-Gerçekçi
duygulanım anlayışına göre, duygu halimizin değişimi hem belirli bir olay
sonrası, hem de uzun dönemde, tümüyle kafamızdaki düşünce dünyasındaki
düzenlemelere bağlıdır. Bir başka deyişle, "Bunun anahtarı bizdedir!"
Duygularımızın değişimi için dış çevrenin (başkalarının davranışlarının)
düzenlenmesi yerine, iç çevremizin (düşüncelerimizin) düzenlemesini yapmak kat
kat daha kolaydır. (23)
-Davranışın
veya duygunun şekli, yapısı, yoğunluğu ve türü ne olursa olsun, gerisinde bir
mantık akışı görmemek olası değildir. (39)
-Asıl
meselemiz ne ölçüde mantıklı olup olmadığımız değil, mantıklarımızda ne ölçüde
gerçekçi olup olmadığımızdır. (45)
-Dış
çevrenin hayal gücümüzde algılanışıyla, gerçekte duygularımızla algılanışı
birbirine ne kadar benzer ya da örtüşürse, o oranda gerçekçi değerlendirme
yapılabilecektir. (64)
-Herhangi
bir açının "mutlak doğru" olamayacağı, sadece ve sadece
"göreceli bir doğru" olduğu varsayılır. Bu varsayım temelde, insanlar
arası ilişkiler dünyasında tartışma götürmez "mutlak doğru"nun
sınırsız farklılıklardan oluştuğu inanışına dayanır. Bu nedenle, gerçekçi
iletişimi benimsemiş bir kişinin amacı, kendi göreceli doğrusunu veya
farklılığını çevresindekilere zorlamak değil, farklılıklar arasında aynılıkları
yakalamaktır. (69-70)
-İletişim
becerisi, olaylara farklı açılardan bakabilme esnekliğini gerektirir. (74)
-Görünenle
değil de görünmeyen olasılıklarla veya belirsizliklerle ilgilenmek, iletişim
sürecini tıkayan, sorunlaştıran ve iletişimsizlik becerisi olarak
tanımladığımız sürecin oluşmasına zemin hazırlayan bazı düşünce biçimlerini
gündeme getirir. (78)
-Gerçekçi
iletişim becerisinin temelinde yatan önemli bir başka düşünce biçimi, iletişim
sürecinde değerlendirme ve kıyaslamayı, bireyin "tüm varoluşu veya
kişiliği" yerine, bu varoluşun kesitlerine, yani özelliklerine,
becerilerine ve davranışlarına yönlendirmektir. (86)
-İletişim
süreci "karşımdaki nasıl bir insandır?", "karşımdaki tarafından
nasıl bir insan olarak algılanıyorum?" sorularından arındığı ve
"karşımdaki ne söylüyor?", "söylediğim nasıl algılanıyor?"
soruları sorulduğu oranda verimli ve sağlıklı olabilecektir. (93)
-Anlama
süreci, daha önce de üzerinde durduğumuz, şu dört olumsuz alışkanlıktan yara
alır: Açı Sadakati, Ben Bilirimcilik, Kişileştirme, Zihin Okuma. (114)
-İletişim
sürecinin anlama aşamasını engelleyen en olumsuz eğilimlerden biri olan
kişileştirme temelde, gelen iletilerin gerisinde kişiliğe yönelik bir anlam
arama çabasını yansıtır. (118)
-Gerçek
anlamda iletişim, kişilik değerlendirmelerinden arındırılmış, "BEN"
savaşı vermeyen, sadece ve sadece bir olay bütününü daha kapsamlı anlayabilmek
için farklı açılardan gelen düşünce ve görüşlerin toplandığı ve kıyaslandığı
etkileşimdir; böyle bir amaç taşıdığı için de iletişimde
"kişiliksiz" davranabilmek son derece önemlidir. (121)
-Zihin
okuma, karşıdan gelen iletinin, nasıl bir amaçla veya niyetle gönderilmiş
olduğunu "bilme yanılgısı"dır. (122)
-İletilerin
göze ve kulağa gelen boyutları arasındaki uyumluluğu sağlamak için göz önüne
alınması beklenen ilk önemli nokta, iletilen düşünceler (içerik) ile
düşüncelerin seslendiriliş tonu arasındaki uyumdur. (159) Nasıl ki ses tonu,
iletinin sözel niteliğinin müziğiyse iletileri gönderirken sergilenen
davranışlar da iletilerin kostümüdür. (161)
-Sözsüz
iletişime bir göz atıldığında, beş temel davranış grubu dikkati çeker: Göz
hareketleri, Baş ve ince yüz hareketleri, Kol ve bacak hareketleri,
Karşınızdaki kişi ile aranızdaki mesafe, Oturuş düzeni. (172)
-Eğer
karşınızdaki kişinin iletisini dinlemeye hazır olduğunuzu ve dinlediğinizi
göstermek istiyorsanız, yapılabilecek en yalın baş hareketi, başı öne ve arkaya
çok hızlı olmayacak bir şekilde hareket ettirmektir. Bu onaylama hareketi,
dinlediğinizi yansıtmanın yanı sıra, karşınızdakini iletisini daha rahat bir
şekilde dile getirmeye teşvik de edecektir. (175)
-Doğruluk
ve yanlışlık kutuplaşmasından sıyrılarak süreci açıların "farklılığı"
ve "benzerliği" gerçeğine dönüştürmek iletişimin en temel işlevidir.
(188)
-İletişim
süreci, karşımızdaki kişinin nasıl biri olduğu sorusunun tuzağına düşülmediği,
kişiliklerin savaşımı değil, farklılıkların değerlendirilmesi olarak görüldüğü
sürece hayatta kalabilecek bir yolculuktur. (220)
Agora Kitaplığı, 2020 basım,
13.baskı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder