12 Ağustos 2025

KARA DEFTER ATATÜRK'ÜN SİLAH ARKADAŞI İHSAN ERYAVUZ ANLATIYOR - KAMİL MAMAN

-Halbuki bunlar, Dersimlilier de öz be öz Türk idiler. Hem de Oğuz neslinden, nispeten kanının saflığını muhafaza etmiş halis Türk. Oradan hatıra defterime yazdıklarımı aynen aktarıyorum, "Zavallı Türklük. Dört tarafından manen maddeten hücuma uğramış; tarihi, dış güçlerin hilesi, ihaneti, tecavüzü ve taarruzu ile dahilin cehaleti, körlüğü, binbir fesadı ve ihtilafları ile dolu. İnsanları birlik fikrinde birleştirmek, kardeş hayatı yaşatmak isteyen din, bize milletimizi unutturmuş aynı zamanda birlik değil fakat ihtilaf içinde bırakmış. Şu zavallı Türk, beni "Sünni" diye sevmiyor; ihtimal ki, bizim içimizde de onlara "Şii'dir" diye tiksinti ile bakanlar var. Zavallı Türklük! (32-33)

-Bir gün Başkumandan Vekili Enver Paşa, beraberinde Ordu Kumandanı Vehib Paşa ve kurmayları olduğu halde kolordu karargahına gelmişler. Öğle yemeğini beraber (kolordu karargahında) yiyor idik. Vehib Paşa esasen, Erkan-ı Habr Mektebi'nde sınıf arkadaşı bulunan Kolordu Kumandanı Yusuf İzzet Paşa'yı Başkumandan Vekili'ne takdim etmişti. Yemekte de söz olsun diye Yusuf İzzet Paşa'nın Kafkasya Nârı müellifi olduğunu söyledi. Herhalde Enver Paşa Kolordu Kumandanının aşırı Çerkesçi olduğunu biliyormuş. Çehresini o anda hiddetlenmenin verdiği bir kırmızılık bürüdü. Gayet ciddi, vakur, aynı zamanda da hissolunacak derecede asabi lisan ile, "Burası Türk ilidir ve bu ordu bir Türk ordusudur, bu orduya mensup olan herkesin vazifesi evvela Türk olmaktır. Türklük'ten gayrı bir milli inanca sahip olanlar istediği yere gidebilirler" demişti. Vehib Paşa söylediğine söyleyeceğine pişman olmuş, aynı zamanda yemek masasını derin bir sükût kaplamış idi. (11.dipnot/Metnin orijinalinde derkenarda "Enver Paşa'nın Yusuf İzzet Paşa'ya Çerkeslik için ihtarı" şeklinde not düşülmüş) (35)

-Vaktiyle İran hükümdarlarından, "Nadir Şah" Osmanlı Devleti'ne, "Şiiliği bir mezhep olarak tanıyınız. Türk ve İslam arasındaki şu ihtilaf kalksın. Siz Osmanlılar batıda, biz İranlılar burada Türklüğün yücelmesine çalışalım" demiş. Ve fakat şu temiz ve milliyetperverane olan talep meşihat makamının bağnaz ve idraksiz zihniyetinde bir yer bulamamış idi. Münevverlerimiz Meşrutiyet devrinde olsun memleketi idare edenlerimiz bundan bir ilham almamalı, İslam ailesi dahil milyonlarca insanın kabul ettiği bir mezhebi sümme't-tedarik reddetmekle ancak İslam vahdetinin kırılacağı düşünülmemeli mi idi?  (49)

-Halk o kadar hükümetten soğumuş bulunuyor idi ki, velev haklı, hak ve adaletin gereğine uygun dahi olsa hükümet namına yapılan her icraat onu tiksindiriyordu. Bu ruh halinin karakterimiz üzerinde izlerini bugün dahi görmekteyiz. Bugün kanuna, nizama aykırı gelmiş bir mesulü himate etmeyi onun suçunun sabitliğine işaret edecek vesaikaları adalete bildirmekten çekinmeyi, alicenaplık ve mertlik belirtisinden addeden Türk eşkıyalara, başıbozuklara destanlar tertip eden Anadolu bu ruh hali ile ancak hükümete karşı güvensizliğini göstermiş, hükümetini kendisinden addetmemiş olmuyor muydu? (56-57)

-40.dipnot/Hazret-i Ali'nin bir sözü rivayet olunur, "Çocuklarınızı ancak kendilerinin içinde yaşayacaklaı zamana göre terbiye ediniz" dermiş. Baştan aşağı bir hikmet ve pedagojide değişmez bir kural olan bu söze bilgisizliğimizden pederim beni her şeyden ziyade izzet-i nefsime, benlik ve haysiyet-i şahsiye hislerime düşkün olarak yetiştirmişti. Zamanımın hayat ve ihtiyacatına uymayan bu yetiştirme tarzının ben çok elem ve ızdıraplarını, zarar ve ziyanlarını çektim ve halen çekiyorum. (66)

-Anavatanımız kısmen düşman ayağı altında inler, otuz-kırk milyon ırkdaşımız Çarlığın esaret ve boyunduruğunda mihnet ve ıztırap çeker iken vaktiyle Türk ordularının Viyana kapılarında Fransa içlerinde, İtalya arazisinde işi ne idi? Nesli, dili, dini, kültürü ayrı olan ecnebi milletlere jandarmalık yapmak, Türk olmayan toprakların müdafaa ve muhafazası için Türk çocuğunu, Türk ordularını saygısızca heder ve telef etmek bu ne büyük gaflet ne kadar kör bir siyaset imiş. Her milletin şuurlandığı ve milli heyecan ile coştuğu son asırda biz Osmanlı devlet ve Türklerinin bu milli hissisliğimizi, bu korkaklık ve yüreksizliğimizi tarih ve torunlarımız acaba nasıl muhakeme edecektir? (72-74)

-Doktor Rıza Nur'un Türk Tarihi namındaki eserinin birinci cildinde Mondros Mütakeresi bahsinde, "Mütarekeyi imza eden Rauf Bey, İngiliz Amirali (Kaltrop)'un (49.dipnot/ İngiliz Akdeniz Filosu Komutanı Amiral Calthorpe) baskısıyla hükümetten talimat gelmeden müttefiklerin verdikleri sözlü teminata inanarak imza etmişti. Bu konuda Anadolu Millî Mücadelesi zamanında Rauf Bey'den bizzat, "bizi aldattılar" sözünü birkaç defa işitmişimdir. "Bu mütareke imza edilmiş idi. İngilizlerle Fransızlar arasındaki rekabetten dolayı daha ucuz bir mütareke anlaşması belki de mümkündü" diyor. Darılmasınlar amma herhalde devletin hayatı ve kaderi mevzubahis olduğu bir anda düşmanlara aldanmak, böyle mühim meseleyi müzakereye memur bir siyasi için şerefli bir hadise olmasa gerek. Şimdi ne yapılacaktı? Son ana kadar "sonunda zafer" teranesiyle memleketi, halkı aldatan tek taraflı sul taraftarı göründüğü için Yakub Cemilleri kurşuna dizen vatanperver arkadaşlar: Talatlar, Enverler, Cemal Paşalar felaketle yüzyüze gelindiği bir zamanda herhangi adi politikavılar gibi vatanı da milleti de terk ederek sevgili hayatlarını kurtarmak kaygısıyla bavullarını alıp İstanbul'dan kaçmışlardı. (84)

-Doğrusunu söylemek lazım gelirse Türk tarihinde Vahideddin gibi bir padişah, Ferid ayarında uğursuz, kötü bir sadrazam görülemez. Ferid Paşa memlekete hizmeti dokunmul ne kadar milli kurum var ise yıkıyordu. Bu cümleden Donanma Cemiyeti'ni de "Bir İttihat ve Terakki ocağıdır" vehmiyle kaldırdı. (89)

-Mustafa Kemal Paşa öteden beri gerçi fazlaca işrete ve sefahete meyilli ve ahlaki kayıtlara riâyetkar olmamakla beraber hudutsuz bir ihtirasa da sahiptir, diye tenkit olunurdu. Fakat çok zeki idi. (95)

-Bir gün Yeşilköy'de bir mevlüd cemiyetinde Ferid Paşa Hükümeti'nin hararetli taraftarlarından meşhur Hoca Mustafa Sabri ve Refik Halid Bey ve efendilerle buluşmuştum. Mustafa Sabri Efendi, Anadolu'nun hassasiyetiyle pervasızca eğleniyor; Mustafa Kemal Paşa ve taraftarlarıyla ağır surette alay ediyordu. Onun fikrince bu bir "İttihat ve Terakki" oyunu idi. İşin başında bulunanlar "Memleketi müdafaa edecek ve kurtaracağız" bahanesiyle zaten elinde avucunda bir şeyleri kalmamış olan milleti son bir defa daha soyacaklar. Ondan sonra çoktan anlaştıkları Ruslara, Bolşevik diyarına katılacaklardı. Bu hainlik idi, alçaklık idi. Buna inanmak ise hayvanlıkrtan daha beter bir şuursuzluk idi. Dayanamadım karşılık verdim Gerçi bu karşılık benim için büyük bir tedbirsizlik sayılabilirdi. Çünkü esasen ben orada saklı gibi birşeydim. Muhatabımın ise beni hemen Kürt Mustafa Paşa'nın Divan-ı Harbi'ne göndermeye kudreti aşikardı. Ne çare? Zabtım mümkün olamamıştı. (99)

--Olayları, tabii seyri üzerinde sırasıyla takip edenlerce bilinmesi lazımdır ki memleketin kurtuluşuna yönelik bugün bu milli teşkilat ve harekât şu veya bu şefin bir eseri olmaktan ziyade düşmanlarımızın hileli bir mütareke ile memlekete uygulamak istedikleri taksim ve istila kararlarının milletin vücdanında uyandırdığı bütün kızgınlığın fiili bir görünümü idi. Bunu görmemezlikten gelerek şu veya bu ferdin bir eseri gibi göstermek yalnız bir gaflete düşmek ve tarihe karşı hakikati gizlemek değil, aynı zamanda Türk Milleti'nin kendi istiklal ve hakimiyetine karşı olan büyük hassasiyetine nanköt bir hürmetsizlikte bulunmak demektir. Zaten hangi bir toplumsal hadise, bir değişim bir ferdin eseridir? Tek bir kişinin kârıdır. Görünürde o hadise üzerine etkili gibi gözüken bir şef bile gerçekte o hadiseyi yapan milletin ruhunda, hissiyatında, iman ve inancında menkuz bir sebepler dizisinin yarattığı bir varlık değil midir? (141-142)

-Birinci İnönü mukavemeti, bu harpte Yunanlılara karşı ordunun ilk başarısı idi. Manevi gücü yükseltmek, netice ve zafer hakkında endişeli bulunanların ümit ve cesaretlerini takviye etmek için bu hadiseyi layık olduğu derecede şişirerek kamuoyuna büyük bir zafer şeklinde göstermek o an için pek lüzumlu ve asla ihmal edilmeyecek bir siyaset idi. Bu yapıldı. Batıda İsmet, güneyde Ref'et Beyler zamanın birer İskenderi gösterilerek edebi kıymetine paha biçilemeyecek derecede veciz, sanatlıi gözleri kamaştıracak, insana hakikati görmeye mani olacak mertebede elde edilmiş tebriknamelerle takdir edildiler. Ve bu şahane takdirnameler mecliste açık celsede okundu. Gazetelerle, risalelerle nutuklar millete neşrolundu. Ref'et Bey, reis ile beraber yürüdüğü müddetçe bu şerefli halde idi. İsmet Bey ise son zamana kadar Gazi'nin solu gerisinde, binaenaleyh hep bu şan ve şeref kitabesinin içinde kaldı. Hakikat şu idi: Yunanlılar kendilerine katılan Edhem ve kardeşlerinin ordu aleyhindeki abartılı açıklamalarına inanmış, bilhassa Edhem ve kuvvetlerini kendi saflarında görerek bu harekata hazır olmadıkları halde bedava bir zafer elde etmek hayali ile vakitsiz harekete geçmişlerdi. İhtimal Yunanlılar bir ordu ile karşılaşmayacaklarına da ikna edilmişlerdi. İnönü'de karşılarında düzenli bir kuvvet görünce Edhem ve kuvvetlerinin iki gün içinde perişan ve darmadağın olduğunu dikkate alarak Yunanlılar muharebeyi bırakıp geri çekildiler. Bunula birlikte 1337 senesi Ocak başlangıcı Türkiye'nin mukadderatı üzerinde mutlu ve hayırlı günler olmuştur. İnönü Muharebesi daha ziyade Kütahya Ovası'ndaki bastırma harekatı, Ankara'daki "Büyük Millet Meclisi Hükümeti"ni bir çete hükümeti olmaktan kurtarmış, küçük ve fakat düzenli, kanunlara uyan bir orduya sahip hukuki, kanuni, halkçı bir devlet vasfına sokmuştu. (166)

-Gene bir gün Reis Paşa kendisine muhalefet eden Mersin Mebusu Selahaddin Bey'e mecliste, "Sen İngiliz torpidosuyla Anadolu'ya geldin" demişti. Bu söz, çoğunluğu muhalefetin samimiyetinden şüpheye düşürmek, vuku bulan itirazları birtakım gizli emellere bağlı göstermek için yine kasten söyleniyordu. Selahaddin Bey cevaben "Benim ne suretle İngiliz torpidosuyla geldiğimi siz pekâlâ bilirsiniz. Ondan sonra bana devletin silahlı, mühim bir kuvvetini bırakan, Sivas Kolordusu'na kumandan tayin eden siz; nihayet mebus olarak seçilmeye işaret eden yine sizsiniz. O zaman ne için İngiliz torpidosuyla geldiğim dikkate alınmadı? Düşüncelerimizi serbest söylediğimiz, doğruluğuna inandığımız, fikirlerimizi müdafaa ettiğimiz için mi şimdi ima ile isnatlarda bulunmak isteniliyor? Günahtır, günah" demişti. Selahaddin Bey sözlerine şunu da ilave edebilirdi, "Siz de vaktiyle Vahideddin tarafından hususi bir itina ile ve kim bilir ne gibi ihsan ve vaatler ile Anadolu'ya gönderilmiş idiniz. Vicdanlarına muhalefet etmiş olmamak için bugün kimse size karşı böyle bir taktikte bulunmak istemiyor." (181-182)

-İtiraf mecburiyetindeyim ki Birinci Büyük Millet Meclisi’ni ondan evvelki bütün kanun yapan meclislerden ayıran genel özellikleri olarak azasının daha ziyade halkı temsil etmesinde, hususi olarak yüce kapısında temiz ve aynı zamanda kudretli karakterde bir muhalefet bulundurmasında idi. (193)

-Teceddütperverler, Batı Medeniyeti’nin bu bariz üstünlüğünü görüyor, onun sebeplerini ve gerçek yol göstericilerini biliyor; bu medeniyeti bir bütün halinde bütün esaslarıyla, ruhuyla, şekliyle almak istiyordu. Bana gelince ben bu teceddütperverlerin hem de ön safında bulunuyordum. “Batı Medeniyeti’ni kabul edersek milliyetimizi kaybederiz, dinimiz elden gider” bu söz manasız bir korku; bir safsata mahsulü idi. Batı Medeniyeti milliyetleri yok etse Batı’da bugün olgunlaşmış bir Almanlık, onun yanı başında bir Fransız, biri de İngiliz vd. milliyetleri yaşar mıydı? Bilakis “reel” olan bu idi ki, bir toplumda medeniyet derecesi arttıkça milliyet fikri yükseliyor ve kuvvetleniyordu. Dini ise bu mevzuya karıştırmak büsbütün manasızdı. İnsanları ruhen, seviyeten yükseltecek, ruha her türlü anlamın başlangıcı olan muhabbetullahı, vicdanlara ahlak, fazilet ve vazife-iştiyaklar telkin edecek, insanlara irade bağlayacak bir dinin siyasetle alakası ne olabilirdi? (240-241)

-Bir aralık söz, Tiflis’te Ermeniler tarafından şehit edildiği duyulan Cemal Paşa’nın vurulması meselesine geldi. Başkumandan Paşa çok müteessir bir vaziyet alarak Aralof yoldaşa, “Rusya Devleti’nin hüküm ve nüfuzu altındaki bir memlekette bu cinayet yapılsın ve katiller tutulamasın, bu çok dikkat çekicidir. Emin olunuz ki başta ben olduğum halde Türkiye’de bütün halk bu hadiseden cidden büyük bir ıztırap ve teessür duymaktayız. Bunu Moskova’ya böyle yazmalısınız” diyor. Aralof yoldaş da üzülerek, “Herhalde intikam peşinde koşan bir Ermeni olması lazım gelir. Katilin tutulup cezasını göreceğine” dair Paşa’ya söz vermeye çalışıyordu. (254)

-Mecliste bir kısım aza üzerinde öteden beri Mustafa Kemal Paşa’ya bir güvensizlik var idi. Her nedense Mustafa Kemal Paşa’nın hudutsuz bir ihtiras taşıdığı, mutlaka devlet reisi olmak, ondan sonra da keyif ve hevesine uyarak memlekette istediği gibi hükmetmek isteyeceği hakkında birçok mebuslar endişe besliyorlardı. Esasen sırf bu endişe sebebi ile Mustafa Kemal Paşa daha Milli Hareket’in başlangıcında Erzurum Kongresi’ne kabul edilmek istenilmemişti. (301)

-Erzurum ve Sivas kongrelerinden sonra da İstanbul gibi, Erzurum gibi mühim müdafaa-i hukuk merkezlerinin Heyet-i Temsiliye ile olan muharebeleri araştırılırsa, bu itimatsızlığın bariz vesikalarına tesadüf mümkündür. Fevzi ve İsmet Paşaların bile kalplerinin derinliklerinde, hakkında itimatsızlık ve endişe hisleri saklı duran Mustafa Kemal Paşa’ya mecliste bir kısmın bilhassa İkinci Grup’un emniyet göstermemeleri hiç de garip görülemezdi. Son zamanlarda Fikriye Hanım’ın intiharı, bir mektepli kızın gece mektepten aldırılarak Çankaya’ya getirilmesi söylentisi, mebus Ali Şükrü Bey’in boğdurulması vd meseleleri mecliste zaten bulanık olan havayı büsbütün karartmış; mevcut endişe ve itimatsızlığı daha ziyade artırmıştı. (303)

-Muhitteki son alakasızlıkta fırka ve siyaset “taktik”inin de etkinliği aşikardı. Erzurum Kongresi’ne zor ile ve yalnız Kazım Karabekir Paşa’nın ısrar ve işaretiyle kabul edilen Mustafa Kemal Paşa “Heyet-i Temsiliye Riyaseti” mevkii icabı mücadele esnasında her hadisenin başında gözükmüş, savaşa ait bütün başarıları, hatta tek başına milli kalkınma hadisesini bile kendi ilhamının eseri gibi göstererek şahsa mal etmek eğilimine düşmüş. Bazı yakınları da onun sürekli artan nüfuz ve büyüklüğünü fırka ve kendi menfaatlerine uygun bularak sürekli beslemiş ve büyütmüş, onun zekası deha derecelerine çıkarılmış, mevcudiyetine adeta insan üstü bir mahiyet verilmek istenilmiş. Her şeyi o yapmış olmuş. Kendisine dahi, Türklük milli peygamberi vd. daha bilmem neler denilmiş. Millet ile hakikat arasına, hakikatin gösterilmesine mani bir perde gerilmiş. (308)

-Ortada bir fırka vardı. Onun meclisteki grup teşekkülü icabı kuvve-i icraiyyeyi kontrolde dahi ihmalkar idi. O fırkanın bir harici teşkilatı, kulüpleri, ocakları görülüyordu. Oraya bağlananlar da devlet ve memleket işlerinde görüş, düşünüş ve görüş birliğinden uzak sebeplerle bu oluşuma girmiş bulunuyordu. Daha doğrusu bu fırka değil; adeta bir yeni “din” idi. Nasıl ki bir dinde Allah tarafından kendisine indirilen vahiy ile işleri yürütür bir peygamber başta; onun etrafında ashap bulunur, ümmet ve ümmet içinde fert yalnız kendilerine tebliğ olunan kuralları tartışmasız kabul ve o kuralların icaplarını yapmaya mecbur tutuluyor idiyse bunda da baştaki “dahi” denilen zatın düşünceleri emir ve iradeleri bazen bizzat, bazen de yakınları vasıtasıyla gruba, fertlere tebliğ kılınır ve o tebliğ hemen itirazsız icra olunuyordu. Yalnız bu dahi ilhamını vahiy suretiyle ilahi bir canipten alamıyordu. O bunu, muhitten almayı düşünmüştü. Ve zaten Mustafa Kemal Paşa peygamberlerin dahi ilhamlarını, içinde bulundukları hadiselerden ve muhitlerden aldıklarına inanmış idi. Mustafa Kemal Paşa, muhitine muhtelif karakterde görüş, düşünüş ve telakkileri ayrı ve biri diğerine karşı olmak üzere her çeşit zevatı toplamıştı. O yalnız muhitindekilerden bir özellik istiyordu: Kendisine bağlı kalmak ve bu bağlılıkla yalnız onun tasavvur ve düşüncelerine, teşebbüslerine destekçi ve alet olmak. (328)

Timaş Yayınları, 2014 basım, 1.baskı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...