-Fatma
Aliye Hanım'a yazdığı 1891 tarihli mektuptan da anlaşıldığı üzere, Osmanlı'nın
erkek kalemleri kadınların modernleşmesine taraftardır. Sigara içen, alafranga
giyinen, erkeklerle rahat ilişki kuran kahramanlarının ruh asaletini anlatmayı
kendilerine misyon edinirler. Onları korkutan giyim kuşamın ve adabımuaşeretin
Batılılaşması değildir. Yeni fikirlere sahip olan kadınlardır. Çünkü kadınların
yeni fikirleri, erkeklerin iktidarını azaltmaktadır. Onun için ideal kadını
erkek kahramanın ağzından "eski fikirlerden çıkmış ama yeni fikirlere de
tam olarak girmemiş kadınlar" olarak tasvir ederler. (45-46)
-Okumaktan
ifsat olan "kadın okur", erkek kalemlerin elinde "öz benliğini
yitirmiş bir zavallı olarak çizilirken, okumaktan onca zevk alan Fatma Aliye
Hanım roman kahramanlarına kendi kimliğinin ve kişiliğinin hamurunu katarak,
erkek yazarların okumaktan ifsat olan kadın kahramanlarına itirazını ilk romanı
Muhadarat'ın Fazıla'sı üzerinden dile getirir. Kadınların ne kadar
modernleşeceği konusunda Tanzimat romancısının kafası karışıktır. Öylesine
karışıktır ki romanın pek de olumlu olmayan kadın kahramanları kanlı canlı,
"içimizden biri" olarak tasvir edilirken, idealize edilen kadınlar, "sanki
hiç yoktular" siluetinde geçer romanın satırlarında. (54)
-Mustafa
Kutlu 24 Ocak 1980'de devlet politikası olarak "tüketim toplumu"na
geçişin toplumsal karşılığının izini sürdüğü dörtlemesinde -Yoksulluk İçimizde
(Şubat 1981), Ya Tahammül Ya Sefer (Ekim 1990), Bu Böyledir(Nisan 1987), Sır
(Ekim 1990)- 2000'li yılları anlamayı kolaylaştıracak bir izlek sunmuştur aynı
zamanda. Dört kitap boyunca parayla imtihanı kazananların ve kaybedenlerin
"dünya hali" en insani veçheleriyle kaleme alınmıştır. Dörtlemenin
son kitabı Sır'da para, şatafat ve gösteriş "tekke"yi ele geçirince
Şeyh Efendi şehirdeki dergahı terk ederek "sır olur." Dörtlemenin ilk
kitabı Yoksulluk İçimizde modern bir Leyla ile Mecnun hikayesidir. Ama bu
modern versiyonda, insani aşkın sonunda Hakk'a kavuşan, erkek değil kadındır.
Mustafa Kutlu'nun hikayesi Leyla'dan geçme faslı değil Süheyla'nın Mecnun'dan
geçme faslıdır. Böylece Mustafa Kutlu tasavvufi imgeyi, erkeklerden alıp
kadınlara yüklemiştir. Yoksulluk İçimizde'de "mana" erkeklerden alınıp
kadınlara verilirken Ya Tahammül Ya Sefer'de ebeveynin yere düşürdüğü
"dava" babalardan alınıp oğullara verilmiştir. Babalar "dava
yorgunu" olarak makas değiştirirken oğullardan bir oğul, İlhan, aile
muhitinin seküler atmosferine rağmen Ramazan hilalini beklemektedir. Ya
Tahammül Ya Sefer'in İlhan'ı ile dörtlemenin son kitabı Sır'da tekrar
karşılaşırız. Sır'da ve Ya Tahammül Ya Sefer'de İlhan görgüsünü, bilgisini
artırmak üzere yurt dışına gitmiş ve döndüğünde "başka bir Türkiye"
ile karşılaşmıştır. İlhan, "her şeyin satılık" olduğu Türkiye
gerçeğini Ya Tahammül Ya Sefer'de gençlerin peşine takılıp gittiği "Murat
Ağabey" görmediği için teselli bulacak mıdır? Teselliyi yeni bir dergi
çıkarmakta arar İlhan. Ne ki bütün dergiler çoktan çıkarılmıştır. Çünkü dergi
çıkarmak artık bir dava meselesi değil "iş"tir. Değişime direnmek
için yeni bir alternatif arayışına giren, dergi çıkarmayı düşünen İlhan'ın,
yurt dışında fazla değişmediğini, "dava"sını yitirmediğini mi
anlamalıyız? İlhan'ın ne kadar değiştiğinin ya da değişmediğinin izini sürecek
sembollere sahip değiliz. Babası için durum farklıydı elbet. İlhan'ın babası
Profesör Asım Bey, yurt dışına tahsile giderken "mest-lastik"
giyiyordu. "Dönerken gitar, briyantin ve araba" getirmişti. Ya
Tahammül Ya Sefer'de İlhan ontolojik duruşunu, "babama benzemek
istemiyorum" korkusu üzerinden ifade ediyordu. Henüz sır olduğunu
bilmediği "Efendi Hazretleri"nin, zihnindeki bütün soruların cevabını
bildiğine inancını sürdürdüğüne göre, İlhan babası gibi olmaktan kurtulmuş
muydu? (58-59)
-Ahmet
Midhat Efendi'den başlayıp Yakup Kadri ve Peyami Safa'ya gelinceye kadar
Osmanlı'nın erkek kalemleri romanları aracılığıyla roman okuyan kadınların
nasıl ifsat olduğunu anlatmışlardır. Roman okuyan kadınların ifsat olmayacağını
roman aracılığıyla dile getiren ilk kalemin bir kadın olması yani Fatma Aliye
Hanım'ın olması tesadüf değildir. (69)
-Bezgin
Kadınlar romanını Türk okuru nezdinde okunur kılan nedir ve bu okumaların nasıl
bir etkisi olmuştur? Roman, Mehmed Nuri Bey'in "haremden kaçan"
kızlarına dair dedikodu malzemesi vermenin dışında, İstanbul'un önde gelen
ailelerinin kendi kızlarının da kaçmaması için tedbirler almasına sebep olmuş,
halkın ise "okumuş kız korkusu"nu pekiştirmiştir. Halkın bu korkusu
daha sonra erkek yazarların romanlarında Batılın eğitim aldığı için ifsat olmuş
kadın kahramanlar üzerinden dile getirilmiştir. (93)
-Fethi
Naci, Ankara'nın, Yakup Kadri'nin en kötü romanı olduğunu söyler. Edebi açıdan
pek değeri olmayan Ankara romanını sosyolojik olarak değerli bulmamın sebebi; hem
yazarının "gelecek muhayyilesi"ni ve bu konudaki oldukça sınırlı
hayal dünyasını ele vermesi hem de roman boyunca üç erkekle evlendirilen Selma
tipi üzerinden cumhuriyet aydınının "ideal eş" algısını ortaya
koymasıdır. (101)
-Refik
Halid Karay, Üç Nesil Üç Hayat adlı eserinin "Aşk ve Alaka" bahsinde,
genç kızların annelerinin dizinin dibinde, evin başka odalarında bile tek
başına kalmalarına müsaade edilmeyen "göz hapsi" hayatlarını tasvir
ettikten sonra, Sultan Aziz devrinde "severek evlenme"nin pek ayıp
karşılandığını anlatır, gençler arasında daha ziyade komşu aşkları hüküm
sürmektedir. Abdülhamid devrinde "severek evlenme"nin olumsuz imajı,
aşk romanları ve piyesler üzerinden bertaraf edilirken, genç kızlar ve genç
erkekler birbirlerini uzaktan da olsa mesire yerlerinde görme imkanına
kavuşmuştur. (105-106)
-"Ahmet
Cemil ile Mülakat" 1933 yılında yayımlanıyor. O yıllarda büyük ihtimal on
iki yaşındaki "kapıcının kızı" bir genç kız olarak kabul ediliyordu.
Peki Ahmet Cemil'i İsviçreli bir kapıcının kızına meftun ederek, esasında
Tanpınar ne demiş oluyordu? Ahmet Hamdi Tanpınar, Mustafa Özel'in "bizim
ilk İslamcı roman kahramanımızdır" dediği Ahmet Cemil'i aşağılamak
kastıyla mı yapmıştı "Mülakat"ını? Tanpınar doğrudan kendisinin kurguladığı
muhayyel bir kahramanla söyleşmek yerine niye Halit Ziya'nın Ahmet Cemil'ini
İsviçre'de kapıcının kız çocuğuna aşık biri olarak "bugüne" taşımaya
kalktı? Okurun zihninde yaşayan Ahmet Cemil'i imha edişini, onu olabildiğince
aşağı bir noktaya çekişini anlamaya çalışırken toplumsal bilinci mi yoksa yazar
erkeğin kendisinin bile farkında olmadığı özlemlerini mi merkeze alacağız?
Tanpınar, Batılı kadın karşısında Türk erkeğinin zavallı çaresizliğini
anlaşılır kılmak için mi yapmıştır bu mülakatını? Tanpınar'ın Halit Ziya'nın
Ahmet Cemil'ine reca gördüğü "muamele"yi başka bir yazar Tanpınar'ın
Mümtaz'ına ya da başka bir kahramanına yapsaydı Tanpınar ne hissederdi?
Tanpınar sadece Ahmet Cemil'i indirgeyip yok etmiyor, neredeyse Uşaklıgil'in
onca sevilmiş kahramanına yeni kaderler çizerek onun etkisini sıfırlama
girişiminde bulunuyor. Peki ama bunu niye yapıyor? İhtimal bunu niye yaptığını
Tanpınar'ın kendisi de bilmiyordu. Erkek yazarın Batılı kadın söz konusu
olduğunda tuhaf ikircikli tutumunu muhtemelen Ahmet Hamdi Tanpınar'ın kurmaca
"Mülakat"ı kadar çarpıcı bir şekilde veren başka bir metin yoktur.
Ömer Seyfettin erkek yazarın Batılı kadına aşırı hayranlığını açığa vurduktan
sonra ikinci bir öykü yazarak bunu restore etme girişiminde bulunmuştu,
Tanpınar ise başka bir yazarın kahramanını köklerinden koparıp fotoroman
gerçekliğine taşıyarak bayağılaştırmayı tercih etmiş görünüyor. (122-123)
Profil
Kitap Yayınları, 2025 basım, 1.baskı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder