-Türkiye'nin
demokrasiye geçişi, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün kişisel etkisi ve CHP'nin
kendi isteği ile değil, Sovyetler Birliği'nin baskı ve tehdidine karşı Batı
desteğini sağlama politikalarının etkisi ile olmuştur. Aslına bakılırsa,
Birleşmiş Milletler Anayasası kabul edilmemiş, Türk hükümeti liberasyon ve
demokratikleşmenin baskısı altında kalmamış olsaydı, muhtemelen DP'nin sonu da
tıpkı TCF ve SCF gibi olurdu. (28-29)
-1950-1960
yılları, Batılılaşma ve kültür değişmelerinin en yoğun şekilde ele alındığı ve
Doğu ve Batı toplum farklarının en fazla işlendiği ve Türk toplumunun kesin
şekilde Batılılaşmadan başka çıkar yolu bulunmadığı vurgulandığı bir dönem
olmuştur. Bu durum DP iktidarının dışa bağımlı politikaları ve DP yönetiminin
uygulamaları ile doğrudan bağlantılıdır. (37-38)
-Batılılaşmayı
kültür değişmesi olarak ele alan bilim adamlarının başında Prof.Mümtaz Turhan
gelmektedir. Turhan, sosyal psikolog ve sosyal antropologtur. Bu nedenle, hem
Amerikan sosyolojisinin egemen yaklaşım biçimi yapısal-fonksiyonalizme ve hem
de DP'nin toplumsal projelerine yakındır. Bir diğer ifade ile Turhan, siyasal
anlamda muhafazakâr, toplumsal değişme konusunda bütüncü bir Batıcıdır. Bu
bağlamda, Prof.Turhan'ın çalışmaları, 1950'lerin siyasal iktidarlarına yol
göstermeye, Türkiye'nin ne kadar geri kaldığını ve bu geri kalmışlıktan
kurtulmak için Batılılaşma konusunda hangi yöntemlerin geçerli olabileceğini
bulmaya yöneliktir. Turhan'ın çalışmalarında kesin Batılılaşma projeleri yer
almaktadır. Yani, Turhan'ın önerileri yerine getirilirse, Türkiye kesinlikle
Batılılaşacak ve artık böyle bir sorunla uğraşmayacaktır. (39)
-1950'lerin
başlarında Batılılaşmak için yalnız teknik unsurların alınmasını yeterli bulan
Turhan, 1950'li yılların sonlarına doğru bazı alt kültürler üzerinde yaptığı
araştırmalarla teknik unsurların toplumsal değişme-Batılılaşmayı istenilen
ölçülerde gerçekleştirmediğini ve Batı kültürünün bir ürünü olan teknik
unsurları besleyen zihniyetin de transfer edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Yani, sadece teknik unsurların kullanımlarının aktarılması yeterli değildir. Bu
unsurların hangi zihniyet çerçevesinde üretildiklerinin de özümsenmesi
gerekmektedir. Bu fikir değişimini biraz daha açarsak, başlangıçta, Batı'dan
sadece maddi kültür unsurlarının alınarak manevi kültür unsurlarının
korunmasını savunan Turhan, daha sonra bu görüşlerini revizyondan geçirerek
toplumsal değişme-Batılılaşma için bunun yetersiz olduğunu, etki alanının
sınırlı kaldığını, toplumsal değişmenin gerçekleşmesi için maddi ve manevi
kültür unsurlarının birlikte değiştirilmesi gerektiğini söylemiştir.
(66.dipnot/Mümtaz Turhan'ın "bilim zihniyeti"ni maddi kültür
unsurlarının kullanılması çerçevesinde ele alması, bizce onun, kültür-uygarlık
ayrımından doğan çatışmayı giderme kaygısından kaynaklanmaktadır. Başka bir
anlatımla Turhan, Türkçü ve İslamcı kesimlerle uyuşmamakta ve bu konuda klasik
batıcılara bir adım daha yaklaşmaktadır.) (43-44)
-Türk
devriminin pozitivist Batıcılığını eleştiren Türk Düşüncesi ve onun başyazarı
Peyami Safa, Batı'ya değil, 19.yüzyılın Marksist veya pozitivist ilim görüşüne
düşmandır. (106.dipnot/ Peyami Safa, "Davamızın Yankıları", Türk
Düşüncesi, Sayı:6, 1 Mayıs 1954, s.400-406) (58)
-1946'dan
sonra, özellikle 1950'li yıllarda bürokratların ve CHP'nin talihsizliği, halkın
gözünde Batılılaşma ile özdeşleştirilmeleridir. DP'nin şansı ise, CHP gibi
halkı karşıdan sömürenlere dayanmak yerine, bizzat halkın yanında olup, onu
sömürenlere dayanmasıdır. (113.dipnot/Ahmet Yücekök, Türkiye'de Din ve Siyaset,
Gerçek Yayınları, 3.baskı, 1983 basım, sf.65) Oysa DP, Batılı toplum
yapılarının ortaya çıkardığı muhafazakâr partilerin ülkemizdeki temsilcisi
olarak CHP'den daha fazla batıcı ve Amerikancıdır. 1954 yılında Türkiye'yi
gezen Fransız Akademisi üyesi Georges Duhamel için 1950'ler Türkiyesi artık bir
Garp devleti ya da "Türk milleti, artık bizim için, batılı milletlerin en
doğulusu" olmuştur. (114.dipnot/ Georges Duhamel, Yeni Türkiye Bir Garp
Devleti, TTK, 1956, Çev: Can Yücel)
-Artık
1950'lerin gözde bilim dalları hukuk, sosyal psikoloji ve sosyal
antropolojidir. Bu üç bilim dalı da Batılılaşma ile yakından ilgilidir. Hukuk
bilimi, dönemin başat konusu laikliği, kamu hukuku, Anayasa hukuku, pozitif
hukuk açısından ele almakta ve laiklikten verilebilecek tavizlerin Batılılaşma
ve Batı hukuk kuralları açısından ne tür sorunlar doğurabileceğini ele
almaktadır. Sosyal psikoloji ve antropoloji ise Amerikan sosyolojisinin
Türkiye'ye nasıl yerleşebileceğinin zeminini hazırlamaktadır. (65)
-1950-1960
döneminde ortaya çıkan partilere bakıldığında, bu partilerin 1945-1950
döneminde kurulan partiler kadar İslamcı ve muhafazakâr çizgide olmadıkları
görülmektedir. Bir başka ifade ile 1945-50 döneminde kurulan partiler hem
sayıca ve hem de programlarıyla İslamcı çizgiye daha yakındırlar. Ancak bu
partilerin bir kısmının kapatılması, geçiş döneminin netleşmesi ve Amerikan
yanlısı muhafazakâr-liberal partilerin ortama egemen olmasıyla, 1950-1960
döneminde, İslamcı eğilimleri ağır basan partiler tasfiye edilmişlerdir.
Böylece, 1950-1960 döneminde daha laik ve liberal eğilimli partiler yaşama
olanağı bulmuşlardır. (76)
-Demek
ki, 1950-1960 döneminde Türk siyasal hayatında yer alan partiler belirli
ölçülerde ve oy toplama kaygısı ile İslamcı çevrelere bazı tavizler vermelerine
karşın, şeriat yanlısı hiçbir faaliyette bulunmamışlardır. Ayrıca, siyasi
partilerin İslamcı çevrelere taviz verme konusunda birbirlerini suçlamalarına
karşın, hepsi de aynı politikayı izlemekten çekinmemişlerdir. DP iktidarının
dini kesimlere bazı tavizler vermesi ve onların bir kısım rejim dışı
hareketlerine göz yumması, bu grupları sistemin içine çekerek pasifize etme ve
rejimin geleceğini sürdürme politikası olarak da değerlendirilebilir. (83-84)
-Dönemin
İslamcı çevreleri, Atatürk ilkelerine yönelik saldırılar karşısında
destekleyici bir tutum sergilerken, muhafazakâr kesim temsilcileri Ticanilerin
Atatürk heykellerine saldırmalarını, Meclis'te ezan okunmasını, Bursa Ulu
Cami'de meydana gelen olayı, dini taşkınlıklar olarak ele almakta; bu
hareketlerin soysuzlaşmış bir duygu ve zihniyetinden kaynaklandığını
vurgulamaktadırlar. (206.dipnot/ M.Şekip Tunç, "Soysuzlaşan Bir Din
Duygusu Karşısında", Türk Yurdu, Sayı:269, Haziran 1957, sf.881-884) (95)
-Laiklik,
Cumhuriyet devrinde her zaman gündemin en önemli tartışmalarından biri olmasına
karşın, 1950-1960 döneminde çok farklı bir yere sahiptir. Bu dönemde, laiklik
gündemin en önemli konusu olmakla kalmamış, gündemin başat konusu olmuştur. Bir
taraftan, laiklik; dinsizlik, devlete bağlı din, komünist bir hareket olarak nitelendirilirken,
diğer taraftan Batılılaşmanın, hümanizmanın, kişi hürriyetinin, din
özgürlüğünün, ulusal egemenliğin ve gerçek dinin temel niteliği sayılmıştır.
1950-1960 döneminin başat konusu olan laiklik, Cumhuriyet tarihinde ilk defa
bir doktora çalışmasına konu olmuş (231.dipnot/ Laikliği doktora çalışması
olarak ele alan ve biri 1950'li diğeri yine 1950'li yılların ürünü olarak
1960'larda yayınlanan iki çalışma için bakınız: Bülent Daver, Türkiye
Cumhuriyeti'nde Layiklik, 1955, Ankara ve Çetin Özek, Türkiye'de Laiklik, 1962,
İstanbul) ve özellikle hukukçular laikliğe pozitivist hukuk açısından
yaklaşmışlardır. (104-105)
-Oysa
DP de en az CHP kadar laik ve Batıcıdır ve her iki parti de laiklikten taviz
konusunda, oy kapma yarışı dışında, geleneksel kesimler lehine samimi değildir.
(121)
-Sabahattin
Eyüpoğlu, softalığı bir düşünce, bil bilgi kanseri olarak ele almaktadır. Ona
göre, softa ister istemez bir bilginin, donmuş da olsa bir düşüncenin adamıdır.
Softalık bütün insanlığın baş belasıdır. Bizim için özellikle tehlikeli olması
başlıca şu sebeplerden ileri gelir: Biz eskiden kopmak, değişmek, yenileşmek
isteyen bir milletiz, softalarımızın çoğu ise hortlak sayılacak kadar eski bir
düşüncenin taraftarıdırlar. Diğer yandan, olayın tehlikeli olan yanı, çoğunluğu
okuma yazma bilmeyen bir yerde softa her dilediğini yaptırabilir.
(279.dipnot/Sabahattin Eyüpoğlu, "Yeni Ufuklar Dergisinin Softalık
Anketine Cevap", Yeni Ufuklar Dergisi, Sayı:88-89, Eylül-Ekim 1959,
sf.122-123) Orhan Kemal'e göre softalık, din yobazlığıdır. Ahmet Oktay,
softayı, kişilik bilinci gelişmemiş, korkak ve endişeli adam olarak
tanımlamaktadır. Oktay'a göre, softalığın altında hoşgörüye yüz vermeyen mutlak
bir iman, bilimsel düşünceyle bağdaşmayan dogmatik yardılar yatar. (280.dipnot/
"Yeni Ufuklar Dergisinin Softalık Anketine Cevap", Yeni Ufuklar
Dergisi, Sayı:88-89, Eylül-Ekim 1959, sf.124-126) (126)
-Kısaca
DP'nin iktidara gelişi ve önemli bir oy potansiyeline dayanarak iktidarda
kalışını şöyle özetleyebiliriz: (a) Kitlelerin daha yumuşak bir idare, daha
liberal bir rejim anlayışı ile gerçek bir gelişme ve büyüme olanağı
sağlayacağına inanması, (b) eşraf, büyük toprak ağası, Amerikayla anlaşan
ticaret burjuvazisi ve azınlıklar DP'nin liberal ekonomi zihniyetini umut
verici bulurken, CHP'nin geçmiş ekonomik politikalarından korkması, (c)
geleneksel kitlelerin gözünde CHP'nin "dinsiz", DP'nin dini yeniden
kurtaran parti olma imajı, (d) daha önceki tüm olumsuzlukların CHP'ye fatura
edilmesi, (e) DP'nin liberal ve demokratik tavırlarla memurların statülerinde
yapmayı vaad ettiği değişimler ve böylece bir kısım memur kitlesinin
çıkarlarını DP'de görmesi, (f) sendikaların liberal gelişmelere bel bağlayarak
DP'ye yönelmeleri. (149)
-Aslında,
DP ile DP'nin tabanına hitap eden MP ve elindeki iktidar payının bir kısmını
kaptıran CHP'nin bu payı yeniden ele geçirmek için yürüttüğü bir mücadele
vardır. Bu mücadelede aydın-bürokrat kesimler de CHP'nin yanında kendi
çıkarlarını geleneksel çevrelere karşı yeniden ele geçirme çabası
içerisindedirler. Yoksa, DP'nin demokrasiyi askıya alma yönündeki
politikalarından geniş kitlelerin rahatsızlık duydukları yönünde yaygın bir
hoşnutsuzluk söz konusu değildir. Bu nedenle, iktidar ile muhalefet arasındaki
çatışma, tabanda değil tavanda ve iktidar seçkinleri arasındadır. Çatışma,
sınıfların net şekilde belirmediği 1950'ler Türkiyesinde, iktidarın oluşmasında
önemli katkıları olan eşrafla, iktidarı tekrar ele geçirmeye çalışan
"aydın"lar arasındadır. (155)
-DP
iktidarının otoriterliğe kaydığı ileri sürülürken bu konuda kanıt olarak
gösterilen örneklere bakılacak olursa, bunların salt aydın ve bürokratları
ilgilendiren önlemler olduğu görülür. Basın hürriyeti, üniversite özerkliği,
memurların statüsü, yürütme organının yerkilerinin artırılması gibi konulardaki
sınırlandırmalar sadece küçük bir seçkinci kadroyu ilgilendiren, küçük burjuva
bürokrasisinin güvenliğini sarsan niteliklerdir. Bürokrasi, eski üstünlüklerini
sürdürmek ve siyasal güvenliğini sağlamak için biçimsel demokrasi ve
devrimcilik mücadelesi vermektedir. Bu bağlamda, 1950-1960 dönemi demokrasi ve
devrimcilik adına yapılıyor gibi görülen mücadeleler, aslında, egemen
çevrelerin mücadelesidir. (378.dipnot/Çetin Özek, Faşizm ve Devrimci Halk
Cephesi, Ant Yayınları, 1970, sf.455-456) 1950'de iktidarı elinde kaçırmış
bulunan asker-sivil bürokrasinin, iktidarı tekrar ele geçirmek için yürüttüğü
bir mücadele. (167)
-Özellikle
milliyetçi ve geleneksel islamcı renklerin damgasını vurduğu 1950'ler Türk
düşüncesinin en önemli özelliği sol karşıtlığıdır. Yani, DP döneminin en
belirgin özelliklerinden biri, aşırı şekilde sol karşıtlığı yapılması ve
milliyetçiliğin yoğun bir gelişme göstermesidir. Sadece milliyetçi-islamcı
çevrelerce değil, dönemin laik, batıcı ve Atatürkçü kesimleri de şiddetli bir
sol karşıtlığı sergilemişlerdir. Böylece, 1950'ler Türkiye'sinde ortaya çıkan
düşünce akımlarının ortak paydası; milliyetçilik, muhafazakarlık ve sol
karşıtlığı dolayısıyla Amerikan emperyalizmini savunmak olmuştur. Bir başka
anlatımla, Türkiye, 1950-1960 döneminde emperyalist blokun Ortadoğu ve Üçüncü
Dünya politikaları ile uyum içerisinde olmuştur. Bu dönemde devlet ve kamuoyu
baskıları ile sol düşünce tamamen tasfiye edilmiş ve Türk düşün hayatından
adeta silinmiştir. Böyle bir ortamda, fikir özgürlüğü ile demokrasinin durumu
tartışma konusudur. (175)
-1950'li
yıllarda sol tamamen tasfiye edilirken, İslamcı ve milliyetçi hareketlere büyük
olanaklar sağlanmıştır. Ancak, bu dönemde milliyetçilik, islamcılık gibi
popülist boyutta kalmış, dönemin gelenekçi çevreleri gibi DP'yi desteklemiştir.
1950-1960 döneminde milliyetçilerle islamcıların bir kısmı Türk-İslam sentezi
şeklinde ortaya çıkmıştır. Yani, 1950'lerin milliyetçiliği, İslamcı tonlarla
birlikte görülmektedir. Yine bu dönemde, laiklik uygulamalarına eleştiri
amacıyla demokrasinin savunuculuğunu üstlenen İslamcı kesim yanında,
milliyetçilik ve halkçılık adına da milliyetçi kesimin demokrasi savunusunu
üstlenmiş ve demokrasi ile milliyetçiliğin tarihsel süreçte birlikte ortaya
çıkıp geliştiklerini ortaya koymuşlardır. (413.dipnot/ Bu doğrultuda
Prof.Dr.Remzi Oğuz Arık'ın 1951 yılındaki bir dizi radyo konuşması için Remzi
Oğuz Arık, İdeal ve İdeoloji, MEB, İstanbul 1969 adlı eserinin 80-146.
sayfalarına bakınız.) Böylece dönemin geleneksel çevrelerle milliyetçiler,
Türkiye'de anti-komünizm anlayışına dayanarak Amerikan emperyalizminin
savunuculuğunu üstlenmişlerdir. (180)
-Türk
Düşüncesi, Atatürk'ün "şurası unutulmamalıdır ki Türk aleminin en büyük
düşmanı komünistliktir. Her görüldüğü yerde ezilmelidir" sözlerini çerçeve
içerisinde yayınladıktan sonra, bir komünistin nasıl teşhis edilebileceğini şu
şekilde formüle etmiştir (418.dipnot/Bir komünist öğretmen teşhis etmek
istiyorsanız, yine Türk Düşüncesi sayı:54-3, 1 Mart 1959, sf.44-45'e bakınız):
1-Yazılarında
son derece mübalağa edilmiş bir köylü ve işçi sefaleti, kaymakam ve jandarma
zulmü
2-Sözde
halk ağzı diye burjuva edep ve nezaketini bozmak için kasden kullanılan
müstehcen argo, pislik edebiyatı ve külhan bey ağzı
3-Türk
milletinin dilinin soysuzlaştırılması, cıvık ve laübali bir ifadenin edepli ve
nizamlı burjuva dilinin yerine ikamesi
4-Din,
mabetler, dini tören ve ayinler, Allah inancı ve dini gelenekler aleyhine yayın
5-Özellikle
mizah gazeteleri ve karikatür yoluyla klasik ahlak ve aile aleyhinde bozguncu
yayın
6-Resimde,
heykelde, mimaride ve edebiyatta yenilik iddiası altında sanat zevkini ve
anlayışını yıkmak
7-Tiyatroda
komünist yazarların piyeslerini oynatmak
8-Günlük
makale ve fıkralarda din, milliyet ve gelenek aleyhtarı hareketleri
desteklemek, bunların ünlü temsilcilerini küçümsemek
9-Sovyetler
komünizm, solcu akım ve hareketler aleyhine tek kelime yazmamak; Kıbrıs
davasını savunmamak
10-Edebiyat
derslernde solcu yazarları övmek, diğerlerini yermek
11-Folkloru
sanat değerlerinin başında getirmek ve böylece yüksek burjuva kültür ve zevkini
gözden düşürmeye çalışmak
12-Sistematik
tenkitler, hicivler, alaylar, karikatürler aracılığıyla devlet otoritesini ve
mevcut sosyal ve iktisadi rejimi zaafa uğratmak, partiler arasına nifak sokmak,
idari bünyeyi çökertmeye çalışmak. (419.dipnot/ "Atatürk ve
Komünizm", Türk Düşüncesi, Sayı: 54-3, 1 Mart 1959, s.37) (183)
-Milliyetçiler
arasında komünistliğin Türklük ve ülke için büyük bir bela olduğu konusunda tam
bir düşünce birliği vardır. Ancak, onlara göre irtica, komünistlik gibi büyük
bir tehlike değildir. Türkiye'de büyük bir dine dönüş hareketi vardır. Bu geniş
çaptaki dine dönüş hareketinden Türklük ve İslamlık düşmanları memnun
değildirler. Düşmanlıklarını da irtica perdesi altında yürütmektedirler. İrtica
yaygarası, Türklük ve İslamlık düşmanlarının bir taktiğidir. (440.dipnot/
Nejdet Sançar Çiftçioğlu, "Komünizm ve İrtica Meselesi", Orkun
Dergisi, Sayı:23, 9 Mart 1951, sf.3-4) (190)
-Kısaca
Amerikan mali danışmanlarının yoğun baskı ve önerileriyle Türkiye 1950'lerin
başlarında hızlı bir liberasyon politikası izlemiştir. Bu liberasyon
politikaları hem dış sermaye çevrelerince hem de bu havayı hızlı bir şekilde
kavrayarak liberalizmin sözcülüğüne talip olan bazı yerli ekonomi yazarlarınca
desteklenmiştir. Bu yazarlar, liberalizmi bir ekonomi politikanın ötesinde, çok
geniş bir yelpaze içerisinde ele almışlar ve manevi değerlere bağlılığı,
muhafazakarlığı, demokrasinin gerçekleştirilmesini, bireysel teşebbüs özgürlüğüne
bağlamışlardır. (495.dipnot/Sanki bunları engelleyen bir durum varmış gibi.
Asıl amaç toplumun birikimlerini bazı kişilere peşkeş çekme anlayışını
savunmaktır.) Yine bu kesimler, önceki dönemlerde liberalizmin alt yapısının
hazırlanmadığı, özel teşebbüse önem verilmediği doğrultusunda eleştirilerde
bulunarak, ülkenin kalkınmasının ancak özel teşebbüse sağlanacak olanaklarla
gerçekleşebileceğini, kişisel kâr amacıyla çalışmanın aslında ülkenin yararına
çalışmak anlamına geldiğini belirtmişlerdir. (496.dipnot/ İktisadi liberalizm
anlayışı) (213)
-Bu
dönemde DP'ye oy verenlerin amacı, demokrasiyi kurmak değil, farklı çıkar
anlayışları çerçevesinde iktidardan pay almak ve bu pay alışları sürdükçe de
demokrasiyi oy çoğunluğu olarak algılamaktan ibarettir. Bilinçli bir demokrasi
anlayışı ise bulunmamaktadır. DP, önce devrimci, sonra statükocu CHP'nin tüm
politikalarının karşısında olanlar tarafından desteklenmiştir. DP'nin en önemli
özelliği, geleneksel çevrelerle iktidar seçkinleri ve Batıcılar arasında bir
denge kurması, geleneksel çevreleri ve özellikle eşraf ile yerel önderleri
iktidara taşımasıdır. (230)
-Modernleşme
ve demokrasinin kuruculuğunu Batı'da burjuvazi sınıfı yaparken, bizde
Batılılaşma ile birlikte demokrasi ve aydınlanma rollerini de "halka
rağmen halk adına" bürokrasi üstlenmiştir. (231)
-CHP'nin
DP'ye yönelik eleştirileri hukuksal düzenden sapma şeklinde ortaya çıkmış ve
toplumun özgürlük sorunu gündeme getirilmemiştir. Çünkü CHP ile DP'nin özgürlük
anlayışları da aynıdır. Her iki partinin özgürlük anlayışı aynı olduğundan,
CHP'nin demokrasi ve laiklik konusunda DP'ye yönelik eleştirileri de gerçeği
yansıtmamıştır. Laiklik ve demokrasiye aykırı yönelimler her iki parti
tarafından da desteklenmiştir. İki partinin gerçekleştirdiği temel davranış
sınırlı bir özgürlük ortamında kendi varlıklarını sürdürmek olmuştur. Bu
çerçeve içerisinde, iki parti de özgürlüklerin karşısında yer almış ve özgürlük
isteyen kesimleri susturmuşlardır. Bu anlamda DP'nin dinsel muhalefete özgürlük
sağladığı saptamaları da yanlış ve çelişkilidir. (523.dipnot/Kurtuluş Kayalı,
Ordu ve Siyaset, İletişim yayınları, 1994 basım, sf.25) (233)
-Geleneksel
kitlelerin CHP'ye karşı DP'yi kurtarıcı olarak görmesi ve yabancılaşma
karşısında DP'ye sığınması nedeniyle Batılılaşmayı bu dönemde toplumdan
gizlemenin yolu, olayı kültür değişmeleri oalrak ifade etmek olmuştur. Bu durum
Batılılaşmanın DP döneminde doğrudan ele alınmadığı anlamına gelmemekte ve
CHP'ye karşı halkın sığındığı DP'de Batılılaşmayı savunmaktadır. Bir başka ifade
ile 1950-1960 döneminde Batılılaşmayı ifade etmek için çağdaşlaşma ve kültür
değişmeleri kavramları kullanılmış ve toplumsal değişme anlayışı, oldukça yoğun
bir şekilde işlenmiştir. Kültür değişmeleri ile Batılılaşma halka indirgenerek,
halkın Batılılaşma politikaları karşısındaki tepkisi yumuşatılmak istenmiştir.
(234-235)
-Amerikan
yanlısı politikalar, sosyal antropoloji ve sosyal psikolojiyi Türkiye'ye
yerleştirmektedir. Toplumculuk anlayışının beslediği ve arkasında görkemli bir
birikim bulunan bilim dalları ise tasfiye edilmektedir. Kültür değişmeleri,
sosyal antropolojinin en önemli konusudur. Başka bir deyişle, Batılı güçlerin
emperyalist amaçlarına hizmet eden, incelediği toplumları primitiv olarak kabul
eden ve zaman zaman da misyonerlik faaliyetlerine yardımcı olan antropoloji,
artık dönemin gözde bilim dalıdır. (241)
Birey Yayıncılık, 1988 basım,
1.baskı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder