07 Ağustos 2025

PSİKOTERAPİ YÖNTEMLERİ KURAMLAR VE UYGULAMA YÖNERGELERİ - EDİTÖRLER: ERTUĞRUL KÖROĞLU & HAKAN TÜRKÇAPAR

-Psikoterapi, başvuruda bulunan kişi ya da kişilerin (danışanların ya da ruh sağlığı bozuk olan hastaların), düşünsel çarpıtmalarının düzeltilmesi, çektikleri çökkünlük ve bunaltı gibi ruhsal sıkıntılarının ve duygusal acılarının giderilmesi, davranışsal işlev bozukluklarının onarılması ve baş etme becerilerinin artırılması için, bu konuda özel eğitim almış bir kişinin (terapistin) tek başına ya da özel eğitim almış kişilerin (terapistlerin) bir arada uyguladığı ve yöntemleri belirlenmiş olan, daha çok karşılıklı görüşmeye dayalı, kişiler arası bir etkileşim süreci olarak tanımlanabilir. (3) Bütün psikoterapi yaklaşımları bir anlamda öğrenme yöntemleridir. Bütün psikoterapiler imsamşarom değişmesini amaçlarlar. (4)

1-PSİKANALİZ VE PSİKANALİTİK PSİKOTERAPİ - YAVUZ ERTEN & ELVİN AYDIN

-Tüm dinamik psikoterapilerin temeli psikanaliz kuramına dayanmaktadır. (9)

-Psikanalitik kuramı psikolojinin diğer dallarından ayıran en önemi öğe olan "bilinçdışı" kavramı bugün popüler kültürün hemen her alanında yaygınlaşmış durumdadır. (10)

-Başta Freud'un en yakın takipçilerinden biri olan ve kısa zamanda psikanalizin veliahdı gibi görülmeye başlanan Carl Jung (1875-1961), libido kavramını fazlasıyla cinsellik odaklı bulduğunu ve aslında bunun daha çok genel bir yaşama içgüdüsü olarak ele alınması gerektiğini öne sürerek Freud'la yollarını ayırmış ve analitik psikoloji akımını başlatmıştır. (12)

-"Psikolojik savunma mekanizması" kavramı Freud tarafından ilk olarak histeri konusuna özel ve düşünülemeyeni biliçdışına atma anlamına gelen "bastırma" olarak oluşturulmuştur. 1936'ya kadar babasıyla libido ve ölüm içgüdü konusunda aynı görüşleri paylaştığı halde daha çok egonun işlevleri üzerine geliştirdiği çalışmalarıyla kbul gören ve Amerika'da ego psikolojisinin başlamasına önayak olan Anna Freud tarafından egonun kullanıldığı varsayılan 9 çeşit savunma mekanizması tanımlanmıştır: Regresyon, bastırma, tepki oluşturma, izole etme, geri döndürme, yansıtma, içselleştirme, kendine karşı döndürme, dönüştürme. Daha sonra bunlara süblimasyon, idealizasyon ve saldırganla özdeşleşmeyi de eklemiştir. (16)

-Psikanalitik terapinin teknik yapısı tarihsel olarak dört dönemde incelenebilir:

1)Dora vakasına kadar olan analizanın geçmişinde gizli kalan malzemeyi bularak ve onu ortaya çıkararak tedaviyi amaçlama dönemi

2)Aktarımın keşfedilmesi ile birlikte, aktarım nevrozunun analiz odasında oluşumu ve çözülmesi ile tedavinin başarılması dönemi

3)Melanie Klein'ın çalışmalarıyla, karşı aktarımın tanımlanması ve analitik süreç için ne kadar işlevsel olduğunun anlaşılması ile aktarım-karşı aktarım dinamiklerini ortak kullanarak, analizi başarmayı amaçlayan dönem,

4)Klein'ın takipçilerinin, özellikle Bion'un, onun getirdiği yenilikleri, analiz odasında "iki kişilik psikoloji" bakışı ile ele alıp, analitik süreci sürekli olarak "analizan-analist" etkileşimleri bağlamında "şimdi ve burada" ele alan çağdaş yaklaşımlar dönemi. Bu döneme "İki Kişilik Alan" dönemi de denebilir. (17)

-Psikanaliz kişinin bilinçdışındaki düşünce, arzu, korku, savunma ve özdeşleşimlerini anlayarak kendini geliştirmeyi amaçladığı bir süreçken, psikanalitik psikoterapi daha çok belirli rahatsızlıkları azaltmak ve kişiyi ruhsal olarak daha sağlam kılmaya yönelik bir süreçtir denebilir. Bu sebeple, psikanalizin, kişinin kişiliğinin temeline yerleşmiş sorunları kökünden çözmeye, psikanalitik psikoterapinin ise daha çok belirli odaklara yoğunlaşarak kişiyi rahatlatma amaçlı gerçekleştirildiğini söylemek mümkün olabilir. (22)

2-DÜŞÜNSEL DUYGULANIMCI DAVRANIŞ TERAPİSİ (RASYONEL EMOTİF TERAPİ) - ERTUĞRUL KÖROĞLU

-Bu terapi yaklaşımında, İsa'dan sonra birinci yüzyılda yaşamış olan Stoacı düşünür Epiktetos'un bir deyişi temel alınmıştır: "İnsanlara rahatsızlık veren, olayların kendisi değil, bu olaylara getirdikleri bakış açılarıdır." (25)

-DDDT bakış açısına göre, kendimiz, başkaları ve dünya hakkında bilgi edinmek için bilimsel yöntemlere başvurmamız gerekir. DDDT, bilimsel düşünmeyi ve deneysel yaklaşımı savunur. Danışanın öne sürdüğü her yerleşik düşünceye karşı DDDT sorusu, "Düşüncelerinizin doğru olduğuna ilişkin ne gibi kanıtlarınız var?" olacaktır. Bu yaklaşımda, danışanların bir bilim adamı gibi doğru birtakım bilgiler edinmeleri, elde ettikleri kanıtları mantıklı bir biçimde kullanmaları ve kendilerine yararlı olacak yeni birtakım düşünceler oluşturmaları beklenir. (26)

-DDDT kuramına göre, neyin doğru neyin yanlış olduğuna ilişkin genelleştirilmiş ahlaki ilkeler, çarpıtılmış ve aşırı yalınlaştırılmış ilkelerdir. Neyin ahlaki olduğu duruma göre değişir. Salt doğru ve yanlışlar yoktur. Salt doğru ya da yanlışlarla yaşama bakmak kişide utanç, suçluluk, kaygı ve çökkünlüğe yol açabileceği gibi başkalarına karşı düşmancıl duygular taşımaya ve hoşgörüsüz olmaya da yol açabilir. (26)

-DDDT terapistleri, danışanlarının duygusal sıkıntılarını azaltmalarını ve yaşamlarında daha mutlu olmalarını sağlayan "yeni bir yaşam felsefesi" geliştirmelerine yardımcı olmaya çalışırlar. (27)

-İnsanların işlevselliğinin üç ana psikolojik boyutu vardır: Bunlar, düşünceler, duygular ve davranışlardır. Bu üç alan birbiriyle ilişki içindedir, birinde olan bir değişiklik çoğu zaman diğer ikisi de de birtakım değişikliklere yol açar. (27)

-Düşünsel duygulanımcı kuramın ilkeleri şunlardır:

1)Temel ilkesi, insanların duygularının en önemli belirleyicisinin biliş, diğer bir deyişle düşünce olduğunu savunur. Yalın bir deyişle "Ne düşünüyorsak onu hissederiz."

2)İkinci ilke; Ruhsal rahatsızlıklarımızın başlıca belirleyicisinin işlevsel olmayan düşünce biçimimiz olduğu ilkesidir. İşlevsel olmayan düşünce biçimi abartma, aşırı yalına indirgeme, aşırı genelleme, mantıksız ve geçersiz varsayımlarda bulunma, yanlış çıkarımlar yapma, salt iyi ya da salt kötü, salt doğru ya da salt yanlış gibi saltçı düşünce ile kendini gösterir. (27)

3)Yaşadığımız sıkıntı akılcı olmayan düşünce biçimimizden kaynaklanıyorsa, yaşadığımız sıkıntıyla başa çıkmanın başlıca yolu da düşünce biçimimizi değiştirmektir.

4)Hem genetik hem de çevresel etkenleri kapsayan birçok etken, akılcı olmayan bir biçimde düşünmemize yol açabilir.

5)DDDT, gösterdiğimiz davranışların üzerinde geçmişin etkilerinden çok bugünün etkileri olduğu üzerinde durur. Her nasıl elde edilmiş olurlarsa olsunlar, akılcı olmayan düşüncelere bağlanıp kalmak, ruhsal rahatsızlıklarımızın başlıca nedenidir. Yaşam yalnızca geriye dönük olarak anlaşılır ancak ileriye dönük olarak yaşanır.

6)Hiç kolay olmasa da yerleşik düşünceler değiştirilebilir. (28)

-Birtakım düşünce süreçlerimiz yapısal olarak çıkarımsaldır, ancak diğerleri büyük ölçüde değerlendiricidir. Çıkarımsal düşünceler, bizim gerçekliklerle ilgili algılarımızı ve bu algılardan çıkardığımız anlam ve sonuçları anlatır. DDDT bu tür düşüncelerin psikopatolojilere yol açabildiğini kabul etmekle birlikte ruhsal rahatsızlıkların başlıca odağının değerlendirici düşünceler olduğunu öne sürer. DDDT bunları dörde ayırır: Dayatma, Korkunç görme, İnsanlara genel bir değer biçme, Engellenme eşiğinin düşüklüğü. Çıkarımsal düşüncelerle değerlendirici düşünceler arasındaki ayrım DDDT'yi diğer bilişsel-davranışçı (BDT) terapilerinden ayırır. DDDT'leri de çıkarımsal süreçlerin önemini kabul eder ve bu çarpık düşünceleri değiştirmek için çok çeşitli yöntemler kullanırlar, ancak değerlendirici, akılcı olmayan yerleşik düşüncelerin ruhsal rahatsızlıkları anlamada öneminin daha fazla olduğunu öne sürerler. Ayrıca değerlendirici düşüncelerin çıkarımsal düşünceleri alevlendirebileceğini de savunurlar. (28-29)

-DDDT kuramına göre insan neye inanıyorsa odur. Önemli olan, insana olanlar ya da insanın başına gelenler değil, o insanın içinde olanlar ya da o insanın algı dünyasıdır. Dolayısıyla insanların emeklerinin en büyük ödülü elde ettikleri şeyler değil, istediklerini elde ettikleri zaman edindikleri yeni kimliklerdir, buna yükledikleri anlamdır. (32)

-Dr.Albert Ellis tarafından yıllar içinde geliştirilmiş olan DDDT pragmatik bir psikoterapi yöntemidir. Bu terapide klinisyenin etkin ve yönlendirici bir rolü vardır. DDDT'nin eğitsel bir yönü de vardır ve danışanın birtakım kitaplar okuması ve verilen ev ödevlerini yapması beklenir. Bütün bunların ötesinde, kanımızca DDDT, gerektiğinde psikotrop ilaç kullanımının yanı sıra uygulanabilecek en uygun psikoterapi yaklaşımıdır. (32)

-Akılcı olmayan düşünceler üç "meli-mal" çevresinde döner:

1)En iyisini yapmalıyım ve kesin kabul görmeliyim. (Görmezsem bu benim değersiz biri olduğum anlamına gelir.)

2)Bana iyi ve dostça davranmalısın. (Davranmazsan aşağılık biri olduğun anlaşılır)

3)Dünya bana, her ne istiyorsam çabucak, kolaylıkla ve hiçbir kuşkuya yer bırakmadan vermelidir. (Vermezse bu korkunç olur) (33)

-Çoğu zaman başkalarını etkileyebilmek için ne söyleyeceğimizi önceden tasarlar, bunun üzerinde akıl yürütürüz; ancak olaylar karşısında kendi kendimize ne söyleyeceğimiz üzerinde hiç düşünmeyiz, çoğu zaman kendi kendimize söylediğimiz kalıplaşmış sözler vardır. Bu kalıpların dışına çıkmadıkça, bu kalıpları değiştirmedikçe benzer olaylara benzer tepkiler vermeyi sürdürürüz ve yaşadığımız rahatsızlıklar sürer gider. Her zaman yaptığımız şeyleri yapmayı sürdürürsek, her zaman elde ettiğimiz sonuçları elde ederiz. Elde ettiğimiz sonuçlardan mutlu değilsek, bakış açımızı değiştirerek yeni birtakım şeyler yapmanın zamanı gelmiş demektir. (36)
-DDDT'de, uygulamaya dönük ya da davranışsal sorunlardan önce duygusal sorunların çözümü üzerinde odaklanılır. Çünkü rahatsızlık veren olumsuz birtakım duygular taşımak, öğrenme işlemini zorlaştırır, kişinin sorun çözme yeterliğini ortadan kaldırabilir ve kişinin, öğrenmiş olsa bile, öğrendiklerini uygulamaya geçirmesini engelleyebilir. Ancak, duygusal sorunlar üzerinde çalışmak gerekli ise de yeterli değildir. Duygusal sorunların çözümü duygusal rahatsızlıkları ortadan kaldırabilir ancak uygulamaya dönük sorunların çözümü kişinin kendini gerçekleştirmesini ve yaşam niteliğinin artmasını sağlayacaktır. (40)

-Genel konuşulacak olursa, ruhsal rahatsızlıklara yol açabilen olaylar, değiştirilebilir olanlar ve değiştirilebilir olmayanlar olarak ikiye ayrılır. Terapinin amacı, danışanın, değiştirilebilir "O"layları değiştirmeye çalışmasına, değiştirilebilir olmayan "O"laylara katlanmasına, bunlara dayanmasına ve bu ikisini birbirinden ayırt etmesine yardımcı olmaktır. Söz konusu olan değiştirilebilir "O"laylar ise, DDDT, danışanın bu olayları kendi sorun çözme becerilerini kullanarak değiştirmesi gerektiğini kabul eder. Yaşam oyununda önemli olan iyi bir ele sahip olmak değil, kötü bil elle iyi oynamaktır. (42)

-Geçmişte edindiğimiz bakış açılarına ve görüşlere inanmayı sürdürürsek geçmişin tutsağı oluruz. Bu düşünceler bugün hala bize rahatsızlık veriyorsa bu düşüncelerden kurtulamadığımız ve onları bugüne taşıdığımız içindir. Bugün için ne düşündüğümüzü denetleyebiliriz, dolayısıyla geçmişin açtığı yaralardan kurtulabiliriz. (49)

-Akılcı olmayan bütün yerleşik düşünceler üç akılcı olmayan yaklaşıma indirgenebilir: Kendi kendine kötüleme, Başkalarını suçlama ve kınama, Engellenmeye gelememe. Yukarıda sözü edilen yaklaşımlardan birine sahip olduğuna ilişkin içgörü geliştirene dek danışana birçok soru birbiri peşisıra sorulmalıdır. (50)

-Akılcı olmayan yerleşik düşünce süreçleri başlıca dört eksende ele alır:

1)Dayatmacılık (Olmazsa olmazcılık):İsteklerin ya da yeğlemelerin yerine dayatmada bulunma eğilimidir. Konuşmada "meli/malı" gibi eklerin bulunmasının yanı sıra "zorunda olma"yı gösteren ifadelerle kendini gösterir. (50) Kişinin kendisinin, yalnızca olmak ya da yapmak zorunda olduğu bir dünyada yaşadığını düşünmesi, hiçbir şeyin kendi denetiminde olmadığı görüşünden kaynaklanır ve kişinin gizliden gizliye kendine acımasına, yazgıya son derece inanan biri olmasına yol açar. Böyle bakınca, kendi için bir şey yapması gerekmeyen edilgen biri olmamak için hiçbir neden kalmaz. Oysa insanların istekleri vardır, seçimleri vardır ve bunlara ulaşmak için çaba göstermeleri son derece anlamlıdır. (51) Diğer insanlar "-meli, -malı"nın uslamlamasında üç özellik göz önünde bulundurulmalıdır: 1) Herkesin özgür istenci vardır ve bizim başkaları üzerinde tam bir denetimimiz yoktur, 2)diğer insanların davranışlarını denetim alma çabalarımız olumsuz birtakım sonuçlar doğurabilir, 3)diğer insanların bizim istediğimiz gibi davranmaları konusunda ısrarcı olmamız olumsuz birtakım duygusal sonuçların ortaya çıkmasına yol açabilir. Danışanlar sıklıkla "Nasıl olur da böyle davranır?" ya da "Neden böyle davranıyor?" diye kendi kendilerine sorarlar. Burada verilecek yanıt çok yalındır. Çünkü öyle davranmaması için bir neden yoktur, çünkü onun davranışları kendi içinde anlamlıdır. (52)

2)Korkunç Görme: Olaylar için aşırı ve abartılı olumsuz değerlendirmelerde bulunmadır. (53)

3)Engellenme Eşiğinin Düşük Olması: Kişinin bir olayın verdiği rahatsızlığa katlanamayacağına ilişkin algısıdır. (54) Deneyim insanın başına gelen bir şey değildir, insanın başına gelenle nasıl başa çıktığıdır. (55)

4)İnsanlara Genel Bir Değer Biçme: Kendisi ya da başkalarıyla ilgili olarak genel değerlendirmelerde bulunma ya da kötülemedir. (55) İnsanın kendi değeri hakkındaki yerleşik düşünceleri, değiştirilmesi en zor olan düşüncelerdendir. Kişinin kendi kendine biçtiği değerler gerçekte aşırı genellenmiş düşüncelerden oluşur. Unutulmamalıdır ki kişiler davranışları değildir. (56) Yaşamın gerçek amacı kişilerin sürekli olarak kendini kanıtlamaya çalışmasından çok yaşamdan doyum bulmasıdır. Kişi bir başarısızlıkla karşılaştığı zaman "Olduysa n'olmuş?" diyebilmelidir. Böyle demek, "Hiçbir önemi yok" anlamına gelmemeli, ancak "Her şey bu demek değil" anlamına gelmelidir. (57)

-İstenmedik tepkileri göz önünde bulundururken, sorunlara yol açan akılcı olmayan düşüncelerle ilgileniriz. Bunlar üç türlüdür:

1)Yorumlar(Çıkarımlar): Akılcı olmayan yorumlar gerçekliğin çarpıtılmasından oluşurlar ve gerçekliği çarpıtmanın değişik türleri vardır. Yorumlar her zaman olmasa da, genellikle bilinç düzeyinde yapılır.

2)Değerlendirmeler

3)Kökleşmiş Yerleşik Düşünceler: Gösterdiğimiz tepkileri yönlendiren, kendi kendimize koyduğumuz "genel geçer" -olduğunu düşündüğümüz- kurallardır. Özgül olayları nasıl yorumladığımız ve bunları nasıl değerlendirdiğimiz, "genel geçer" -olduğunu düşündüğümüz- kendi koyduğumu kurallara bağlıdır. Danışanın kendi kendine yeterliğine olan inancının gelişmesi terapinin başarılı olduğunun en önemli göstergelerinden biridir. Terapistin bunu sağlaması ve bu benlik algısını pekiştirmesi gerekir. (61-2-3-4)

-Akılcı olmayan yerleşik düşünceler ne denli soyut olursa, çektireceği duygusal rahatsızlık da o denli fazla olur. Akılcı yerleşik düşünceler ne denli az soyut olursa o denli az genelleştirilebilir. (66)

-Danışanların işlevsel olmayan düşünceleri üç türlüdür: 1)Kendiliğinden ortaya çıkan(otomatik) düşünceler, bunlar arasında yorumlar, çıkarımlar, yüklemeler ve öngörüler vardır; 2)akılcı olmayan değerlendirici yerleşik düşünceler ve 3)akılcı olmayan kökleşmiş yerleşik düşünceler ya da şemalar vardır. DDDT'de her üçünün de uslamlanması amaçlanır ancak daha çok ve öncelikle değerlendirici yerleşik düşünceler ve kökleşmiş yerleşik düşünceler düzeyinde çalışılmaya çalışılır, çünkü kendiliğinden ortaya çıkan (otomatik) düşüncelerin kökleşmiş bilişsel çatıdan (şemalardan) kaynaklandığı düşünülür. (66)

3-BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİLER - HAKAN TÜRKÇAPAR & MEHMET Z.SUNGUR & EMRE SARGIN

-Davranış terapileri, oldukça genel bir ifadeyle, öğrenme ilkelerinin davranış bozukluklarının analiz ve tedavilerine sistematik bir biçimde uygulanışı olarak tanımlanabilir. (79)

-Skinner'in tanımladığı edimsel koşullanma, organizmanın çevrede gerçekleştirdiği bir etkinlik sonucunda ortaya çıkan sonuca göre o davranışın sıklığının artmasına veya azalmasına dayalıdır. Klasik koşullanmada ortaya çıkan tepki genelde refleks bir tepki iken (zil-salya akması), edimsel koşullanmada motor sistemi ilgilendiren kompleks bir davranış ortaya çıkar (farenin bir pedala bastığında peynir gelmesi gibi). (81)

-Edimsel koşullanmada, istenen davranışın ortaya çıkma sayısını arttıran her uyarıcıya "pekiştireç" adı verilir. Pekiştireçleri olumlu ve olumsuz pekiştireçler olarak ikiye ayırabiliriz. (81) Hem olumlu hem de olumsuz pekiştireç, ardından ortaya çıktıkları davranışın sıklığını artırma özelliğine sahiptir. Edimsel koşullanmanın klinikteki tipik örneği fobilerdir. (83)

-Sönme: Tepkinin yineleyen bir biçimde, pekiştirilmemesi ve bunun sonucunda azalmasıdır. Klasik koşullanma paradigmasında, kişinin koşullanmış olduğu uyaranın uygulanması sonrası, koşulsuz uyaranın belirli bir süreyle verilmemesiyle öğrenilmiş veya koşullanmış tepkinin ortadan kalkmasıdır. (84)

-Sistematik duyarsızlaştırma: Korku uyandıran uyaranların şiddetine göre belli bir sıra içinde düzenlenerek, tipik olarak gevşemeyle eşlenmiş bir biçimde imgesel bir maruz bırakma uygulamasıdır. Korku ve kaygıyla ilgili rahatsızlıkların tedavisi için Joseph Wolpe tarafından geliştirilmiş olan bir davranış terapisi tekniğidir. (85)

-Taşırma: Bireyi kaygı uyandıran uyaranlar içerisinde en yüksek derecede korku verene maruz bırakmaktır. Genellikle taşırma tedavisi, gerçek yaşamda kişinin en çok korktuğu uyaranla yüzleştirilmesidir. Taşırma tedavisinin en önemli avantajı, fobileri azaltmada en etkili yöntem olmasıdır, bu yöntemle belki iki saat içinde kişi fobisinden kurtulabilir. Olumsuz yanı ise kişinin o süre içerisinde birden büyük bir sıkıntıya sokulmasıdır. (85)

-Davranış tedavilerinde amaç, çeşitli anksiyete bozuklukları sonucu ortaya çıkan kaçınma davranışlarını, bireyin günlük yaşamını olumsuz yönde etkilemeyecek biçimde azaltmak, böylelikle mevcut sorunlar nedeniyle bozulmuş sosyal uyumun yeniden oluşmasını sağlamaktır. (86)

-Alıştırma ve maruz bırakma tedavileri davranışçı terapinin en önemli bileşenini oluşturur. Alıştırma, kişinin anksiyete doğuran uyaranla yüzleştirilmesidir. (88) Terapist tedaviye başlamadan önce, hastasının alıştırma ilkesine dayalı tedavi yöntemini anladığından, istediğinden ve böyle bir tedavi için yeterince motive olduğundan emin olmalıdır. Çünkü tedavi en azından başlangıçta, anksiyete uyarıcı özellik taşımaktadır. (89) Maruz bırakma, bireyi anksiyete oluşturan ve bu nedenle kaçma, kaçınma, güvenlik sağlama gibi davranışlarına yönelten çeşitli yer, durum, nesne, imaj, düşünce gibi uyaranlarla yeterince süre karşı karşıya getirerek, kaçma ve kaçınma davranışının sönmesini ve alışma durumunun ortaya çıkmasını sağlamak olarak tanımlanabilir. (91)

-Davranış tedavileri hastaya uygulanan bir işlem değil, hasta ile birlikte yürütülen bir işlemdir. (91)

-Bilişsel kuram, bireyin yaşantılarını yorumlama biçiminin, duyguları ve eylemleri (gerçekte genel olarak psikolojik işlevselliği) üzerine önemli bir etkisinin olduğu varsayımına dayalıdır. (96) Bilişsel kuramın temel ilkelerinden birisi, çevreden gelen uyarılarla ortaya çıkan sonuçlar arasında bir aracı olduğu, bunun da insanın bilişsel sistemi olduğudur. İkinci önemli ilke, insanlarda öğrenmenin hayvanlardan farklı olarak büyük ölçüde sosyal öğrenmeye bağlı olduğudur. (96)

-Bilişsel paradigmadaki bütün bu gelişmelere paralel olarak modern bilişsel terapi Aaron T.Beck (1921-2021) ve Albert Ellis'in (1913-2007) çalışmalarından türemiştir. Her ikisi de psikanaliz kökenli olan bu iki ruh bilimci psikanalizin insan davranışlarını ve ruhsal sıkıntılarını açıklamaktaki yetersizliğini görmüşler ve uygulamalarından yola çıkarak bilişsel kuramı geliştirmişlerdir. (97)

-Bilişsel kuram, klinik olarak bireyin bilişsel yapısını kavramlaştırırken ele aldığı bilişleri iki ana başlıkta inceler: Otomatik düşünceler ve şemalar. Şemalar ara inançlar (altta yatan sayıltılar ve kurallar) ve temel inançlar olarak ikiye ayrılabilir. Bazı kuramcılar, anlama kolaylığı olması açısından, şemaların bu iki türünü ayrı ayrı ele alarak, otomatik düşünce, ara inançlar ve kurallar ve temel inançlar olarak üçlü bir ayrım yaparlar. Bu üç grup bilişi içiçe geçmiş üç daire şeklinde düşünürsek, en yüzeyde otomatik düşünceler, daha sonra ara inançlar ve en içte, çekirdekte de temel inançlar yer alır. (100)

-Biliş, bilinç akışını oluşturan sözel veya imgesel parçalara verilen addır. Bilişsel terapide ilgilendiğimiz otomatik düşünceler, zihin akışı içinde yer alan ve daha çok duygusal sıkıntı anlarına eşlik eden ortama, duruma özgü bilişlerdir. Otomatik düşünceler, kişinin zihninde bizzat olup biten şeylerdir. Bunlar kendiliğinden ortaya çıkarlar, yönlendirilmiş veya güdülenmiş düşünce ürünü değildirler. Sıklıkla fark edilmezler, sadece eşlik eden duygu fark edilir, içerik ve anlamlarına göre belli duygularla birleşiktirler. Konuşma dili gibi değildirler, zihinde yer aldıkları için kısa ve uçuşan doğaları vardır, yazı ya da konuşma cümlelerimiz gibi uzun ve gramer kurallarına uygun değildirler, zihin içinde çok hızlı akan anlam kümeleridir. Otomatik düşünce denmesi, bunların sadece sözel düşünce oldukları anlamına gelmez, sözel veya imgesel biçimde olabilirler. (101)

-Bilişsel terapi, kapsamlı bir klinik değerlendirmeyle başlar. Bilişsel terapide klinik değerlendirme iki temel konuya odaklanır: 1)Kişinin sorunları ve sorunların öyküsü, 2)Bireyin doğum öncesini de kapsayan şekilde yaşam öyküsü. Terapinin ilk görüşmesinde veya değerlendirme görüşmesinin sonunda terapi önerilen hastalarda, terapiyle ilgili kısa bilgiler vererek psikoterapi ve terapistle ilgili yanlış inançları ortadan kaldırmak amaçtır. Ayrıca değerlendirme görüşmelerinde hastanın sorun/sorunları ele alındığından terapötik hedeflerin bir kısmı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu sorun ve hedeflere dikkat etmek ve bunları saptayarak terapiye başlanacak olan ilk görüşmede netleştirmek gerekir. Değerlendirme görüşmesinde bir yandan terapi yapmaya çalışmak, yapılabilecek hatalardan ilkidir, hasta henüz yeterince tanınmadığı ve sorunu anlaşılmadığı için bu eksik bilgiyle yapılacak müdahalelerin etkili olması da güçtür. (104-105)

-Bilişsel terapideki terapötik ilişki biçimi yardımlaşmacı deneycilik olarak adlandırılır. Bilişsel terapi, terapiyi iki uzmanın bir araya gelerek ortak bir hedef için (hastanın sorunlarının azalması ve değişimin sağlanması) eşit bir ilişki içinde çalışması olarak görür. Hasta sorunları konusunda, terapist de bu sorunların nasıl azalacağı ve değişimi sağlayabilecek teknikler konusunda uzmandır. İki uzman, sorunlarla ilgili olarak birlikte varsayımlar oluşturur daha sonra da bu varsayımlar denenir. (106)

-Bilişsel terapiyi diğer terapilerden ayıran en önemli özelliklerden biri, terapi sürecinin hem hasta hem de terapist açısından açık ve anlaşılır biçimde yürütülmesidir. Bu açıklığın, terapi işleyişinde en güzel örneği hastanın ilk değerlendirmesinden başlayarak sorunlarıyla ilgili bir bilişsel modelin hastayla birlikte oluşturulması ve paylaşılmasıdır. Bilişsel vaka formülasyonu üç düzeyde düşünülebilir. Olgu, sendrom veya sorun ve durum. Olgu düzeyinde formülasyon, hastanın sorunlarıyla, altta yatan bilişsel mekanizmaların (şema ve ara inançlar) arasındaki ilişkiyi odak alan biçimde olguyu bir bütün olarak anlama girişimidir. Sendrom veya sorun düzeyinde bilişsel formülasyon ise depresyon veya sosyal anksiyete gibi bir sorunun genel olarak bilişsel modelidir. Durum düzeyinde formülasyon, hastanın belli durumda verdiği duygusal ve davranışsal tepkinin A-B-C modeline uygun biçimde olumsuz düşünce kaydında olduğu şekilde bilişsel açıklamasıdır. Formülasyon her olgunun tedavisine bilimsel bir deney olarak bakmaya benzer ve tedavi sürecinde yardımcı olur. Bilişsel terapide ilk formülasyon hasta değerlendirildikten sonra yapılır. Bu ilk formülasyon, ana hatlarıyla ilk terapi seansında hastayla paylaşılabilir. Formülasyon duygu, davranış ve düşünceyle ilgili gözlemlerle başlar. Burada, hastayla yapılan görüşmede elde edilen bilgiler ve yapılan gözlemleri bilimsel bir varsayım oluştururken ilk adım olan veri toplama aşamasına benzetebiliriz. Elde edilen verilerdeki ortak tema genel şamaları verir. (107)

-İlk terapi seansının en önemli gündemi, bilişsel modeli hastaya aktarmaktır. Burada birçok yöntem izlenebilir. Ama ideal olan, hastayı ve yaşantılarını da bir biçimde işin içine katarak modeli örneklemektir. Bu konuda kullanılabilecek ilk yöntem, hastanın kendisini kurgusal bir olay içinde düşünerek duygusal ve davranışsal tepkisinin ne olacağını sormaktır. Bir diğer yöntem, hastanın, onu getiren ana sorunuyla ilgili anahtar bir otomatik düşüncesini yakaladıktan sonra bilişsel modeli bu örnek üzerinden açıklamaktır. Hastanın sorunu neyse, bunun düşünceleriyle ilgisini göstermek, bilişsel modeli genel örneklerle açıklamak yerine çok daha iyi işler. Bilişsel terapi, yapılandırılmış bir terapidir, bu yapılandırma hem genel tedavi süreci için hem de her seans için geçerlidir. Seansın başında terapist hastaya kendisini nasıl hissettiğini sorar, kısaca haftayı özetlemesini ister, önceki seansı özetler, geri bildirim alıi ev ödevini kontrol eder, seans için birlikte bir gündem oluşturur, gündem maddelerini tartışır, yeni ödevi verir, sık sık özetleme yapar ve her seansın sonunda geri bildirim ister. (112)

-"İyi olmak istiyorum" veya "Kendimi anlamak istiyorum" şeklinde soyut amaçlar bilişsel davranışçı terapi açısından uygun amaçlar değildir. Bu tür soyut amaçlar getiren hastalarda, bunları daha somuta dönüştürmek ve küçük alt amaçlara ayırmak yararlı olur. Terapi için belirlenen amaçların somut ve net olarak tanımlanabilir olmasının yanı sıra hastayla ilgili ve onun kontrolünde olan değişimleri kapsaması uygundur. Amaçlar diğer kişileri değiştirmeyi kapsayamaz. Kişinin başka birinin kontrolünde olan bir konuyu amaç olarak belirlemesi de uygun değildir. ("Oğlumun kız arkadaşından ayrılmasını istiyorum" gibi) Saptanan amaçların gerçekçi ve hayata uygun olması gerekir. Artık hiç korkmak istemiyorum, hiçbir şeye üzülmek istemiyorum gibi amaçlar gerçekçi değildir. Çünkü olumsuz duygular insan yaşamında gerekli ve uyumsaldır, sorun bu duyguların işlevsiz olarak ortaya çıkmasıdır (ortada korkulacak bir şey yokken korkmak gibi) (113)

-Bilişsel davranışçı terapi, yapılandırılmış türde bir terapidir. Yani her seansta özel bir durum yoksa, aşağı yukarı aynı temel bileşenler yer alır. Bir bilişsel terapi seansı aşağıda sıralanan öğelerden oluşur: 

1-Duygudurum kontrolü

2-Haftaiçi yaşanan önemli olaylar: Haftanın özeti değil, hastayı halen etkileyen önemli bir olay yaşayıp yaşamadığının öğrenilmesidir.

3-Önceki seansla bağlantı kurma

4-Ödev kontrolü

5-Gündem belirleme: Bilişsel terapiyi diğer terapilerden ayıran en önemli farklılık, her seansta ele alınacak olan konuların seansın başında belirlenmesidir. Gündem belirlemenin terapötik yanı, özünde hastanın genel ve karmaşık sorun yumağının parçalara bölünmesidir. Bu etkinlik bile kendi başına bir terapötik bir etki yaratabilir. Hastanın sorunu ağır biçimde yaşamasının nedenlerinden biri de sorunu karmaşık, büyük ve ele alınamaz biçimde görmesidir, gündem belirlemeyle bu karmaşık ve birbiri içine girmiş sorunlar tanımlanır ve sınırı çizilir. Gündem konularını genellikle bir ile üç konu oluşturur. Daha fazla madde konduğunda, genellikle çok kısa ele alınıp, üzerinde derinleşilemez ki bu da etkinliği azaltır. (115)

-Bilişsel tekniklerde, kişinin belirli bir durum özelinde yaptığı anlık değerlendirmeleri içeren otomatik düşünceler değişime en açık katmandır. Seans başlangıcında ele alınacak sorunlar belirlendikten sonra bu sorunlarla ilgili bilişsel içeriğin ele alınması seansın ana kısmını oluşturur. Otomatik düşüncelerin elde edilmesinde ilk yöntem hastaya sorun olan duygu-davranışı yaşadığı anda aklından ne geçtiğinin sorulmasıdır. Bu yöntemi elde edilecek materyalin, özgün otomatik düşünceye benzeme şansını en fazla olmasından dolayı, ilk tercih edilmesi gereken yöntemdir. Bu soruyu, yani "O anda zihninizden neler geçiyordu?" sorusu, seans içinde hastanın duygulanımında bir değişiklik ya da yoğunlaşma hissettiğiniz her zaman sormakta yarar vardır. Hastanın duygusal tepkisinin olduğu anlarda düşüncesi de zihninde var olduğu için otomatik düşünceyi daha kolay yakalayabiliriz. Hastalar, duyguyu yaşadıkları anda, otomatik düşüncelerini en iyi biçimde fark etmeleri nedeniyle, olumsuz duygunun süreklilik gösterdiği ve seans içinde de sürdüğü durumlarda (örneğin depresyon gibi) otomatik düşüncelerini kolaylıkla dile getirebilirler. Danışanın duygulanımını etkileyen bir olayı ya da durumu anlatması yine bu soruyu sormak için uygun bir zamandır. Hasta otomatik düşüncelerini hatırlamakta ve bulmakta zorlanıyorsa, bunu kolaylaştırmak için duyguyu yaşadığı durumun ayrıntılarının konuşulması yarar sağlayabilir. Eğer bu sorularla düşünceler elde edilemiyorsa, bir diğer yol o durumu hayal ettirmek ve o esnada zihninden geçenleri sormaktır. Belli bir düşünceye eşlik eden durumlarla ilgili ipuçları (bulunulan çevre, duygular, görülen şeyler vb) o düşünceyi bize hatırlatabilir. (117-118)

-Otomatik düşünceleri kişinin bilişsel yapısının (temel inançlar ve ara inançlar) sonucunda yaşanan duruma göre kendiliğinden ortaya çıkarlar. Yani zihnin doğal akışının ürünüdürler. Otomatik düşünceleri inceleme etkinliğinin sürekli yapılmasıyla amaçlanan, hastada giderek farkındalığın artması, duygulanımın değişmesiyle olumsuz otomatik düşüncelerin sıklığının azalması ve/veya ortaya çıktıkları anda da alternatiflerin akla gelmesidir. Bu da aynen diğer becerilerde olduğu gibi süreyle ve pratik yaparak kazanılır. (121)

-Bilişsel davranışçı terapide bilişsel ve davranışçı teknikler beraberce kullanılırken, genellikle ilk önce bilişsel teknikler kullanılır bunlarla belirtiler biraz azalıp hasta bilişsel olarak hazırlanarak rasyoneli iyice açıklandıktan sonra, davranışçı tekniklere geçilir. Bunun istisnalarından birisi depresyon tedavisidir. Depresyon tedavisinde öncelik davranışçı tekniklerdedir. (124-25)

-Bireyin anlık değerlendirmeleri olan ve zihinsel işleyişinin içeriğinde yer alan otomatik düşünceler, kişinin inanç ve kurallarından kaynaklanır. Kişide neden başka türlü bir otomatik düşünce değil de belli bir otomatik düşüncenin çıktığı altta yatan inançlarla ilişkilidir. Temel inançlarımız, dünyaya arkasından baktığımız merceğin rengini verir, sayıltılar ve kurallar bu inançlara dayalı olarak geliştirdiğimiz varsayımlardır. İnsanların adil olduğuna ilişkin bir temel inancınız var ise "Ben bir insana iyi davranırsam o da bana iyi davranır" diye varsayarız. Diğer insanların düşmancıl ve eleştirel olduğuna inanıyorsak o zaman "Başkalarına kendimi açarsam, zayıflığımı keşfeder ve beni sömürürler" diye inanırsınız. Bunların, bireyin otomatik düşünceleri, davranışları ve duyguları üzerine büyük bir etkileri vardır. İnançların çoğu benzer temaları içermekle birlikte sözcüğe dökülmeleri farklıdır. Beck, temel inançları çaresizlik, sevilmeme ve değersizlik olmak üzere üç başlık altında toplamıştır. Temel inançlar ve kurallar hepimizde vardır, bunlar olmaksızın yaşam çok zor hale gelir, sosyal ve kişisel dünyamızı düzenleyemeyiz. Sorun bazı insanlarda olumsuz temel inançların çok baskın ve bununla bağlantılı olarak da kuralların ve sayıltıların çok katı ve çeşitlilikten yoksun olmasıdır. (126-7)

-Şema, bireyin bilgi işleme süreçleri üzerine önemli derecede etkide bulunan, göreceli olarak stabil ve kalıcı özellikte olan zihinsel yapılar. Zihinde, duyusal bilginin yorumlanmasını etkileyen, bilgiyi uzun dönemli belleğe kodlanmasını biçimleyen, bellekte depolanmış bilginin yeniden işlemleme biçimini belirleyen ve davranışsal tepkiyi belirlemeye yardımı olan organizasyonel yapılar zihinsel model veya şemaladır. Şemalar bu anlamda, insanın bilişsel yapısının ayrılmaz bir parçasıdır ve bilişsel işleyişimizde son derece önem taşır. Onlar olmaksızın dünyayı anlamamız ve anlamlandırmamız ve yaşamımızı etkili ve hızlı biçimde yürütmemiz olanaksız hale gelirdi. (136)

4-SORUN ÇÖZME TERAPİSİ - MEHMET ESKİN

-Sorun çözme terapisi (SÇT), danışana günlük hayatta karşılaştığı problemler veya sorun durumları, etkin bir biçimde çözebilmesi için gerekli bilgi ve becerileri kazandırmayı amaçlayan sağaltımsal bir yöntemdir. (145)

-Genel olarak bakıldığında, sorun çözme terapisi yaklaşımının, iki şekilde uygulandığı görülmektedir. Fakat iki kullanım şekli de birbirine benzemekte ve aralarındaki farkın da çok küçük olduğu görülmektedir. Birinci kullanım biçimi, sosyal sorun çözme kuramsal bakış açısını temel alan ve ruh sağlığı hizmetlerinin verildiği merkezlerde uygulanan şeklidir. İkincisi ise, birinci basamakta kullanılan, sorun çözme terapisidir. (148-9)

-Karşılaştıkları sorunlar karşısında düşüncemden hareket eden ve sorunları istedikleri şekilde çözemeyen kimselere nasıl yardım edilebilir? Bu tür danışanlarla kullanılabilecek sağaltımsal tekniklerden biri yukarıda sözü edilen "dur ve düşün" yöntemidir. Buna göre, danışana bir sorun durumla karşılaştığında, hemen harekete geçmeyip, acele etmeden önce durup konuyla ilgili biraz düşünmesi öğretilebilir. Durma sırasında, danışana bir süre derin nefes alıp vermesi öğretilebilir. Danışana, ister nefes alıp verirken isterse sadece durma sırasında düşünebileceği söylenebilir. Danışandan, sorunun ne olduğu, kişinin amaç ve hedeflerinin neler olduğu ve yapacağı işlemlerin sonuçlarının neler olabileceği gibi konuları düşünmesi istenebilir. Gerekirse, terapist bunların uygulamalarına örnek yaptırabilir. Sorunlar karşısında düşünmeden hareket eden veya böyle bir eğilime sahip danışanlarla uygulanabilecek bir diğer sağaltımsal teknik ise, yapacakları davranış veya girişimlerin olası sonuçlarını düşündürtmektir. Kişinin yapabileceği davranışların olası sonuçlarının neler olabileceği, bu sonuçların kendisini, çevresini ve geleceğini nasıl etkileyebileceği değerlendirilmelidir. Bilindiği gibi, dürtüsel davranan kimselerin ortak özelliği, kısa erimli kazanımlara odaklanıp, uzun erimli olanları düşünememektir. (156-7)

-Hedefsiz sağaltım olmaz. Psikoterapi de buna dahildir. Ruhsal tedavinin başarılı olabilmesi büyük oranda erişilebilir hedeflerin belirlenmiş olmasına bağlıdır. Aksi takdirde bir süre sonra hastanın işlevsel olmayan döngüsü terapisti de kendi ritmine sokarak tedaviyi zora sokar. Psikoterapide zaman zaman hastayla oturup hedeflerin üzerinden geçilmesi önemlidir. (160-1)

-Danışanın sorunları ve bu sorunlarla baş edebilmek için gerekli kaynakları belirlerken:

*Hastanın güçlü yönleri ve kaynaklarının belirlenmesi, (kim olursa olsun herkesin güçlü yönleri vardır)

*Eğitim, boş zaman, sosyal ve maddi kaynaklarının belirlenmesi,

*Sosyal destek alabileceği kimselerin belirlenmesi,

*Danışanın sıkıntılarıyla baş edebilmesi için gerekli olan, kendine yardım gruplarının bilinmesi,

Sorunların çözümü konusunda önemli bir adımdır. (161-2)

5.GEŞTALT TERAPİ - CEYLAN DAŞ

-Geştalt, Almanca bir kelimedir ve tam bir Türkçe karşılığı yoktur. Bu nedenle anlamını tek bir kelime ile açıklamak mümkün değildir ve örüntü, şekil, bütün, görünüş anlamına karşılık gelmektedir. Geştalt, parçalara ayrılamaz bir bütünü temsil etmektedir. (171)

-Geştalt yaklaşımının temelinde bulunan alan kuramının en önemli önermelerinden biri "bütün, parçalarının toplamından daha fazla ve daha farklıdır" ifadesidir. Bu önermeden yola çıkarak, Geştalt yaklaşımının pek çok farklı terapi yaklaşımını, kuramı ve bakış açısını kendi içinde bütünleştirdiği ve sonunda bu yaklaşımların, kuramların ve bakış açılarının bir toplamı olarak değil, bunlardan daha fazla ve farklı bir yaklaşım olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Geştalt yaklaşımının pek çok farklı görüşlerden etkilenmiş olmasında Fritz Perls'ün yaşadığı dönemdeki heyecan verici fikirleri fark etme ve yeniden organize etme konusundaki dehasının rolü büyüktür. (172)

-Bütüncü bakış açısı, Geştalt terapi yaklaşımını diğer terapi yaklaşımlarından ayıran en önemli özelliklerden biridir. Bütüncü bakış açısına göre bütün, kendisini oluşturan parçaların birlikte ve birbirleriyle iş birliği içinde çalışmasıyla oluşur. Bu nedenle de bütün, kendisini oluşturan kısımların ya da özelliklerin tek tek ele alınmasıyla açıklanamaz. Dolayısıyla bir insanı sadece belirli özelliklerine göre açıklamaya çalışmak mümkün değildir. İnsanı anlayabilmek, ancak onu bir bütün olarak görmekle mümkündür. Bu nedenle de Geştalt yaklaşımında insan duyguları, düşünceleri ve bedeniyle bir bütün olarak ele alınır. Bedensel, duygusal ve zihinsel yaşantılar birbirinden ayrılamaz ve bunlardan herhangi birinde meydana gelen bir değişiklik diğerlerini de etkiler ve sonuçta tüm organizma etkilenir. (175)

-Geştalt terapi yaklaşımının nihai amacı, büyüme ve gelişmesini engellemeden, kendi ihtiyaçlarını karşılayabilen ve çevresiyle uyumlu bir ilişki içinde olan insanlar yaratmaktır. Tüm Geştalt uygulamalarının ortak amacı ise farkındalığı arttırmak, kendi sorumluluğunu üstlenmek ve yaşamını değiştirmektir. Başka bir deyişle danışanlar terapide önce "nasıl olduklarının", yani duygularının, düşüncelerinin, davranışlarının, bedenlerinin, istek ve ihtiyaçlarını farkına varırlar; sonra "böyle olmayı seçtiklerini görerek bunun sorumluluğunu üstlenirler" ve daha sonra da "isterlerse farklı şekillerde davranarak" yaşamlarını değiştirebileceklerini anlarlar. (178)

GEŞTALT TERAPİDE KURAMSAL AÇIDAN ÖNEMLİ OLAN KAVRAMLAR

1-İhtiyaçlar: Geştalt yaklaşımında ihtiyaçların ortaya çıkışı, öncelik kazanması ve karşılanması "şekil ve fon" ilişkisi ile açıklanır. (179)

2-Duyum aşaması: Fiziksel, psikolojik ya da sosyal ihtiyaçlardan biri şekil haline gelmeye başlar. Bu aşamada zorluk çeken kişiler, çevresel veya ilişkisel durumları ayırt edemezler ve ne istediklerini bilemezler. Hisleri ve duyguları yok olmuş gibidir. Bu aşamada yaşanan bir diğer sorun ise duyumlarıyla aşırı derecede meşgul olmaktır. Bu durumda kişi sürekli olarak bedeniyle uğraşır ve bedenindeki her belirti ile aşırı ilgilenir. (181)

3-Farkına varma aşaması: Farkına varma aşamasında zorluk yaşayan kişi, duyumlarının farkındadır, ama bunları adlandırmakta ve anlamlandırmada zorluklar yaşar. Dolayısıyla da ihtiyaçlarının farkına varamaz. 

4-Harekete geçme aşaması: Bu aşamada zorluk çeken kişiler, neye ihtiyaçları olduğunun farkındadır, ama bir türlü harekete geçemezler. Normal koşullarda kişi, bir ihtiyacının farkına vardığında enerjiyle dolar, heyecan yaşar ve harekete geçer. Ancak bu aşamada zorluk çeken kişiler, heyecan değil kaygı ve korku duyarlar. Kaygı ve korku ise enerjilerinin bloke olmasına yol açar ve en belirgin olarak kişinin nefes alıp verme biçimini etkiler. Derin nefes alıp vermenin engellenmesi ise duyguların ifade edilmesini zorlaştırır. Depresyonda, kaygı bozukluklarında ve obsesif-kompulsif bozuklukta bu aşamada ciddi zorluklar ortaya çıkar. (181)

5-Hareket aşaması: Somatik belirtiler, empolans, histerik kişilik özellikleri, katatonik şizofreni ve psikotik depresyon, bu aşama ile ilgili olarak ortaya çıkan rahatsızlıklardır.

6-Temas aşaması: Temas aşamasında zorluk yaşayan kişiler, sürekli aktif ve bir şeylerle meşguldürler. Bu aşamada yaşanan bir başka zorluk ise kişinin hiç temas kurmama eğilimi göstermesidir.

7-Doyum aşaması: Bu aşamada kişi artık amacını gerçekleştirmiş, ihtiyacını karşılamış durumdadır. Geştalt tamamlanmış kişi istediğine ulaşmıştır. Bu aşamada zorluk yaşayan kişiler ne yaparlarsa yapsınlar, elde ettiklerinden memnun olmayan, mutlaka bir hata ya da eksik arayan kişilerdir.

8-Geri çekilme aşaması: Bu aşama aslında ihtiyaç döngüsünün hem sonu hem de başlangıcıdır. Artık ihtiyaç karşılanmış, doyum sağlanmış ve karşılanan ihtiyaç yine fona geçmiştir. Bu aşamada kişi her türlü duyuma, duyguya, düşünceye, isteğe ve çevresel uyarana açıktır. Herhangi bir işi, düşünceyi, ilişkiyi sonlandıramayan kişiler bu aşamada zorluk çeken kişilerdir.

-Geştalt terapi yaklaşımında (a) insanların daha önce tamamlayamamış oldukları işlerini tamamlama eğilimde oldukları, (b) bunları tamamlayana kadar unutamadıkları ve (c) tamamlayabilmek için çeşitli yollar aradıkları görüşü ortaya çıkmıştır. (183) Tamamlanmamış işler, sağlıklı bir şekilde kapanmış geştalt gibi fonda kaybolup gitmezler. Aksine sürekli fonda kalırlar ve şekil haline gelebilmek için devamlı fırsat kollarlar. Bu ise şekil ile fonun hızlı bir şekilde yer değiştirmesine yol açar. Bu nedenle de kişinin içinde bulunduğu ana ve yeni yaşantılara odaklanmasını engellerler. (184)

Yaratıcı uyum, kişinin geçmişte içinde bulunduğu ortamdaki fiziksel ve psikolojik tehditlerle nasıl başa çıktığının göstergesidir. (185)

-Geştalt yaklaşımının temas kavramı üzerine yaptığı vurgu, onu diğer terapi yaklaşımlarından farklılaştıran en önemli noktalardan biridir. Geştalt yaklaşımında temas kavramı hem psikolojik sorunların ortaya çıkışında hem de büyüme ve değişmenin sağlanmasında oynadığı rol nedeniyle çok önemlidir. Temas, organizma ile çevre arasındaki temas sınırında yaşanır. Bu anlamda Geştalt terapi yaklaşımının asıl odak noktasının, danışanın kendisi, fiziksel ve sosyal çevresi ve terapistiyle kurduğu temas olduğunu söylemek mümkündür. Yaşantı, organizma ve çevre arasındaki temas sınırının bir fonksiyonudur. Temas sınırı kişinin "ben" olanı, "ben olmayanlara"a göre deneyimlediği yerdir. (187)

-Geştalt terapi yaklaşımında kişinin ancak temas yoluyla büyüyebileceği ve değişebileceğine inanılır. Büyüme ve değişmeye yol açabilmesi için temasın canlı ve dinamik olması, yani kişinin temas sırasında aktif ve yaratıcı olması gerekir. Böyle bir temasın sonucunda kişiliğin bazı kısımları ile çevreden gelen yeni özellikler bütünleşir ve yeni, öncekinden farklı ve daha kapsamlı bir kişilik örüntüsü ortaya çıkar. (188)

-Geştalt yaklaşımına göre kişinin çevresiyle nasıl temas kurduğu "temas biçimleri"ne göre belirlenir. Temas biçimleri içe alma, duyarsızlaştırma, saptırma, yansıtma, kendine döndürme, kendini seyretme ve iç içe geçme şeklinde adlandırılmaktadır. Kişinin diğer insanlarla olan ilişkilerinde kullandığı temas biçimlerini Geştalt yaklaşımında çok sık kullanılan yemek yeme metaforuyla şöyle açıklamak mümkündür:

İçe alma: Kişinin çevresinden gelen duygu, düşünce ve davranışları ayırt etmeden ve özümsemede, olduğu gibi içine alarak kabul etmesidir. İçe alan kişi yiyecekleri çiğnemeden yutar.

Duyarsızlaştırma: Kişinin kendi bedeninden gelen duyumların ve duygularının farkına varamamasıdır. Yemeği, tadının ve kokusunun farkında olmadan yer.

Saptırma: Kişinin diğer kişilerden gelen mesajları, tepkileri, duygu ifadelerini duymaması, görmemesidir. Saptıran kişi yemek yememek için ağzını sıkıca kapatır.

Yansıtma: Kişinin kendi duygu, düşünce, davranış ya da özelliklerini bir başkasına, duruma ya da objeye atfetmesidir. Yediklerini tükürür ya da kusar.

Kendine döndürme: Kişinin diğerlerinden bekledikleri (sevgi, ilgi, öfke gibi) kendine veya diğerlerine göstermesidir. Ya yemek yerine kendi dudaklarını yer ya da kendi yemek yemez, başkalarına yedirir.

Kendini seyretme: Kişinin kendini, sanki bir başkasıymış gibi, dışarıdan gözlemesi, izlemesidir. Ayna karşısında yemek yiyor gibidir.

İç içe geçme: Kişinin kendisi ve diğerlerini "bir" olarak görmesi, kendi sınırlarını belirleyememesidir. İç içe geçen kişi, karşısındaki kişi yemek yerse yer, yemezse yemez ve karşısındakinden de kendi yemek yerse yemesini, yemezse yememesini bekler.

Kişi çevresiyle temas ederken bu temas biçimlerini ayrı ayrı olarak kullanabileceği gibi birkaçını ya da hepsini birlikte de kullanabilir. Geştalt yaklaşımı açısından temas biçimleri çok önemli bir konudur, çünkü kişinin çevresiyle sağlıklı bir temas kurmasını ve dolayısıyla ihtiyaçlarını karşılamasını nasıl ve hangi yollarla engellediğinin saptanması, terapide nelerin düzeltileceğinin ve nasıl bir yol izleneceğinin belirlenmesine çok önemli katkıda bulunur. (188-9)

-Geştalt yaklaşımında farkında olmak ile kastedilen, geçmişte ne olduğu ya da gelecekte ne olması gerektiğinin belirlenmesi değil, o anda neler olduğunun belirlenmesidir. Geştalt terapisinde şimdiki zamanın önemini vurgulayabilmek için, geçmiş ya da gelecekle ilgili olarak anlatılanların "şimdiki zaman" ekiyle anlatılması istenir. Böylece danışan, geçmişteki bir olaydan ya da gelecekle ilgili bir beklentisinden söz ederken, bunları o anda, yani şimdiki zamanda yeniden yaşamaktadır. Dolayısıyla bunlarla ilgili olarak fark ettikleri de geçmiş ya da gelecekle değil, şimdiki zamanla ilgilidir. Aslında geçmiş "geçmiş", gelecek de daha "gelmemiş" olduğundan, gerçek olan tek bir zaman vardır ki bu da şimdiki zamandır. Bu yolla danışanın anlattıklarını terapi odasında ve o anda yaşaması ve bu yaşadıkları ile ilgili duyum, duygu, düşünce ve davranışlarının farkında varması sağlanır. O anda farkına varılanlar, farkına varılanlarla ilgili farklı seçeneklerin de farkına varılmasına ve o anda denenmesine de imkân tanır ki, zaten bu Geştalt yaklaşımının en güçlü yönlerinden biridir. (190)

-Geştalt yaklaşımı, çift ve aile terapilerinde de uygulanmaktadır. Çifte ve aileye bir sistem olarak bakan Geştalt yaklaşımındaki kişilerin birbirleriyle nasıl temas kurdukları ve nasıl geri çekildikleri üzerinde odaklanır. İlişki aslında yeniden temas kurabilme becerisidir. Dolayısıyla terapist "şimdi" ve "burada" yani terapi sırasında ve odasında, çiftin birbirleriyle nasıl temas kuramadıklarını, bunun için hangi temas biçimlerini ve nasıl kullandıklarını, temasın hangi aşamasında tıkandıklarını gözleyerek diyalog ilişkisi içinde bulunan çiftle paylaşır. Terapide amaç, sistemin ihtiyaçlarına odaklanarak, kişilerin birbirlerini nasıl etkiledikleri konusunda farkındalık düzeylerini arttırmak, iç içe geçmeden veya izole olmadan alternatifler geliştirmelerine yardımcı olmaktır. (198)

-Geştalt yaklaşımında "neden?" sorusu sorulmaz. "Neden" sorusunun savunmaya, rasyonalizasyona, bahanelere ve sanki bir olay tek bir nedenle açıklanabilirmiş gibi yanlış düşüncelere yol açacağı düşünülür. Bunun yerine "ne" ve "nasıl" soruları sorulur. Örneğin, "Ona bunu neden anlatmıyorsun?" değil, "Ona bunu anlatmanı ne engelliyor?" veya "Ona neden kötü davranıyorsun?" değil, "Ona nasıl kötü davranıyorsun" gibi. Bu sorularla terapist danışanın kendi kaynaklarına dönmesine, sorumluluğunu hatırlamasına, kendi güçlerini toplamasına ve iç desteğini kazanmasına olanak sağlar. Geştalt terapistlerinin farkındalığı arttırmak için en sık sorduğu sorular şunlardır: "Şu anda ne hissediyorsun?", "Şu anda ne yapıyorsun?","Şu anda ne istiyorsun?","Şu anda ne düşünüyorsun?","Şu anda seni ne durduruyor?" (200-201)

-Bilişsel terapilerde esas olan kişinin düşünceleridir ve terapide irrasyonel düşünceler ve düşünce hataları üzerinde çalışılır. Terapist, hangi düşüncelerin irrasyonel olduğunu bilen kişidir ve bunların nasıl düzeltilebileceğini ve işlevsel hale getirilebileceğini hastaya öğretir. Geştalt yaklaşımında da düşünceler ve "içe alınan" yanlış bilgiler üzerinde çalışılır. Ancak Geştalt yaklaşımında terapist süreci izler, danışanın kendi düşüncelerini fark etmesine yardımcı olur "doğruları" dikte etmeden veya neyin irrasyonel olduğuna kendisi karar vermeden, danışanın kendi inançlarına ve yaşantılarına dayanarak alternatif düşünme biçimlerini terapi esnasında deneyimlemesi için fırsat yaratır.(208)

6.TRANSAKSİYONEL ANALİZ TERAPİSİ - ELVİN AYDIN

-Trasaksiyonel analiz hem bir kişilik kuramına hem de kişisel gelişim ve değişim için kullanılan sistematik psikoterapi yöntemine verilen isimdir. Transaksiyonel analizin kurucusu Eric Berne temel eğitimini psikanaliz üzerine yapmıştır. (215)

-Transaksiyonel analiz bu bağlamda (ben OK'im sen OK'sin; ben OK değilim sen OK'sin; ben OK'im sen OK değilsin; ben OK değilim sen OK değilsin) olarak dört temel yaşam pozisyonu tanımlar ve bu pozisyonlara dayanan bakış açısının kişinin tüm yaşamı ele alış şeklini renklendirdiğini önerir. (216) Transaksiyonel analiz bünyesinde, başlangıcından bugüne kadar psikoterapi yaklaşımları dört temel akımda toplanmaktadır. Bunlar; klasik, yeniden karar verme, kateksis, ilişkisel olarak adlandırılır. (216)

-Transaksiyonel analizin temelinde benlik durumlarının bulunduğundan yukarıda söz etmiştik. Berne'ün psikoterapiye en önemli katkılarından biri benlik durumlarını tanımlamanın yanı sıra psikanalizde sıklıkla odaklanılan içsel (intrapsişik) dinamiklerin dışında, kişilerarası dinamikleri de kuramın içine katmasıdır. Bu da iletişim birimleri olarak adlandırabileceğimiz transaksiyonların tanımlanmasıyla mümkün olmuştur. (222)

7.AİLE TERAPİLERİ - EMİNE ZİNNUR KILIÇ

-Günümüzde aile işlevleri üç başlık altında toplanabilir:

1-Temel görevler: Aile üyelerinin bakımı, beslenmesi, korunması, eğitimi gibi yaşamsal gereksinimlerin sağlanmasına yönelik görevlerdir.

2-Gelişimsel görevler: Aile bireylerinin ruhsal ve sosyal gelişimini desteklemeye yönelik görevlerdir. Duygusal yakınlık ve destek, çocukların sosyalleşmesi, aile bireyleri arasındaki iletişim gibi işlevleri içerir.

3-Kriz görevleri: Ailenin tümünün ya da aile üyelerinden birisinin yaşadığı zorluklarla baş etmesinde aile üyelerinin birbirine destek olma ve korumasına ilişkin işlevleri içerir. (229) Aile terapisi, ailelerde ortaya çıkan işlev bozukluklarının ele alınmasına dayanan bir terapidir. Bireysel terapilerden farklı bir bakış açısı içerir. Terapide bireysel psikopatoloji değil, aile üyelerinin ilişkileri, iletişimleri ve ailenin işlevselliği üzerinde çalışılır. Bu anlamda aile terapisi, ilişkiler üzerinde çalışan bir terapi türüdür ve aile grubu ile çalıştığı için bir grup terapisi gibi de kabul edilebilir. (230)

-Aile terapisi aile gruplarının tedavisidir. Bu terapide ailelerin işleyiş biçimi, aile üyelerinin birbirleriyle ilişkisi ve iletişimi ele alınır. (232) 

-Aile terapisinde amaç, ailelerin işlevlerinde, aile bireylerinin birbirleriyle olan ilişkilerinde ve iletişim biçimlerinde değişiklikler ortaya çıkarmaktır. (232)

-Sibernetik kavramları genel sistemler teorisi ile birleştirerek aile içi süreçleri anlamakta ilk kullanan Gregory Bateson olmuştur. Bateson, sibernetik epistemoloji kavramını ortaya atmış ve sistemin anlaşılması için karşılıklı geri bildirim mekanizmalarının anlaşılabilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. (236)

-Aile tedavisi ikinci dünya savaşı sonrasında gelişmeye başlamıştır. Tedavide tüm aile üyelerini bir arada görme girişimlerinde bulunan ilk kişi 1940 yılında Bowlby olmuştur. Ail tedavisine ilişkin ilk çalışmalar, şizofrenlerin ailelerinde yapılmıştır. (238)

-Psikanalizin aile tedavisinde uygulanmasına Nathan Ackerman öncülük etmiştir. 1960 yılında New York Aile Terapisi Enstitüsünü kurmuştur. Duygusal bozukluklarda psikanalize ek olarak aile yaklaşımının gerekliliğinden söz etmiştir. (238)

YAPISAL AİLE TERAPİSİ: Salvador Minuchin tarafından 1970'li yıllarda geliştirilmiştir. Bireyi sosyal çevresi içinde ele alır. Dolayısıyla aile terapisti bireye ait durağan bir kişilik yapısından söz etmez. Birey farklı sosyal çevrelerin bir parçasıdır ve bu çevrelere karşı farklı biçimlerde tepkiler verir. Bu nedenle olgular ilişkiler çerçevesinde ele alınmak zorundadır. Terapide amaç geçmişi araştırmak ya da yorumlamak değil, şimdiyi değiştirmektir. Bu nedenle ailenin şimdiki organizasyon ve işlevleri ile ilgilenir. (247)

STRATEJİK AİLE TERAPİSİ: İki ana model yer alır. İlki Mental Research Institute'de geliştirilmiş olan kısa/iletişim modelidir. İkincisi ise Haley ve Madanes tarafından geliştirilen yapısal/stratejik karışım modelidir. Bu okulun görüşlerinin temel noktalarından birisi budur: Ailenin kontrol çabaları problemi büyütmektedir. Bu nedenle aile bir semptom ile başvurduğunda, stratejik terapist, aile etkileşimlerinin bu semptom çerçevesinde nasıl düzenlendiği ile ilgilenir. (254)

SİSTEMİK AİLE TERAPİSİ: Milano grubu adı verilen ve Mara Selvini Palazzoli, Prata, Boscolo ve Cecchin'den oluşan dörtlü grup, çalışmalarına İtalya'nın Milano şehrinde İnstitute of Family Therapy'de başlamıştır. (255) Piskotik çocukların aileleri ile çalışmışlar ve şizofrenlerdeki aile iletişim örüntülerini ele almışlardır. İlişkilerde çok fazla tekrarlanan patolojik örüntüleri araştırmışlardır. (256) Bu yaklaşıma göre, ailelerdeki problemler aile üyelerinin inançları ve davranışları arasında uyumsuzluklardan kaynaklanır. (261)

ÖYKÜCÜ TERAPİ:Öykücü (Narrative) Terapi 1985-1990'lı yıllarda Avusturalyalı Michael White tarafından gündeme getirilen bir terapi yöntemidir. Bu teknik, özellikle sorunu dışsallaştırmaya dayanır. Terapide amaç, problemin hastanın kimliğinden ayrıştırılmasıdır. Bu işlem, dilin kullanımına özen göstererek yapılır ve White'a göre de edebi bir beceri gerektirir. Kısaca terapide dilin dikkatli kullanımı yoluyla hastanın kendini iyileştirici güçlerinin harekete geçirilmesi amaçlanır. (263)

8.ÇİFT TERAPİLERİ - SİBEL ÖRSEL & HALUK ÖZBAY

-Çift terapileri ilişki odaklı bireysel çift terapi seanslarını, tüm aile görüşmelerini, toplumsal kuruluşlarla iletişime geçme gibi uygulamaları kapsayabilmekle birlikte, temel vurgu "ikili ilişki bileşemleri" üzerine odaklanmıştır. (273) Çift terapisi, evlilik kavramının, iki kişi arasındaki bağa yapılan sosyal değerlerin yargılayıcı vurgulaması nedeniyle, evlilik terapisine göre daha çok tercih edilmektedir. (273)

-Evlilik dinamik bakış açısıyla, kişinin ebeveynleriyle olan bağımlılık ilişkisinden, eşle yapılan akran ilişkisine geçiş olarak tanımlanmıştır. Evlilik ya da yakın ilişkilerde bağlılık kavramı önemlidir ve bağlanmadan farklıdır. Evlilik ilişkisini sürdürme niyeti bağlılık olarak tanımlanırken; bağlanma iki kişi arasındaki paylaşılan inançlar, değerler, anlam ve kimliklerin paylaşımından doğan sembolik bağları ifade etmektedir. Bu bağlamda bağlılığın evlilik doyumundan farklı olduğunu, daha çok istikrar belirlediği, farklı ölçütlerle değerlendirilmesi gerektiği vurgulamaktadır. (280)

-Genel anlamıyla uzun dönem sağlıklı çift ilişkisi, genel olarak bireyin iyilik haline katkıda bulunan, eşler arasında orak duygusal ve cinsel yakınlık duygusunu ortaya çıkaran, eşin yaşam stresine adapte olmasına yardımcı olan ve yaşadığı kültürel bağlamda desteklenen ilişki tarzı olarak tanımlanmaktadır. Uzun dönemli ilişkilerin anahtar bir özelliği de değişen yaşam koşullarına uyum sağlamalarıdır. (287)

-Çift terapisi ekollerinin gelişiminde, aile terapilerinde olduğu gibi, temelde dört etkili isim Don Jackson, Virginia Satir, Murray Bowen ve Jay Haley karşımıza çıkmaktadır. (288) Don Jackson ve Jay Haley, aile içindeki iletişim üzerine vurgu yaparken, Satir duygular ve iletişim üzerinde durmuştur. Palo Alto grubu olarak da bilinen bu grubun çalışmaları sonucunda ailedeki güç, kontrol, iletişim, ailenin yapısal organizasyonu ve hiyerarşi kavramları tanımlanmıştır. Bu grubun çalışması daha sonra "stratejik terapi" adını alan sorun çözme merkezli terapi türünü ortaya çıkarmıştır. (288)

*Don Jockson ve "evlilik kuralları": Jackson, psikoanalitik tedavinin iki kişi üzerine olan odaklanmasını etkileşime kaydırmış, aile kuralları ve eşler arasındaki iletişim gibi kavramları kullanarak pragmatik yöntemler geliştirmiştir. "Aile homeostazı", aile terapisinin otuz yılına damga vuran kavram olarak tanımlanmaktadır. Değişime direnen ailelerin sistemik özelliklerinin tanımlanması için kullanılmaktadır. (289)

*Virginia Satir, "kendilik saygısı" ve "uygun iletişim": Aile terapisi eğitim programını başlatan ilk kişilerden biridir ve aile terapilerine odaklanmasına rağmen özellikle evlilik ilişkisiyle ilgilenmiştir. Satir kişinin başkalarını nasıl algıladığına, nasıl düşünüp hissettiğine ve bunu diğerlerine nasıl gösterdiğine dikkat ediyordu ve bu üç etkileşim tarzının çiftin sistemini oluşturduğunu belirtiyordu. (290)

*Jay Haley, güç ve sistemlerin netleşmesi: Haley için evliliğin temel dinamiği güç ve kontroldür. Evlilikte sorunların, hiyerarşik yapısı belirsizleştiğinde, esneklik olmadığında veya ilişki katı simetri veya tamamlayıcılıkla belirli olduğunda ortaya çıktığını belirtiyordu. (291)

-Bir çifte etkili girişimde bulunmak için, terapist, öncelikle eşlerin kendilerinin güvende olduğunu ve kendilerine saygı duyulduğunu hissedebilmelerini sağlamalıdır. Çift, terapistin onlara yardımcı olabilecek biri olduğu izlenimi edinmelidir. (295) Terapist ilk seansta çiftin geliş yakınmalarını tartışmadan önce, kişisel ve ortak ilgi ve becerilerini (kariyer, hobiler) sorarak çifti tanımalıdır. Açılış cümlesi, "Sizi buraya getiren sorunlar hakkında konuşmadan önce, bu sorunlar dışındaki hayatınız hakkında birşeyler duymak istiyorum" şeklinde olabilir. Eşlerin ilgi ve becerileri terapi sırasında değişim çabalarına uygulanabilen metaforlar sağlayabilir. (295)

9.PSİKODRAMA - EROL GÖKA

-Psikodrama, 1930'lu yılların başında J.L.Moreno tarafından geliştirilen felsefe, kuram, uygulama ve teknikler bütünüdür. Psikodrama genellikle grup terapisi yöntemi olarak bilinse de, bazı küçük değişikliklerle aile terapisi ve bireysel psikoterapü şeklinde de uygulanabilri. Yapılan çalışmalarda etkinliği, özellikle eyleme dönük bir zihinliliği olan ergenlerin grup psikoterapilerinde yararı ortaya konmuştur. (315)

-Çağdaş psikodramanın keşfi sefaradik bir Yahudi ailesinin çocuğu olarak Romanya'da doğmuş olan Moreno'ya aittir. Moreno, Fransız filozofu Henry Bergson'un yaşam felsefesinden ve pragmatizmin kurucu filozofu Charles Sanders PEirce'den oldukça etkilendiği için onları da psikodramanın öncülleri arasında saymak gerekir. (320)

Boylam Psikiyatri Enstitüsü, 2013 basım, 2.baskı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...