07 Ağustos 2025

DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİ TOPLUMSAL TARTIŞMALARI - H.BAYRAM KAÇMAZOĞLU

-1950'den sonra Türkiye artık emperyalizm karşıtı politikaları terk edip, dış politika alanında Batıya tamamen bağımlı hale gelerek, Batının sömürge politikalarına jandarmalık yapmaya başlamıştır. 9 Ağustos 1954'te Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında imzalanan ancak fazla yürümeyen Balkan İttifakı; 1955 yılında Türkiye, Irak, Pakistan ve İran arasında kurulan Bağdat Paktı bu çerçevede düşünülmelidir. Temel amaç, Amerikan çıkarları doğrultusunda Sovyetler Birliği'nin Orta Doğu'ya sızmasını önlemektir. (21)

-Türkiye'nin demokrasiye geçişi, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün kişisel etkisi ve CHP'nin kendi isteği ile değil, Sovyetler Birliği'nin baskı ve tehdidine karşı Batı desteğini sağlama politikalarının etkisi ile olmuştur. Aslına bakılırsa, Birleşmiş Milletler Anayasası kabul edilmemiş, Türk hükümeti liberasyon ve demokratikleşmenin baskısı altında kalmamış olsaydı, muhtemelen DP'nin sonu da tıpkı TCF ve SCF gibi olurdu. (28-29)

-1950-1960 yılları, Batılılaşma ve kültür değişmelerinin en yoğun şekilde ele alındığı ve Doğu ve Batı toplum farklarının en fazla işlendiği ve Türk toplumunun kesin şekilde Batılılaşmadan başka çıkar yolu bulunmadığı vurgulandığı bir dönem olmuştur. Bu durum DP iktidarının dışa bağımlı politikaları ve DP yönetiminin uygulamaları ile doğrudan bağlantılıdır. (37-38)

-Batılılaşmayı kültür değişmesi olarak ele alan bilim adamlarının başında Prof.Mümtaz Turhan gelmektedir. Turhan, sosyal psikolog ve sosyal antropologtur. Bu nedenle, hem Amerikan sosyolojisinin egemen yaklaşım biçimi yapısal-fonksiyonalizme ve hem de DP'nin toplumsal projelerine yakındır. Bir diğer ifade ile Turhan, siyasal anlamda muhafazakâr, toplumsal değişme konusunda bütüncü bir Batıcıdır. Bu bağlamda, Prof.Turhan'ın çalışmaları, 1950'lerin siyasal iktidarlarına yol göstermeye, Türkiye'nin ne kadar geri kaldığını ve bu geri kalmışlıktan kurtulmak için Batılılaşma konusunda hangi yöntemlerin geçerli olabileceğini bulmaya yöneliktir. Turhan'ın çalışmalarında kesin Batılılaşma projeleri yer almaktadır. Yani, Turhan'ın önerileri yerine getirilirse, Türkiye kesinlikle Batılılaşacak ve artık böyle bir sorunla uğraşmayacaktır. (39)

-1950'lerin başlarında Batılılaşmak için yalnız teknik unsurların alınmasını yeterli bulan Turhan, 1950'li yılların sonlarına doğru bazı alt kültürler üzerinde yaptığı araştırmalarla teknik unsurların toplumsal değişme-Batılılaşmayı istenilen ölçülerde gerçekleştirmediğini ve Batı kültürünün bir ürünü olan teknik unsurları besleyen zihniyetin de transfer edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Yani, sadece teknik unsurların kullanımlarının aktarılması yeterli değildir. Bu unsurların hangi zihniyet çerçevesinde üretildiklerinin de özümsenmesi gerekmektedir. Bu fikir değişimini biraz daha açarsak, başlangıçta, Batı'dan sadece maddi kültür unsurlarının alınarak manevi kültür unsurlarının korunmasını savunan Turhan, daha sonra bu görüşlerini revizyondan geçirerek toplumsal değişme-Batılılaşma için bunun yetersiz olduğunu, etki alanının sınırlı kaldığını, toplumsal değişmenin gerçekleşmesi için maddi ve manevi kültür unsurlarının birlikte değiştirilmesi gerektiğini söylemiştir. (66.dipnot/Mümtaz Turhan'ın "bilim zihniyeti"ni maddi kültür unsurlarının kullanılması çerçevesinde ele alması, bizce onun, kültür-uygarlık ayrımından doğan çatışmayı giderme kaygısından kaynaklanmaktadır. Başka bir anlatımla Turhan, Türkçü ve İslamcı kesimlerle uyuşmamakta ve bu konuda klasik batıcılara bir adım daha yaklaşmaktadır.) (43-44)

-Türk devriminin pozitivist Batıcılığını eleştiren Türk Düşüncesi ve onun başyazarı Peyami Safa, Batı'ya değil, 19.yüzyılın Marksist veya pozitivist ilim görüşüne düşmandır. (106.dipnot/ Peyami Safa, "Davamızın Yankıları", Türk Düşüncesi, Sayı:6, 1 Mayıs 1954, s.400-406) (58)

-1946'dan sonra, özellikle 1950'li yıllarda bürokratların ve CHP'nin talihsizliği, halkın gözünde Batılılaşma ile özdeşleştirilmeleridir. DP'nin şansı ise, CHP gibi halkı karşıdan sömürenlere dayanmak yerine, bizzat halkın yanında olup, onu sömürenlere dayanmasıdır. (113.dipnot/Ahmet Yücekök, Türkiye'de Din ve Siyaset, Gerçek Yayınları, 3.baskı, 1983 basım, sf.65) Oysa DP, Batılı toplum yapılarının ortaya çıkardığı muhafazakâr partilerin ülkemizdeki temsilcisi olarak CHP'den daha fazla batıcı ve Amerikancıdır. 1954 yılında Türkiye'yi gezen Fransız Akademisi üyesi Georges Duhamel için 1950'ler Türkiyesi artık bir Garp devleti ya da "Türk milleti, artık bizim için, batılı milletlerin en doğulusu" olmuştur. (114.dipnot/ Georges Duhamel, Yeni Türkiye Bir Garp Devleti, TTK, 1956, Çev: Can Yücel)

-Artık 1950'lerin gözde bilim dalları hukuk, sosyal psikoloji ve sosyal antropolojidir. Bu üç bilim dalı da Batılılaşma ile yakından ilgilidir. Hukuk bilimi, dönemin başat konusu laikliği, kamu hukuku, Anayasa hukuku, pozitif hukuk açısından ele almakta ve laiklikten verilebilecek tavizlerin Batılılaşma ve Batı hukuk kuralları açısından ne tür sorunlar doğurabileceğini ele almaktadır. Sosyal psikoloji ve antropoloji ise Amerikan sosyolojisinin Türkiye'ye nasıl yerleşebileceğinin zeminini hazırlamaktadır. (65)

-1950-1960 döneminde ortaya çıkan partilere bakıldığında, bu partilerin 1945-1950 döneminde kurulan partiler kadar İslamcı ve muhafazakâr çizgide olmadıkları görülmektedir. Bir başka ifade ile 1945-50 döneminde kurulan partiler hem sayıca ve hem de programlarıyla İslamcı çizgiye daha yakındırlar. Ancak bu partilerin bir kısmının kapatılması, geçiş döneminin netleşmesi ve Amerikan yanlısı muhafazakâr-liberal partilerin ortama egemen olmasıyla, 1950-1960 döneminde, İslamcı eğilimleri ağır basan partiler tasfiye edilmişlerdir. Böylece, 1950-1960 döneminde daha laik ve liberal eğilimli partiler yaşama olanağı bulmuşlardır. (76)

-Demek ki, 1950-1960 döneminde Türk siyasal hayatında yer alan partiler belirli ölçülerde ve oy toplama kaygısı ile İslamcı çevrelere bazı tavizler vermelerine karşın, şeriat yanlısı hiçbir faaliyette bulunmamışlardır. Ayrıca, siyasi partilerin İslamcı çevrelere taviz verme konusunda birbirlerini suçlamalarına karşın, hepsi de aynı politikayı izlemekten çekinmemişlerdir. DP iktidarının dini kesimlere bazı tavizler vermesi ve onların bir kısım rejim dışı hareketlerine göz yumması, bu grupları sistemin içine çekerek pasifize etme ve rejimin geleceğini sürdürme politikası olarak da değerlendirilebilir. (83-84)

-Dönemin İslamcı çevreleri, Atatürk ilkelerine yönelik saldırılar karşısında destekleyici bir tutum sergilerken, muhafazakâr kesim temsilcileri Ticanilerin Atatürk heykellerine saldırmalarını, Meclis'te ezan okunmasını, Bursa Ulu Cami'de meydana gelen olayı, dini taşkınlıklar olarak ele almakta; bu hareketlerin soysuzlaşmış bir duygu ve zihniyetinden kaynaklandığını vurgulamaktadırlar. (206.dipnot/ M.Şekip Tunç, "Soysuzlaşan Bir Din Duygusu Karşısında", Türk Yurdu, Sayı:269, Haziran 1957, sf.881-884) (95)

-Laiklik, Cumhuriyet devrinde her zaman gündemin en önemli tartışmalarından biri olmasına karşın, 1950-1960 döneminde çok farklı bir yere sahiptir. Bu dönemde, laiklik gündemin en önemli konusu olmakla kalmamış, gündemin başat konusu olmuştur. Bir taraftan, laiklik; dinsizlik, devlete bağlı din, komünist bir hareket olarak nitelendirilirken, diğer taraftan Batılılaşmanın, hümanizmanın, kişi hürriyetinin, din özgürlüğünün, ulusal egemenliğin ve gerçek dinin temel niteliği sayılmıştır. 1950-1960 döneminin başat konusu olan laiklik, Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir doktora çalışmasına konu olmuş (231.dipnot/ Laikliği doktora çalışması olarak ele alan ve biri 1950'li diğeri yine 1950'li yılların ürünü olarak 1960'larda yayınlanan iki çalışma için bakınız: Bülent Daver, Türkiye Cumhuriyeti'nde Layiklik, 1955, Ankara ve Çetin Özek, Türkiye'de Laiklik, 1962, İstanbul) ve özellikle hukukçular laikliğe pozitivist hukuk açısından yaklaşmışlardır. (104-105)

-Oysa DP de en az CHP kadar laik ve Batıcıdır ve her iki parti de laiklikten taviz konusunda, oy kapma yarışı dışında, geleneksel kesimler lehine samimi değildir. (121)

-Sabahattin Eyüpoğlu, softalığı bir düşünce, bil bilgi kanseri olarak ele almaktadır. Ona göre, softa ister istemez bir bilginin, donmuş da olsa bir düşüncenin adamıdır. Softalık bütün insanlığın baş belasıdır. Bizim için özellikle tehlikeli olması başlıca şu sebeplerden ileri gelir: Biz eskiden kopmak, değişmek, yenileşmek isteyen bir milletiz, softalarımızın çoğu ise hortlak sayılacak kadar eski bir düşüncenin taraftarıdırlar. Diğer yandan, olayın tehlikeli olan yanı, çoğunluğu okuma yazma bilmeyen bir yerde softa her dilediğini yaptırabilir. (279.dipnot/Sabahattin Eyüpoğlu, "Yeni Ufuklar Dergisinin Softalık Anketine Cevap", Yeni Ufuklar Dergisi, Sayı:88-89, Eylül-Ekim 1959, sf.122-123) Orhan Kemal'e göre softalık, din yobazlığıdır. Ahmet Oktay, softayı, kişilik bilinci gelişmemiş, korkak ve endişeli adam olarak tanımlamaktadır. Oktay'a göre, softalığın altında hoşgörüye yüz vermeyen mutlak bir iman, bilimsel düşünceyle bağdaşmayan dogmatik yardılar yatar. (280.dipnot/ "Yeni Ufuklar Dergisinin Softalık Anketine Cevap", Yeni Ufuklar Dergisi, Sayı:88-89, Eylül-Ekim 1959, sf.124-126) (126)

-Kısaca DP'nin iktidara gelişi ve önemli bir oy potansiyeline dayanarak iktidarda kalışını şöyle özetleyebiliriz: (a) Kitlelerin daha yumuşak bir idare, daha liberal bir rejim anlayışı ile gerçek bir gelişme ve büyüme olanağı sağlayacağına inanması, (b) eşraf, büyük toprak ağası, Amerikayla anlaşan ticaret burjuvazisi ve azınlıklar DP'nin liberal ekonomi zihniyetini umut verici bulurken, CHP'nin geçmiş ekonomik politikalarından korkması, (c) geleneksel kitlelerin gözünde CHP'nin "dinsiz", DP'nin dini yeniden kurtaran parti olma imajı, (d) daha önceki tüm olumsuzlukların CHP'ye fatura edilmesi, (e) DP'nin liberal ve demokratik tavırlarla memurların statülerinde yapmayı vaad ettiği değişimler ve böylece bir kısım memur kitlesinin çıkarlarını DP'de görmesi, (f) sendikaların liberal gelişmelere bel bağlayarak DP'ye yönelmeleri. (149)

-Aslında, DP ile DP'nin tabanına hitap eden MP ve elindeki iktidar payının bir kısmını kaptıran CHP'nin bu payı yeniden ele geçirmek için yürüttüğü bir mücadele vardır. Bu mücadelede aydın-bürokrat kesimler de CHP'nin yanında kendi çıkarlarını geleneksel çevrelere karşı yeniden ele geçirme çabası içerisindedirler. Yoksa, DP'nin demokrasiyi askıya alma yönündeki politikalarından geniş kitlelerin rahatsızlık duydukları yönünde yaygın bir hoşnutsuzluk söz konusu değildir. Bu nedenle, iktidar ile muhalefet arasındaki çatışma, tabanda değil tavanda ve iktidar seçkinleri arasındadır. Çatışma, sınıfların net şekilde belirmediği 1950'ler Türkiyesinde, iktidarın oluşmasında önemli katkıları olan eşrafla, iktidarı tekrar ele geçirmeye çalışan "aydın"lar arasındadır. (155)

-DP iktidarının otoriterliğe kaydığı ileri sürülürken bu konuda kanıt olarak gösterilen örneklere bakılacak olursa, bunların salt aydın ve bürokratları ilgilendiren önlemler olduğu görülür. Basın hürriyeti, üniversite özerkliği, memurların statüsü, yürütme organının yerkilerinin artırılması gibi konulardaki sınırlandırmalar sadece küçük bir seçkinci kadroyu ilgilendiren, küçük burjuva bürokrasisinin güvenliğini sarsan niteliklerdir. Bürokrasi, eski üstünlüklerini sürdürmek ve siyasal güvenliğini sağlamak için biçimsel demokrasi ve devrimcilik mücadelesi vermektedir. Bu bağlamda, 1950-1960 dönemi demokrasi ve devrimcilik adına yapılıyor gibi görülen mücadeleler, aslında, egemen çevrelerin mücadelesidir. (378.dipnot/Çetin Özek, Faşizm ve Devrimci Halk Cephesi, Ant Yayınları, 1970, sf.455-456) 1950'de iktidarı elinde kaçırmış bulunan asker-sivil bürokrasinin, iktidarı tekrar ele geçirmek için yürüttüğü bir mücadele. (167)

-Özellikle milliyetçi ve geleneksel islamcı renklerin damgasını vurduğu 1950'ler Türk düşüncesinin en önemli özelliği sol karşıtlığıdır. Yani, DP döneminin en belirgin özelliklerinden biri, aşırı şekilde sol karşıtlığı yapılması ve milliyetçiliğin yoğun bir gelişme göstermesidir. Sadece milliyetçi-islamcı çevrelerce değil, dönemin laik, batıcı ve Atatürkçü kesimleri de şiddetli bir sol karşıtlığı sergilemişlerdir. Böylece, 1950'ler Türkiye'sinde ortaya çıkan düşünce akımlarının ortak paydası; milliyetçilik, muhafazakarlık ve sol karşıtlığı dolayısıyla Amerikan emperyalizmini savunmak olmuştur. Bir başka anlatımla, Türkiye, 1950-1960 döneminde emperyalist blokun Ortadoğu ve Üçüncü Dünya politikaları ile uyum içerisinde olmuştur. Bu dönemde devlet ve kamuoyu baskıları ile sol düşünce tamamen tasfiye edilmiş ve Türk düşün hayatından adeta silinmiştir. Böyle bir ortamda, fikir özgürlüğü ile demokrasinin durumu tartışma konusudur. (175)

-1950'li yıllarda sol tamamen tasfiye edilirken, İslamcı ve milliyetçi hareketlere büyük olanaklar sağlanmıştır. Ancak, bu dönemde milliyetçilik, islamcılık gibi popülist boyutta kalmış, dönemin gelenekçi çevreleri gibi DP'yi desteklemiştir. 1950-1960 döneminde milliyetçilerle islamcıların bir kısmı Türk-İslam sentezi şeklinde ortaya çıkmıştır. Yani, 1950'lerin milliyetçiliği, İslamcı tonlarla birlikte görülmektedir. Yine bu dönemde, laiklik uygulamalarına eleştiri amacıyla demokrasinin savunuculuğunu üstlenen İslamcı kesim yanında, milliyetçilik ve halkçılık adına da milliyetçi kesimin demokrasi savunusunu üstlenmiş ve demokrasi ile milliyetçiliğin tarihsel süreçte birlikte ortaya çıkıp geliştiklerini ortaya koymuşlardır. (413.dipnot/ Bu doğrultuda Prof.Dr.Remzi Oğuz Arık'ın 1951 yılındaki bir dizi radyo konuşması için Remzi Oğuz Arık, İdeal ve İdeoloji, MEB, İstanbul 1969 adlı eserinin 80-146. sayfalarına bakınız.) Böylece dönemin geleneksel çevrelerle milliyetçiler, Türkiye'de anti-komünizm anlayışına dayanarak Amerikan emperyalizminin savunuculuğunu üstlenmişlerdir. (180)

-Türk Düşüncesi, Atatürk'ün "şurası unutulmamalıdır ki Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Her görüldüğü yerde ezilmelidir" sözlerini çerçeve içerisinde yayınladıktan sonra, bir komünistin nasıl teşhis edilebileceğini şu şekilde formüle etmiştir (418.dipnot/Bir komünist öğretmen teşhis etmek istiyorsanız, yine Türk Düşüncesi sayı:54-3, 1 Mart 1959, sf.44-45'e bakınız):

1-Yazılarında son derece mübalağa edilmiş bir köylü ve işçi sefaleti, kaymakam ve jandarma zulmü

2-Sözde halk ağzı diye burjuva edep ve nezaketini bozmak için kasden kullanılan müstehcen argo, pislik edebiyatı ve külhan bey ağzı

3-Türk milletinin dilinin soysuzlaştırılması, cıvık ve laübali bir ifadenin edepli ve nizamlı burjuva dilinin yerine ikamesi

4-Din, mabetler, dini tören ve ayinler, Allah inancı ve dini gelenekler aleyhine yayın

5-Özellikle mizah gazeteleri ve karikatür yoluyla klasik ahlak ve aile aleyhinde bozguncu yayın

6-Resimde, heykelde, mimaride ve edebiyatta yenilik iddiası altında sanat zevkini ve anlayışını yıkmak

7-Tiyatroda komünist yazarların piyeslerini oynatmak

8-Günlük makale ve fıkralarda din, milliyet ve gelenek aleyhtarı hareketleri desteklemek, bunların ünlü temsilcilerini küçümsemek

9-Sovyetler komünizm, solcu akım ve hareketler aleyhine tek kelime yazmamak; Kıbrıs davasını savunmamak

10-Edebiyat derslernde solcu yazarları övmek, diğerlerini yermek

11-Folkloru sanat değerlerinin başında getirmek ve böylece yüksek burjuva kültür ve zevkini gözden düşürmeye çalışmak

12-Sistematik tenkitler, hicivler, alaylar, karikatürler aracılığıyla devlet otoritesini ve mevcut sosyal ve iktisadi rejimi zaafa uğratmak, partiler arasına nifak sokmak, idari bünyeyi çökertmeye çalışmak. (419.dipnot/ "Atatürk ve Komünizm", Türk Düşüncesi, Sayı: 54-3, 1 Mart 1959, s.37) (183)

-Milliyetçiler arasında komünistliğin Türklük ve ülke için büyük bir bela olduğu konusunda tam bir düşünce birliği vardır. Ancak, onlara göre irtica, komünistlik gibi büyük bir tehlike değildir. Türkiye'de büyük bir dine dönüş hareketi vardır. Bu geniş çaptaki dine dönüş hareketinden Türklük ve İslamlık düşmanları memnun değildirler. Düşmanlıklarını da irtica perdesi altında yürütmektedirler. İrtica yaygarası, Türklük ve İslamlık düşmanlarının bir taktiğidir. (440.dipnot/ Nejdet Sançar Çiftçioğlu, "Komünizm ve İrtica Meselesi", Orkun Dergisi, Sayı:23, 9 Mart 1951, sf.3-4) (190)

-Kısaca Amerikan mali danışmanlarının yoğun baskı ve önerileriyle Türkiye 1950'lerin başlarında hızlı bir liberasyon politikası izlemiştir. Bu liberasyon politikaları hem dış sermaye çevrelerince hem de bu havayı hızlı bir şekilde kavrayarak liberalizmin sözcülüğüne talip olan bazı yerli ekonomi yazarlarınca desteklenmiştir. Bu yazarlar, liberalizmi bir ekonomi politikanın ötesinde, çok geniş bir yelpaze içerisinde ele almışlar ve manevi değerlere bağlılığı, muhafazakarlığı, demokrasinin gerçekleştirilmesini, bireysel teşebbüs özgürlüğüne bağlamışlardır. (495.dipnot/Sanki bunları engelleyen bir durum varmış gibi. Asıl amaç toplumun birikimlerini bazı kişilere peşkeş çekme anlayışını savunmaktır.) Yine bu kesimler, önceki dönemlerde liberalizmin alt yapısının hazırlanmadığı, özel teşebbüse önem verilmediği doğrultusunda eleştirilerde bulunarak, ülkenin kalkınmasının ancak özel teşebbüse sağlanacak olanaklarla gerçekleşebileceğini, kişisel kâr amacıyla çalışmanın aslında ülkenin yararına çalışmak anlamına geldiğini belirtmişlerdir. (496.dipnot/ İktisadi liberalizm anlayışı) (213)

-Bu dönemde DP'ye oy verenlerin amacı, demokrasiyi kurmak değil, farklı çıkar anlayışları çerçevesinde iktidardan pay almak ve bu pay alışları sürdükçe de demokrasiyi oy çoğunluğu olarak algılamaktan ibarettir. Bilinçli bir demokrasi anlayışı ise bulunmamaktadır. DP, önce devrimci, sonra statükocu CHP'nin tüm politikalarının karşısında olanlar tarafından desteklenmiştir. DP'nin en önemli özelliği, geleneksel çevrelerle iktidar seçkinleri ve Batıcılar arasında bir denge kurması, geleneksel çevreleri ve özellikle eşraf ile yerel önderleri iktidara taşımasıdır. (230)

-Modernleşme ve demokrasinin kuruculuğunu Batı'da burjuvazi sınıfı yaparken, bizde Batılılaşma ile birlikte demokrasi ve aydınlanma rollerini de "halka rağmen halk adına" bürokrasi üstlenmiştir. (231)

-CHP'nin DP'ye yönelik eleştirileri hukuksal düzenden sapma şeklinde ortaya çıkmış ve toplumun özgürlük sorunu gündeme getirilmemiştir. Çünkü CHP ile DP'nin özgürlük anlayışları da aynıdır. Her iki partinin özgürlük anlayışı aynı olduğundan, CHP'nin demokrasi ve laiklik konusunda DP'ye yönelik eleştirileri de gerçeği yansıtmamıştır. Laiklik ve demokrasiye aykırı yönelimler her iki parti tarafından da desteklenmiştir. İki partinin gerçekleştirdiği temel davranış sınırlı bir özgürlük ortamında kendi varlıklarını sürdürmek olmuştur. Bu çerçeve içerisinde, iki parti de özgürlüklerin karşısında yer almış ve özgürlük isteyen kesimleri susturmuşlardır. Bu anlamda DP'nin dinsel muhalefete özgürlük sağladığı saptamaları da yanlış ve çelişkilidir. (523.dipnot/Kurtuluş Kayalı, Ordu ve Siyaset, İletişim yayınları, 1994 basım, sf.25) (233)

-Geleneksel kitlelerin CHP'ye karşı DP'yi kurtarıcı olarak görmesi ve yabancılaşma karşısında DP'ye sığınması nedeniyle Batılılaşmayı bu dönemde toplumdan gizlemenin yolu, olayı kültür değişmeleri oalrak ifade etmek olmuştur. Bu durum Batılılaşmanın DP döneminde doğrudan ele alınmadığı anlamına gelmemekte ve CHP'ye karşı halkın sığındığı DP'de Batılılaşmayı savunmaktadır. Bir başka ifade ile 1950-1960 döneminde Batılılaşmayı ifade etmek için çağdaşlaşma ve kültür değişmeleri kavramları kullanılmış ve toplumsal değişme anlayışı, oldukça yoğun bir şekilde işlenmiştir. Kültür değişmeleri ile Batılılaşma halka indirgenerek, halkın Batılılaşma politikaları karşısındaki tepkisi yumuşatılmak istenmiştir. (234-235)

-Amerikan yanlısı politikalar, sosyal antropoloji ve sosyal psikolojiyi Türkiye'ye yerleştirmektedir. Toplumculuk anlayışının beslediği ve arkasında görkemli bir birikim bulunan bilim dalları ise tasfiye edilmektedir. Kültür değişmeleri, sosyal antropolojinin en önemli konusudur. Başka bir deyişle, Batılı güçlerin emperyalist amaçlarına hizmet eden, incelediği toplumları primitiv olarak kabul eden ve zaman zaman da misyonerlik faaliyetlerine yardımcı olan antropoloji, artık dönemin gözde bilim dalıdır. (241)

Birey Yayıncılık, 1988 basım, 1.baskı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...