekruh olmadığı icma ile sabittir. Ancak cünup iken dokunmaksızın da olsa Kur'an okumak haramdır. (Halebi)

-Bir velinin velayeti ve kendini her an Allah'a yakın hissetme hali sürekli olarak gerçekleştiği takdirde, onun muhtelif şekillerde tasavvur edilmesi mümkündür. Muhal değildir. Çünkü burada çeşitli şekilde hissedilen ve gözüken onun ruhaniyetidir. Bu durumlar marifet ehli tarafından çokça müşahede edilmiştir. (Suyuti, Kitabü'l-Mürceli)

-Allah'ın veli kulları, bedenlerinde, ilahi nefha olarak bulunan ruhlarını hâkim kıldıklarından muhtelif şekil ve suretlerde gözükebilir. Onların, hayatlarında ve ölümlerinden sonra keramet göstermesi ve tasarrufta bulunması mümkündür. (Hamevi, Nefehatü'l-Kurb)

-Evliyaullah'ın müridlerine gözükmesi ve bağlılarının kendisinden feyz alması, ölümlerinden sonra bile mümkündür.

-Velilerin keramet göstermesi hak ve dini delillerle sabittir. İnkâr edenler ise ehl-i sünnet haricindedir.

Seha Neşriyat, 1992 basım, 3.baskı. Çeviren: İrfan Gündüz-Yakup Çiçek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...