07 Ağustos 2025

MELEKLERİ ÜRKÜTMEK - KEMAL SAYAR

-Sosyal ve kültürel farklılıkların akıl hastalıkları, ruh durum bozuklukları ve bunların tedavileri üzerindeki etkilerinin anlaşılması ile ilgilenen bir alan olarak Kültürel psikiyatrinin temel iddiası, içinde yaşadığımız ve hayatımızın her cephesine nüfuz eden kültürün, ruhsal rahatsızlıkların oluşumunda, biçimlenmesinde ve dışavurumunda etkili olacağı hususudur. (Kemal Sayar, Kültür ve Ruh Sağlığı: Küreselleşme Koşullarında Kültürel Psikiyatri, Metis yay, 2002)(20)

-"Öteki"ni ciddiye alnmak, onları dinlemek ve onlarla birlikte çalışmak hem bireysel olarak hem de kolektif olarak varoluşun yeni unsurların keşfetmemize, bilgi alışverişine, ileride daha geniş ruhlu bir toplumda yayılacak yeni fikirler, değerler ve koşulları ortaya koymamıza imkan sağlar. Bunlar yayıldıkça, yeni oluşan fikirler bölünmeye başlar ve diğer fikirlerle birleşerek karma kimlik formları, yeni ahlaki muhakeme pencereleri ve yeni iyileştirme tarzları oluşturur. Buna örnek olarak, geçmiş yıllarda Budizm'in Batı'ya doğru yayılımının, acı ve anksiyete kontrolü ile depresyonun önlenmesine yönelik yeni stratejilerin geliştirilmesini teşvik etmesi gösterilebilir. Diyalektik davranış terapisi ve farkındalık temelli terapiler Budist değerleri veya keşiş yaşamını benimsemeksizin Budizm'den ödünç alınmıştır. Bu örneğin gösterdiği gibi, özgül fikir ve teknikler sayesinde kültürel melezleşme, daha hızlı ve daha yoğun bir şekilde küreselleşen dünyada birbirlerini etkilerken klinik uygulamaları da yeniden şekillendirir. (31)

-Geleneksel toplumlarda yaşam krizi deneyimleri üzerine paylaşılan ahlaki ve dini bakış açıları, kaygıları hafifletmede sosyal kurumları devreye sokarak tehdidi nihai anlam ağında hapsediyor, bireylerin hayatını alt üst etmesine izin vermiyordu. Çoğulcu modern dünyada ise anksiyete daha ziyade yüzer gezer tarzdadır, kişilerin kendilerinin idiosenkratik, özgün ve nevi şahsına münhasır anlamlar yaratması gerekir. Eski anlamlar atalarımıza nasıl acı çekecekleri yönünde yol gösteriyordu, oysa şimdi talihsizliği nasıl yorumlayacağımız konusunda kendisinden akıl alacağımız bir otorite merciinden mahrumuz. Çağdaş dünya böylesi durumları medikalize etmekte ve zayıflıklarımıza çare olarak tıp mesleği ya da bilimin otoritesine satılmaktadır. Oysa tıbbi veya bilimsel bakış açısı bize ızdırap sorunuyla başa çıkma konusunda yardımcı olamamakta: Çağdaş biyotıp ve diğer yardım meslekleri, insanlık durumunda mündemiç olan ızdırabın yol açtığı şaşkınlık veya kargaşa gibi durumlarla ilgilenmez, bunlara karşı teleolojik bir bakış açısı geliştirmez. Modern medikal bürokrasi ve onun içinde işleyen yardım meslekleri, ızdırabı mekanik bir yıkım, çözümünü ise teknik bir tamir meselesi olarak ele alırlar. Hastalık sorunlarına anlamlı manevi/moral bir tepki sunmak yerine rahatsızlık sorunlarının terapötik manipülasyonuyla uğraşırlar. Tıbbi antropolojide etkili bir strateji, bir hastanın hastalık şikayetleri ve inançlarının nasıl bir ahlaki alan ürettiğini göstermektir. Görünürde sosyal arketiplerle ve görünmez sosyal süreçlerle, ağrı ve bildik yardım arama davranışlarının aslında bir kültür dünyasını kopyaladığı, onu yeniden ürettiği gösterilmiştir. (49-50)

-Psikiyatrinin neredeyse evrensel bir işlerlikkazanan teşhis el kitabı DSM-IV'te bahsedilen tüm yetişkin ruh sağlığı bozukluklarının yalnızca dörtte biri dünya çapında yaygınlık göstermektedir. Diğer yetişkin ruhsal bozukluk kategorileri Kuzey Amerika ve Batı Avrupa'ya özeldir. İlginç bir örnek, bir yeme bozukluğu olan anoreksia nevrozadır. Bu bozukluk ince kadın bedenini güzel, cinsel açıdan arzu edilir ve ticari açıdan önemli bulan çağdaş Batı toplumlarında ortaya çıkmaktadır. Japonya, Tayvan, Hong Kong'un Batılılaşmış üst orta sınıfı dışında Asya'da anoreksia nervozaya rastlanmamaktadır. (53)

-Global mutluluk kültürü çağında Batılı kültür eğilimleri acı çekmeyi bitirmeye ve mutluluğu geliştirmeye çalışırken Doğu filozofları (Tasavvuf ve Budizm gibi) acı çekmenin kaçınılmaz olduğunu vurgular. (69)

-Batılı olmayan bağlamlarda iç dünya hakkında açık bir şekilde konuşmak tercih edilmese de rahatsızlığı metaforlarla anlatmak veya dolaylı bir şekilde kelimelere dökmek daha yaygındır. Aileyi terapide toplamak her zaman hastanın ailesine aşırı şekilde bağımlı olduğu veya aile içine gömüldüğü anlamına gelmez, ailenin çok kıymet verilen bir sosyal destek sistemi olduğunu gösterir. Dahası, Batılı olmayan kültürlerde kişilerarası çatışmaları ve meydan okumaları açık bir şekilde ifade etmek hoş karşılanmayabilir; bu nedenle meydan okumacı olmamak ve sosyal uyumluluk, yücelik olarak değerlendirilebilir. (72-3)

-Psikoterapi bir bilimden daha fazlasıdır ve terapist ile danışan arasındaki ahlaki alan iyi bir şekilde ele alınmalıdır. Modern dünyadaki ana terapi soruları iyi bir yaşamın ne olduğu ve bir bireyin bu dünyada nasıl evde gibi hissedebileceğine benzer meseleler etrafında dolaşır. Bunlar geniş anlamda ahlaki sorulardır, çünkü ahlak sadece doğru davranışlarla ilgili sorularla değil, aynı zamanda "hayatımı nasıl yaşamalıyım?", "yaşamaya değer bir hayat nasıldır?" gibi sroularla da uğraşır. (C.Guignon, Authenticity, Moral Values and Psychotherapy. Cambirdge University Press, 1993) (76-77)

-Psikiyatri modern bir projedir ve normal ile hasta arasında bir sınır vardır. Orta Doğu'da geleneksel olarak deli insan ve veli insan arasındaki farklılıklar çokça düşünülmüş bir sorudur. (O.M.Ozturk, "Folk Treatment of Mental Illness in Turkey" (İçinde) Magic, Faith, and Healing, editör: Ari Kiev, New York: The Free Press, 1964) Ayrıca toplumcu ve bireyci yaşam tarzları arasında da farklılık vardır. Bu bölgedeki bireylere, kişilerarası uyum ve birliği sağlamak adına iç arzularını bastırarak kendilerini ilişkiye uydurmaları öğretilir. Bu nedenle insanlar suçluluk duygusunun nadir olduğu psikiyatri hastaları arasında, sosyal olarak dağılmış bir sorumluluk hissederler. Toplum kendini açmayı iyi görmez. Duygular üzerine sınırlama ve kontrol vardır. Kendi menfaatine hizmet ve kendine odaklanma değil, alttan alma, feragat, tevazu ve alçakgönüllülük tercih edilir. Ayrıca manevi inanç deneyimleri de günlük iyi oluşu sağlayan kültürel idealleri yansıtır ve etkiler. Bununla beraber Batılı psikiyatrideki anlam odaklılık seküler bir gerçeklik içindedir. Batı'da anlam odağı bireysel psikolojiye doğru kayar, bunun anlamı insan hayatının başarısının psikolojik iyi oluşta yatıyor olduğudur. (C.Elliott, Better Than Well:American Medicine Meets the American Dream, WW Norton Press, 2003) İyi ve mutlu hissetmek başarılı bir yaşam sürdüğünüzün kanıtıdır. Mutluluk göstergeleri değişiklik gösterdiği gibi sıkıntı işaretleri de Orta Doğu toplumlarında farklı olabilir. Rahatsızlık deyişleri kültürler arasında çeşitlilik gösterir ve Orta Doğu toplumlarının da kendilerine özgü ifade yolları vardır. Çoğu Orta Doğu toplumunda sıkıntı baş ve zihinde değil, kalpte konumlandırılır. Duyguları metaforlarla tarif ederler. Ruh sağlığı sorunlarını tarif eden tasvir ve dil formunda zengin, şiirsel kültür kaynakları vardır. (92-93)

-Psikiyatrik bir teşhis yapıldığında semiyotik bir eylem gerçekleştirilmiş olur: Hastanın yaşadığı bulgular özel rahatsızlık durumlarının işaretleri olarak yeniden yorumlanır. Ancak bu yeniden yorumlama özgül psikiyatrik kategorilere ce bu kategorilerin inşa ettiği ölçülere nispetle yapılırsa anlamlıdır. Astım, diyabet veya depresyon: bütün teşhisler bu özelliği paylaşır. Ancak psikiyatrik bozuklukların belirtilerini yeniden yorumlamak iki nedenle daha zordur. Onlar ancak kısmen ve özel bazı durumlarda biyolojik bir anormalliğin sonucudurlar ve psikiyatrik yakınmalar, sıklıkla insanın içine düştüğü acınası durumların sıradan yakınmalarıyla örtüşürler. Adaletsizlik, yas, başarısızlık, mutsuzluk gibi. (107)

-Günümüz toplumu giderek daha fazla miktarda toplumsal sorunu medikalize ediyor. Bir zamanlar bir günah ve ahlak zayıflığı olarak algılanan alkolizm şimdi bir bozukluktur. Aynı şey madde kötüye kullanımı için de geçerlidir. Yakın zamana kadar çocuğun ve ebeveynnin okul yönetimine karşı sorumlu olduğu yaramazlıklar artık davranış bozukluğu olarak tesmiye edilir. Günlük hayatta yaşanan sorunlar uyum bozukluğu adını almış durumda. Şimdi harıl harıl bunların biyolojik öncülleri, sonuçları ve bağlantıları aranıyor. (109)

-Medikalizasyon alternatif bir toplumsal kontrol biçimidir. Tıp kurumları yasal ve dini kurumların yerini doldurur, dolayısıyla normatif davranışı da artık onlar sınıflandırır. Böylece kıskanç kocaları, şişman kimseleri, alışveriş yapmaktan kendini alıkoyamayanları, tehlikeli araba kullananları ve giderek, sigara içenleri, arada bir hüzne gark olup şiir yazanları, kendilerini anlaşılmaz metinlerle ifade edenleri tedavi edebiliriz. (109)

-Biyolojik psikiyatri tam da bu noktada bir sosyal ideoloji olarak tezahür eder. Bu yaklaşım, biyolojiyi kader olarak gören bir dünya görüşünü yansıtır. Biyoloji insanın kaderi olarak nitelenen şeyin en büyük belirleyenidir. Bilgi sosyolojisinin dikkatimizi çekmek istediği şey şudur: Biyolojiye aşırı vurgu bir göz bağcılıktır, iktidarın imtiyazlılar tarafından kötüye kullanımından dikkatleri uzaklaştırır. Nedir bu kötüye kullanım? Sıkıntı, umutsuzluk ve isyan içinde olduğu için imtiyazlı azınlığa baş ağrısı veren "tebaa", bütün bunları toplumsal sorunlardan ötürü değil de kendi bedensel noksanlıklarından ötürü yapmaktadır. Kötüye kullanım, bu ideolojinin ta kendisidir. "Biyolojizasyon" daha sonra böylesi toplumsal adaletsizliklerin kurbanı olanları etiketleme yoluna dönüşür. Psikolopatolojinin "mekanı"nın bedenin içinde olduğu önermesiyle hem aile hem de toplum, günahlarından arındırılır. Hastalık belirtilerini taşıyan kişi de pasif bir kurban oluverir. Artık kimse sorumlu değildir. (110)

-Geleneksel toplumlarda sıkıntının dini ve ahlaki ifadeleri, neyin yolunda gitmediğini, ynlışlığın ne olduğunu açıklıyordu. Günümüzde, özellikle Batı toplumlarında, modernizasyon süreci dertlerle başa çıkmanın bu eski biçimlerini zayıflatmıştır. Sorunları ifade etmek için hala önemli kanallar varsa da dil değişmiş ve psikolojik dil, genel stres dilinden daha özgül varoluşsal ifadelere dek, eski dillerin yerini almıştır. Artık kişinin toplumsal dünyasındaki duraklayışlar, bir günah, şer güçlerinin bir istilası yahut göğüs ağrısı şeklinde ifade edilmez. Psikolojinin dilinde onlar; intrapsişik kaygı, kişisel moral bozukluğu ya da umutsuzluktur. Kişisel sorunların suçluluk ve depresyon olarak açıkça ifade edilmesinin; duyguları dolaylı yoldan bildiren ya da sessizlikle anlatan ifade biçimlerine oranla daha ileri bir bilişsel düzeyi temsil edip etmediğini bilmiyoruz, bu konuda bilimsel kanıt yok. (115-116)

-DSM-IV ve ICD-10'un uluslararası geçerliğini tehdit eden en önemli etkenn, dünyada psikopatolojinin birbirinden şaşırtıcı ölçüde farklı yansımalarını, sınıflandırma sistemlerine dahil edememeleri olduğu öne sürülüştür. Bu "yerel" durumların pek çoğu DSM ve ICD kategorileriyle örtüşse de bu durumlar var olan kategorilere uydurulduklarında asıl özellikleri kaybolmaktadır. (152)

-Postmodern görüşte hakikat keşfedilen değil, inşa edilen bir şeydir. (166)

-Psikiyatri içinde bugün hakim paradigma olarak görünen biyolojizm, zihinsel süreçlerin ve davranışın, normal veya anormal olsun, sinir bilimleri, moleküler biyoloji ve beynin fizikokimyasal süreçleriyle açıklanabileceğini iddia etmektedir. Bu görüşe göre bilim, insanın doğayla ilişkisini anlamlandıran hiyerarşide en tepe noktayı oluşturmaktadır. Nicelik üzerine odaklanan bu yaklaşım; insan tekinin biricikliğini, şahsi özel niteliklerini gözden kaçırmakta ve farklılıkları es geçerek, benzerlikleri öne çıkarmaktadır. Oysa klinik pratikte karşılaşılan fenomenler ölçülebilir/nesnel olanı aşmaktadır. (168-169) Bilinçlilik, sözel olan ya da olmayan öznel deneyimler, rüyalara bağlı öznel deneyimler, hatta empati gibi klinik gerçeklikler mevcut ampirik bilimin sınırları dışında kalmaktadır çünkü ölçülmeleri güçtür. Hastanın yaşantısını öznel olanı feda etmek pahasına nesnelleştirmek, kişinin yaşadığı sürece verdiği anlamı berhava edecek ve "zihinsiz" psikiyatri anlayışını besleyecektir. Bir insanın detaylı bir sinir ağları haritasını vermek ya da o kişinin nörotransmiter profilini çıkarmak, bize o kişi gibi olmanın ne demek olduğunu anlatmaz, bu bilgiyi bize sağlamaz. Psikiyatristler tamir edecekleri bir mekanizma ile değil; yaşayan, hisseden, bakış açıları ve değerleri olan insanlarla ilgilenirler ve işte bu yüzden, insan yaşantısının fenomenolojik niteliği fiziksel terimlerle karşılanamaz. (169)

-Ruhsal hastalığın bir "toplumsal inşa" olduğu düşüncesi Sovyetler Birliği'nde psikiyatrinin politik amaçlı istismarı ve 1973'te Amerika Psikiyatri Cemiyeti'nin homoseksüaliteyi bir hastalık olmaktan çıkarmasıyla belirginleşmiştir. Her iki durumda da politik güçler neyin hastalık olduğunu belirlemişlerdir. (177)

-Terapiyi modern hayatın güçlü bir unsuru ya da albenili bir ürünü yapan şey, pek çok kişi için terapi odasının gerçekten işitildikleri, öykülerini anlatıp kabul gördükleri yegane yer olmasıdır. Ancak öykünün anlatılmış olması, geçmişin aksine kişiiyi paylaşılan, bir kültürün üyelerini birleştiren daha büyük anlatıya eklemlememektedir. Geleneksel toplumlarda bir topluluğun tarihi sözel anlatılarla ve efsanelerle nesilden nesile aktarılırken, modern zamanlarda kişilerin tarihi en çok dede ve ninelerine uzanmaktadır. Savaş, göç ve sosyal değişime bağlı kayıpların sonuçları yeni nesiller üzerinde etkili olmuş olsa bile, modern terapilerde kişinin geçmişi çocukluğundan başlatılmaktadır. Modernliğin sınırında artık hikayeler de farklı biçimlerde anlatılmakta, farklı işletilmektedir. Hikayeci ile dinleyici ayrışmış, efsane hikayeleri artık dinleyicilerin de katıldığı karşılıklı yaşantılar olmaktan çıkmıştır. Çağdaş söylenceler CNN tarafından yayılmakta, milyonlar tarafından izlenmekte ve söz yerine görüntüyle izleyiciye ulaştırılmaktadır. (J. McLeod, Narrative and Psychotherapy, Sage Publications, Londra, 1-27, 1997) Yakın zamana kadar Anadolu kasabalarında dinleyicilerin de aktif katılımıyla anlatılagelen Köroğlu hikayeleri ya da Hz.Ali cenkleri, TV'nin yaygınlaşmasıyla birlikte kaybolmaya yüz tutmuştur. Terapi globalleştikçe tüm dünyadaki terapistler aynı el kitaplarından edindikleri standart girişim yöntemlerini benzer biçimlerde müşterilerine sunmaktadır. (185-186)

-Postmodernizm gerçekliğin değil, onu yorumlama biçimlerimizin sabit olmadığını söylemektedir. (186)

-Benlik kavramı "insan olmanın ne olduğu" sorusuna bir kültürel grubun kendi psikolojisi içinden verdiği cevaptır. Benlik, o kültürün insanoğlunun evrendeki yerinin ne olduğuna, sınır, yetenek, ümit ve yasaklamalarının neler olduğuna dair anlayışıdır. Bu anlamıyla tarihten ve kültürden bağımsız bir benlik yoktur, evrensel bir benlik kuramı yerine yerel kuramlar vardır. (188)

-Empati, politik baskı dönemlerinde kaybolmaya yüz tutar ve onun yerine ihanet ve ihbar özendirilebilir. Zamanımızda da TV haberlerinin eğlenceye dönüştürülmesi ızdırabı seyirlik bir nesne kılmakta, empatiyi zayıflatmaktadır. (191)

-1960'lı yıllarda serpilip gelişen antipsikiyatri hareketi psikiyatrinin ana akışına karşı çıkan ve bu karşı çıkışı psikolojik, toplumsal, felsefi ve siyasi boyutlarda şekillendiren bir harekettir. En önemli temsilcileri arasında adı neredeyse hareketle özdeş hale gelen Ronald D.Laing başta olmak üzere, İngiltere'den David Cooper, Aaron Esterson, Amerika'dan Erving Goffman, Thomas Szasz, Thomas Scheff'i sayabiliriz. Antipsikiyatri hareketinin merkezinde yer alan bu isimler dışında hareketle şu ya da bu şekilde bağlantılandırılmayı hak eden önemli başka isimler de var. Felsefe boyutu daha ağır bassa da Michel Foucault, Gilles Deleuze ve Felix Guattari Fransız antipsikiyatri hareketinin kuramcuları olarak anılmalıdır. Yine Birleşik Amerika'dan şizofreninin aile kuramıyla ilgili çalışmalarıyla antipsikiyatrinin kimi temel tezlerine paralel düşen Palo Alto grubundan Gregory Bateson, Don Jackson, Virginia Satir; Yale gurubundan Theodore Lidz, Alice Cornelison gibi isimlerin de bu tabloya eklenmesi gerekiyor. (203) Antipsikiyatri kendisini uygulamasının tüm süreçlerine karşı çıkmakla belirler. İlk aşamadan, yani tanımsal/betimsel yandan başlayarak öte yana, tedaviye dek uzanan bir çizgide psikiyatri adına yapılan her şeyi eleştirir. Psikiyatrinin hastalık kavramına yataklık eden normal kavramı, ondan çıkan hastalık kavramı ve bunun doğurduğu sonuçlar kabul edilemez şeylerdir antipsikiyatri için. (204) Antipsikiyatri hareketinin önderleri aynı zamanda önemli bir eleştiriyi de doktor-hasta ilişkisine yöneltirler. Psikiyatristin geleneksel olarak ikili bir rolü vardır onlara göre, birisi günah çıkartılan rahip, diğeri hapishane müdürü olmak üzere. Hastayla arasındaki ilişki eşit bir ilişki değildir. (205) Resmi psikiyatriyi biçimleyen ana mantığı pek değiştirmese de, antipsikiyatri günümüz psikiyatri uygulamasını bir hayli etkiledi, fakat bu etkisine karşın, günümüzde güncelliği ve yaygınlığı 65-75 arası döneme göre oldukça azalmış durumda. (207)

-"Yakın zamanlara kadar" diyor Thomas Szasz tıbbi uygulamanın çoğu bir dizi büyüsel eylemden ibaretti. Bu psikiyatri için daha bir doğrudur. Yüzyılın başına kadar psikiyatrik uygulama törensel ve teknik eylemlerin bir karışımıydı. Tıbbi olan törensel, cezalandırıcı olan teknikti. Freud oranları değiştirdiyse de karışımın temel özelliğine dokunmadı: Teknik olanı genişleterek törensel olanı daralttı. Aynı zamanda geleneksel psikiyatri uygulamasına yeni ritüeller ekledi: sedir, serbest çağrışım, "bilinçdışı"nın derinlerinde yolculuk gibi. Vurgulamak istediğim şu ki Kurumsal Psikiyatri büyük oranda tıbbi tören ve büyüden ibarettir. Bu insanların -akıl sağlığı yerinde ya da bozuk olarak- etiketlenmelerinin, neden psikiyatri uygulamasının vazgeçilmez bir parçası olduğunu açıklar. Toplumsal meşruiyyetin veya gayrı meşrulaştırmanın ilk eylemini teşkil eder bu ve modern, bilimsel dinin yüce rahibi olan psikiyatri tarafından yürütülür. Günah keçisi/ akıl hastası toplumun dışına itilir. (238)

-"Kraepelin, Bleuler ve Freud'a insan aklını sömürgenleştiren insanlar olarak bakıyorum" der Szasz ve ekler: "Çünkü toplum onlardan tıbbın sınırlarını, ahlakın ve hukukun üstüne taşımalarını istedi, yaptılar. Hastalığın sınırlarını vücuttan davranışa doğru genişletmelerini istedi, bunu da yaptılar. Ve onlardan toplumsal çelişkiyi psikopatoloji, kapatılmayı da terapi olarak gizlemelerini istedi, bunu da yaptılar..." (241)

-"Psikoloji alanındaki çalışmaların pek çoğu, insanlardaki yoğun kaygının ailevi nedenleri üzerinde durmakla birlikte, kültürel birleşen de aynı oranda baskın bir rol oynar, çünkü kültür ailenin ailesidir." Clarissa P.Estes

alBaraka Yayınları, 2022 basım, 2.baskı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...