-Araştırmalara
göre, doğduğunuz dönem karakterinizi içinde yetiştiğiniz aileden daha çok
etkiliyor. (14)
-Dünyadaki
birçok ülkede çocuklar, Amerikan kültürüne maruz kaldıkları sürece, ailenin her
şeyden önce geldiği fikrine isyan etmeye başlayacaklar. (21)
-Başkalarının
ne düşündüğünü umursamamak nezaket anlayışımız ve davranışlarımızdaki çöküşü
açıklayabilir. Artık bir şeyi halletmenin tek bir doğru yolu olduğuna
inanılmadığı için, çoğumuza görgü kuralları öğretilmedi. (42)
-Bugüne
kadar otorite figürü olan öğretmenlerin yeni adı artık
"kolaylaştırıcı". Sadece öğretmenin konuştuğu ders anlatma biçimi
artık onaylanmıyor; onun yerine "katılımcı öğrenme" revaçta. Sınıf
sunumları ve grup projeleri iyice yaygınlaştı. Hatta çoğu zaman öğretmenlerin
sesi bile çıkmıyor. (47) İnsanlar fayda sağlamasına rağmen toplum kurallarına
daha az uyuyorsa, o zaman hangi kurallara riayet edilecek? Hangi kültür ya da
toplum düzgün? Bizlere, hiçbirinin düzgün olmadığı ya da hepsinin mükemmel
olduğu düşündürtülmeye çalışılıyor. (47-48)
-Önceki
nesiller başka bir insanın öz benliğini umursamıyordu ama Ben Nesli için
"kendin olmamak", yanlış ve kötü bir insan olmakla eş değerde. (60)
-Küfür
ediyoruz, çünkü insanların ne düşüneceğini umursamıyoruz. (61)
-"Özsaygı"
terimi 1960'ların sonuna dek yaygın bir biçimde kullanılmadı ve 1980'lere kadar
da eğlence programlarında ya da akşam yemeklerinde duyulmuyordu. Fakat
1990'lara gelindiğinde, bu terim ağızlara sakız olmuştu. (65-66) Öz saygı
sözcüğü nasıl oldu da akademik bir terim halinden çıkıp kadın dergilerinden
şarkı sözlerine, oradan da ünlülerin röportajlarına sıçrayan tanıdık bir laf
haline geldi? Hikaye çok eskiye, insanların öz kavramından haberdar olmadığı
zamana dayanıyor. Eskiden evliliğinizi başkaları düzenlerdi, işinizi aileniz
belirlerdi. Her davranışınız katı din kurallarına uygun olmak zorundaydı.
Çağlar ilerledikçe toplumsal kısıtlamalar etkisini kaybetmeye ve insanlar
kendi seçimlerini yapmaya başladılar. En sonunda bireyin özgür bir kişi olarak
algılandığı modern döneme ulaştık. (67)
-Bir
neslin hangi adla anılacağı, o neslin mensubu olan genç erişkinlerin neyin
peşinde olduğuna ve neyi, yaşamlarının doğal bir parçası olarak gördüklerine
bağlıdır. (68)
-Ben
Nesli, bireyin gereksinimlerine bencilce ve kendini soyutlayıcı biçimde
odaklanmıyor. Bu tutum, toplumsal kuralları nispeten azalmış bir dünyada
yaşamaktan ve kişinin kendisinin önemli olduğuna dair sarsılmaz bir inanç
duymasından kaynaklanıyor. Ayrıca bu yol, her istediğimizi elde ettiğimizi
gösteren bir "şımarıklık" da değil. Her ne kadar bazı çocuklar
şımarık da olsa, bu gidişatın özünde şımarıklık bulunmuyor. Bizler için
kendimizi sevmek, özel olduğumuzu düşünmek ve hayallerimizin peşinden koşmak
çok doğal. Ben Nesli kendine odaklanma konusunda oldukça açık sözlü ve mağrur.
(72-73)
-1950'lerde
Patlama çocukları öz saygılarını arkadaşlarıyla kurdukları dostluklarla toplum
içinde edinirken, Ben Nesli öz saygısını öğrenerek kazanıyor. (80)
-Çocukların
çok fazla eleştirilmesine karşı olan bir akım da oluştu. Bazı okullar ve
öğretmenler çocukların yaptıkları hataları, kendilerine olan saygıları
azalmasın diye düzeltmiyor. Öğretmenlere, eğitim derslerinde, sınıfta yaratıcı
bir ortam sağlamanın, hata düzeltmekten daha önemli olduğu aşılanıyor. (88)
-Öz
saygı ve notlar arasında çok küçük bir bağlantı var. Öz saygı, yüksek not
almada etkili değil ancak yüksek not almak öz saygının artmasında çok etkili.
Bu durumda öz saygı programları, işi tersinden yapıyor. (93)
-Kötü
not aldığınız da kendinizi kötü hissetmeyin, ancak sınava çalışmadıysanız
kendinizden memnun da olmayın. Kötü hislerinizi bir dahaki sefere daha iyisini
yapmak için bir tetikleyici olarak kullanın. Gerçek güven, sırf uyarıyorsunuz
diye size mükemmel olduğunuzun söylenmesinden değil, yeteneklerinizi bilmekten ve
yeni bir şeyler öğrenmekten geçer. (95)
-Narsisizm,
kişinin ilgisini kendisine yöneltmesinin karanlık yüzüdür; ancak çoğunlukla öz
saygıyla karıştırılır. Öz saygı, diğerleriyle kurulan yoğun ilişkiden
beslenirken narsisizm, "özel ve diğer insanlardan önemli" olduğunuza
inanmanız sonucunda doğuyor. Öz saygıyı artırmak amacıyla hazırlanan birçok
okul programı aslında narsisizmi körüklüyor. (99)
-Çocuklarımızın
kişisel tercihleri olmasını bekliyoruz. Önceki nesillerin yaptığı gibi,
çocuklar için her kararı kendimiz vermeyi ya da çocuklarımızdan görülmelerini
ama duyulmamalarını beklemiyoruz. Tesadüf değil, bütün bunlar çocuğa en önemli
şeyin kendi istekleri olduğunu öğretiyor. Bu durum, çocuklar büyüdüğünde sorun
yaratabilir. (107)
-Çocuk
ne tür bir çevrede büyürse daha az kendini beğenmiş olur? Çocukların bağımsız
küçük birer yetişkin gibi hareket etmediği, dünya sanki onların etrafında
dönüyormuş gibi hissettiren aşırı bir ilginin var olmadığı mutlu bir çevrede.
(110)
-Ekonomik
nedenler bu durumu kısmen açıklasa da asıl sorun, kişinin kendi ihtiyaçlarından
ebeveynlik gerekliliklerine doğru yaptığı radikal değişim. Bir bebek sahibi
olursanız, yaşamınız üzerinde daha az kontrolünüz olacak. Alıştığınız özgürlük
kısıtlanıyor, bireysel başarılarınız artık takdir görmemeye başlıyor.
Ebeveynlik her zaman zorlu bir geçiş olmuştur ama Ben Nesli için bu süreç daha
da zorlu. Hayatınızı kendiniz programlamaya alışmışsanız bebeğin ağlayarak
herşeyi yönlendirmesi dayanılmaz olabilir. Bu durumda ruh sağlığınızı korumak
ve eşinizle iyi geçinmek zorlaşır. Bebek sahibi olmayı tercih etme fikri,
işleri daha da zorlaştırıyor. Önceki nesiller için çocuk sahibi olmak,
tercihten çok bir zorunluluktu. Şimdi ise biz "ana baba" olmayı
seçiyoruz. O yüzden bebek bizi karmakarışık bir hayata sürüklediğinde
kendimizden başka suçlayacak kimsemiz olmuyor. (133)
-Doğduğunuz
dönem, endişe seviyenizi, aile yapınızdan daha çok etkiliyor. Yapılan
araştırmalar, anksiyete türlerinin sadece %5'inin aileden kaynaklandığını
ortaya koydu. Diğer etkenler arasında genetik, arkadaş etkisi ve bilinmeyen
nedenler var. Nesilsel farklılıklar, anksiyete türlerinin %20'sini açıklıyor,
bu oran da aile faktörünün dört katı. Düzgün ve sevgi dolu bir aileden gelseniz
bile, gergin bir ortamda büyümek sizi endişeli bir insan haline getirebilir.
(149)
-Umarsızca
özgür ve kendi kendine yeten bireyler olduğumuzda, kendimizden başka
ilgilenecek bir şeyimiz kalmadığından, hayal kırıklıklarımız da derin oluyor.
(152)
-Soyutlanma
ve yalnızlık, endişe ve depresyona neden oluyor. Ortaya konan bir kucak dolusu
bilimsel kanıt, yalnızlığı, ruhsal sağlık sorunlarıyla ilişkilendiriyor. Bekar
veya boşanmış bireyler, daha fazla depresyona giriyor veya ruhsal sağlık
sorunlarıyla boğuşuyor. Mutsuz bir evlilik yürüten kişiler bile boşananlardan
daha mutlu. (160)
-Etrafımız
kontrol edemediğimiz olay ve durumlarla çevrili. O zaman neden zaman harcıyoruz
ki? Belki de bunun bir sonucu olarak yaşlı insanlar, bireysel sorumluluk
bilincinin azaldığından ve gençlerin kendi sorunları için başkalarını
suçladığından ve bu kayıtsızlığın giderek yaygınlaştığından dert yanıyor. (192)
-Son
günlerde sürekli "çocuklar çok hızlı büyüyor" lafını duyuyoruz.
Yetişkinlerin ilgilendiği konular bu kadar ortalıkta olduğu için, eskiden
kişinin yaşı büyüdükçe ortaya çıkan karamsarlığı, çocuklar şimdi küçük yaşlarda
benimsiyor. (203-4)
-Ne
yazık ki psikologların hemen hepsi, dış etkenleri mahkûm etme konusunda
hemfikir. Öte yandan, insanların çoğu inanç ve özelliklerinin ne
"doğru" ne de "yanlış" diye sınıflandırılamayacağını,
normal bir çeşitlilik olduğunu düşünüyorlar. Ancak dış etkenler konusundaki
araştırma kesin. Dış etkenlerin kaderini değiştirdiğine inanan insanlar, daha
depresif ve endişeli oluyor, ayrıca stresle de baş etmek zorunda kalıyor. Son
bölümde incelediğimiz üzere Ben Nesli, rekor düzeyde yüksek endişe ve
depresyona sahipti. Etrafınızda gelişen şeyleri denetim altına alamayacağınız
düşüncesi de sebeplerden biri olabilir. Eğer ne yaparsanız yapın, işe yaramazsa
rehavete ve çaresizliğe kapılmak daha kolay oluyor. Psikologlar bu durumu
"öğrenilmiş yardım edilemezlik" olarak tanımlıyor. Dışsal denetim
odağına sahip olmak, ayrıca sorundan uzak kalmayı da sağlamıyor. Çünkü dış
etkenlerin kontrolü altında olduğuna inananlar, eylemlerinin kendilerini bir
sonuca ulaştırabileceğini düşünmüyor. Böylelikle dışsal denetim odağı,
kişilerin öz denetime ilişkin yetersizliklerini artırıyor. Yarın karşılığını
alabilmek için bugün çok çalışmak istemiyorlar. (218)
-Siz
bütün ayrıntıları gözden geçireyim derken, gerçekleşen bütün değişimleri fark
edemeyebilirsiniz. Artık her şeyi o kadar doğal karşılıyoruz ki, işlerin
eskiden nasıl yürüdüğünü unutmak çok kolay. Hele ki Ben Nesli mensubuysanız ve
değişen şeylerin ilk halini hiç görmemişseniz. (250-51)
-Ben
Nesli çocuğu, özel olduğunu düşünerek anne ve babasına bağımlı olarak büyüdü,
ancak yetişkinliğe adım attığında beklentiler ile gerçek dünyanın birbirinden
çok farklı olduğu gerçeğiyle yüzleşti. (299)
-Değiştirmemiz
gereken ilk şey, öz saygı takıntısından vazgeçmek olacak. Öz saygı hareketi,
psikolojisi düzgün ve mutlu çocuklar yetiştirmek yerine, küçük bir narsist
çocuk ordusu yarattı. Öz saygı programları okullardan kaldırılmalı. Bir çocuğun
sırf programa katıldı diye "özel" olduğunu duyması ya da
"ödül" kazanması faydalı bir şey değil. (308)
-"Ne
olursa olsun, kendimizle ilgili negatif düşüncelerden uzak durmalıyız"
inancından kurtulmak zorundayız. Çocukları, insanların yeteneklerinin farklı
olduğu gerçeğinden sakınmanın gereği yok çünkü gerek üniversite gerekse iş
hayatında bu durumla yüzleşecekler. (309)
-Her
nasılsa şöyle bir inanç geliştirmişiz: Bazı endişelerimizin olması SORUN ama
dünyanın en mükemmel insanı olduğumuzu düşünmemiz SORUN değil. Çocukların
öncelikle empati yeteneğini geliştirmeleri ve başkalarına saygı duymayı
öğrenmeleri gerekiyor. Çocuklar er geç, dünyanın kendi etraflarında dönmediğini
anlayacaklar ve başkalarının ihtiyaçlarına duyarlı olacak, yaşıtlarıyla
arkadaşlık kuracak ve sağlıklı bir ilişkinin bütün avantajlarından
yararlanacaklar. Çocuklar genelde bencildir, büyümek ise diğer insanların
duygularını anlama sürecidir. (310)
-Çöpe
atılması gereken bir diğer söz ise "Diğerlerini sevmeden önce kendini
sevmelisin" sözüdür. Bir sürü araştırma gösteriyor ki, başkalarıyla iyi
ilişkiler içinde olan insanlar daha mutlular, daha iyi durumdalar ve
kendilerine daha çok saygı duyuyorlar. Kendine saygı duyma özelliğinin, bireyin
içinden biçimli ve kusursuz olarak çıktığı fikri tamamen bir efsanedir.
"Kendimiz" algısını, öncelikle başkalarıyla etkileşime girerek
geliştiririz. (313)
-Disiplin
her zaman ceza anlamına gelmez, kötü davranışların ödüllendirilmemesi ve iyi
davranış beklenmesi anlamına gelir. (325)
Kaknüs Yayınları, 2022 basım,
8.baskı (İlk baskı: 2009) Çeviren: Esra Öztürk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder