-Sultan
İkinci Abdülhamid, dindar bir insandı. Bilhassa akşam ezanı okunuca başına bir
sarık sarar, imamet mevkiine geçerdi. Namaz kıldırmasını pek severdi Müşahib-i
Şehriyari Lütfi Bey, Esvabçıbaşısı İsmet Bey, Seccadecibaşı, Şamdancıbaşı,
Kahvecibaşı ve bendegandan Hacı Mahmut Bey bu namazda hazır bulunurdu. (18)
-Abdülhamid,
Manastır'da patlayan tabancayla en sadık adamlarından biri olan Ferik Şemsi
Paşa'nın şehrin en kalabalık meydanında ve üç tabur süvari askerinin gözü
önünde İttihat ve Terakkiye mensub cesur bir zabit tarafından vurulduğunu (Atıf
Kamçıl) öğrendiği zaman dehşet içinde kalmış, bütün bir gün kendisine
gelememişti. Hiç kimse padişahın yanına giremiyor emrin kendisinden gelmesini
bekliyordu. Abdülhamid perşembe gecesini son derece fena geçirmişti. Temmuzun
9'uncu perşembe günü Meclisi Vükela sabahın erken saatlerinden gecenin sekizine
kadar içtima halinde kalmış ve bu toplantı da ileri geri münakaşalar olmuştu.
Serasker Rıza Paşa hürriyetperverlerin lehinde konuşmuş, umumi müfettiş İsmail
Paşa (Zülüflü) ise, asilerin mahv ve tenkilini istemişti. Abdülhamid ise
tamamen şaşırmıştı. (27)
-Padişah
biraz dinlendikten sonra şöyle devam etmişti: "Göreceksiniz yüzbaşım
(Debreli Zünnün). İttihatçılar İstanbul üzerine yürüyüşlerinden cesaret alarak
bu devleti bir takım feci maceralara sürükleyecekler, belki de Turancılık gayretiyle
veya İslamcılık siyasetiyle korkarım ki hem Çarlık Rusya hem de Büyük Britanya
İmparatorluğu ile aynı zamanda harbe sokacaklardır. Allah göstermesin, böyle
bir hal vukuunda Osmanlı İmparatorluğunun parçalandığına şahit olacağız. Zira
İngiltere'nin dahil olduğu bir harbin kaybedileceğini hiç zannetmiyorum. Çarlık
Rusya ise içi ne kadar köhne olursa olsun, mevcudiyetini muhafaza
edebilecektir. Hiç olmazsa millet olarak ayakta kalacaktır. İnşallah
İttihatçılar böyle bir tecrübeye girişmek havasında bulunmazlar, zira bu bizim
memleket için hakiki bir felaket olacaktır." Aradan yıllar geçti, şimdi
hadiseleri daha yakından tetkik edebiliyoruz. 1909'da bu konuşmayı yapan
Abdülhamid'e uzakları gören bir hükümdar demeyip ne diyeceğiz? (39)
-Meşrutiyetin
ilanı üzerine Erzurumda 1 ve 2 numaralı İttihat ve Terakki kulüpleri açılmıştı.
Birinci İttihat ve Terakki kulübünü o tarihte ahzı askeri reisi Erzurumlu
Süleyman Bey kurmuştu. Bunlardan ikincisinin kurucusu olmak şerefini taşıdığım
için büyük bir sevinç duyuyordum. Enver Paşa'nın amcası Halil Bey, tayyareci
Selim, meşhur Yakup Cemil, mücahid ve konferansçı Ömer Naci ve Filibeli Hilmi
Beyler oraya gelmişlerdi. (63-64)
-Halbuki
Enver sabaha kadar sabredememiş, gece şehre girmişti, biz de sabaha karşı
Erkanı Harp Reisinin emrini yerine getirmiştik. Bulgarlar askeri teçhizatı
Sultan Selim Camiine yığmışlardı. Müslüman mahallelerini de ateşe vermişlerdi.
Bizden evvel Bolayır'dan gelen süvari birlikleri şehre dahil olmuşlar,
Bulgarlardan kimi görmüşlerse kılıçlariyle üstlerine yürümüşlerdi. Birçokları
süvari beygirlerinin nalları altında ezilmişti. Ayrıca ve sureti mahsusada
İstanbul'dan Kuşçubaşızade Eşref adlı meşhur, İttihatçıların sergendelerinden
bir reis, çetesiyle Edirne'ye gelmiş, o da birçok Bulgarı telef etmişti. Bu
çete içinde Müşir Fuad Paşa'nın oğlu Reşit Bey de vardı. Reşit Bey kahramanca
döğüşerek şehit olmuş, ölümü herkesin teessürüne mucip olmuştu. (Reşit Bey'in
namına bir abide dikilmişti) (101)
-Teşkilat-ı
Mahsusayı Birinci Cihan Harbi'nden biraz evvel, hürriyet kahramanı, Harbiye
Nazırı, daha sonra Başkumandan Vekili olan Enver Paşa kurmuştur. (109)
Teşkilat-ı Mahsusa'nın ilk kurulduğu günlerde en mühim simaları ve faal azaları
şunlardan mürekkepti: Üsküdarlı Yüzbaşı Muhtar Bey, piyade zabiti Rusuhi
(Atatürk'ün yaveri), piyade zabiti Şevket, mümtaz kolağası Trabzonlu Rıza,
piyade zabiti Dağıstanlı Nuri (milli mücadelede general oldu), Erkan-ı Harb
Yüzbaşısı Şerif ve acizleri o tarihte süvari Binbaşı Eyüplü Hüsamettin. (111)
-Fakat
tarihlerde görülen, bunu Enver Paşa'nın düşündüğü ve dostu Alman İmparatoru
İkinci Wilhelm'e bir cemile olsun diye Osmanlı İmparatorluğunu kasten savaşa
soktuğu şeklindeki mütealanın tamamen yanlış ve yalan olduğunu söylemek
zorundayım. Sivastopol'un bombardıman edildiği haberinin Harbiye Nezaretine
geldiği gün en çok hiddetlenen, şaşıran gene Enver Paşa olmuş: "Bunu niçin
yaptılar? Buna niçin meydan verildi?" diye bağıra bağıra odasında bir
aşağı bir yukarı gezinmişti. (122)
-Bizim
kanaatimizce ve elimizdeki vesikalara dayanarak denilebilir ki, İttihat ve
Terakki umumi merkezi ve her zaman onun tesiri altında bulunan Osmanlı Heyet-i
Vükelası, Balkan Harbi'nin intikamını almak, büyük-küçük dost addedilen
memleketleri âmana getirmek için, ilk ayların parlak zaferlerinden heyecana
kapılmış ve Almanlar tarafına temayül eylemişlerdir. (129)
-Yakup
Cemil bir ara Sadrazam Said Halim Paşa'ya çıkarak, İngilizlerle münferit bir
sulh yapılmasını teklif etmiş ve sadrazamı hayretler içinde bırakmıştı. Said
Halim Paşa, bu adamın cüret ve cesaretine hayret ve dehşetle bakmıştı. (138)
-O
sırada tiz bir düdük sesi duyuldu. 14 silah birden patladı. Fakat 14 kurşun bu
İttihat ve Terakki fedaisini öldüremedi. Tam 30 dakika can çekişti. Yere sızan
kanlarında adeta İttihat ve Terakki yazılı idi. Hıyanet-i Vataniye'den idama
mahkûm Yakup Cemil'in dört nüfuslu ailesine, hidemat-ı vataniyeden beher nüfusa
otuz üçer kuruş maaş bağlanmıştı. (157)
-Benim
bildiğim Talat sözü özü bir adamdı. Abdülhamidi asla sevmezdi, fakat zeki
ve akıllı bir hükümdar olduğunu her zaman tasdik ederdi. Birinci Cihan Harbi
yıllarında Sultan Hamid, Beylerbeyi Sarayında muhafaza altında bulundurulduğu
sıralarda birkaç defa ziyaretine Enver Paşa gittiği halde, Talat Paşa buna
lüzum görmemiş ve mahlu hükümdarın semtine bile uğramamıştı. (168)
-Cenazenin
arkasında sukunetle yürüyen Talat Paşa, Sultan Mahmut türbesinin köşesini
dönerken dayanamamış, sağ elini yüzüne kapayarak hıçkıra hıçkıra ağlamıştı.
Halbuki Sultan Hamid'i devirenlerin başında geliyordu. (169)
-Mason
locasında kayıtlı ve Bektaşi tarikatine de müdavimdi. Birgün en yakın
dostlarından Abdülaziz Mecdi Efendi'ye, "Hocam" demişti,
"Düşünüyor bir türlü karar veremiyorum, sen ne dersin Allah aşkına. Mason
mu kalayım, Bektaşi mi olayım?" Mecdi Efendi, "Paşam bence bunların ikisine
de lüzum yok, amma mutlaka birini tercih etmek lazım geliyorsa, Bektaşiliği
seçin zira Bektaşilik bir Türk tarikatıdır" demişti. (171)
-Mondros
Mütarekesi imzalanınca, son padişah Vahdeddin, Şeyh Senusi Hazretleriyle
maiyetinin Bursa'da ikametini irade eylemişti. İttifak devletleri, şeyhi ele
geçirmeğe cesaret edememişler, Şeyh hazretleri de Millî Mücadele yıllarında
Ankara'ya giderek Milli Hükümetin padişahla arasını bulmağa çalışmışsa da
muvaffak olamamıştı. Yalnız Harbi Umumi'nin galiplerine karşı, Türkiye'nin
haklı bulunduğu dava üzerinde bulunmuş, bilhassa Hind Müslümanlarına müessir
olmuştu. (184)
-Harbin
son senesinde Enver Paşa'nın teşkilatı mahsusamızdan istediği en mühim mesele,
İslam dünyasını imparatorluğun mukadderatıyla yakından meşgul etmeğe teşvik
idi. Harbin son senesinde bulunan en mühim çarelerden biri de Şeyh Senusi
Hazretlerinin İstanbul'a daveti idi. Abdülhamit devrinde de memleketimize
müteaddit defalar davet edilen Şeyh Senusi Hazretleri bu daveti nazikane
reddeylemişti. Bu defa kendisinden beklenen vazife son derece mühimdi. Şeyh
Hazretlerinin İmparatorluğa kaşrı İngilizlerin teşvikiyle isyan etmiş olan
Hicaz Kralı Hüseyin üzerinde nüfuzu vardı. Bundan faydalanmak, Kral Hüseyin'i
yeniden imparatorluğa bağlamak lazım geliyordu. (193-194)
-Afrika
gailesini yartıştırmak, Trablusgarb'da hala mukavemet eden kabilelere hoş
görünmek için İtalyanlar, Milli Mücadele'ye ellerinden gelen her türlü yardımı
yaptılar. İşin garibi müşterek müstevli oldukları halde, Anadoluya silah ve
cephaneyi gizlice sevkettiler. Bir taraftan Batı Anadolu'da Yunanlıların
yerleşmesine mani olmak istediler. Zira harbe girerken Sendanje Mumen
muadehesiyle İngiltere ve Fransa, İzmir ve havalisini İtalyanlara vadetmiş
bulunuyordu. Halbuki İngiltere dostu ve himaye kardeşi Yunanistan'ı ortaya
çıkarmakla sözünde durmamış oluyordu. Diğer taraftan Şeyh Senusi Hazretlerinin,
Mustafa Kemal Paşa ile anlaştığını, Ankara'da büyük bir hüsnükabul gördüğünü
görerek, er ve geç Libya'ya dönecek olan Şeyh Hazretlerine de kompliman yapmak
istemişlerdi. (197)
-Mustafa
Kemal Paşa, Anadolu'ya ayak bastığı zaman bir çok cemiyetler, gruplar, siyasi
teşekküller, çeşitli çetelerle karşı karşıya idi. Bunlardan bir kısmı Milli
gayelere uygun idi. Bir kısmı ise muhtelif maksatlar güden bir takım
sergüzeştçilerin elinde bulunuyordu. Onun en büyük meziyeti bu cemiyet ve grup
yığınlarından, tek bir gayeye, vatanı yabancı istilasından kurtarmak maksadına
tevcih edilmiş bir tek kuvvet yaratmak olmuştur. Yoksa Milli Mücadele, Mustafa
Kemal'in Anadolu'ya ayak basmasından evvel başlamış, yer yer mukavemet arzuları
belirmişti. Bu manzara Türk Milletinin başlı başına ne büyük bir varlık
olduğunu ispata kafi idi. Fakat bütün bunlar gelişigüzel yığılmış malzeme idi.
Onu bir eser yapacak derecede mükemmel işleyen, dahi mimar Mustafa Kemal
olmuştu. Tarih, bu dai sanatkarı asla unutmayacaktır. (201)
-Teşkilat-ı
Mahsusamız lağvedilmiş olmasına rağmen kendi ajanları vasıtasıyle bir taraftan
Mustafa Kemal Paşa'nın şarkta geniş bir teşkilat kurmak üzere Anadolu'ya geçtiğini
hatta Vahideddin'den bunun için 30 bin liraya yakın bir tahsisat aldığını
öğrenmiş, diğer taraftan da Ener Paşa'nın Kafkasyadan ve Şuralar Hükümeti
yolundan Anadolu'ya geçmek istediğini haber almıştı. (211)
-Anadolu
mücadelesinin bir halk ve bir millet hareketi olduğunu göstermek için elimizde
binlerce, onbinlerce delil vardır. Ecnebilerin bu hareketi ve şuurlu savaşı tek
bir insana atfetmek isteyişleri, Türk milletinin bütün bir tarih boyunca
gösterdiği hayatiyeti inkar etmek değil midir? Kaç defa bu noktayı kendisine
söyledikleri zaman büyük Mustafa Kemal şöyle cevap vermişti: "İstiklal
Savaşını Türk milleti başarmıştır. Ben onun başında naçiz bir kumandandan başka
bir şey değildim." Bu cümledeki naçiz kelimesi muhteşem bir tevazuunun
eseri olmakla beraber, maksud olan mana itiraf edilmelidir ki realitenin de ta
kendisidir. İşgal altında İstanbul'da bütün gizli mukavemet yuvalarını idare
etmiş bir kimse olarak diyebilirim ki kayıkçısı, balıkçısı, hamalı, memuru,
fırıncısı, arabacısı velhasıl her sınıf eşrafı, işçisi ve münevveri ile tam ve
şuurlu bir mücadelenin manasını ifade eden bu halk hareketini, tarihçilerimizin
behemehal aydınlatması lazım gelecektir. (235-236)
-Mütareke
yıllarında İstanbul'da kurduğumuz gizli teşkilatın en mühim ajanı bir süvari
yüzbaşısının oğlu Serezli Galip Vardar'dır. Çok sevdiğim arkadaşım Yüzbaşı
Sabri'nin bu ele avuca sığmaz oğlunu henüz 16 yaşında bir mektep talebesi iken
tanımış, Serezde askeri kulüpte akşamları babasıyle oturup ahvalü alemden
bahsederken ikide bir de kulübe gelen inzibat çavuşları ile onun, hepimizi
korkutan düşündüren yaramazlıklarının haberini almıştık. Orada dikkatimi çeken
bu genç aradan harpler, sulhler, mütarekeler geçtikten sonra bir gün
Şehzadebaşında bir üniversite talebesi olarak karşıma çıkınca ve bir iş
arayınca onu hem mektebine devam etmesi hem de çalışması şartiyle evvela polis
kısmı siyasi şubesine kaydettirmiş sonra da son derece milliyetperver olan bu
genci, gizli teşkilatımıza almıştık. Ona çok genç yaşında gösterdiğimiz bu
itimat teşkilatımız için çok isabetli bir karar olmuştu. Aradan yıllar geçmiş
olmasına rağmen Galip Vardar'ın yalnız şu dört meseledeki hizmeti memlekete
büyük şeyler kazandırmıştı. O, Sadrazama Damat Ferit Paşa yalısının
istihbaratını tek başına temin etmiş ve bu yalıda cereyan eden fevkalade
toplantıların mukarreratını bize getirmiştir. Orada kabinenin kararları, Kuvayı
İnzibatiyeye ait bütün askeri malumat ve Kuvay-ı Milliye karşı girişilmesi
tekarrür eden bütün planlar gözden geçirilmekte idi. Galip Vardar, bu yalıya
sokulmak ve bunları ele geçirmek fırsatını bulmuştu. Galip Vardar'ın
teşkilatımıza ikinci mühim hizmeti Meşihat dairesinin istihabratını yapmak
olmuştur. Bu sayede biz Hürriyet ve İtilaf ve Muhtelif İtilaf partisinin bütün
kararlarını öğrenmiş ona muvazi tedbirler almıştık. Onun üçüncü hizmeti polis
kısmı siyasi müdür muavini Edip Bey'i teşkilatımıza kazanması onu bize
getirerek kısmı siyasiyi içinden çökertmiştir. Onun Tatavla kahramanı
Hrisontos'un yakalanmasında, Slav casusu Nikola Pasiç'in sıkıştırılarak ortadan
kaldırılmasındaki gayretleri de gayri kabili inkardır. (249-250)
-Milli
Mücadele yıllarında İngilizlerin derdi, gücü, bu mücadeleye iştirak edenlerle
gizli teşkilat işlerinde çalışanları öğrenmekti. Bilhassa, Veliaht Abdülmecid
Efendi ile şehzadelerden ve İstanbul Hükümetine sadakat gösterdikleri iddia
edilen askeri paşalardan kimlerin hakikaten İngilizlerin dostu, kimlerinde
düşmanı olduğunu meydana çıkarmak istiyorlardı. İşte Mustafa Sagir'in,
Türkiye'ye gönderilişi sırf bu maksatla tertiplenmişti. (270)
-İslamof
ailesi Kazanlıdır. 1929'da İstanbul'da vefat eden Sadık İslamof'un karısı olan
Madam İslamof, masraflarını kendisi vermek suretiyle Eyüp Sultan'daki
kabristana defnettirmiş ve merasim İslam dinine uygun bir şekilde icra edilerek
Sadık İslamof Hakkın rahmetine tevdi edilmiştir. Sadık İslamof'u ne kadar
rahmetle anarsak, aslen Rus olduğu ve Ortodoks bulunduğu halde Türkleri ve
Müslümanları sevmiş olan zevcesinin onun yanında kahramanca hizmetimizde
bulunmasını da iftiharla kaydeder ve kendisine uzun ömür dileriz. Eğer Birinci
ve İkinci İnönü Harbleri kazanılmış ise, Çerkes Ethem kuvvetleri dağıtılmış ise
bunda harp sahalarında elde edilmiş zaferlerden sonra İstanbul'da mülteci
olarak yaşayan ve bunlardan yeni birlikler elde etmek isteyen İngilizlerin
maksatlarına erişememelerinin gerek gizli teşkilatımız elemanlarıın ve gerek
Beyaz Ruslardan bizimle beraber çalışanların başardığı muvaffakiyetlerin büyük
hissesi olduğunu gerek tarih ve gerek umumi efkara açıklamayı vazife bilirim. (296)
-...Mustafa
Kemal Paşa, daha Havza'da iken hanedanın kaldırılacağını beyan etmiş
olduğundan...(318-319)
-Şeyhülislam
Musa Kazım Efendi'de Malta'ya sürülecek iken Mason Cemiyetinin Meşrık-i Azam'ı
rütbesini haiz bulunduğundan ve yaşının da ileri bulunması gözönüne alınarak
tahliye edilmiş, bu suretle de serbest bırakılmıştı. Aynı iltimasa küçük Talat
Bey'de nail olmuştu. Abdülhamid'e hâl kararını bildiren meşhur İttihatçılardan
mebus Emanuel Karasu Efendi, İtalyan mümessiliğinin himayesine mazhar olarak yakasını
İngilizlerin elinden ve Malta zindanlarına sürülmekten kurtarmıştı. (325)
-Mustafa
Kemal'in İttihatçılardan sonra iş başına gelen ve Mondros Mütarekesini
imzalayan Müşir İzzet Paşa'nın riyasetindeki kabinesinde Harbiye Nazırlığına
getirilmesini çok istemiş olan son padişah, İzzet Paşanın şiddetli muhalefeti
karşısında bir türlü maksadına nail olamamıştı. (329)
-Karadeniz
kıyılarında Pontusçular kazanamamışlarsa bu işte Giresunlu Topal Osman Ağa'nın
büyük bir rolü olmuştur. Ne yazık ki sonradan siyaset ihtirasları ve bazı
kimselerin teşvik ve ifsadı, Osman Ağayı Atatürk aleyhine harekete sevketmiş
uzun bir müsademeden sonra bu yanlış yol üzerinde Osman telef olmuştu. (340)
-Milli
Mücadele tarihinin bir taraftan kuvvet istimali diğer taraftan mükemmel bir
propaganda ile beraber yürüdüğünü söylemek, bir hakkın ifadesi olacaktır. (429)
-İslam
memleketleri ve İslam liderleri arasında halifeye karşı alınan menfi cepheyi
yıkmak ve imparatorluğun eczasını anavatana daha kuvvetle bağlamak maksadıyle
ve İslam dünyasında haiz bulunduğu saygı ve sevgideğer mevkiinden faydalanmak
üzere halife ve padişaha büyük bir hizmet etmek amacıyle yurdumuzu ziyaret eden
Şeyh Hazretleri, ne yazık ki harbin birdenbire hitamına ve Mondros
Mütarekesinin feci tatbikatına şahit olmuş, Sultan Vahideddin'in tensibi ile
bir müddet Bursa'da ikamet ettikten sonra gene halifenin ce onun hükümetinin
ricasiyle bu defa da padilaha karşı huruç etmiş sayılan Milli Mücadelecileri,
Anadolu Hükümetini, sadakat ve itaate davet etmek gibi çetin bir vazifeyi
deruhte ederek yola çıkarılmıştı. Mustafa Kemal Paşa ile görüşecek, onun ve
onun emir ve kumandası altındakilerin padişaha karşı bağlılığını temin
edecekti. İşte Senusilerin muhterem şeyhi bu maksatla Ankara'ya gelmiş ve ilk
görüşmeler vuku bulmuştu. Fakat Ankara'nın temiz ve vatanperver havasını
teneffüs eden Şeyh Senusi Hazretleri, Milli Mücadelenin kıymet ve mahiyetini
derhal anlamış, tutulan yolun isabet ve ehemmiyetini kabul etmişti. İşte o
zaman muhtelif Anadolu şehirlerinin de bu mücadelenin tatbikatını yakından
görmek arzusunu duymuş ve bu arzularını yerine getirdikten sonra Afrika'ya
tekrar yurtlarına avdet etmek istemişlerdi. (476-477)
-Papanın
İstiklal mücadelesinde Anadoluda çarpışan Türklerin hareketini "meşru
müdafaa" tabiri ile desteklemesi Lozan sulhü sırasında İstanbul Rumlarını,
Batı Trakya Türklerine mukabil yerlerinde bırakılması hususundaki iltimasının
kabulüne imkan vermiş ve bu sayede mübadele prensiplerinden yalnız İstanbulda
öteden beri mukim olan Rumlar istisna edilmişti. Bütün bunlar vaktiyle
İstanbul'un zaptı sırasında katoliklere karşı ortodoksların gösterdiği nefretle
ne güzel tezat teşkil ediyordu. (495-96)
-Anadolu
mücadelesinin başında İstanbul'u saymak bu ıstırap çeken zavallı şehrin ve onun
kahraman ve cesur halkının hakkını vermek olacaktır. Bazı müdekkik ve
muharrirlerin bu şehrin hakkını inkar etmeğe kalkışmaları kadar Milli
Mücadelenin akışını anlamadıklarının bariz ispatı olamaz. İstanbul yedisinden
yetmişine, fakirinden zebginine, kadınından erkeğine, genç, ihtiyar, asker,
sivil Anadolunun muvaffakiyeti için uğraşmış, didinmiş ve bu uğurda pek çok
kimseler ya düşmanın kurşunu ile ya padişahın darağaçlarında, hapishanelerde,
zindanlarda, yurt içinde yahud dışında çeşitli işkencelerle tazyik
edilmişlerdir. (497-498)
-Mustafa
Kemal bu yardımı talep ederken asla samimi değildi. Sovyet Rusya'nın da Çarlık
Rusyası gibi emperyalist olduğuna tamamen kaniydi. Fakat Ruslarla birleştiği
mühim bir nokta vardı. Müşterek düşmana karşı her iki memleketin fiilen
mücadeleye girmiş bulunması idi. O halde Rusların rejimlerine taraftar
gözükmekle hatta bu rejimi kabule ettiğini ilan etmekle aldatmak, bu yardımı
temin etmek, diğer yandan Cihan Harbinin galiplerini, bolşevikliğin Anadoluya
sirayet ettiğini göstererek korkutmak, bu suretle de kendi fikir ve
maksatlarına vasıl olmaktı. (531)
Hilmi Kitabevi, 1957 basım,
İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder