-Geçmişe
özgü trajik olaylar da dâhil olmak üzere sahip olduğumuz gerçekliğin iletişim
araçları tarafından üretildiğini unutmamak gerekiyor. Başka bir deyişle bu
gerçekliğin doğruluğunu kanıtlamak ve tarihsel bir bağlama oturtmak konusunda
çok geç kaldık. Zira yaşadığımız döneme, yüzyıl sonuna ait tipik bir özellik
varsa o da olan biteni anlamamızı sağlayan araçları yitirmiş olmamızdır. Oysa
tarihi tarihe benzediği sırada anlamak gerekiyordu. (32)
-Haber
ve iletişim ilkesinin bizzat kendisi artık gönderen olma özelliğini yitirerek
yalnızca bir dolanım düzenine ait bir değere benzemiştir. Bu bir görüntüden
diğerine ve bir ekrandan diğerine aktarılan mesajın, anlamın oluşturduğu hiçbir
karşılığı olmayan bir artı-değerdir. Bunun artık (bu sürecin öngörülmesini
sağlayan) ticari mala özgü artı-değer ve değişim değeriyle bir ilişkisi yoktur,
zira ticari mal ilke olarak her zaman bir kullanım değerine sahip olduğundan
ekonomi dünyasının bir parçasıdır. Oysa burada sözcüğün gerçek anlamında bir
değiş tokuş yerine yalnızca bir dolanım düzeni ve ağlar arası bir zincirleme
tepkiden söz edilmektedir. (46)
-Yabancılaşmadan
söz edenler var. Oysa yapılabilecek en kötü yabancılaşma biçimi ötekinin sizi
bırakıp gitmesi değil, ötekinden yoksun bırakılmak yani, öteki çekip gittiğinde
kendinize bir öteki yaratmak ve dolayısıyla kendinize bakarak kendinizden başka
bir şeye gönderme yapamamaktır. Bugün kendi imgemize (bedenimiz, görünümümüz,
kimliğimiz, arzularımızla ilgileniyorsak) mahkum edilmişsek bunun nedeni
yabancılaşma değil, yabancılaşmanın sona ermesi ve ötekinin sanal anlamda
ortadan kaybolmasıdır ki, bunun çok daha kötü bir talihsizlik biçimi olduğu
söylenebilir. Aslında yabancılaşma demek kişinin kendini hedeflemesi, kendiyle ilgilenmesi,
kendini arzulaması, kendine acı çektirmek istemesi ve kendisiyle iletişim
kurmaya çalışması demektir. Kişinin Ötekiyle olan ilişkisine aniden bu şekilde
son vermesi yeni bir şeffaflaşma döneminin başlamasına neden olmuştur. Bu
aşamada estetik cerrahi evrensel bir nitelik kazanmıştır. Yüz ve vücut üzerinde
gerçekleştirilen estetik müdahaleler çok daha radikal bir cerrahi işlem, yani
ötekileştirme ve talih belirtisidir. (74-75)
-Özetle
Sırpların savaştığı bölgelere sis bombaları atabiliriz, ancak onlara asla
gerçek anlamda müdahale etmeyeceğiz, çünkü olayın özüne inersek onlar da bizim
yaptığımızı yapıyorlar. Bunun yerine çatışmaya bir son vermek için gerekirse
kurbanların belini kırarız. Kurbanlar kendilerini savunur gibi yaptıklarında bu
durum bizi cellâtların yaptıklarından daha çok rahatsız ediyor. Çevik Kuvvetler
bir süre sonra müdahale ettiklerinde Müslüman Boşnakları yok edip etkisiz hale
getireceklerinden emin olabilirsiniz. Uluslar arası güç ancak geniş çaplı bir
Müslüman saldırısı durumunda gerçekten etkili olacaktır. Bu savaşın
bitmemesinin gerçek nedeni işte budur. (83)
-Üretip
yere göğe sığdıramadığımız birey, tüm acizliğine karşın bizim hukuki açıdan
insan haklarıyla donattığımız kendinden başka bir şeyle ilgilenmeyen o birey
Nietzsche’ye göre insanların en sonuncusudur (yüzkarasıdır). Bu kendine ve
yaşamına bir araç muamelesi yapan, arkasında genç bir kuşak bırakmak, üstün
olmak gibi bir derdi olmayan son bireydir. Bu sonsuza dek sürecek kalıtsal bir
kısırlık ve her şeyi denetlemeye mahkûm edilmiş bir insandır. Bu, yaşadığı
devir ve türünün son örneği olup, çaresizlik içinde kendini bir hayalete
dönüştürmek, fraktal bir görünüm kazandırmak, benzerleriyle bir araya gelmek,
kendi kendini yaratmak ve kendi klonuna dönüşerek hayatta kalmaya debelenmekten
başka bir seçeneğe sahip olmayan biridir. Öyleyse insanların en sonuncusu bir
amaç uğruna kurban edilemez, çünkü adı üstünde o sonuncudur. Artık bir kullanım
değerine indirgenmiş, gerçek zaman dilimi içinde hayatta kalma mücadelesine
(hayatta kalıp günü gününe yaşamaya) mahkûm edilmiş hiçbir yaşam feda edilemez.
İnsanların en sonuncusuna biçilen ya da daha doğrusu biçilmeyen yazgı böyle bir
şeydir. Kafa tutma ya da rezil olma riskini göze alamayan uygar toplumlar
örneği sonuncu insanın acizliği de böyle bir gidişata sahip. (87-88)
-Organik
denilebilecek bir şekilde toplumla olan ilişkileri zayıflayan çocuk amaçsız bir
yaşam sürdürmeye başlamaktadır. Oysa bu iş “doğal bir şekilde” olsa bile bu
durum onu anormalleştirmektedir. Çocuk ouf of time(zaman dışı) bir varlığa
dönüşmektedir. Güncel yeni şeylerin şu anda burada oluş bitiş temposu,
hızlandırma, gerçek zamanın temposu üreme, gebelik, doğurma ve yetiştirme gibi
genellikle çocukluğu ifade eden uzun zaman diliminin tam tersini ifade
etmektedir. Bu durumda çocuk mantıken ortadan kaybolmaya mahkum edilmektedir.
Oysa başka yöntemlerin bizi, çok az modern çiftin direnebildiği uzun süren ve
birçok kuşağın sürdürdüğü ritüellerle birlikte ele alınması gereken şu çeşitli
nevrozlara yol açıp, çatışmaların kaynağını oluşturan doğal olgunlaşma
sürecinden kurtarması gerekir. Günümüzde tanık olunan genel hızlanma çocukluğu
hızlandırılmış bir tükenme sürecine mahkum etmektedir. (126-127)
-Eskiden
gerçeklik yetişkin tarafından belirlenirdi (oysa bugünün yetişkini gerçekliğin
efendisi olma özelliğini yitirmiştir). Henüz gerçekliğin bir parçası olmayan
çocuk bir zamanlar tüm akılsızlığıyla dünyaya özgü şiirsel yanılsamanın son
savunma hatlarından birini oluşturuyordu. Tüm diğer yanılsama biçimleri gibi o
da er ya da geç yok olmak ya da tamamlayıcı nitelikte bir şey olmakla yetinmek
durumundadır. Başka bir deyişle çocuk bir talih göstergesi, kaza sonucu ölüme
yol açabileceği gibi yakınları için bir neşe kaynağı olabilen ama aynı zamanda
ne yazık ki döngüsel değiş tokuş sürecine dâhil edilemediğinden dengesiz,
tuhaf, bir başka çağa ait bir ürüne, çoğu kez onunla nasıl baş edeceklerini
bilmeyen anne ve baba arasında gidip gelen kullanışlı bir şeye dönüşmüştür.
(128-129)
-Üremeye
yol açmayan bir cinsellik, cinsellikten yoksun bir üreme biçimine yol açmakta
ve bir seçme özgürlüğü olarak adlandırılan şey basitçe tüm kuşak oluşturma
biçimleri üzerindeki egemenliği giderek artan sistemi ifade etmektedir. (145)
-Bir
insan için en kötü şey çok bilgiye karşılık bu bilgiyi hazmedemeyecek bir zekâ
düzeyine sahip olmaktır. Duygusal sorumluluk ve kapasite konusunda da aynı şey
söylenebilir, başka bir deyişle iletişim araçlarının hiç durmadan bizi şiddet,
mutsuzluk, felaket terimleriyle taciz etmesi kolektif bir dayanışma ruhunu güçlendirmekten
çok, gerçek anlamda ne kadar zayıf varlıklar olduğumuzu göstermek, panik ve
pişmanlık duyguları yaşamaya itmekten başka bir işe yaramamaktadır. (164)
-…gösterişli
bir kavram olan gösteri toplumunu çoktan geride bıraktık. Bugün artık
gerçekliği değiştirip dönüştüren şey gösteri adlı bulaşıcı hastalık değil,
gösteriye bir son veren sanal adlı bulaşıcı hastalıktır. (182)
-İnsanları
alete alıştırmak amacıyla bilgisayar daha kullanışlı ve karmaşık bir yazı
makinesinden başka bir şey değil diyorlar. Oysa bu tamamen yanlış. Yazı
makinesi yazandan bağımsız bir nesne. Yazdığım kağıdı elimle tutabiliyor ve ben
de aynı ortamda dolaşabiliyorum. Yazım işiyle fiziksel bir ilişki içindeyim. Boş
beyaz ya da üstüne yazılmış kağıdı bakışlarımla tarayabilirim oysa aynı şeyi
ekran üzerinde deneyemem. Bilgisayar sözcüğün gerçek anlamında bir proteze
benziyor. Bilgisayarla yalnızca karşılıklı etkileşime girmekle kalmıyor aynı
zamanda dokunsal ve karşılıklı duygusal ilişki içine giriyorum. Böylelikle
ekrana ait bir dışplazmaya dönüşüyorum. Bu sanal imge ve beyin arasındaki
kuluçka dönemi hiç kuşkusuz bilgisayarları etkileyen ve bedeninize özgü
hatalara benzeyen bozukluklara yol açıyor. (211)
-Ortalığı
kaplayan pornografi arzu duyma düşüncesine nasıl bir son verdiyse, çağdaş sanat
da illüzyon üretme arzusuna bir son vermiştir. Pornografi insanda arzu adına ne
varsa alıp götürmektedir. (213)
Doğu Batı Yayınları, Kasım
2022 basım, 1.baskı. Çeviren: Oğuz Adanır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder