07 Ağustos 2025

İKİ DEVRİN PERDE ARKASI ANLATAN EMEKLİ SÜVARİ ALBAY HÜSAMEDDİN ERTÜRK - YAZAN SAMİH NAFİZ TANSU

-1871'de Eyüp Sultanda Otakçılarda doğdum. Bab-ı Askeriyye'de mümeyyiz olan Eşref Bey, dedem sarayda Sultan Abdülaziz'e, ikinci Abdülhamid'e Hasırcıbaşılık etmiş Rıdvan Efendi idi. (2)

-Sultan İkinci Abdülhamid, dindar bir insandı. Bilhassa akşam ezanı okunuca başına bir sarık sarar, imamet mevkiine geçerdi. Namaz kıldırmasını pek severdi Müşahib-i Şehriyari Lütfi Bey, Esvabçıbaşısı İsmet Bey, Seccadecibaşı, Şamdancıbaşı, Kahvecibaşı ve bendegandan Hacı Mahmut Bey bu namazda hazır bulunurdu. (18)

-Abdülhamid, Manastır'da patlayan tabancayla en sadık adamlarından biri olan Ferik Şemsi Paşa'nın şehrin en kalabalık meydanında ve üç tabur süvari askerinin gözü önünde İttihat ve Terakkiye mensub cesur bir zabit tarafından vurulduğunu (Atıf Kamçıl) öğrendiği zaman dehşet içinde kalmış, bütün bir gün kendisine gelememişti. Hiç kimse padişahın yanına giremiyor emrin kendisinden gelmesini bekliyordu. Abdülhamid perşembe gecesini son derece fena geçirmişti. Temmuzun 9'uncu perşembe günü Meclisi Vükela sabahın erken saatlerinden gecenin sekizine kadar içtima halinde kalmış ve bu toplantı da ileri geri münakaşalar olmuştu. Serasker Rıza Paşa hürriyetperverlerin lehinde konuşmuş, umumi müfettiş İsmail Paşa (Zülüflü) ise, asilerin mahv ve tenkilini istemişti. Abdülhamid ise tamamen şaşırmıştı. (27)

-Padişah biraz dinlendikten sonra şöyle devam etmişti: "Göreceksiniz yüzbaşım (Debreli Zünnün). İttihatçılar İstanbul üzerine yürüyüşlerinden cesaret alarak bu devleti bir takım feci maceralara sürükleyecekler, belki de Turancılık gayretiyle veya İslamcılık siyasetiyle korkarım ki hem Çarlık Rusya hem de Büyük Britanya İmparatorluğu ile aynı zamanda harbe sokacaklardır. Allah göstermesin, böyle bir hal vukuunda Osmanlı İmparatorluğunun parçalandığına şahit olacağız. Zira İngiltere'nin dahil olduğu bir harbin kaybedileceğini hiç zannetmiyorum. Çarlık Rusya ise içi ne kadar köhne olursa olsun, mevcudiyetini muhafaza edebilecektir. Hiç olmazsa millet olarak ayakta kalacaktır. İnşallah İttihatçılar böyle bir tecrübeye girişmek havasında bulunmazlar, zira bu bizim memleket için hakiki bir felaket olacaktır." Aradan yıllar geçti, şimdi hadiseleri daha yakından tetkik edebiliyoruz. 1909'da bu konuşmayı yapan Abdülhamid'e uzakları gören bir hükümdar demeyip ne diyeceğiz? (39)

-Meşrutiyetin ilanı üzerine Erzurumda 1 ve 2 numaralı İttihat ve Terakki kulüpleri açılmıştı. Birinci İttihat ve Terakki kulübünü o tarihte ahzı askeri reisi Erzurumlu Süleyman Bey kurmuştu. Bunlardan ikincisinin kurucusu olmak şerefini taşıdığım için büyük bir sevinç duyuyordum. Enver Paşa'nın amcası Halil Bey, tayyareci Selim, meşhur Yakup Cemil, mücahid ve konferansçı Ömer Naci ve Filibeli Hilmi Beyler oraya gelmişlerdi. (63-64)

-Halbuki Enver sabaha kadar sabredememiş, gece şehre girmişti, biz de sabaha karşı Erkanı Harp Reisinin emrini yerine getirmiştik. Bulgarlar askeri teçhizatı Sultan Selim Camiine yığmışlardı. Müslüman mahallelerini de ateşe vermişlerdi. Bizden evvel Bolayır'dan gelen süvari birlikleri şehre dahil olmuşlar, Bulgarlardan kimi görmüşlerse kılıçlariyle üstlerine yürümüşlerdi. Birçokları süvari beygirlerinin nalları altında ezilmişti. Ayrıca ve sureti mahsusada İstanbul'dan Kuşçubaşızade Eşref adlı meşhur, İttihatçıların sergendelerinden bir reis, çetesiyle Edirne'ye gelmiş, o da birçok Bulgarı telef etmişti. Bu çete içinde Müşir Fuad Paşa'nın oğlu Reşit Bey de vardı. Reşit Bey kahramanca döğüşerek şehit olmuş, ölümü herkesin teessürüne mucip olmuştu. (Reşit Bey'in namına bir abide dikilmişti) (101)

-Teşkilat-ı Mahsusayı Birinci Cihan Harbi'nden biraz evvel, hürriyet kahramanı, Harbiye Nazırı, daha sonra Başkumandan Vekili olan Enver Paşa kurmuştur. (109) Teşkilat-ı Mahsusa'nın ilk kurulduğu günlerde en mühim simaları ve faal azaları şunlardan mürekkepti: Üsküdarlı Yüzbaşı Muhtar Bey, piyade zabiti Rusuhi (Atatürk'ün yaveri), piyade zabiti Şevket, mümtaz kolağası Trabzonlu Rıza, piyade zabiti Dağıstanlı Nuri (milli mücadelede general oldu), Erkan-ı Harb Yüzbaşısı Şerif ve acizleri o tarihte süvari Binbaşı Eyüplü Hüsamettin. (111)

-Fakat tarihlerde görülen, bunu Enver Paşa'nın düşündüğü ve dostu Alman İmparatoru İkinci Wilhelm'e bir cemile olsun diye Osmanlı İmparatorluğunu kasten savaşa soktuğu şeklindeki mütealanın tamamen yanlış ve yalan olduğunu söylemek zorundayım. Sivastopol'un bombardıman edildiği haberinin Harbiye Nezaretine geldiği gün en çok hiddetlenen, şaşıran gene Enver Paşa olmuş: "Bunu niçin yaptılar? Buna niçin meydan verildi?" diye bağıra bağıra odasında bir aşağı bir yukarı gezinmişti. (122)

-Bizim kanaatimizce ve elimizdeki vesikalara dayanarak denilebilir ki, İttihat ve Terakki umumi merkezi ve her zaman onun tesiri altında bulunan Osmanlı Heyet-i Vükelası, Balkan Harbi'nin intikamını almak, büyük-küçük dost addedilen memleketleri âmana getirmek için, ilk ayların parlak zaferlerinden heyecana kapılmış ve Almanlar tarafına temayül eylemişlerdir. (129)

-Yakup Cemil bir ara Sadrazam Said Halim Paşa'ya çıkarak, İngilizlerle münferit bir sulh yapılmasını teklif etmiş ve sadrazamı hayretler içinde bırakmıştı. Said Halim Paşa, bu adamın cüret ve cesaretine hayret ve dehşetle bakmıştı. (138)

-O sırada tiz bir düdük sesi duyuldu. 14 silah birden patladı. Fakat 14 kurşun bu İttihat ve Terakki fedaisini öldüremedi. Tam 30 dakika can çekişti. Yere sızan kanlarında adeta İttihat ve Terakki yazılı idi. Hıyanet-i Vataniye'den idama mahkûm Yakup Cemil'in dört nüfuslu ailesine, hidemat-ı vataniyeden beher nüfusa otuz üçer kuruş maaş bağlanmıştı. (157)

-Benim bildiğim Talat sözü özü bir adamdı. Abdülhamidi asla sevmezdi, fakat zeki ve akıllı bir hükümdar olduğunu her zaman tasdik ederdi. Birinci Cihan Harbi yıllarında Sultan Hamid, Beylerbeyi Sarayında muhafaza altında bulundurulduğu sıralarda birkaç defa ziyaretine Enver Paşa gittiği halde, Talat Paşa buna lüzum görmemiş ve mahlu hükümdarın semtine bile uğramamıştı. (168)

-Cenazenin arkasında sukunetle yürüyen Talat Paşa, Sultan Mahmut türbesinin köşesini dönerken dayanamamış, sağ elini yüzüne kapayarak hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. Halbuki Sultan Hamid'i devirenlerin başında geliyordu. (169)

-Mason locasında kayıtlı ve Bektaşi tarikatine de müdavimdi. Birgün en yakın dostlarından Abdülaziz Mecdi Efendi'ye, "Hocam" demişti, "Düşünüyor bir türlü karar veremiyorum, sen ne dersin Allah aşkına. Mason mu kalayım, Bektaşi mi olayım?" Mecdi Efendi, "Paşam bence bunların ikisine de lüzum yok, amma mutlaka birini tercih etmek lazım geliyorsa, Bektaşiliği seçin zira Bektaşilik bir Türk tarikatıdır" demişti. (171)

-Mondros Mütarekesi imzalanınca, son padişah Vahdeddin, Şeyh Senusi Hazretleriyle maiyetinin Bursa'da ikametini irade eylemişti. İttifak devletleri, şeyhi ele geçirmeğe cesaret edememişler, Şeyh hazretleri de Millî Mücadele yıllarında Ankara'ya giderek Milli Hükümetin padişahla arasını bulmağa çalışmışsa da muvaffak olamamıştı. Yalnız Harbi Umumi'nin galiplerine karşı, Türkiye'nin haklı bulunduğu dava üzerinde bulunmuş, bilhassa Hind Müslümanlarına müessir olmuştu. (184)

-Harbin son senesinde Enver Paşa'nın teşkilatı mahsusamızdan istediği en mühim mesele, İslam dünyasını imparatorluğun mukadderatıyla yakından meşgul etmeğe teşvik idi. Harbin son senesinde bulunan en mühim çarelerden biri de Şeyh Senusi Hazretlerinin İstanbul'a daveti idi. Abdülhamit devrinde de memleketimize müteaddit defalar davet edilen Şeyh Senusi Hazretleri bu daveti nazikane reddeylemişti. Bu defa kendisinden beklenen vazife son derece mühimdi. Şeyh Hazretlerinin İmparatorluğa kaşrı İngilizlerin teşvikiyle isyan etmiş olan Hicaz Kralı Hüseyin üzerinde nüfuzu vardı. Bundan faydalanmak, Kral Hüseyin'i yeniden imparatorluğa bağlamak lazım geliyordu. (193-194)

-Afrika gailesini yartıştırmak, Trablusgarb'da hala mukavemet eden kabilelere hoş görünmek için İtalyanlar, Milli Mücadele'ye ellerinden gelen her türlü yardımı yaptılar. İşin garibi müşterek müstevli oldukları halde, Anadoluya silah ve cephaneyi gizlice sevkettiler. Bir taraftan Batı Anadolu'da Yunanlıların yerleşmesine mani olmak istediler. Zira harbe girerken Sendanje Mumen muadehesiyle İngiltere ve Fransa, İzmir ve havalisini İtalyanlara vadetmiş bulunuyordu. Halbuki İngiltere dostu ve himaye kardeşi Yunanistan'ı ortaya çıkarmakla sözünde durmamış oluyordu. Diğer taraftan Şeyh Senusi Hazretlerinin, Mustafa Kemal Paşa ile anlaştığını, Ankara'da büyük bir hüsnükabul gördüğünü görerek, er ve geç Libya'ya dönecek olan Şeyh Hazretlerine de kompliman yapmak istemişlerdi. (197)

-Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'ya ayak bastığı zaman bir çok cemiyetler, gruplar, siyasi teşekküller, çeşitli çetelerle karşı karşıya idi. Bunlardan bir kısmı Milli gayelere uygun idi. Bir kısmı ise muhtelif maksatlar güden bir takım sergüzeştçilerin elinde bulunuyordu. Onun en büyük meziyeti bu cemiyet ve grup yığınlarından, tek bir gayeye, vatanı yabancı istilasından kurtarmak maksadına tevcih edilmiş bir tek kuvvet yaratmak olmuştur. Yoksa Milli Mücadele, Mustafa Kemal'in Anadolu'ya ayak basmasından evvel başlamış, yer yer mukavemet arzuları belirmişti. Bu manzara Türk Milletinin başlı başına ne büyük bir varlık olduğunu ispata kafi idi. Fakat bütün bunlar gelişigüzel yığılmış malzeme idi. Onu bir eser yapacak derecede mükemmel işleyen, dahi mimar Mustafa Kemal olmuştu. Tarih, bu dai sanatkarı asla unutmayacaktır. (201)

-Teşkilat-ı Mahsusamız lağvedilmiş olmasına rağmen kendi ajanları vasıtasıyle bir taraftan Mustafa Kemal Paşa'nın şarkta geniş bir teşkilat kurmak üzere Anadolu'ya geçtiğini hatta Vahideddin'den bunun için 30 bin liraya yakın bir tahsisat aldığını öğrenmiş, diğer taraftan da Ener Paşa'nın Kafkasyadan ve Şuralar Hükümeti yolundan Anadolu'ya geçmek istediğini haber almıştı. (211)

-Anadolu mücadelesinin bir halk ve bir millet hareketi olduğunu göstermek için elimizde binlerce, onbinlerce delil vardır. Ecnebilerin bu hareketi ve şuurlu savaşı tek bir insana atfetmek isteyişleri, Türk milletinin bütün bir tarih boyunca gösterdiği hayatiyeti inkar etmek değil midir? Kaç defa bu noktayı kendisine söyledikleri zaman büyük Mustafa Kemal şöyle cevap vermişti: "İstiklal Savaşını Türk milleti başarmıştır. Ben onun başında naçiz bir kumandandan başka bir şey değildim." Bu cümledeki naçiz kelimesi muhteşem bir tevazuunun eseri olmakla beraber, maksud olan mana itiraf edilmelidir ki realitenin de ta kendisidir. İşgal altında İstanbul'da bütün gizli mukavemet yuvalarını idare etmiş bir kimse olarak diyebilirim ki kayıkçısı, balıkçısı, hamalı, memuru, fırıncısı, arabacısı velhasıl her sınıf eşrafı, işçisi ve münevveri ile tam ve şuurlu bir mücadelenin manasını ifade eden bu halk hareketini, tarihçilerimizin behemehal aydınlatması lazım gelecektir. (235-236)

-Mütareke yıllarında İstanbul'da kurduğumuz gizli teşkilatın en mühim ajanı bir süvari yüzbaşısının oğlu Serezli Galip Vardar'dır. Çok sevdiğim arkadaşım Yüzbaşı Sabri'nin bu ele avuca sığmaz oğlunu henüz 16 yaşında bir mektep talebesi iken tanımış, Serezde askeri kulüpte akşamları babasıyle oturup ahvalü alemden bahsederken ikide bir de kulübe gelen inzibat çavuşları ile onun, hepimizi korkutan düşündüren yaramazlıklarının haberini almıştık. Orada dikkatimi çeken bu genç aradan harpler, sulhler, mütarekeler geçtikten sonra bir gün Şehzadebaşında bir üniversite talebesi olarak karşıma çıkınca ve bir iş arayınca onu hem mektebine devam etmesi hem de çalışması şartiyle evvela polis kısmı siyasi şubesine kaydettirmiş sonra da son derece milliyetperver olan bu genci, gizli teşkilatımıza almıştık. Ona çok genç yaşında gösterdiğimiz bu itimat teşkilatımız için çok isabetli bir karar olmuştu. Aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen Galip Vardar'ın yalnız şu dört meseledeki hizmeti memlekete büyük şeyler kazandırmıştı. O, Sadrazama Damat Ferit Paşa yalısının istihbaratını tek başına temin etmiş ve bu yalıda cereyan eden fevkalade toplantıların mukarreratını bize getirmiştir. Orada kabinenin kararları, Kuvayı İnzibatiyeye ait bütün askeri malumat ve Kuvay-ı Milliye karşı girişilmesi tekarrür eden bütün planlar gözden geçirilmekte idi. Galip Vardar, bu yalıya sokulmak ve bunları ele geçirmek fırsatını bulmuştu. Galip Vardar'ın teşkilatımıza ikinci mühim hizmeti Meşihat dairesinin istihabratını yapmak olmuştur. Bu sayede biz Hürriyet ve İtilaf ve Muhtelif İtilaf partisinin bütün kararlarını öğrenmiş ona muvazi tedbirler almıştık. Onun üçüncü hizmeti polis kısmı siyasi müdür muavini Edip Bey'i teşkilatımıza kazanması onu bize getirerek kısmı siyasiyi içinden çökertmiştir. Onun Tatavla kahramanı Hrisontos'un yakalanmasında, Slav casusu Nikola Pasiç'in sıkıştırılarak ortadan kaldırılmasındaki gayretleri de gayri kabili inkardır. (249-250)

-Milli Mücadele yıllarında İngilizlerin derdi, gücü, bu mücadeleye iştirak edenlerle gizli teşkilat işlerinde çalışanları öğrenmekti. Bilhassa, Veliaht Abdülmecid Efendi ile şehzadelerden ve İstanbul Hükümetine sadakat gösterdikleri iddia edilen askeri paşalardan kimlerin hakikaten İngilizlerin dostu, kimlerinde düşmanı olduğunu meydana çıkarmak istiyorlardı. İşte Mustafa Sagir'in, Türkiye'ye gönderilişi sırf bu maksatla tertiplenmişti. (270)

-İslamof ailesi Kazanlıdır. 1929'da İstanbul'da vefat eden Sadık İslamof'un karısı olan Madam İslamof, masraflarını kendisi vermek suretiyle Eyüp Sultan'daki kabristana defnettirmiş ve merasim İslam dinine uygun bir şekilde icra edilerek Sadık İslamof Hakkın rahmetine tevdi edilmiştir.  Sadık İslamof'u ne kadar rahmetle anarsak, aslen Rus olduğu ve Ortodoks bulunduğu halde Türkleri ve Müslümanları sevmiş olan zevcesinin onun yanında kahramanca hizmetimizde bulunmasını da iftiharla kaydeder ve kendisine uzun ömür dileriz. Eğer Birinci ve İkinci İnönü Harbleri kazanılmış ise, Çerkes Ethem kuvvetleri dağıtılmış ise bunda harp sahalarında elde edilmiş zaferlerden sonra İstanbul'da mülteci olarak yaşayan ve bunlardan yeni birlikler elde etmek isteyen İngilizlerin maksatlarına erişememelerinin gerek gizli teşkilatımız elemanlarıın ve gerek Beyaz Ruslardan bizimle beraber çalışanların başardığı muvaffakiyetlerin büyük hissesi olduğunu gerek tarih ve gerek umumi efkara açıklamayı vazife bilirim. (296) 

-...Mustafa Kemal Paşa, daha Havza'da iken hanedanın kaldırılacağını beyan etmiş olduğundan...(318-319)

-Şeyhülislam Musa Kazım Efendi'de Malta'ya sürülecek iken Mason Cemiyetinin Meşrık-i Azam'ı rütbesini haiz bulunduğundan ve yaşının da ileri bulunması gözönüne alınarak tahliye edilmiş, bu suretle de serbest bırakılmıştı. Aynı iltimasa küçük Talat Bey'de nail olmuştu. Abdülhamid'e hâl kararını bildiren meşhur İttihatçılardan mebus Emanuel Karasu Efendi, İtalyan mümessiliğinin himayesine mazhar olarak yakasını İngilizlerin elinden ve Malta zindanlarına sürülmekten kurtarmıştı. (325)

-Mustafa Kemal'in İttihatçılardan sonra iş başına gelen ve Mondros Mütarekesini imzalayan Müşir İzzet Paşa'nın riyasetindeki kabinesinde Harbiye Nazırlığına getirilmesini çok istemiş olan son padişah, İzzet Paşanın şiddetli muhalefeti karşısında bir türlü maksadına nail olamamıştı. (329)

-Karadeniz kıyılarında Pontusçular kazanamamışlarsa bu işte Giresunlu Topal Osman Ağa'nın büyük bir rolü olmuştur. Ne yazık ki sonradan siyaset ihtirasları ve bazı kimselerin teşvik ve ifsadı, Osman Ağayı Atatürk aleyhine harekete sevketmiş uzun bir müsademeden sonra bu yanlış yol üzerinde Osman telef olmuştu. (340)

-Milli Mücadele tarihinin bir taraftan kuvvet istimali diğer taraftan mükemmel bir propaganda ile beraber yürüdüğünü söylemek, bir hakkın ifadesi olacaktır. (429)

-İslam memleketleri ve İslam liderleri arasında halifeye karşı alınan menfi cepheyi yıkmak ve imparatorluğun eczasını anavatana daha kuvvetle bağlamak maksadıyle ve İslam dünyasında haiz bulunduğu saygı ve sevgideğer mevkiinden faydalanmak üzere halife ve padişaha büyük bir hizmet etmek amacıyle yurdumuzu ziyaret eden Şeyh Hazretleri, ne yazık ki harbin birdenbire hitamına ve Mondros Mütarekesinin feci tatbikatına şahit olmuş, Sultan Vahideddin'in tensibi ile bir müddet Bursa'da ikamet ettikten sonra gene halifenin ce onun hükümetinin ricasiyle bu defa da padilaha karşı huruç etmiş sayılan Milli Mücadelecileri, Anadolu Hükümetini, sadakat ve itaate davet etmek gibi çetin bir vazifeyi deruhte ederek yola çıkarılmıştı. Mustafa Kemal Paşa ile görüşecek, onun ve onun emir ve kumandası altındakilerin padişaha karşı bağlılığını temin edecekti. İşte Senusilerin muhterem şeyhi bu maksatla Ankara'ya gelmiş ve ilk görüşmeler vuku bulmuştu. Fakat Ankara'nın temiz ve vatanperver havasını teneffüs eden Şeyh Senusi Hazretleri, Milli Mücadelenin kıymet ve mahiyetini derhal anlamış, tutulan yolun isabet ve ehemmiyetini kabul etmişti. İşte o zaman muhtelif Anadolu şehirlerinin de bu mücadelenin tatbikatını yakından görmek arzusunu duymuş ve bu arzularını yerine getirdikten sonra Afrika'ya tekrar yurtlarına avdet etmek istemişlerdi. (476-477)

-Papanın İstiklal mücadelesinde Anadoluda çarpışan Türklerin hareketini "meşru müdafaa" tabiri ile desteklemesi Lozan sulhü sırasında İstanbul Rumlarını, Batı Trakya Türklerine mukabil yerlerinde bırakılması hususundaki iltimasının kabulüne imkan vermiş ve bu sayede mübadele prensiplerinden yalnız İstanbulda öteden beri mukim olan Rumlar istisna edilmişti. Bütün bunlar vaktiyle İstanbul'un zaptı sırasında katoliklere karşı ortodoksların gösterdiği nefretle ne güzel tezat teşkil ediyordu. (495-96)

-Anadolu mücadelesinin başında İstanbul'u saymak bu ıstırap çeken zavallı şehrin ve onun kahraman ve cesur halkının hakkını vermek olacaktır. Bazı müdekkik ve muharrirlerin bu şehrin hakkını inkar etmeğe kalkışmaları kadar Milli Mücadelenin akışını anlamadıklarının bariz ispatı olamaz. İstanbul yedisinden yetmişine, fakirinden zebginine, kadınından erkeğine, genç, ihtiyar, asker, sivil Anadolunun muvaffakiyeti için uğraşmış, didinmiş ve bu uğurda pek çok kimseler ya düşmanın kurşunu ile ya padişahın darağaçlarında, hapishanelerde, zindanlarda, yurt içinde yahud dışında çeşitli işkencelerle tazyik edilmişlerdir. (497-498)

-Mustafa Kemal bu yardımı talep ederken asla samimi değildi. Sovyet Rusya'nın da Çarlık Rusyası gibi emperyalist olduğuna tamamen kaniydi. Fakat Ruslarla birleştiği mühim bir nokta vardı. Müşterek düşmana karşı her iki memleketin fiilen mücadeleye girmiş bulunması idi. O halde Rusların rejimlerine taraftar gözükmekle hatta bu rejimi kabule ettiğini ilan etmekle aldatmak, bu yardımı temin etmek, diğer yandan Cihan Harbinin galiplerini, bolşevikliğin Anadoluya sirayet ettiğini göstererek korkutmak, bu suretle de kendi fikir ve maksatlarına vasıl olmaktı. (531)

Hilmi Kitabevi, 1957 basım, İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...