07 Ağustos 2025

FARKET DÜŞÜN HİSSET YAŞA - HAKAN TÜRKÇAPAR

-Eğer gerçekçi, duruma uygun ve yararlı düşünmeyi öğrenirsek, duygularımızı tanıyıp anlama ve değerlendirme becerimizi geliştirirsek, kendi değer ve ideallerimize uygun bir yaşam sürersek, o zaman hem hayatımız hem düşüncelerimiz hem de duygusal tepkilerimiz birbirleriyle uyumlu ve sağlıklı olmaya başlar. Bu da "iyi yaşamak" dediğimiz şeydir. İyi bir yaşam hem ruhsal hem de bedensel anlamda "iyi olma"yı içerir. (15-16)

-Söz ya da konuşma, kan yoluyla beyne ulaşan bir kimyasal molekül kadar, belki de daha özgün bir biçimde etkilidir. Psikoterapi bir anlamda sözün veya etkileşimin beyne olan bu etkisinin, ruhsal sorunların azaltılması amacıyla kullanılmasıdır. (32)

-BDT, bilişsel kuram ve öğrenme kuramlarına(davranışçı psikolojiye) dayanır. Olayları algılama biçimimizin duygusal tepkilerimizi etkilediği gerçeği bilişsel terapinin ana çıkış noktasıdır: "Olayları olduğu gibi değil, algıladığımız gibi görürüz." Yani duygusal tepkimiz sadece durumdan değil, durumla ilgili algı ve düşüncelerimizden de etkilenir. (34)

-Beynin, "Dış tehlike var, kaç veya savaş" modu kaygı bozukluklarına (anksiyete) zemin hazırlarken; "Kayıp var, enerjini harcama, koru" modu da depresyona (ruhsal çökkünlük) yatkınlığı getirir. (50)

-Aralarında bazı farklılıklar olsa da, hemen bütün araştırmacıların listesinde ittifakla yer alan 5 temel duygu kızgınlık, korku, mutluluk, üzüntü ve tiksinmedir. Hemen herkesin üzerinde anlaştığı bu beş temel duygunun yanı sıra temel duygu olarak tanımlanan diğer duygular şaşkınlık, ilgi, utanç, neşe, güven ve beklentidir. (53)

-Distimi: Hafif düzeyde ruhsal çökkünlük, depresyon belirtilerinin -mutsuzluk, umutsuzluk, isteksizlik, enerji azalması, durgunluk, iştahsızlık, uyku sorunu- kişide sürekli bulunmasına verilen ad. Bir nevi süreğen hafif depresyon durumu da denilebilir. (59)

-Duyguları ve duyumları, işaret ettiği durumları değiştirerek azaltmaya çalışmak sağlıklı sonuçlar doğurur. Duygunun işaret ettiklerini anlamaya çalışmak yerine sadece duyguları ve duyumları bastırmaya veya yok etmeye çalıştığımızda ise sağlıksız sonuçlar çıkar. (63)

-Düşünce kaynaklı duyguların soruna yol açmasının nedeni, duygunun kendisi değildir; o duygunun gerçeklikten kaynaklandığının zannedilmesidir. Adeta refleks olarak, irdelenmeden, o duygunun çağrıştırdığı "duruma" dönük tepki verilmesidir. (65)

-İnsan, hiçbir şey yapmadan kendi kendine gelen bir mutluluk enerjisine sahip değildir. İnsan bir şey yaparak (görerek, seyrederek, dinleyerek, yiyerek, tadarak) mutlu olur. Sağlıklı ve mutlu bir kişinin bütün etkinliklerini kısıtlasak, temel gereksinimlerini (hava, su, yiyecek, barınak vb.) karşılamakla birlikte bunlar dışında hiçbir şey yapmasına müsaade etmesek, o kişi bir süre sonra mutsuz biri haline gelir. İşte, depresyondaki kişi, bunu kendi kendine gönüllü olarak yapar. Depresyonun neden meydana geldiğine ilişkin en önemli psikolojik açıklamalardan birisi olan davranışçı kuram, depresyonu olumsuz olay ve kayıpların yaşattığı acıyla baş etmek için ortaya çıkan kaçınma ve bu kaçınmanın giderek kişinin hayatını fakirleştirmesiyle açıklar. (69-70)

-Kaygının amacı organizmayı korumaktır, ona zarar vermek değildir. (72)

-Düşünme becerimiz, dünyayı doğrudan doğruya tecrübe etmek yerine düşünce aracılığıyla yaşamak gibi bir özellik kazandırmıştır bize. (79)

-Psikoloji alanındaki bilimsel kuramların tarihsel olarak en eskisi davranışçılıktır. Davranışçılar, kişinin içinde bulunduğu çevrede ne olup bittiğine ve buna karşılık ne yaptığına odaklanıp bu ikisi arasındaki bağlantıyı çözmenin insan psikolojisini anlamak açısından yeterli olacağını söylerler. İnsanın sadece anlık tepkilerinin değil, kişilik ve karakterinin de, yani genel davranış ve tutularının da geçmişte yaşadıklarından öğrendikleriyle oluştuğunu ileri sürerler. Davranışçılara göre insan, dünyaya her şeye uygun bir hammadde halinde gelir ve çevre onu inşa eder. Yani başlangıçta boş bir kağıt gibidir ve çevreyle ilişkisi içerisinde öğrendikleri o kağıdın üstüne yazılarak kişiyi oluşturur. Davranışçılığın insanı hem güncel hem de tarihsel açıdan çevresinin bir ürünü gibi gördüğünü söyleyebiliriz. (81)

-"Biliş" dediğimizde kastettiğimiz şey, zihnimizden geçen sözcükler veya görüntülerdir. Bilişsel kuramlar, olan bitenle duygu ve davranış tepkisi arasında çok önemli bir aracının yer aldığını ve bunun algı ve bilişsel-zihinsel süreçlerimiz olduğunu söyler: Dikkat, algı, anlamlandırma, değerlendirme, yorumlama ve tahmin sistemimiz. (83)

-Düşüncelere bağlı duygulara eşlik eden düşüncelerin, düşünce olduğunu unutup onları doğrudan yaşadığımız gerçeklik gibi algılamak ve buna göre davranmak ise bie sorun yaşatır. (95)

-Anlaşılacağı üzere, kişilerin yaşamında sorunlara yol açan şey duygunun bizzat kendisinin verdiği bir zarar değil, o duygunun işaret ettiği isteği görmemek ve bunun yerine o duyguya eşlik eden düşünceyi gerçek olarak görmektir. Oysa bu duygular o anki yaşanan gerçekliğe ilişkin bilgi vermekten çok başka bir şeye, aslında kişinin iç dünyasıyla ilgili bir şeye, yani yaşantısında önem verdiği değer ve ideallere işaret eder. (96)

-Düşünceyi gerçekten ayrı bir şey olarak görmek demek, onun gerçeklikten ayrı ve zihnimizde olup biten bir süreç olduğunun farkında olmak ve bu bilinci diri tutmak demektir. Ancak bu basit ayırımı çoğu kere unuturuz. Psikolojide bu ayrımın farkında olmama haline "bilişsel kaynaşma"(füzyon) ve bunun daha ciddi biçimlerine de "düşünce eylem kaynaşması" adı verilir. (101)

-Eğer kişi, yaşamını oluşturan temel alanlarda istek ve ideallerinin farkındaysa, onlarla ilişki içindeyse ve ideal ve değerlerine dönük davranışlarda bulunup bunlara uygun bir yaşam sürüyorsa, o zaman mutlu olur ve kendisini iyi hisseder. İstek ve idealleriyle teması kesilmişse ya da bunlara uygun bir hayat yaşamıyorsa, o zaman da kendini kötü hisseder. İnsanın hissettikleri, yani bedensel duyum ve duyguları ya iç dünyasından veya dış dünyadan kaynaklanır. Mutluluk da dış dünyaya veya iç dünyamıza bağlı, buralarda olup bitenlere tepki olarak ortaya çıkan bir sonuç veya işarettir. Mutluluk kendi başına bir hedef değil, hedeflerimize uygun davrandığımızda, onlara yaklaştığımızda kendiliğinden ortaya çıkan bir sonuçtur. (123)

-İnsan davranışını, daha çok, o davranışın yakın sonuçları biçimler, belirler. Birçok zararına karşılık pek çok insanın sigarayı, içkiyi veya başka zarar veren davranışları sürdürmesinin altında bu yatar. Kişi sigaranın yararlarını (rahatlama, hoşlanma, gerilimin azalması) hemen yaşarken, zararları çok daha sonra çıkar. Bu durumda da, kişi her ne kadar zihinsel düzeyde sigaranın zararlarını duyup anlasa da, yaşantı düzeyinde buna maruz kalmadığı için sigaranın zararlarını gerçekmiş gibi görmez, sigara içme davranışıyla sonuçlarını ilintilendirmez ve sigara içmeyi sürdürür. (138)

-Bir haberci olan duyguyu uygun bir şekilde değerlendirmenin ilk adımı onu görmek, onun farkında olmak, ikinci adımı ise onun getirdiği haberi almak ve okumaktır. (141-142)

-Bilişsel davranışçı terapistler olumsuz duygu ve davranışlara eşlik eden düşüncelere "olumsuz otomatik düşünce" adını vermişlerdir. Bunların gün içinde her an zihnimizden geçen, kendiliğinden ortaya çıkan, anlık, kısa değerlendirmeler olduğunu söyleyebiliriz. Anlık (otomatik) düşünceler aslında bilişsel psikolojide "biliş" (cognition) adı verilen, bilinç akışını oluşturan sözel veya imgesel parçaların bir alt kümesidir. Duygusal sıkıntılarımızı ele alırken daha çok ilgilendiğimiz anlık düşünceler, zihin akışı içinde yer alan ve duygusal sıkıntılarımıza ya da sorun olan davranışlarımıza eşlik eden, ortama ve duruma özgü bilişlerdir. Anlık düşünceler, kişinin zihninde o anda olup biten şeylerdir. (147)

-İnsan zihninde olup bitenler, akıp giden düşünceler ve hayaller de bir nevi tiyatro veya sinemaya benzetilebilir. Nasıl ki oyun sahnede olup biten bir şeyse, düşünce de zihinde olup biten bir şeydir. Tıpkı tiyatrodaki oyunun bir yazarı olması gibi, zihnimizde oluşan düşüncelerin de bir yazarı vardır: zihnimiz. (159)

-Düşüncemiz bizi yaşamdaki istek ve ideallerimize yaklaştıran davranışlara yol açıyorsa görevini yapıyordur, buna yol açmıyorsa görevini yapmıyordur. (161)

-Anlık düşüncelerimizin ne olduğunu belirleyen, geçmişteki deneyimlerle öğrendiklerimizdir. Bu öğrenmeler bir yandan daha çabuk karar verip daha hızlı hareket etmemizi sağlarken bazen de maalesef hayatımızı zorlaştırabilir. (164) Nasıl ki nesneler ve fizik dünyayla ilgili öğrendiklerimiz daha sonraki tanımlama, anlamlandırma ve beklentilerimizi şekillendiriyorsa, kendimiz, insanlar ve ilişkilerle ilgili öğrenmelerle oluşan inançlarımız da psikolojik alandaki tanımlama, çıkarım ve beklentilerimizi şekillendirir. Eğer kendimiz, diğer insanlar ve ilişkilerle ilgili öğrendiklerimiz, gördüklerimiz ortalama yaşama benzer ise yaşama kolaylıkla uyum sağlar ve iyi bir hayat yaşarız. Bunlar ne kadar farklıysa o zaman da o kadar zorluklar yaşarız. (165)

-Olumsuz duyguların uzun sürmesine veya sık sık ortaya çıkmasına yol açan en önemli etken, bu duygulara eşlik eden düşüncelere düşünce değil de gerçek gibi yaklaşarak davranmaktır. Bunun da duygunun işaret ettiği asıl değer veya ideale daha da uzaklaşmayı getirmesidir. Duygunun sürmesine yol açan bu uzaklaşmadır aslında. (169)

-Gerçekliğin sadece olumsuz anlık düşünceyi destekleyen olumsuz yanları yerine, olumlu yanlarını da dikkate alarak durumu daha iyi tanımlayan, daha gerçekçi bir alternatif oluşturmak. Düşünceyi gerçeklik ışığında incelerken şuna bakmak bize önemli ölçüde yardımcı olur: "Yaşadığım durumla ilgili bu düşünce diğer insanlar tarafından da doğru olarak kabul ediliyor mu?" (177-178)

-Bazen anlık düşüncelerimiz hiçbir zaman yanıtlanamayacak veya tam yanıtı bulunamayacak sorular biçiminde olabilir. Yanlış sorununsa doğru cevabı olmaz! "Geçmişi neden unutamıyorum?", "Niye böyleyim?", "Yaşamın anlamı nedir?", "Niye hep bunlar benim başıma geliyor?", "Yaşam niye böyle kötü?" vb. böyle sorulardır. Bu yanıtlanamaz soruları düşünmek kendinizi kötü hissetmemizin en garantili yollarından biridir. Belki kendimize sorduğumuz anda bize çok anlamlı ve önemli gelebilir ama bunlar aslında boş sorulardır. Düşünce için sorduğumuz soruyu hatırlayın: Bu düşüncenin bana ne yararı var? Aynısını, bu sorular için de düşünün. Eğer bunları cevaplanabilir sorulara dönüştürebilirseniz o zaman daha anlamlı ve yararlı hale getirmiş olursunuz: "Geçmiş neden unutamıyorum?" yerine, "Geçmişi unutabilsem bugün nasıl bir hayat yaşamak isterdim?", "Niye böyleyim?" yerine, "Böyle olmadığımda hayatımda neler değişmiş olacak?", "Yaşamın anlamı nedir?" yerine, "Nasıl yaşar ve ne yaparsam hayat benim için daha anlamlı hale gelir?", "Niye hep bunlar benim başıma geliyor?" yerine, "Bunların başıma gelmemesi adına benim yapabileceğim neler var?", "Yaşam niye böyle kötü?" yerine, "Kendi yaşamımı ve sevdiklerimin yaşamını daha iyi hale getirmek için ben ne yapabilirim?" Eğer yapamıyorsanız, bunlar üzerinde de zaman harcamayın. Bunlar üzerinde düşünmenin bir yarar getirmediği netse, düşüncenizi bir kenara bırakıp, yani onun bir düşünce olduğunu hatırlayıp o gün, o anda, sizin açınızdan uygun olan veya yapmanızın normal karşılanacağı ne varsa onu yapmaya başlayın. (183-184)

-Duygusal sıkıntı anlarındaki olumsuz, uygunsuz ve yararsız düşünceyi halletmenin ilk adımı düşüncelerinizin ve bunların size etkilerinin farkına varmaya başlamaktır. (187)

-"Düşüncemde aşırı beklenti yükleyen sözcükler kullanıyorum. Hep, asla, herkes, hiç kimse, her şey, hiçbir şey, her zaman, sürekli gibi sözcükler benim dikkatli olmam gereken sözcükler. Bu zorunluluklar nerede yazıyor? Yaşam aslında nasıl? Bunlar yaşamın gerçekliğine uygun mu? Ne demek her şey?" Bu bir abartmadır. Bunlar aslında yaşamda bire bir karşılığı olmayan şeylerdir. Yaşamı ve kişileri bunlardan çok, birçok zaman, bazı zamanlar, çoğu kişi, çoğu şey, bazı şeyler, çoğu zaman, sıklıkla, sık sık, çoğunlukla, nadiren sözcükleri daha iyi tanımlar. Herkesin başına gelebileceği gibi sizin için de bazı şeyler kötü gidebilir. Fakat bazı şeyler de iyi gidecektir. (196)

-"Başarılı olmalıyım" demek, "Benim yaşamımda asla başarısızlık olmamalı" demektir; "Sevilmeliyim" demek, "Asla sevgisizlik görmemeliyim" demektir; "Benimsenmeliyim" demek, "Asla kimse tarafından dışlanmamalıyım" demektir vb. Yani isteklerimizi zorunluluk haline getirmek yine istemediklerimize odaklı ve mutsuz, tatminsiz bir yaşam getirir. Eğer odak bu istemediklerimizi yok etmek olursa, asla bunları bitirip isteklerimize dönemeyiz. Üstelik istemediklerimize fazla odaklanmak bizi istediklerimizden giderek uzaklaştırır. Yanlış yapmamaya aşırı odaklanan kişi aşırı detaylara girdiği, uğraştığı ve yorulduğu için daha fazla hata yapabilir ya da yanlış yapmamak için kaçınmaya ve hiçbir şey yapmamaya yönelebilir. Ama yanlış yapmamak için kaçınıp bir şey yapmadıkça, bu sefer doğru şeyleri de yapmayan biri haline gelir. (212)

-Bilişsel davranışçı terapilerin getirdiği en büyük yenilik, dünyanın kendisinden çok, ona dair zihnimizde oluşan görüntü veya temsilin bizim duygu ve davranış tepkimizi büyük oranda belirlediğidir. (223)

-Yaşanan olaylarla orantısız duygusal tepkilerden oluşan rahatsızlıklarda öncelikle duygu ve düşüncelerimize verdiğimiz tepkiyi değiştirmek, yaşamımızdaki sorunları ise çözmeye çalışmak hayatımızı sorunsuz olmasa da daha yaşanılır ve doyumlu hale getirmeye yardımcı olur. (246)

-Konuşma ve davranışlarımızın içeriği ve biçimi, iletişimle ilgili bilgi ve becerilerimizle şekillenir. İletişim becerilerindeki eksiklikler yaşamımızın istediğimiz gibi gitmesine engel olabilir. Diğer insanlarla birlikteliğimizin kaliteli ve iyi olabilmesinin en önemli aracı iletişimdir. İnsanlarla ilişkimizde bizim bir birey olarak etkide bulunabilmemiz ve istediklerimizi alabilmemiz için elimizdeki temel araç, davranışlarımız ve konuşmalarımızdır. (250)

-İyi iletişimin özellikleri: 

1-Olan bitenle ilgili ve net konuşmak.

2-Kendi duygu, düşünce, istek ve niyetlerimizi dürüst ve açık bir şekilde ifade etmek.

3-Anlamayı amaçlayarak iyi bir şekilde dinlemek.

4-Karşı tarafa saygılı olmak, onun varlığını ve farklılıklarını kabullenmek. (250-251)

-Ünlü psikiyatr Irvin D.Yalom, insanların yaşadığı pek çok ruhsal sorunun altında ölüm kaygısının yattığını söyler. Evet, doğru, belki bir grup insan için böyle olabilir bu; ama ben büyük çoğunluk için durumun tam tersi olduğuna, insanların sorununun çoğu kez kendisini ölümsüz zannetmekten kaynaklandığına inanıyorum. Özellikle de bazı kaygı bozuklukları ve depresif durumların altında yatan ana nedeninin ölüm korkusu değil, tam aksine "ölümsüzlük yanılgısı" olduğunu düşünüyorum. (282)

Epsilon Yayınevi, 2024 basım, 18.baskı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

CANLI TARİHLER 1.KİTAP – HAZIRLAYAN: SEZGİNCAN YAĞCI

  İSMAİL FENNİ ERTUĞRUL (MAYIS-HAZİRAN 1856- 29 OCAK 1946) - Bay İsmail Fenni Ertuğrul, Prof. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun fikri bir vec...