26 Haziran 2025

YÜRÜMENİN FELSEFESİ – FREDERİC GROS

-Yürümek öncelikle erteleme özgürlüğü sunar. Şöyle bir dolaşmaya çıkmak bile endişelerin ağırlığını hafifletmeyi, işleri bir süreliğine unutmayı sağlar. İşyerini geride bırakmaya karar verip dışarı çıkar, aylaklık eder, başka şeyler düşünürüz. Günlere yayılan daha uzun bir gezinti, kendini özgürleştirmeye çalışan bu adımı pekiştirir; çalışmanın yarattığı kısıtlamalardan kaçar, alışkanlıklar zincirinden kurtuluruz. (11)

-Halbuki zaman ve mekandan sıyrılmanızı sağlayan her şey sizi hızdan uzaklaştırır. (12)

-Hızın zaman kazandırdığı bir yanılsamadır. Hesap ilk bakışta kolaydır: Yapacaklarını üç saat yerine iki saatte yapıp bir saat kazan. Fakat bu, günün her saati birbirine eşitmişçesine yapılan soyut bir hesaplamadır. Bilakis zamanı hızlandıran acelecilik ve sürattir. Böylece zaman daha çabuk geçer ve iki saatlik bir telaş, günü kısaltır. Bölümlere ayrılmış her dakika lime lime olur, çatlayana kadar dolar. Bir saatin içine yığınla şey istiflersiniz. (38)

-"Yalnız gezer", değişimleri ve mücadeleleriyle birlikte koca insanlık tarihini istikrarlı ve baş döndürücü bir düşüş olarak görür. Asıl hayvan kötülük ve hasetten çatlayan, nazik ve riyakâr medeni insandır. Asıl olman adaletsizlik ve şiddet, eşitsizlik ve sefalet dolu toplumsal dünya ile polis gücü ve ordularıyla devletlerdir. Boğazına kadar kin, nefret, kıskançlık ve hınca batmıştır toplumsal insan. Fakat Rousseau, "yalnız gezer", insan tutkularının doğuştan gelen hakikatini kültürün kalın tabakalarının altından gün yüzüne çıkarmaya çalıştığında, yalnızca naif ve koşulsuz bir öz sevgi (buradaki öz sevgi, sevmenin tam zıttı olan kendini yeğlemekten, yani egoizm ve kırılgan özsaygıdan fersah fersah uzaktır); başka bir deyişle, insanı kendine alaka duymaya, kendini korumaya ve kendi huzuruyla mutluluğuna özen göstermeye yönlendiren içgüdüsel bir yatkınlık keşfeder. Dolayısıyla doğan insan içgüdüsel olarak kendini sever ama kendini yeğlemez. Sadece toplum içinde öğrenilir kendini yeğlemek. İnsan kendini sevmeyi yeniden öğrenebilmek için uzun mu uzun bir yol tepmelidir. (71-72)

-Yürürken yürümekten başka bir şey yapmayız. Yürümekten başka yapılacak şey olmaması saf bir varlık duygusunun yeniden kazanılmasını, çocukluk çağına olduğu gibi nüfuz etmiş o basit var olma mutluluğunun yeniden keşfedilmesini sağlar. Yürümek yükümüzü hafifleterek, yapma takıntısını içimizden söküp atarak çocuklukta yaşanan o sonsuzlukla yeniden bağlantı kurmamızın yolunu açar. Yürümek çocuk oyunudur bana göre. Geçip giden güne, parlak güneşe, ağaçların büyüklüğüne, göğün maviliğine hayran kalmak; bunları tatmak için ne tecrübeli ne de becerikli olmak gerekir. (79)

-Çalışmak sefalet ürettiği kadar servet üretir. Burada sefalet servetin zıttı değil, aksine eksiksiz tamamlayıcısıdır. Zengin, kendininkinden daha dolu olup olmadığını görmek için komşusunun tabağına göz dikerek tıkınır. Yoksulun payına da ziyafetin artıklarına tutunmak düşer. Hepsi aynı oyunu oynar, kazananlar ve kaybedenler vardır sadece. Thoreau'nun söz ettiği tutumluluk, hep daha fazlasına sahip olmak için kendilerine yabancılaşanların servetinin olduğu kadar sıfıra sıfır elde var sıfırı kazanmak için helak olanların sefaletinin de karşıtıdır. Sisteme karşıttır bu tutumluluk; mevzubahis oyuna katılmamaktır. Paraya tutunmak, kemer sıkarak tasarruf yapmak, harcama yapmaktan çekinmek değil, oyunun tamamen dışında olmak demektir. Tercih edilmiş, bilinçli bir tutumluluktur bu. (86)

-Gerçek umudun hep taze kalması hiçbir koşula, hiçbir doğrulamaya, hiçbir kanıta tabi olmamasından; umudun tecelli ediş biçiminde isminden fazlasının bulunduğunu bilmekten kaynaklanır. Çünkü temel olarak umut bir şey bilmek istemez, o yalnızca inanır. İnanmak, düşlemek ve umut etmek tüm edinilmiş bilgileri, alınmış dersleri ve geçmişi hiçe sayar. Doğanın tarihi yoktur, hafızası en fazla bir yıllıktır. (92)

-İlk adımlarını atan bir çocuğun bir ayağını diğerinin önüne koyarken ışıldayan yüzüne bakın. Siz yürürken sürekli gümbürdeyen neşe, bedenin bu hareket için nasıl da biçilmiş kaftan olduğunu, her adımda bir sonrakinin enerjisini nasıl da yakalayıverdiğini hissetmekten ileri gelir. (127)

-Temelde yürümek hep aynıdır, bir ayağı diğerinin önüne atmaktır. Fakat bu tekdüzeliğin sırrı, can sıkıntısına deva olmasıdır. Can sıkıntısı, boş zihinle karşılaşan bedenin hareketsizliğidir. Yürüyüşteki tekrarlar sıkıntıyı bertaraf eder çünkü bedenin hareketlenmesiyle birlikte, zihin kendi bezginliğinden etkilenmez, kendi ataletindeki sonsuz bir sarmalın müphem baş döndürücülüğünden yararlanmaz artık. İnsan, her ne kadar hiçbir şey bir işe yaramayacak olsa da, canı sıkılırken yapacak bir şeyler arar hep. Yürürken yapılacak bir şey her zaman vardır, o da yürümektir. Veya daha ziyade, yapılacak başka bir şey kalmaz çünkü insan sadece yürür; bir yere giderken ya da bir güzergahı tamamlarken sadece ilerlemek zorundadır. Yavan bir gerçektir bu. Bedenin üstlendiği bu tekdüze vazife, düşünceyi özgür bırakır. Yürürken düşünmek zorunda değildir insan, "Vay Efendim, bu böyleymiş, şu şöyleymiş"lere gerek yoktur. Bedenin sarf ettiği sürekli ve otomatik efor sayesinde zihin insanın emrine amade olur. Ancak bundan sonra düşünceler gerçekten akla gelebilir, yüzeye çıkabilir, şekillenebilir. (138)

-Disiplin, imkanlı olanın ısrarla tekrarlanmasıyla fethedilen imkansızlıktır. (139)

Kolektif Kitap, 2017 basım, 5.baskı. Çeviren: Albina Ulutaşlı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...