15 Haziran 2025

YENİ DÜNYA DÜZENİNİN SEFALETİ – RASİM ÖZDENÖREN

-Batı siyasal kültüründe” insan hakları” adıyla anılan haklar ve özgürlüklerde dahil olmak üzere hiçbirinin İslam’a nisbeti yoktur.

-Demokrasi, egemenliğin kaynağını halkta arayan özelliğiyle “profane” (kutsallığından boşandırılmış) bir zihniyete sahip kılınmayı istiyor. Oysa Müslümanlar, Müslüman olmanın getirdiği doğal hasıla olarak egemenliğin kaynağını vahye dayandırırlar. Bu iki farklı zihniyet örtüşmez. Yani bir Müslüman kendi tanımı icabı aynı zamanda demokrat olamaz.

-Anlaşılması gereken hususlar şunlar oluyor;

1) Egemenliğin kaynağını insanda arayan zihniyetin vaz’edeceği yasa ilahi bir yasa bile olsa, bu, onu tercih eden irade öyle tecelli ettiği için böyle olacaktır; yani artık onun ilahi olma vasfının ehemmiyeti yoktur, çünkü onu tercih eden irade bu tercihinden vazgeçme hakkını ve yetkisini kendi elinde tutmaktadır.

2) Demokratik bir ortamda Müslümanlar netin mücadelesini yapmak üzere ortaya çıkacaklardır; iktidar mücadelesi mi? Demokrasilerde temel kabul milletin egemenliği olduğuna göre bu kabul üzerinde yapılacak dini tercihlerde son tahlilde “profane” bir mahiyet ihraz edecek demektir. Bir başka deyişle, demokratik mücadele vermek üzere yola çıkmış olanlar, dinin hükümlerinden vazgeçmeyi göze alabilmiş daha başta bu niyetle yola koyulmuş tuhaf Müslümanlar olarak zuhur edeceklerdir.

-Demokratik Batı ülkelerinde Müslümanlara Türkiye’de olduğundan daha çok ve güvence altında bulunan haklar “bahşediliyorsa” bu, o ülkelerdeki siyasal iktidarın bu husustaki iradeyi ve tasarruf gücünü kendi elinde tuttuğunun emniyeti içinde oluşuyla izah edilebilir.

-İslam’da toplum düzeninin alt yapısını iktisat değil, hukuk oluşturur.

-Bir Müslüman, içinde yaşadığı İslam dışı toplumsal/siyasal ortamın şartlarına bağlı kalarak onu İslam’a dönüştüremez ve bu yoldaki çabaları hüsranla sonuçlanır.

-İslam, ilahi referansları içinde bir demokrasiden beklenen şeyleri yerine getirdikten başka; henüz hiçbir demokrasinin ulaşamadığı bir başka hususu, insanların kendi hukuklarını seçme özgürlüklerini de bahşetmiştir. Oysa şimdiki ulus-devlet çerçevesinin sınırları arasında böyle bir hedefe ülkü olarak bile yer yoktur.

-Daha 1989’da görünen manzara şu idi: Sosyalist bloka mensup ülkelerin insanları, kapitalist alemin pazarı haline gelecekti. Bu durumda: 1- Sosyalist ülke insanlarının bazı özlemlerini (üretim ve tüketim düzeylerinin yükseltilmesi) tatmin edecek, 2- Kapitalistlere de hem yeni pazarlar edinmek hem yeni yatırım mekanları sağlamak suretiyle karlarını katlama fırsatını kazandıracak bir değişimin arifesinde bulunuyorduk.

-Bir yere Batı sermayesinin (veya teknolojisinin) girmesi, orayı aynı zamanda Batı tarzı yaşama alışkanlıklarının da girmesi anlamını taşır.

-Liberalizmdeki özgülüğün içeriğinde “dünyevilik /dindışılık” mevcuttur.

-İslam, kendisi amaç değeri taşımayan aracı (vasıtayı) kullanmayı reddediyor. İslam bu niteliği ile de bütün dünya görüşleri, felsefe sistemleri arasında, bir din olarak biricikliğini bir kez daha öne çıkarıyor. Çünkü başka hiçbir dünya görüşünde, ideolojide, felsefe sisteminde, araçlar da amaç olarak düşünen ve amaca tanıdığı kutsallığı araç içinde öngöreni yoktur.

-İslam’da zenginlik yoksulluktan üstün tutulmuştur ama zenginlik hedef olarak tayin edilmemiştir. Liberal düşünmenin sonuçlarından biri olarak ortaya çıkan kapitalizmde zenginleşmek için, ırkçılıktan sömürgeciliğe kadar, faizden istifçiliğe kadar mubah telakki edilmeyen hiçbir şey bırakılmamıştır. Bütün bu gayr-ı ahlaki kurumlar, akılcılıkla ve aklileştirilerek kendi gözlerinde meşru hale de getirilmişlerdir.

-İnsan hakları adı altında toplanan hakların tümü son tahlilde, insanların kilise karşısında özgür düşünmelerinin yolunu açmak ve kilise karşısında insanın tabi olacağı yasayı kendi eliyle meydana getirebilmek amacına matuf olmuştur. Olay bu mahiyetiyle hem seküler hem profandır.

-Protagoras’ın (MÖ 482-411), “İnsan her şeyin ölçüsüdür” sözü, kilise karşısında sindirilmiş insan için yeniden canlandırılarak ona insan olduğu hatırlatılmak istenen ve sonuçta ne kadar insan varsa o kadar doğru vardır sonucuna kadar gidilir. Bu anlayış bireyciliğinde fikri temelini oluşturur.

-Müslümanların hali hazırda içinde yaşadıkları Batı kültürüne mahsus hayat tarzı, aslında onların Müslümanca yaşama hakkındaki yanlış bilinçlerinin bir eseri ve yansımasıdır. Hristiyan aleminde insanların hem dindar hem laik olabilmesi o kültüre mahsus bir olayken; bu olayın İslam alemine ithal edilmesi ve laik Hristiyanlara mukabil laik Müslümanlar icat edilmeye çalışması mevcut çarpıklığın açıklamasını vermektedir.

- Laikliği teknik olarak kilise otoritesi ile devlet otoritesinin ayrışması anlamında; sekülerizmi ise yasa koyma dahil her türlü işte referans noktası olarak ilahi hükmün değil, fakat beşerî iradenin kabul edilmesi anlamında kullanıyorum.

İZ Yayıncılık, 2016 basım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...