-Ben,
ayrıcalıklı bir azınlığın içinde yer almanın aslında bir bedeli olabileceğini
henüz ilkokuldayken yaşadığım bir olayla anladım. Yıl 1953'tü galiba. 1950'li
yıllardan itibaren Türkiye'de din dersleri isteğe bağlıydı. Çocuklarının din
dersinden muaf olmasını isteyen velilere bu taleplerini okul yönetimine yazılı
bir şekilde bildirme hakkı tanınmıştı. Bizim sınıfta aileleri Müslüman olmayan
dört-beş öğrenci vardı hatırladığım kadarıyla. İlk din dersinin yapılacağı gün
geldi çattı. Herkes sınıfa girdi, dışarıda yalnızca Musevi bir ailenin kızı
olan Hanriyet ve ben kalmıştık. O an ne hissettiğimi tam olarak hatırlamıyorum,
ancak o gün, daha sonra pek çok kez deneyimleyeceğim bir duyguyu, kendi grubum
içinde bile azınlıkta olma hissini, ilk kez yaşadığımı düşünüyorum. Türk ve
Müslüman aileler arasında çocuğunun din dersine girmesini istemeyen tek aile
benimkiydi. (55-56)
-DP
iktidarının sansürcü ve yasakçı anlayışının devrilmesi, ülkede bir özgürlük
havasının esmesine yol açmıştı. 27 Mayıs sonrası Türkiye'de şaşırtıcı bir yayın
özgürlüğü yaşandı ve bu gelişme, Türkiye'de solun yayılması açısından
belirleyici bir rol oynadı. Sol yayınlarda büyük bir patlama yaşanırken ben de
bu dönemde sol yayınları takip etmeye başladım. Askeri yönetimin sol yayınlara
tanıdığı özgürlük ve bunların çeşitlenerek kitapçı raflarını işgal etmesi, 27
Mayıs'ın beklenmeyen sonuçlarından biriydi. Bu darbe, daha sonraki darbelerle
karşılaştırıldığında birçok açıdan sıradışı sayılabilir. (78)
-Efes
ve Tuborg'un pazara girişinin ardından Türkiye'de bira tüketimi yükselmiş, bira
kültürü genişleyen bir müşteri kitlesine hitap eder hale gelmişti. Özellikle
düşük ve orta gelirli halkın yaşadığı semtlerde bira büyük ilgi görüyordu.
Adeta yeni bir bira içme kültürü oluşuyor, başarılı reklam kampanyalarının
etkisiyle farklı karakterde yeni birahaneler açılıyordu. Ben de fırsat buldukça
bu işyerlerini ziyaret ediyor, patronlarla tanışıyor ve yeni projelerini
öğrenme şansını buluyordum. (127)
-Meral
Tamer'le tanıştığımızda her ikimiz de evliydik. Benim oğlum Alp yeni doğmuştu,
Meral'in kızı Doğa'ysa üç yıl sonra dünyaya geldi. Eşlerimizle evlerimizi
ayırdığımızda Alp ilkokula gidiyordu; Doğa da anaokuluna yeni başlamıştı. Alp
annesiyle yaşıyordu; cumartesi günleri ben onu annesinin evinden alıp ertesi
gün geri götürüyordum. (151)
-Türkiye'nin
piyasa ekonomisine geçişini ve dışa açılmasını neden bu kadar önemsediğini
sorduğumda Özal'dan çarpıcı bir cevap aldım: "Osman Bey, öncelikle şunu
söyleyeyim: Bugünün dünyasında piyasa ekonomisini kabul etmeyen ülkelerin işi
çok zor. Beş-on yıl içinde Sovyetler Birliği'nin ve piyasa ekonomisini
benimsemeyen diğer ülkelerin ekonomileri çökecek ve onlar da piyasa ekonomisini
kabul etmek zorunda kalacak." Bu değerlendirme beni müthiş etkilemişti ve
Özal'ı kafamda hemen farklı bir yere oturtmuştum. Bu kehanetin önemini yıllar
sonra çok daha iyi kavrayacaktım. 1980'ler sonrasındaki neo liberalizm
rüzgarının dünyayı nasıl dönüştüreceğini ve Sovyet ekonomik modelinin nasıl
çökeceğini, bu çöküşten yıllar önce, 1982 yılının mayıs ayında bana ilk
söyleyen kişi Turgut Bey olmuştu. Söyleşiyi hemen yayına hazırlayıp Hasan
Cemal'e gösterdim. Söyleşiyi çok beğendi ve Özal'la yaptığım röportajın tam
metni Cumhuriyet'te üç günlük bir dizi halinde yayımlandı. Cumhuriyet'te Özal'a
fazla yer verilmesini istemeyenlerin hiç de hoşuna gitmeyen bir şey yapmıştık
galiba. (155)
Doğan
Kitap, Mayıs 2023 basım, 1.baskı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder