06 Ağustos 2025

YENİ HAYATIN YENİ KADINLARI - FATMA BARBAROSOĞLU

-Alafranga veya alaturka kadın ifadeleri, Tanzimat modernleşmesiyle başlayan süreçte kız çocuklarının eğitimi ile ortaya çıkan "yeni kadın"ın inşasına konulan mesafe ile doğrudan alakalıdır. Zira kadınların eğitimi, eğitim gören kadınların ne kadar alafranga ne kadar alaturka olduğu üzerinden tartışılmıştır. (18)

-Fatma Aliye Hanım'a yazdığı 1891 tarihli mektuptan da anlaşıldığı üzere, Osmanlı'nın erkek kalemleri kadınların modernleşmesine taraftardır. Sigara içen, alafranga giyinen, erkeklerle rahat ilişki kuran kahramanlarının ruh asaletini anlatmayı kendilerine misyon edinirler. Onları korkutan giyim kuşamın ve adabımuaşeretin Batılılaşması değildir. Yeni fikirlere sahip olan kadınlardır. Çünkü kadınların yeni fikirleri, erkeklerin iktidarını azaltmaktadır. Onun için ideal kadını erkek kahramanın ağzından "eski fikirlerden çıkmış ama yeni fikirlere de tam olarak girmemiş kadınlar" olarak tasvir ederler. (45-46)

-Okumaktan ifsat olan "kadın okur", erkek kalemlerin elinde "öz benliğini yitirmiş bir zavallı olarak çizilirken, okumaktan onca zevk alan Fatma Aliye Hanım roman kahramanlarına kendi kimliğinin ve kişiliğinin hamurunu katarak, erkek yazarların okumaktan ifsat olan kadın kahramanlarına itirazını ilk romanı Muhadarat'ın Fazıla'sı üzerinden dile getirir. Kadınların ne kadar modernleşeceği konusunda Tanzimat romancısının kafası karışıktır. Öylesine karışıktır ki romanın pek de olumlu olmayan kadın kahramanları kanlı canlı, "içimizden biri" olarak tasvir edilirken, idealize edilen kadınlar, "sanki hiç yoktular" siluetinde geçer romanın satırlarında. (54)

-Mustafa Kutlu 24 Ocak 1980'de devlet politikası olarak "tüketim toplumu"na geçişin toplumsal karşılığının izini sürdüğü dörtlemesinde -Yoksulluk İçimizde (Şubat 1981), Ya Tahammül Ya Sefer (Ekim 1990), Bu Böyledir(Nisan 1987), Sır (Ekim 1990)- 2000'li yılları anlamayı kolaylaştıracak bir izlek sunmuştur aynı zamanda. Dört kitap boyunca parayla imtihanı kazananların ve kaybedenlerin "dünya hali" en insani veçheleriyle kaleme alınmıştır. Dörtlemenin son kitabı Sır'da para, şatafat ve gösteriş "tekke"yi ele geçirince Şeyh Efendi şehirdeki dergahı terk ederek "sır olur." Dörtlemenin ilk kitabı Yoksulluk İçimizde modern bir Leyla ile Mecnun hikayesidir. Ama bu modern versiyonda, insani aşkın sonunda Hakk'a kavuşan, erkek değil kadındır. Mustafa Kutlu'nun hikayesi Leyla'dan geçme faslı değil Süheyla'nın Mecnun'dan geçme faslıdır. Böylece Mustafa Kutlu tasavvufi imgeyi, erkeklerden alıp kadınlara yüklemiştir. Yoksulluk İçimizde'de "mana" erkeklerden alınıp kadınlara verilirken Ya Tahammül Ya Sefer'de ebeveynin yere düşürdüğü "dava" babalardan alınıp oğullara verilmiştir. Babalar "dava yorgunu" olarak makas değiştirirken oğullardan bir oğul, İlhan, aile muhitinin seküler atmosferine rağmen Ramazan hilalini beklemektedir. Ya Tahammül Ya Sefer'in İlhan'ı ile dörtlemenin son kitabı Sır'da tekrar karşılaşırız. Sır'da ve Ya Tahammül Ya Sefer'de İlhan görgüsünü, bilgisini artırmak üzere yurt dışına gitmiş ve döndüğünde "başka bir Türkiye" ile karşılaşmıştır. İlhan, "her şeyin satılık" olduğu Türkiye gerçeğini Ya Tahammül Ya Sefer'de gençlerin peşine takılıp gittiği "Murat Ağabey" görmediği için teselli bulacak mıdır? Teselliyi yeni bir dergi çıkarmakta arar İlhan. Ne ki bütün dergiler çoktan çıkarılmıştır. Çünkü dergi çıkarmak artık bir dava meselesi değil "iş"tir. Değişime direnmek için yeni bir alternatif arayışına giren, dergi çıkarmayı düşünen İlhan'ın, yurt dışında fazla değişmediğini, "dava"sını yitirmediğini mi anlamalıyız? İlhan'ın ne kadar değiştiğinin ya da değişmediğinin izini sürecek sembollere sahip değiliz. Babası için durum farklıydı elbet. İlhan'ın babası Profesör Asım Bey, yurt dışına tahsile giderken "mest-lastik" giyiyordu. "Dönerken gitar, briyantin ve araba" getirmişti. Ya Tahammül Ya Sefer'de İlhan ontolojik duruşunu, "babama benzemek istemiyorum" korkusu üzerinden ifade ediyordu. Henüz sır olduğunu bilmediği "Efendi Hazretleri"nin, zihnindeki bütün soruların cevabını bildiğine inancını sürdürdüğüne göre, İlhan babası gibi olmaktan kurtulmuş muydu? (58-59)

-Ahmet Midhat Efendi'den başlayıp Yakup Kadri ve Peyami Safa'ya gelinceye kadar Osmanlı'nın erkek kalemleri romanları aracılığıyla roman okuyan kadınların nasıl ifsat olduğunu anlatmışlardır. Roman okuyan kadınların ifsat olmayacağını roman aracılığıyla dile getiren ilk kalemin bir kadın olması yani Fatma Aliye Hanım'ın olması tesadüf değildir. (69)

-Bezgin Kadınlar romanını Türk okuru nezdinde okunur kılan nedir ve bu okumaların nasıl bir etkisi olmuştur? Roman, Mehmed Nuri Bey'in "haremden kaçan" kızlarına dair dedikodu malzemesi vermenin dışında, İstanbul'un önde gelen ailelerinin kendi kızlarının da kaçmaması için tedbirler almasına sebep olmuş, halkın ise "okumuş kız korkusu"nu pekiştirmiştir. Halkın bu korkusu daha sonra erkek yazarların romanlarında Batılın eğitim aldığı için ifsat olmuş kadın kahramanlar üzerinden dile getirilmiştir. (93)

-Fethi Naci, Ankara'nın, Yakup Kadri'nin en kötü romanı olduğunu söyler. Edebi açıdan pek değeri olmayan Ankara romanını sosyolojik olarak değerli bulmamın sebebi; hem yazarının "gelecek muhayyilesi"ni ve bu konudaki oldukça sınırlı hayal dünyasını ele vermesi hem de roman boyunca üç erkekle evlendirilen Selma tipi üzerinden cumhuriyet aydınının "ideal eş" algısını ortaya koymasıdır. (101)

-Refik Halid Karay, Üç Nesil Üç Hayat adlı eserinin "Aşk ve Alaka" bahsinde, genç kızların annelerinin dizinin dibinde, evin başka odalarında bile tek başına kalmalarına müsaade edilmeyen "göz hapsi" hayatlarını tasvir ettikten sonra, Sultan Aziz devrinde "severek evlenme"nin pek ayıp karşılandığını anlatır, gençler arasında daha ziyade komşu aşkları hüküm sürmektedir. Abdülhamid devrinde "severek evlenme"nin olumsuz imajı, aşk romanları ve piyesler üzerinden bertaraf edilirken, genç kızlar ve genç erkekler birbirlerini uzaktan da olsa mesire yerlerinde görme imkanına kavuşmuştur. (105-106)

-"Ahmet Cemil ile Mülakat" 1933 yılında yayımlanıyor. O yıllarda büyük ihtimal on iki yaşındaki "kapıcının kızı" bir genç kız olarak kabul ediliyordu. Peki Ahmet Cemil'i İsviçreli bir kapıcının kızına meftun ederek, esasında Tanpınar ne demiş oluyordu? Ahmet Hamdi Tanpınar, Mustafa Özel'in "bizim ilk İslamcı roman kahramanımızdır" dediği Ahmet Cemil'i aşağılamak kastıyla mı yapmıştı "Mülakat"ını? Tanpınar doğrudan kendisinin kurguladığı muhayyel bir kahramanla söyleşmek yerine niye Halit Ziya'nın Ahmet Cemil'ini İsviçre'de kapıcının kız çocuğuna aşık biri olarak "bugüne" taşımaya kalktı? Okurun zihninde yaşayan Ahmet Cemil'i imha edişini, onu olabildiğince aşağı bir noktaya çekişini anlamaya çalışırken toplumsal bilinci mi yoksa yazar erkeğin kendisinin bile farkında olmadığı özlemlerini mi merkeze alacağız? Tanpınar, Batılı kadın karşısında Türk erkeğinin zavallı çaresizliğini anlaşılır kılmak için mi yapmıştır bu mülakatını? Tanpınar'ın Halit Ziya'nın Ahmet Cemil'ine reca gördüğü "muamele"yi başka bir yazar Tanpınar'ın Mümtaz'ına ya da başka bir kahramanına yapsaydı Tanpınar ne hissederdi? Tanpınar sadece Ahmet Cemil'i indirgeyip yok etmiyor, neredeyse Uşaklıgil'in onca sevilmiş kahramanına yeni kaderler çizerek onun etkisini sıfırlama girişiminde bulunuyor. Peki ama bunu niye yapıyor? İhtimal bunu niye yaptığını Tanpınar'ın kendisi de bilmiyordu. Erkek yazarın Batılı kadın söz konusu olduğunda tuhaf ikircikli tutumunu muhtemelen Ahmet Hamdi Tanpınar'ın kurmaca "Mülakat"ı kadar çarpıcı bir şekilde veren başka bir metin yoktur. Ömer Seyfettin erkek yazarın Batılı kadına aşırı hayranlığını açığa vurduktan sonra ikinci bir öykü yazarak bunu restore etme girişiminde bulunmuştu, Tanpınar ise başka bir yazarın kahramanını köklerinden koparıp fotoroman gerçekliğine taşıyarak bayağılaştırmayı tercih etmiş görünüyor. (122-123)

Profil Kitap Yayınları, 2025 basım, 1.baskı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...