11 Ağustos 2025

HER YER EKRAN - JEAN BAUDRİLLARD

-Dur durak tanımayan bilimsel üretim ürkütücü bir sonuca yol açmaktadır, zira bilimsel özelliklere sahip olmayan sistemler bunalım ve eleştiriye yol açarken, bunalımın belli unsurlarından kurtulmayı beceremeyen mutlak bilimsellik anlayışı felakete yol açmaktadır. (15)

-Geçmişe özgü trajik olaylar da dâhil olmak üzere sahip olduğumuz gerçekliğin iletişim araçları tarafından üretildiğini unutmamak gerekiyor. Başka bir deyişle bu gerçekliğin doğruluğunu kanıtlamak ve tarihsel bir bağlama oturtmak konusunda çok geç kaldık. Zira yaşadığımız döneme, yüzyıl sonuna ait tipik bir özellik varsa o da olan biteni anlamamızı sağlayan araçları yitirmiş olmamızdır. Oysa tarihi tarihe benzediği sırada anlamak gerekiyordu. (32)

-Haber ve iletişim ilkesinin bizzat kendisi artık gönderen olma özelliğini yitirerek yalnızca bir dolanım düzenine ait bir değere benzemiştir. Bu bir görüntüden diğerine ve bir ekrandan diğerine aktarılan mesajın, anlamın oluşturduğu hiçbir karşılığı olmayan bir artı-değerdir. Bunun artık (bu sürecin öngörülmesini sağlayan) ticari mala özgü artı-değer ve değişim değeriyle bir ilişkisi yoktur, zira ticari mal ilke olarak her zaman bir kullanım değerine sahip olduğundan ekonomi dünyasının bir parçasıdır. Oysa burada sözcüğün gerçek anlamında bir değiş tokuş yerine yalnızca bir dolanım düzeni ve ağlar arası bir zincirleme tepkiden söz edilmektedir. (46)

-Yabancılaşmadan söz edenler var. Oysa yapılabilecek en kötü yabancılaşma biçimi ötekinin sizi bırakıp gitmesi değil, ötekinden yoksun bırakılmak yani, öteki çekip gittiğinde kendinize bir öteki yaratmak ve dolayısıyla kendinize bakarak kendinizden başka bir şeye gönderme yapamamaktır. Bugün kendi imgemize (bedenimiz, görünümümüz, kimliğimiz, arzularımızla ilgileniyorsak) mahkum edilmişsek bunun nedeni yabancılaşma değil, yabancılaşmanın sona ermesi ve ötekinin sanal anlamda ortadan kaybolmasıdır ki, bunun çok daha kötü bir talihsizlik biçimi olduğu söylenebilir. Aslında yabancılaşma demek kişinin kendini hedeflemesi, kendiyle ilgilenmesi, kendini arzulaması, kendine acı çektirmek istemesi ve kendisiyle iletişim kurmaya çalışması demektir. Kişinin Ötekiyle olan ilişkisine aniden bu şekilde son vermesi yeni bir şeffaflaşma döneminin başlamasına neden olmuştur. Bu aşamada estetik cerrahi evrensel bir nitelik kazanmıştır. Yüz ve vücut üzerinde gerçekleştirilen estetik müdahaleler çok daha radikal bir cerrahi işlem, yani ötekileştirme ve talih belirtisidir. (74-75)

-Özetle Sırpların savaştığı bölgelere sis bombaları atabiliriz, ancak onlara asla gerçek anlamda müdahale etmeyeceğiz, çünkü olayın özüne inersek onlar da bizim yaptığımızı yapıyorlar. Bunun yerine çatışmaya bir son vermek için gerekirse kurbanların belini kırarız. Kurbanlar kendilerini savunur gibi yaptıklarında bu durum bizi cellâtların yaptıklarından daha çok rahatsız ediyor. Çevik Kuvvetler bir süre sonra müdahale ettiklerinde Müslüman Boşnakları yok edip etkisiz hale getireceklerinden emin olabilirsiniz. Uluslar arası güç ancak geniş çaplı bir Müslüman saldırısı durumunda gerçekten etkili olacaktır. Bu savaşın bitmemesinin gerçek nedeni işte budur. (83)

-Üretip yere göğe sığdıramadığımız birey, tüm acizliğine karşın bizim hukuki açıdan insan haklarıyla donattığımız kendinden başka bir şeyle ilgilenmeyen o birey Nietzsche’ye göre insanların en sonuncusudur (yüzkarasıdır). Bu kendine ve yaşamına bir araç muamelesi yapan, arkasında genç bir kuşak bırakmak, üstün olmak gibi bir derdi olmayan son bireydir. Bu sonsuza dek sürecek kalıtsal bir kısırlık ve her şeyi denetlemeye mahkûm edilmiş bir insandır. Bu, yaşadığı devir ve türünün son örneği olup, çaresizlik içinde kendini bir hayalete dönüştürmek, fraktal bir görünüm kazandırmak, benzerleriyle bir araya gelmek, kendi kendini yaratmak ve kendi klonuna dönüşerek hayatta kalmaya debelenmekten başka bir seçeneğe sahip olmayan biridir. Öyleyse insanların en sonuncusu bir amaç uğruna kurban edilemez, çünkü adı üstünde o sonuncudur. Artık bir kullanım değerine indirgenmiş, gerçek zaman dilimi içinde hayatta kalma mücadelesine (hayatta kalıp günü gününe yaşamaya) mahkûm edilmiş hiçbir yaşam feda edilemez. İnsanların en sonuncusuna biçilen ya da daha doğrusu biçilmeyen yazgı böyle bir şeydir. Kafa tutma ya da rezil olma riskini göze alamayan uygar toplumlar örneği sonuncu insanın acizliği de böyle bir gidişata sahip. (87-88)

-Organik denilebilecek bir şekilde toplumla olan ilişkileri zayıflayan çocuk amaçsız bir yaşam sürdürmeye başlamaktadır. Oysa bu iş “doğal bir şekilde” olsa bile bu durum onu anormalleştirmektedir. Çocuk ouf of time(zaman dışı) bir varlığa dönüşmektedir. Güncel yeni şeylerin şu anda burada oluş bitiş temposu, hızlandırma, gerçek zamanın temposu üreme, gebelik, doğurma ve yetiştirme gibi genellikle çocukluğu ifade eden uzun zaman diliminin tam tersini ifade etmektedir. Bu durumda çocuk mantıken ortadan kaybolmaya mahkum edilmektedir. Oysa başka yöntemlerin bizi, çok az modern çiftin direnebildiği uzun süren ve birçok kuşağın sürdürdüğü ritüellerle birlikte ele alınması gereken şu çeşitli nevrozlara yol açıp, çatışmaların kaynağını oluşturan doğal olgunlaşma sürecinden kurtarması gerekir. Günümüzde tanık olunan genel hızlanma çocukluğu hızlandırılmış bir tükenme sürecine mahkum etmektedir. (126-127)

-Eskiden gerçeklik yetişkin tarafından belirlenirdi (oysa bugünün yetişkini gerçekliğin efendisi olma özelliğini yitirmiştir). Henüz gerçekliğin bir parçası olmayan çocuk bir zamanlar tüm akılsızlığıyla dünyaya özgü şiirsel yanılsamanın son savunma hatlarından birini oluşturuyordu. Tüm diğer yanılsama biçimleri gibi o da er ya da geç yok olmak ya da tamamlayıcı nitelikte bir şey olmakla yetinmek durumundadır. Başka bir deyişle çocuk bir talih göstergesi, kaza sonucu ölüme yol açabileceği gibi yakınları için bir neşe kaynağı olabilen ama aynı zamanda ne yazık ki döngüsel değiş tokuş sürecine dâhil edilemediğinden dengesiz, tuhaf, bir başka çağa ait bir ürüne, çoğu kez onunla nasıl baş edeceklerini bilmeyen anne ve baba arasında gidip gelen kullanışlı bir şeye dönüşmüştür. (128-129)

-Üremeye yol açmayan bir cinsellik, cinsellikten yoksun bir üreme biçimine yol açmakta ve bir seçme özgürlüğü olarak adlandırılan şey basitçe tüm kuşak oluşturma biçimleri üzerindeki egemenliği giderek artan sistemi ifade etmektedir. (145)

-Bir insan için en kötü şey çok bilgiye karşılık bu bilgiyi hazmedemeyecek bir zekâ düzeyine sahip olmaktır. Duygusal sorumluluk ve kapasite konusunda da aynı şey söylenebilir, başka bir deyişle iletişim araçlarının hiç durmadan bizi şiddet, mutsuzluk, felaket terimleriyle taciz etmesi kolektif bir dayanışma ruhunu güçlendirmekten çok, gerçek anlamda ne kadar zayıf varlıklar olduğumuzu göstermek, panik ve pişmanlık duyguları yaşamaya itmekten başka bir işe yaramamaktadır. (164)

-…gösterişli bir kavram olan gösteri toplumunu çoktan geride bıraktık. Bugün artık gerçekliği değiştirip dönüştüren şey gösteri adlı bulaşıcı hastalık değil, gösteriye bir son veren sanal adlı bulaşıcı hastalıktır. (182)

-İnsanları alete alıştırmak amacıyla bilgisayar daha kullanışlı ve karmaşık bir yazı makinesinden başka bir şey değil diyorlar. Oysa bu tamamen yanlış. Yazı makinesi yazandan bağımsız bir nesne. Yazdığım kağıdı elimle tutabiliyor ve ben de aynı ortamda dolaşabiliyorum. Yazım işiyle fiziksel bir ilişki içindeyim. Boş beyaz ya da üstüne yazılmış kağıdı bakışlarımla tarayabilirim oysa aynı şeyi ekran üzerinde deneyemem. Bilgisayar sözcüğün gerçek anlamında bir proteze benziyor. Bilgisayarla yalnızca karşılıklı etkileşime girmekle kalmıyor aynı zamanda dokunsal ve karşılıklı duygusal ilişki içine giriyorum. Böylelikle ekrana ait bir dışplazmaya dönüşüyorum. Bu sanal imge ve beyin arasındaki kuluçka dönemi hiç kuşkusuz bilgisayarları etkileyen ve bedeninize özgü hatalara benzeyen bozukluklara yol açıyor. (211)

-Ortalığı kaplayan pornografi arzu duyma düşüncesine nasıl bir son verdiyse, çağdaş sanat da illüzyon üretme arzusuna bir son vermiştir. Pornografi insanda arzu adına ne varsa alıp götürmektedir. (213)

Doğu Batı Yayınları, Kasım 2022 basım, 1.baskı. Çeviren: Oğuz Adanır

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...