1-PSİKANALİZ
VE PSİKANALİTİK PSİKOTERAPİ - YAVUZ ERTEN & ELVİN AYDIN
-Tüm
dinamik psikoterapilerin temeli psikanaliz kuramına dayanmaktadır. (9)
-Psikanalitik
kuramı psikolojinin diğer dallarından ayıran en önemi öğe olan
"bilinçdışı" kavramı bugün popüler kültürün hemen her alanında
yaygınlaşmış durumdadır. (10)
-Başta
Freud'un en yakın takipçilerinden biri olan ve kısa zamanda psikanalizin
veliahdı gibi görülmeye başlanan Carl Jung (1875-1961), libido kavramını
fazlasıyla cinsellik odaklı bulduğunu ve aslında bunun daha çok genel bir
yaşama içgüdüsü olarak ele alınması gerektiğini öne sürerek Freud'la yollarını
ayırmış ve analitik psikoloji akımını başlatmıştır. (12)
-"Psikolojik
savunma mekanizması" kavramı Freud tarafından ilk olarak histeri konusuna
özel ve düşünülemeyeni biliçdışına atma anlamına gelen "bastırma"
olarak oluşturulmuştur. 1936'ya kadar babasıyla libido ve ölüm içgüdü konusunda
aynı görüşleri paylaştığı halde daha çok egonun işlevleri üzerine geliştirdiği
çalışmalarıyla kbul gören ve Amerika'da ego psikolojisinin başlamasına önayak
olan Anna Freud tarafından egonun kullanıldığı varsayılan 9 çeşit savunma
mekanizması tanımlanmıştır: Regresyon, bastırma, tepki oluşturma, izole etme,
geri döndürme, yansıtma, içselleştirme, kendine karşı döndürme, dönüştürme.
Daha sonra bunlara süblimasyon, idealizasyon ve saldırganla özdeşleşmeyi de
eklemiştir. (16)
-Psikanalitik
terapinin teknik yapısı tarihsel olarak dört dönemde incelenebilir:
1)Dora vakasına kadar olan
analizanın geçmişinde gizli kalan malzemeyi bularak ve onu ortaya çıkararak
tedaviyi amaçlama dönemi
2)Aktarımın keşfedilmesi ile
birlikte, aktarım nevrozunun analiz odasında oluşumu ve çözülmesi ile tedavinin
başarılması dönemi
3)Melanie Klein'ın
çalışmalarıyla, karşı aktarımın tanımlanması ve analitik süreç için ne kadar
işlevsel olduğunun anlaşılması ile aktarım-karşı aktarım dinamiklerini ortak
kullanarak, analizi başarmayı amaçlayan dönem,
4)Klein'ın takipçilerinin,
özellikle Bion'un, onun getirdiği yenilikleri, analiz odasında "iki
kişilik psikoloji" bakışı ile ele alıp, analitik süreci sürekli olarak
"analizan-analist" etkileşimleri bağlamında "şimdi ve
burada" ele alan çağdaş yaklaşımlar dönemi. Bu döneme "İki Kişilik
Alan" dönemi de denebilir. (17)
-Psikanaliz
kişinin bilinçdışındaki düşünce, arzu, korku, savunma ve özdeşleşimlerini
anlayarak kendini geliştirmeyi amaçladığı bir süreçken, psikanalitik psikoterapi
daha çok belirli rahatsızlıkları azaltmak ve kişiyi ruhsal olarak daha sağlam
kılmaya yönelik bir süreçtir denebilir. Bu sebeple, psikanalizin, kişinin
kişiliğinin temeline yerleşmiş sorunları kökünden çözmeye, psikanalitik
psikoterapinin ise daha çok belirli odaklara yoğunlaşarak kişiyi rahatlatma
amaçlı gerçekleştirildiğini söylemek mümkün olabilir. (22)
2-DÜŞÜNSEL
DUYGULANIMCI DAVRANIŞ TERAPİSİ (RASYONEL EMOTİF TERAPİ) - ERTUĞRUL KÖROĞLU
-Bu
terapi yaklaşımında, İsa'dan sonra birinci yüzyılda yaşamış olan Stoacı düşünür
Epiktetos'un bir deyişi temel alınmıştır: "İnsanlara rahatsızlık veren,
olayların kendisi değil, bu olaylara getirdikleri bakış açılarıdır." (25)
-DDDT
bakış açısına göre, kendimiz, başkaları ve dünya hakkında bilgi edinmek için
bilimsel yöntemlere başvurmamız gerekir. DDDT, bilimsel düşünmeyi ve deneysel
yaklaşımı savunur. Danışanın öne sürdüğü her yerleşik düşünceye karşı DDDT
sorusu, "Düşüncelerinizin doğru olduğuna ilişkin ne gibi kanıtlarınız
var?" olacaktır. Bu yaklaşımda, danışanların bir bilim adamı gibi doğru
birtakım bilgiler edinmeleri, elde ettikleri kanıtları mantıklı bir biçimde
kullanmaları ve kendilerine yararlı olacak yeni birtakım düşünceler oluşturmaları
beklenir. (26)
-DDDT
kuramına göre, neyin doğru neyin yanlış olduğuna ilişkin genelleştirilmiş
ahlaki ilkeler, çarpıtılmış ve aşırı yalınlaştırılmış ilkelerdir. Neyin ahlaki
olduğu duruma göre değişir. Salt doğru ve yanlışlar yoktur. Salt doğru ya da yanlışlarla
yaşama bakmak kişide utanç, suçluluk, kaygı ve çökkünlüğe yol açabileceği gibi
başkalarına karşı düşmancıl duygular taşımaya ve hoşgörüsüz olmaya da yol
açabilir. (26)
-DDDT
terapistleri, danışanlarının duygusal sıkıntılarını azaltmalarını ve yaşamlarında
daha mutlu olmalarını sağlayan "yeni bir yaşam felsefesi"
geliştirmelerine yardımcı olmaya çalışırlar. (27)
-İnsanların
işlevselliğinin üç ana psikolojik boyutu vardır: Bunlar, düşünceler, duygular
ve davranışlardır. Bu üç alan birbiriyle ilişki içindedir, birinde olan bir
değişiklik çoğu zaman diğer ikisi de de birtakım değişikliklere yol açar. (27)
-Düşünsel
duygulanımcı kuramın ilkeleri şunlardır:
1)Temel ilkesi, insanların
duygularının en önemli belirleyicisinin biliş, diğer bir deyişle düşünce
olduğunu savunur. Yalın bir deyişle "Ne düşünüyorsak onu hissederiz."
2)İkinci ilke; Ruhsal
rahatsızlıklarımızın başlıca belirleyicisinin işlevsel olmayan düşünce
biçimimiz olduğu ilkesidir. İşlevsel olmayan düşünce biçimi abartma, aşırı
yalına indirgeme, aşırı genelleme, mantıksız ve geçersiz varsayımlarda bulunma,
yanlış çıkarımlar yapma, salt iyi ya da salt kötü, salt doğru ya da salt yanlış
gibi saltçı düşünce ile kendini gösterir. (27)
3)Yaşadığımız sıkıntı akılcı
olmayan düşünce biçimimizden kaynaklanıyorsa, yaşadığımız sıkıntıyla başa
çıkmanın başlıca yolu da düşünce biçimimizi değiştirmektir.
4)Hem genetik hem de çevresel
etkenleri kapsayan birçok etken, akılcı olmayan bir biçimde düşünmemize yol
açabilir.
5)DDDT, gösterdiğimiz
davranışların üzerinde geçmişin etkilerinden çok bugünün etkileri olduğu
üzerinde durur. Her nasıl elde edilmiş olurlarsa olsunlar, akılcı olmayan
düşüncelere bağlanıp kalmak, ruhsal rahatsızlıklarımızın başlıca nedenidir.
Yaşam yalnızca geriye dönük olarak anlaşılır ancak ileriye dönük olarak
yaşanır.
6)Hiç kolay olmasa da yerleşik
düşünceler değiştirilebilir. (28)
-Birtakım
düşünce süreçlerimiz yapısal olarak çıkarımsaldır, ancak diğerleri büyük ölçüde
değerlendiricidir. Çıkarımsal düşünceler, bizim gerçekliklerle ilgili algılarımızı
ve bu algılardan çıkardığımız anlam ve sonuçları anlatır. DDDT bu tür
düşüncelerin psikopatolojilere yol açabildiğini kabul etmekle birlikte ruhsal
rahatsızlıkların başlıca odağının değerlendirici düşünceler olduğunu öne sürer.
DDDT bunları dörde ayırır: Dayatma, Korkunç görme, İnsanlara genel bir değer
biçme, Engellenme eşiğinin düşüklüğü. Çıkarımsal düşüncelerle değerlendirici
düşünceler arasındaki ayrım DDDT'yi diğer bilişsel-davranışçı (BDT)
terapilerinden ayırır. DDDT'leri de çıkarımsal süreçlerin önemini kabul eder ve
bu çarpık düşünceleri değiştirmek için çok çeşitli yöntemler kullanırlar, ancak
değerlendirici, akılcı olmayan yerleşik düşüncelerin ruhsal rahatsızlıkları
anlamada öneminin daha fazla olduğunu öne sürerler. Ayrıca değerlendirici
düşüncelerin çıkarımsal düşünceleri alevlendirebileceğini de savunurlar.
(28-29)
-DDDT
kuramına göre insan neye inanıyorsa odur. Önemli olan, insana olanlar ya da
insanın başına gelenler değil, o insanın içinde olanlar ya da o insanın algı
dünyasıdır. Dolayısıyla insanların emeklerinin en büyük ödülü elde ettikleri
şeyler değil, istediklerini elde ettikleri zaman edindikleri yeni kimliklerdir,
buna yükledikleri anlamdır. (32)
-Dr.Albert
Ellis tarafından yıllar içinde geliştirilmiş olan DDDT pragmatik bir psikoterapi
yöntemidir. Bu terapide klinisyenin etkin ve yönlendirici bir rolü vardır.
DDDT'nin eğitsel bir yönü de vardır ve danışanın birtakım kitaplar okuması ve
verilen ev ödevlerini yapması beklenir. Bütün bunların ötesinde, kanımızca
DDDT, gerektiğinde psikotrop ilaç kullanımının yanı sıra uygulanabilecek en
uygun psikoterapi yaklaşımıdır. (32)
-Akılcı
olmayan düşünceler üç "meli-mal" çevresinde döner:
1)En
iyisini yapmalıyım ve kesin kabul görmeliyim. (Görmezsem bu benim değersiz biri
olduğum anlamına gelir.)
2)Bana
iyi ve dostça davranmalısın. (Davranmazsan aşağılık biri olduğun anlaşılır)
3)Dünya
bana, her ne istiyorsam çabucak, kolaylıkla ve hiçbir kuşkuya yer bırakmadan
vermelidir. (Vermezse bu korkunç olur) (33)
-Çoğu
zaman başkalarını etkileyebilmek için ne söyleyeceğimizi önceden tasarlar,
bunun üzerinde akıl yürütürüz; ancak olaylar karşısında kendi kendimize ne
söyleyeceğimiz üzerinde hiç düşünmeyiz, çoğu zaman kendi kendimize söylediğimiz
kalıplaşmış sözler vardır. Bu kalıpların dışına çıkmadıkça, bu kalıpları
değiştirmedikçe benzer olaylara benzer tepkiler vermeyi sürdürürüz ve
yaşadığımız rahatsızlıklar sürer gider. Her zaman yaptığımız şeyleri yapmayı
sürdürürsek, her zaman elde ettiğimiz sonuçları elde ederiz. Elde ettiğimiz
sonuçlardan mutlu değilsek, bakış açımızı değiştirerek yeni birtakım şeyler
yapmanın zamanı gelmiş demektir. (36)
-DDDT'de, uygulamaya dönük ya da davranışsal sorunlardan önce duygusal
sorunların çözümü üzerinde odaklanılır. Çünkü rahatsızlık veren olumsuz
birtakım duygular taşımak, öğrenme işlemini zorlaştırır, kişinin sorun çözme
yeterliğini ortadan kaldırabilir ve kişinin, öğrenmiş olsa bile, öğrendiklerini
uygulamaya geçirmesini engelleyebilir. Ancak, duygusal sorunlar üzerinde
çalışmak gerekli ise de yeterli değildir. Duygusal sorunların çözümü duygusal
rahatsızlıkları ortadan kaldırabilir ancak uygulamaya dönük sorunların çözümü
kişinin kendini gerçekleştirmesini ve yaşam niteliğinin artmasını
sağlayacaktır. (40)
-Genel
konuşulacak olursa, ruhsal rahatsızlıklara yol açabilen olaylar,
değiştirilebilir olanlar ve değiştirilebilir olmayanlar olarak ikiye ayrılır.
Terapinin amacı, danışanın, değiştirilebilir "O"layları değiştirmeye
çalışmasına, değiştirilebilir olmayan "O"laylara katlanmasına,
bunlara dayanmasına ve bu ikisini birbirinden ayırt etmesine yardımcı olmaktır.
Söz konusu olan değiştirilebilir "O"laylar ise, DDDT, danışanın bu
olayları kendi sorun çözme becerilerini kullanarak değiştirmesi gerektiğini
kabul eder. Yaşam oyununda önemli olan iyi bir ele sahip olmak değil, kötü bil
elle iyi oynamaktır. (42)
-Geçmişte
edindiğimiz bakış açılarına ve görüşlere inanmayı sürdürürsek geçmişin tutsağı
oluruz. Bu düşünceler bugün hala bize rahatsızlık veriyorsa bu düşüncelerden
kurtulamadığımız ve onları bugüne taşıdığımız içindir. Bugün için ne
düşündüğümüzü denetleyebiliriz, dolayısıyla geçmişin açtığı yaralardan
kurtulabiliriz. (49)
-Akılcı
olmayan bütün yerleşik düşünceler üç akılcı olmayan yaklaşıma indirgenebilir:
Kendi kendine kötüleme, Başkalarını suçlama ve kınama, Engellenmeye gelememe.
Yukarıda sözü edilen yaklaşımlardan birine sahip olduğuna ilişkin içgörü
geliştirene dek danışana birçok soru birbiri peşisıra sorulmalıdır. (50)
-Akılcı
olmayan yerleşik düşünce süreçleri başlıca dört eksende ele alır:
1)Dayatmacılık
(Olmazsa olmazcılık):İsteklerin
ya da yeğlemelerin yerine dayatmada bulunma eğilimidir. Konuşmada
"meli/malı" gibi eklerin bulunmasının yanı sıra "zorunda
olma"yı gösteren ifadelerle kendini gösterir. (50) Kişinin kendisinin,
yalnızca olmak ya da yapmak zorunda olduğu bir dünyada yaşadığını düşünmesi,
hiçbir şeyin kendi denetiminde olmadığı görüşünden kaynaklanır ve kişinin
gizliden gizliye kendine acımasına, yazgıya son derece inanan biri olmasına yol
açar. Böyle bakınca, kendi için bir şey yapması gerekmeyen edilgen biri olmamak
için hiçbir neden kalmaz. Oysa insanların istekleri vardır, seçimleri vardır ve
bunlara ulaşmak için çaba göstermeleri son derece anlamlıdır. (51) Diğer
insanlar "-meli, -malı"nın uslamlamasında üç özellik göz önünde
bulundurulmalıdır: 1) Herkesin özgür istenci vardır ve bizim başkaları üzerinde
tam bir denetimimiz yoktur, 2)diğer insanların davranışlarını denetim alma çabalarımız
olumsuz birtakım sonuçlar doğurabilir, 3)diğer insanların bizim istediğimiz
gibi davranmaları konusunda ısrarcı olmamız olumsuz birtakım duygusal
sonuçların ortaya çıkmasına yol açabilir. Danışanlar sıklıkla "Nasıl olur
da böyle davranır?" ya da "Neden böyle davranıyor?" diye kendi
kendilerine sorarlar. Burada verilecek yanıt çok yalındır. Çünkü öyle
davranmaması için bir neden yoktur, çünkü onun davranışları kendi içinde
anlamlıdır. (52)
2)Korkunç
Görme: Olaylar
için aşırı ve abartılı olumsuz değerlendirmelerde bulunmadır. (53)
3)Engellenme
Eşiğinin Düşük Olması: Kişinin bir olayın verdiği rahatsızlığa katlanamayacağına
ilişkin algısıdır. (54) Deneyim insanın başına gelen bir şey değildir, insanın
başına gelenle nasıl başa çıktığıdır. (55)
4)İnsanlara
Genel Bir Değer Biçme: Kendisi
ya da başkalarıyla ilgili olarak genel değerlendirmelerde bulunma ya da
kötülemedir. (55) İnsanın kendi değeri hakkındaki yerleşik düşünceleri,
değiştirilmesi en zor olan düşüncelerdendir. Kişinin kendi kendine biçtiği
değerler gerçekte aşırı genellenmiş düşüncelerden oluşur. Unutulmamalıdır ki
kişiler davranışları değildir. (56) Yaşamın gerçek amacı kişilerin sürekli
olarak kendini kanıtlamaya çalışmasından çok yaşamdan doyum bulmasıdır. Kişi
bir başarısızlıkla karşılaştığı zaman "Olduysa n'olmuş?"
diyebilmelidir. Böyle demek, "Hiçbir önemi yok" anlamına gelmemeli,
ancak "Her şey bu demek değil" anlamına gelmelidir. (57)
-İstenmedik
tepkileri göz önünde bulundururken, sorunlara yol açan akılcı olmayan
düşüncelerle ilgileniriz. Bunlar üç türlüdür:
1)Yorumlar(Çıkarımlar):
Akılcı olmayan yorumlar gerçekliğin çarpıtılmasından oluşurlar ve gerçekliği
çarpıtmanın değişik türleri vardır. Yorumlar her zaman olmasa da, genellikle
bilinç düzeyinde yapılır.
2)Değerlendirmeler
3)Kökleşmiş
Yerleşik Düşünceler: Gösterdiğimiz tepkileri yönlendiren, kendi kendimize
koyduğumuz "genel geçer" -olduğunu düşündüğümüz- kurallardır. Özgül
olayları nasıl yorumladığımız ve bunları nasıl değerlendirdiğimiz, "genel
geçer" -olduğunu düşündüğümüz- kendi koyduğumu kurallara bağlıdır.
Danışanın kendi kendine yeterliğine olan inancının gelişmesi terapinin başarılı
olduğunun en önemli göstergelerinden biridir. Terapistin bunu sağlaması ve bu
benlik algısını pekiştirmesi gerekir. (61-2-3-4)
-Akılcı
olmayan yerleşik düşünceler ne denli soyut olursa, çektireceği duygusal
rahatsızlık da o denli fazla olur. Akılcı yerleşik düşünceler ne denli az soyut
olursa o denli az genelleştirilebilir. (66)
-Danışanların
işlevsel olmayan düşünceleri üç türlüdür: 1)Kendiliğinden ortaya çıkan(otomatik)
düşünceler, bunlar arasında yorumlar, çıkarımlar, yüklemeler ve öngörüler
vardır; 2)akılcı olmayan değerlendirici yerleşik düşünceler ve 3)akılcı olmayan
kökleşmiş yerleşik düşünceler ya da şemalar vardır. DDDT'de her üçünün de
uslamlanması amaçlanır ancak daha çok ve öncelikle değerlendirici yerleşik
düşünceler ve kökleşmiş yerleşik düşünceler düzeyinde çalışılmaya çalışılır,
çünkü kendiliğinden ortaya çıkan (otomatik) düşüncelerin kökleşmiş bilişsel
çatıdan (şemalardan) kaynaklandığı düşünülür. (66)
3-BİLİŞSEL
DAVRANIŞÇI TERAPİLER - HAKAN TÜRKÇAPAR & MEHMET Z.SUNGUR & EMRE SARGIN
-Davranış
terapileri, oldukça genel bir ifadeyle, öğrenme ilkelerinin davranış
bozukluklarının analiz ve tedavilerine sistematik bir biçimde uygulanışı olarak
tanımlanabilir. (79)
-Skinner'in
tanımladığı edimsel koşullanma, organizmanın çevrede gerçekleştirdiği bir
etkinlik sonucunda ortaya çıkan sonuca göre o davranışın sıklığının artmasına
veya azalmasına dayalıdır. Klasik koşullanmada ortaya çıkan tepki genelde refleks
bir tepki iken (zil-salya akması), edimsel koşullanmada motor sistemi
ilgilendiren kompleks bir davranış ortaya çıkar (farenin bir pedala bastığında
peynir gelmesi gibi). (81)
-Edimsel
koşullanmada, istenen davranışın ortaya çıkma sayısını arttıran her
uyarıcıya "pekiştireç" adı verilir. Pekiştireçleri
olumlu ve olumsuz pekiştireçler olarak ikiye ayırabiliriz. (81) Hem olumlu hem
de olumsuz pekiştireç, ardından ortaya çıktıkları davranışın sıklığını artırma
özelliğine sahiptir. Edimsel koşullanmanın klinikteki tipik örneği fobilerdir.
(83)
-Sönme: Tepkinin
yineleyen bir biçimde, pekiştirilmemesi ve bunun sonucunda azalmasıdır. Klasik
koşullanma paradigmasında, kişinin koşullanmış olduğu uyaranın uygulanması
sonrası, koşulsuz uyaranın belirli bir süreyle verilmemesiyle öğrenilmiş veya
koşullanmış tepkinin ortadan kalkmasıdır. (84)
-Sistematik
duyarsızlaştırma: Korku uyandıran uyaranların şiddetine göre belli bir
sıra içinde düzenlenerek, tipik olarak gevşemeyle eşlenmiş bir biçimde imgesel
bir maruz bırakma uygulamasıdır. Korku ve kaygıyla ilgili rahatsızlıkların
tedavisi için Joseph Wolpe tarafından geliştirilmiş olan bir davranış terapisi
tekniğidir. (85)
-Taşırma: Bireyi kaygı uyandıran
uyaranlar içerisinde en yüksek derecede korku verene maruz bırakmaktır.
Genellikle taşırma tedavisi, gerçek yaşamda kişinin en çok korktuğu uyaranla
yüzleştirilmesidir. Taşırma tedavisinin en önemli avantajı, fobileri azaltmada
en etkili yöntem olmasıdır, bu yöntemle belki iki saat içinde kişi fobisinden
kurtulabilir. Olumsuz yanı ise kişinin o süre içerisinde birden büyük bir
sıkıntıya sokulmasıdır. (85)
-Davranış
tedavilerinde amaç, çeşitli anksiyete bozuklukları sonucu ortaya çıkan kaçınma
davranışlarını, bireyin günlük yaşamını olumsuz yönde etkilemeyecek biçimde
azaltmak, böylelikle mevcut sorunlar nedeniyle bozulmuş sosyal uyumun yeniden
oluşmasını sağlamaktır. (86)
-Alıştırma
ve maruz bırakma tedavileri davranışçı terapinin en önemli bileşenini
oluşturur. Alıştırma, kişinin anksiyete doğuran uyaranla
yüzleştirilmesidir. (88) Terapist tedaviye başlamadan önce, hastasının
alıştırma ilkesine dayalı tedavi yöntemini anladığından, istediğinden ve böyle
bir tedavi için yeterince motive olduğundan emin olmalıdır. Çünkü tedavi en
azından başlangıçta, anksiyete uyarıcı özellik taşımaktadır. (89) Maruz
bırakma, bireyi anksiyete oluşturan ve bu nedenle kaçma, kaçınma,
güvenlik sağlama gibi davranışlarına yönelten çeşitli yer, durum, nesne, imaj,
düşünce gibi uyaranlarla yeterince süre karşı karşıya getirerek, kaçma ve
kaçınma davranışının sönmesini ve alışma durumunun ortaya çıkmasını sağlamak
olarak tanımlanabilir. (91)
-Davranış
tedavileri hastaya uygulanan bir işlem değil, hasta ile birlikte yürütülen bir
işlemdir. (91)
-Bilişsel
kuram, bireyin yaşantılarını yorumlama biçiminin, duyguları ve
eylemleri (gerçekte genel olarak psikolojik işlevselliği) üzerine önemli bir
etkisinin olduğu varsayımına dayalıdır. (96) Bilişsel kuramın temel
ilkelerinden birisi, çevreden gelen uyarılarla ortaya çıkan sonuçlar arasında
bir aracı olduğu, bunun da insanın bilişsel sistemi olduğudur. İkinci önemli
ilke, insanlarda öğrenmenin hayvanlardan farklı olarak büyük ölçüde sosyal
öğrenmeye bağlı olduğudur. (96)
-Bilişsel
paradigmadaki bütün bu gelişmelere paralel olarak modern bilişsel terapi Aaron
T.Beck (1921-2021) ve Albert Ellis'in (1913-2007) çalışmalarından türemiştir.
Her ikisi de psikanaliz kökenli olan bu iki ruh bilimci psikanalizin insan
davranışlarını ve ruhsal sıkıntılarını açıklamaktaki yetersizliğini görmüşler
ve uygulamalarından yola çıkarak bilişsel kuramı geliştirmişlerdir. (97)
-Bilişsel
kuram, klinik olarak bireyin bilişsel yapısını kavramlaştırırken ele aldığı
bilişleri iki ana başlıkta inceler: Otomatik düşünceler ve şemalar. Şemalar ara
inançlar (altta yatan sayıltılar ve kurallar) ve temel inançlar olarak ikiye
ayrılabilir. Bazı kuramcılar, anlama kolaylığı olması açısından, şemaların bu
iki türünü ayrı ayrı ele alarak, otomatik düşünce, ara inançlar ve kurallar ve
temel inançlar olarak üçlü bir ayrım yaparlar. Bu üç grup bilişi içiçe geçmiş
üç daire şeklinde düşünürsek, en yüzeyde otomatik düşünceler, daha sonra ara
inançlar ve en içte, çekirdekte de temel inançlar yer alır. (100)
-Biliş, bilinç akışını oluşturan
sözel veya imgesel parçalara verilen addır. Bilişsel terapide ilgilendiğimiz
otomatik düşünceler, zihin akışı içinde yer alan ve daha çok duygusal sıkıntı
anlarına eşlik eden ortama, duruma özgü bilişlerdir. Otomatik düşünceler,
kişinin zihninde bizzat olup biten şeylerdir. Bunlar kendiliğinden ortaya
çıkarlar, yönlendirilmiş veya güdülenmiş düşünce ürünü değildirler. Sıklıkla
fark edilmezler, sadece eşlik eden duygu fark edilir, içerik ve anlamlarına
göre belli duygularla birleşiktirler. Konuşma dili gibi değildirler, zihinde yer
aldıkları için kısa ve uçuşan doğaları vardır, yazı ya da konuşma cümlelerimiz
gibi uzun ve gramer kurallarına uygun değildirler, zihin içinde çok hızlı akan
anlam kümeleridir. Otomatik düşünce denmesi, bunların sadece sözel düşünce
oldukları anlamına gelmez, sözel veya imgesel biçimde olabilirler. (101)
-Bilişsel
terapi, kapsamlı bir klinik değerlendirmeyle başlar. Bilişsel terapide klinik
değerlendirme iki temel konuya odaklanır: 1)Kişinin sorunları ve sorunların
öyküsü, 2)Bireyin doğum öncesini de kapsayan şekilde yaşam öyküsü. Terapinin
ilk görüşmesinde veya değerlendirme görüşmesinin sonunda terapi önerilen
hastalarda, terapiyle ilgili kısa bilgiler vererek psikoterapi ve terapistle
ilgili yanlış inançları ortadan kaldırmak amaçtır. Ayrıca değerlendirme
görüşmelerinde hastanın sorun/sorunları ele alındığından terapötik hedeflerin
bir kısmı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu sorun ve hedeflere dikkat etmek ve
bunları saptayarak terapiye başlanacak olan ilk görüşmede netleştirmek gerekir.
Değerlendirme görüşmesinde bir yandan terapi yapmaya çalışmak, yapılabilecek
hatalardan ilkidir, hasta henüz yeterince tanınmadığı ve sorunu anlaşılmadığı
için bu eksik bilgiyle yapılacak müdahalelerin etkili olması da güçtür.
(104-105)
-Bilişsel
terapideki terapötik ilişki biçimi yardımlaşmacı deneycilik olarak
adlandırılır. Bilişsel terapi, terapiyi iki uzmanın bir araya gelerek ortak bir
hedef için (hastanın sorunlarının azalması ve değişimin sağlanması) eşit bir
ilişki içinde çalışması olarak görür. Hasta sorunları konusunda, terapist de bu
sorunların nasıl azalacağı ve değişimi sağlayabilecek teknikler konusunda
uzmandır. İki uzman, sorunlarla ilgili olarak birlikte varsayımlar oluşturur
daha sonra da bu varsayımlar denenir. (106)
-Bilişsel
terapiyi diğer terapilerden ayıran en önemli özelliklerden biri, terapi
sürecinin hem hasta hem de terapist açısından açık ve anlaşılır biçimde
yürütülmesidir. Bu açıklığın, terapi işleyişinde en güzel örneği hastanın ilk
değerlendirmesinden başlayarak sorunlarıyla ilgili bir bilişsel modelin
hastayla birlikte oluşturulması ve paylaşılmasıdır. Bilişsel vaka formülasyonu
üç düzeyde düşünülebilir. Olgu, sendrom veya sorun ve durum. Olgu düzeyinde
formülasyon, hastanın sorunlarıyla, altta yatan bilişsel mekanizmaların (şema
ve ara inançlar) arasındaki ilişkiyi odak alan biçimde olguyu bir bütün olarak
anlama girişimidir. Sendrom veya sorun düzeyinde bilişsel formülasyon ise
depresyon veya sosyal anksiyete gibi bir sorunun genel olarak bilişsel
modelidir. Durum düzeyinde formülasyon, hastanın belli durumda verdiği duygusal
ve davranışsal tepkinin A-B-C modeline uygun biçimde olumsuz düşünce kaydında
olduğu şekilde bilişsel açıklamasıdır. Formülasyon her olgunun tedavisine
bilimsel bir deney olarak bakmaya benzer ve tedavi sürecinde yardımcı olur.
Bilişsel terapide ilk formülasyon hasta değerlendirildikten sonra yapılır. Bu
ilk formülasyon, ana hatlarıyla ilk terapi seansında hastayla paylaşılabilir.
Formülasyon duygu, davranış ve düşünceyle ilgili gözlemlerle başlar. Burada,
hastayla yapılan görüşmede elde edilen bilgiler ve yapılan gözlemleri bilimsel
bir varsayım oluştururken ilk adım olan veri toplama aşamasına benzetebiliriz.
Elde edilen verilerdeki ortak tema genel şamaları verir. (107)
-İlk
terapi seansının en önemli gündemi, bilişsel modeli hastaya aktarmaktır. Burada
birçok yöntem izlenebilir. Ama ideal olan, hastayı ve yaşantılarını da bir
biçimde işin içine katarak modeli örneklemektir. Bu konuda kullanılabilecek ilk
yöntem, hastanın kendisini kurgusal bir olay içinde düşünerek duygusal ve
davranışsal tepkisinin ne olacağını sormaktır. Bir diğer yöntem, hastanın, onu
getiren ana sorunuyla ilgili anahtar bir otomatik düşüncesini yakaladıktan
sonra bilişsel modeli bu örnek üzerinden açıklamaktır. Hastanın sorunu neyse,
bunun düşünceleriyle ilgisini göstermek, bilişsel modeli genel örneklerle
açıklamak yerine çok daha iyi işler. Bilişsel terapi, yapılandırılmış bir
terapidir, bu yapılandırma hem genel tedavi süreci için hem de her seans için
geçerlidir. Seansın başında terapist hastaya kendisini nasıl hissettiğini
sorar, kısaca haftayı özetlemesini ister, önceki seansı özetler, geri bildirim
alıi ev ödevini kontrol eder, seans için birlikte bir gündem oluşturur, gündem
maddelerini tartışır, yeni ödevi verir, sık sık özetleme yapar ve her seansın
sonunda geri bildirim ister. (112)
-"İyi
olmak istiyorum" veya "Kendimi anlamak istiyorum" şeklinde soyut
amaçlar bilişsel davranışçı terapi açısından uygun amaçlar değildir. Bu tür
soyut amaçlar getiren hastalarda, bunları daha somuta dönüştürmek ve küçük alt
amaçlara ayırmak yararlı olur. Terapi için belirlenen amaçların somut ve net
olarak tanımlanabilir olmasının yanı sıra hastayla ilgili ve onun kontrolünde
olan değişimleri kapsaması uygundur. Amaçlar diğer kişileri değiştirmeyi
kapsayamaz. Kişinin başka birinin kontrolünde olan bir konuyu amaç olarak
belirlemesi de uygun değildir. ("Oğlumun kız arkadaşından ayrılmasını
istiyorum" gibi) Saptanan amaçların gerçekçi ve hayata uygun olması
gerekir. Artık hiç korkmak istemiyorum, hiçbir şeye üzülmek istemiyorum gibi
amaçlar gerçekçi değildir. Çünkü olumsuz duygular insan yaşamında gerekli ve
uyumsaldır, sorun bu duyguların işlevsiz olarak ortaya çıkmasıdır (ortada
korkulacak bir şey yokken korkmak gibi) (113)
-Bilişsel
davranışçı terapi, yapılandırılmış türde bir terapidir. Yani her seansta özel
bir durum yoksa, aşağı yukarı aynı temel bileşenler yer alır. Bir bilişsel
terapi seansı aşağıda sıralanan öğelerden oluşur:
1-Duygudurum
kontrolü
2-Haftaiçi
yaşanan önemli olaylar: Haftanın özeti değil, hastayı halen etkileyen önemli
bir olay yaşayıp yaşamadığının öğrenilmesidir.
3-Önceki
seansla bağlantı kurma
4-Ödev
kontrolü
5-Gündem
belirleme: Bilişsel terapiyi diğer terapilerden ayıran en önemli farklılık, her
seansta ele alınacak olan konuların seansın başında belirlenmesidir. Gündem
belirlemenin terapötik yanı, özünde hastanın genel ve karmaşık sorun yumağının
parçalara bölünmesidir. Bu etkinlik bile kendi başına bir terapötik bir etki
yaratabilir. Hastanın sorunu ağır biçimde yaşamasının nedenlerinden biri de
sorunu karmaşık, büyük ve ele alınamaz biçimde görmesidir, gündem belirlemeyle
bu karmaşık ve birbiri içine girmiş sorunlar tanımlanır ve sınırı çizilir.
Gündem konularını genellikle bir ile üç konu oluşturur. Daha fazla madde
konduğunda, genellikle çok kısa ele alınıp, üzerinde derinleşilemez ki bu da
etkinliği azaltır. (115)
-Bilişsel
tekniklerde, kişinin belirli bir durum özelinde yaptığı anlık değerlendirmeleri
içeren otomatik düşünceler değişime en açık katmandır. Seans başlangıcında ele
alınacak sorunlar belirlendikten sonra bu sorunlarla ilgili bilişsel içeriğin
ele alınması seansın ana kısmını oluşturur. Otomatik düşüncelerin elde
edilmesinde ilk yöntem hastaya sorun olan duygu-davranışı yaşadığı anda
aklından ne geçtiğinin sorulmasıdır. Bu yöntemi elde edilecek materyalin, özgün
otomatik düşünceye benzeme şansını en fazla olmasından dolayı, ilk tercih
edilmesi gereken yöntemdir. Bu soruyu, yani "O anda zihninizden neler
geçiyordu?" sorusu, seans içinde hastanın duygulanımında bir değişiklik ya
da yoğunlaşma hissettiğiniz her zaman sormakta yarar vardır. Hastanın duygusal
tepkisinin olduğu anlarda düşüncesi de zihninde var olduğu için otomatik
düşünceyi daha kolay yakalayabiliriz. Hastalar, duyguyu yaşadıkları anda,
otomatik düşüncelerini en iyi biçimde fark etmeleri nedeniyle, olumsuz duygunun
süreklilik gösterdiği ve seans içinde de sürdüğü durumlarda (örneğin depresyon
gibi) otomatik düşüncelerini kolaylıkla dile getirebilirler. Danışanın
duygulanımını etkileyen bir olayı ya da durumu anlatması yine bu soruyu sormak
için uygun bir zamandır. Hasta otomatik düşüncelerini hatırlamakta ve bulmakta
zorlanıyorsa, bunu kolaylaştırmak için duyguyu yaşadığı durumun ayrıntılarının
konuşulması yarar sağlayabilir. Eğer bu sorularla düşünceler elde edilemiyorsa,
bir diğer yol o durumu hayal ettirmek ve o esnada zihninden geçenleri
sormaktır. Belli bir düşünceye eşlik eden durumlarla ilgili ipuçları (bulunulan
çevre, duygular, görülen şeyler vb) o düşünceyi bize hatırlatabilir. (117-118)
-Otomatik
düşünceleri kişinin bilişsel yapısının (temel inançlar ve ara inançlar)
sonucunda yaşanan duruma göre kendiliğinden ortaya çıkarlar. Yani zihnin doğal
akışının ürünüdürler. Otomatik düşünceleri inceleme etkinliğinin sürekli
yapılmasıyla amaçlanan, hastada giderek farkındalığın artması, duygulanımın
değişmesiyle olumsuz otomatik düşüncelerin sıklığının azalması ve/veya ortaya
çıktıkları anda da alternatiflerin akla gelmesidir. Bu da aynen diğer
becerilerde olduğu gibi süreyle ve pratik yaparak kazanılır. (121)
-Bilişsel
davranışçı terapide bilişsel ve davranışçı teknikler beraberce kullanılırken,
genellikle ilk önce bilişsel teknikler kullanılır bunlarla belirtiler biraz
azalıp hasta bilişsel olarak hazırlanarak rasyoneli iyice açıklandıktan sonra,
davranışçı tekniklere geçilir. Bunun istisnalarından birisi depresyon
tedavisidir. Depresyon tedavisinde öncelik davranışçı tekniklerdedir. (124-25)
-Bireyin
anlık değerlendirmeleri olan ve zihinsel işleyişinin içeriğinde yer alan
otomatik düşünceler, kişinin inanç ve kurallarından kaynaklanır. Kişide neden
başka türlü bir otomatik düşünce değil de belli bir otomatik düşüncenin çıktığı
altta yatan inançlarla ilişkilidir. Temel inançlarımız, dünyaya arkasından
baktığımız merceğin rengini verir, sayıltılar ve kurallar bu inançlara dayalı
olarak geliştirdiğimiz varsayımlardır. İnsanların adil olduğuna ilişkin bir
temel inancınız var ise "Ben bir insana iyi davranırsam o da bana iyi
davranır" diye varsayarız. Diğer insanların düşmancıl ve eleştirel
olduğuna inanıyorsak o zaman "Başkalarına kendimi açarsam, zayıflığımı
keşfeder ve beni sömürürler" diye inanırsınız. Bunların, bireyin otomatik
düşünceleri, davranışları ve duyguları üzerine büyük bir etkileri vardır.
İnançların çoğu benzer temaları içermekle birlikte sözcüğe dökülmeleri farklıdır.
Beck, temel inançları çaresizlik, sevilmeme ve değersizlik olmak üzere üç
başlık altında toplamıştır. Temel inançlar ve kurallar hepimizde vardır, bunlar
olmaksızın yaşam çok zor hale gelir, sosyal ve kişisel dünyamızı
düzenleyemeyiz. Sorun bazı insanlarda olumsuz temel inançların çok baskın ve
bununla bağlantılı olarak da kuralların ve sayıltıların çok katı ve
çeşitlilikten yoksun olmasıdır. (126-7)
-Şema, bireyin bilgi işleme
süreçleri üzerine önemli derecede etkide bulunan, göreceli olarak stabil ve kalıcı
özellikte olan zihinsel yapılar. Zihinde, duyusal bilginin yorumlanmasını
etkileyen, bilgiyi uzun dönemli belleğe kodlanmasını biçimleyen, bellekte
depolanmış bilginin yeniden işlemleme biçimini belirleyen ve davranışsal
tepkiyi belirlemeye yardımı olan organizasyonel yapılar zihinsel model veya
şemaladır. Şemalar bu anlamda, insanın bilişsel yapısının ayrılmaz bir
parçasıdır ve bilişsel işleyişimizde son derece önem taşır. Onlar olmaksızın
dünyayı anlamamız ve anlamlandırmamız ve yaşamımızı etkili ve hızlı biçimde
yürütmemiz olanaksız hale gelirdi. (136)
4-SORUN
ÇÖZME TERAPİSİ - MEHMET ESKİN
-Sorun
çözme terapisi (SÇT), danışana günlük hayatta karşılaştığı problemler veya
sorun durumları, etkin bir biçimde çözebilmesi için gerekli bilgi ve becerileri
kazandırmayı amaçlayan sağaltımsal bir yöntemdir. (145)
-Genel
olarak bakıldığında, sorun çözme terapisi yaklaşımının, iki şekilde uygulandığı
görülmektedir. Fakat iki kullanım şekli de birbirine benzemekte ve aralarındaki
farkın da çok küçük olduğu görülmektedir. Birinci kullanım biçimi, sosyal sorun
çözme kuramsal bakış açısını temel alan ve ruh sağlığı hizmetlerinin verildiği
merkezlerde uygulanan şeklidir. İkincisi ise, birinci basamakta kullanılan,
sorun çözme terapisidir. (148-9)
-Karşılaştıkları
sorunlar karşısında düşüncemden hareket eden ve sorunları istedikleri şekilde
çözemeyen kimselere nasıl yardım edilebilir? Bu tür danışanlarla
kullanılabilecek sağaltımsal tekniklerden biri yukarıda sözü edilen "dur
ve düşün" yöntemidir. Buna göre, danışana bir sorun durumla
karşılaştığında, hemen harekete geçmeyip, acele etmeden önce durup konuyla
ilgili biraz düşünmesi öğretilebilir. Durma sırasında, danışana bir süre derin
nefes alıp vermesi öğretilebilir. Danışana, ister nefes alıp verirken isterse
sadece durma sırasında düşünebileceği söylenebilir. Danışandan, sorunun ne
olduğu, kişinin amaç ve hedeflerinin neler olduğu ve yapacağı işlemlerin
sonuçlarının neler olabileceği gibi konuları düşünmesi istenebilir. Gerekirse,
terapist bunların uygulamalarına örnek yaptırabilir. Sorunlar karşısında
düşünmeden hareket eden veya böyle bir eğilime sahip danışanlarla
uygulanabilecek bir diğer sağaltımsal teknik ise, yapacakları davranış veya
girişimlerin olası sonuçlarını düşündürtmektir. Kişinin yapabileceği davranışların
olası sonuçlarının neler olabileceği, bu sonuçların kendisini, çevresini ve
geleceğini nasıl etkileyebileceği değerlendirilmelidir. Bilindiği gibi,
dürtüsel davranan kimselerin ortak özelliği, kısa erimli kazanımlara odaklanıp,
uzun erimli olanları düşünememektir. (156-7)
-Hedefsiz
sağaltım olmaz. Psikoterapi de buna dahildir. Ruhsal tedavinin başarılı
olabilmesi büyük oranda erişilebilir hedeflerin belirlenmiş olmasına bağlıdır.
Aksi takdirde bir süre sonra hastanın işlevsel olmayan döngüsü terapisti de
kendi ritmine sokarak tedaviyi zora sokar. Psikoterapide zaman zaman hastayla
oturup hedeflerin üzerinden geçilmesi önemlidir. (160-1)
-Danışanın
sorunları ve bu sorunlarla baş edebilmek için gerekli kaynakları belirlerken:
*Hastanın
güçlü yönleri ve kaynaklarının belirlenmesi, (kim olursa olsun herkesin güçlü
yönleri vardır)
*Eğitim,
boş zaman, sosyal ve maddi kaynaklarının belirlenmesi,
*Sosyal
destek alabileceği kimselerin belirlenmesi,
*Danışanın
sıkıntılarıyla baş edebilmesi için gerekli olan, kendine yardım gruplarının
bilinmesi,
Sorunların
çözümü konusunda önemli bir adımdır. (161-2)
5.GEŞTALT
TERAPİ - CEYLAN DAŞ
-Geştalt,
Almanca bir kelimedir ve tam bir Türkçe karşılığı yoktur. Bu nedenle anlamını
tek bir kelime ile açıklamak mümkün değildir ve örüntü, şekil, bütün, görünüş
anlamına karşılık gelmektedir. Geştalt, parçalara ayrılamaz bir bütünü temsil
etmektedir. (171)
-Geştalt
yaklaşımının temelinde bulunan alan kuramının en önemli önermelerinden biri
"bütün, parçalarının toplamından daha fazla ve daha farklıdır"
ifadesidir. Bu önermeden yola çıkarak, Geştalt yaklaşımının pek çok farklı
terapi yaklaşımını, kuramı ve bakış açısını kendi içinde bütünleştirdiği ve
sonunda bu yaklaşımların, kuramların ve bakış açılarının bir toplamı olarak
değil, bunlardan daha fazla ve farklı bir yaklaşım olarak ortaya çıktığı
söylenebilir. Geştalt yaklaşımının pek çok farklı görüşlerden etkilenmiş
olmasında Fritz Perls'ün yaşadığı dönemdeki heyecan verici fikirleri fark etme
ve yeniden organize etme konusundaki dehasının rolü büyüktür. (172)
-Bütüncü
bakış açısı, Geştalt terapi yaklaşımını diğer terapi yaklaşımlarından ayıran en
önemli özelliklerden biridir. Bütüncü bakış açısına göre bütün, kendisini oluşturan
parçaların birlikte ve birbirleriyle iş birliği içinde çalışmasıyla oluşur. Bu
nedenle de bütün, kendisini oluşturan kısımların ya da özelliklerin tek tek ele
alınmasıyla açıklanamaz. Dolayısıyla bir insanı sadece belirli özelliklerine
göre açıklamaya çalışmak mümkün değildir. İnsanı anlayabilmek, ancak onu bir
bütün olarak görmekle mümkündür. Bu nedenle de Geştalt yaklaşımında insan
duyguları, düşünceleri ve bedeniyle bir bütün olarak ele alınır. Bedensel,
duygusal ve zihinsel yaşantılar birbirinden ayrılamaz ve bunlardan herhangi
birinde meydana gelen bir değişiklik diğerlerini de etkiler ve sonuçta tüm
organizma etkilenir. (175)
-Geştalt
terapi yaklaşımının nihai amacı, büyüme ve gelişmesini engellemeden, kendi
ihtiyaçlarını karşılayabilen ve çevresiyle uyumlu bir ilişki içinde olan
insanlar yaratmaktır. Tüm Geştalt uygulamalarının ortak amacı ise farkındalığı
arttırmak, kendi sorumluluğunu üstlenmek ve yaşamını değiştirmektir. Başka bir
deyişle danışanlar terapide önce "nasıl olduklarının", yani duygularının,
düşüncelerinin, davranışlarının, bedenlerinin, istek ve ihtiyaçlarını farkına
varırlar; sonra "böyle olmayı seçtiklerini görerek bunun sorumluluğunu
üstlenirler" ve daha sonra da "isterlerse farklı şekillerde
davranarak" yaşamlarını değiştirebileceklerini anlarlar. (178)
GEŞTALT
TERAPİDE KURAMSAL AÇIDAN ÖNEMLİ OLAN KAVRAMLAR
1-İhtiyaçlar: Geştalt yaklaşımında
ihtiyaçların ortaya çıkışı, öncelik kazanması ve karşılanması "şekil ve
fon" ilişkisi ile açıklanır. (179)
2-Duyum
aşaması: Fiziksel,
psikolojik ya da sosyal ihtiyaçlardan biri şekil haline gelmeye başlar. Bu
aşamada zorluk çeken kişiler, çevresel veya ilişkisel durumları ayırt edemezler
ve ne istediklerini bilemezler. Hisleri ve duyguları yok olmuş gibidir. Bu
aşamada yaşanan bir diğer sorun ise duyumlarıyla aşırı derecede meşgul
olmaktır. Bu durumda kişi sürekli olarak bedeniyle uğraşır ve bedenindeki her
belirti ile aşırı ilgilenir. (181)
3-Farkına
varma aşaması: Farkına
varma aşamasında zorluk yaşayan kişi, duyumlarının farkındadır, ama bunları
adlandırmakta ve anlamlandırmada zorluklar yaşar. Dolayısıyla da ihtiyaçlarının
farkına varamaz.
4-Harekete
geçme aşaması: Bu
aşamada zorluk çeken kişiler, neye ihtiyaçları olduğunun farkındadır, ama bir
türlü harekete geçemezler. Normal koşullarda kişi, bir ihtiyacının farkına
vardığında enerjiyle dolar, heyecan yaşar ve harekete geçer. Ancak bu aşamada
zorluk çeken kişiler, heyecan değil kaygı ve korku duyarlar. Kaygı ve korku ise
enerjilerinin bloke olmasına yol açar ve en belirgin olarak kişinin nefes alıp
verme biçimini etkiler. Derin nefes alıp vermenin engellenmesi ise duyguların
ifade edilmesini zorlaştırır. Depresyonda, kaygı bozukluklarında ve
obsesif-kompulsif bozuklukta bu aşamada ciddi zorluklar ortaya çıkar. (181)
5-Hareket
aşaması: Somatik
belirtiler, empolans, histerik kişilik özellikleri, katatonik şizofreni ve
psikotik depresyon, bu aşama ile ilgili olarak ortaya çıkan rahatsızlıklardır.
6-Temas
aşaması: Temas
aşamasında zorluk yaşayan kişiler, sürekli aktif ve bir şeylerle meşguldürler.
Bu aşamada yaşanan bir başka zorluk ise kişinin hiç temas kurmama eğilimi
göstermesidir.
7-Doyum
aşaması: Bu
aşamada kişi artık amacını gerçekleştirmiş, ihtiyacını karşılamış durumdadır.
Geştalt tamamlanmış kişi istediğine ulaşmıştır. Bu aşamada zorluk yaşayan
kişiler ne yaparlarsa yapsınlar, elde ettiklerinden memnun olmayan, mutlaka bir
hata ya da eksik arayan kişilerdir.
8-Geri
çekilme aşaması: Bu
aşama aslında ihtiyaç döngüsünün hem sonu hem de başlangıcıdır. Artık ihtiyaç
karşılanmış, doyum sağlanmış ve karşılanan ihtiyaç yine fona geçmiştir. Bu
aşamada kişi her türlü duyuma, duyguya, düşünceye, isteğe ve çevresel uyarana
açıktır. Herhangi bir işi, düşünceyi, ilişkiyi sonlandıramayan kişiler bu
aşamada zorluk çeken kişilerdir.
-Geştalt
terapi yaklaşımında (a) insanların daha önce tamamlayamamış oldukları işlerini
tamamlama eğilimde oldukları, (b) bunları tamamlayana kadar unutamadıkları ve
(c) tamamlayabilmek için çeşitli yollar aradıkları görüşü ortaya çıkmıştır.
(183) Tamamlanmamış işler, sağlıklı bir şekilde kapanmış
geştalt gibi fonda kaybolup gitmezler. Aksine sürekli fonda kalırlar ve şekil
haline gelebilmek için devamlı fırsat kollarlar. Bu ise şekil ile fonun hızlı
bir şekilde yer değiştirmesine yol açar. Bu nedenle de kişinin içinde bulunduğu
ana ve yeni yaşantılara odaklanmasını engellerler. (184)
Yaratıcı
uyum, kişinin
geçmişte içinde bulunduğu ortamdaki fiziksel ve psikolojik tehditlerle nasıl
başa çıktığının göstergesidir. (185)
-Geştalt
yaklaşımının temas kavramı üzerine yaptığı vurgu, onu diğer
terapi yaklaşımlarından farklılaştıran en önemli noktalardan biridir. Geştalt
yaklaşımında temas kavramı hem psikolojik sorunların ortaya çıkışında hem de
büyüme ve değişmenin sağlanmasında oynadığı rol nedeniyle çok önemlidir. Temas,
organizma ile çevre arasındaki temas sınırında yaşanır. Bu anlamda Geştalt
terapi yaklaşımının asıl odak noktasının, danışanın kendisi, fiziksel ve sosyal
çevresi ve terapistiyle kurduğu temas olduğunu söylemek mümkündür. Yaşantı,
organizma ve çevre arasındaki temas sınırının bir fonksiyonudur. Temas sınırı
kişinin "ben" olanı, "ben olmayanlara"a göre deneyimlediği
yerdir. (187)
-Geştalt
terapi yaklaşımında kişinin ancak temas yoluyla büyüyebileceği ve
değişebileceğine inanılır. Büyüme ve değişmeye yol açabilmesi için temasın
canlı ve dinamik olması, yani kişinin temas sırasında aktif ve yaratıcı olması
gerekir. Böyle bir temasın sonucunda kişiliğin bazı kısımları ile çevreden
gelen yeni özellikler bütünleşir ve yeni, öncekinden farklı ve daha kapsamlı
bir kişilik örüntüsü ortaya çıkar. (188)
-Geştalt
yaklaşımına göre kişinin çevresiyle nasıl temas kurduğu "temas
biçimleri"ne göre belirlenir. Temas biçimleri içe alma, duyarsızlaştırma,
saptırma, yansıtma, kendine döndürme, kendini seyretme ve iç içe geçme şeklinde
adlandırılmaktadır. Kişinin diğer insanlarla olan ilişkilerinde kullandığı
temas biçimlerini Geştalt yaklaşımında çok sık kullanılan yemek yeme
metaforuyla şöyle açıklamak mümkündür:
İçe
alma: Kişinin
çevresinden gelen duygu, düşünce ve davranışları ayırt etmeden ve özümsemede,
olduğu gibi içine alarak kabul etmesidir. İçe alan kişi yiyecekleri çiğnemeden yutar.
Duyarsızlaştırma: Kişinin kendi
bedeninden gelen duyumların ve duygularının farkına varamamasıdır. Yemeği,
tadının ve kokusunun farkında olmadan yer.
Saptırma: Kişinin diğer kişilerden
gelen mesajları, tepkileri, duygu ifadelerini duymaması, görmemesidir. Saptıran
kişi yemek yememek için ağzını sıkıca kapatır.
Yansıtma: Kişinin kendi duygu, düşünce,
davranış ya da özelliklerini bir başkasına, duruma ya da objeye atfetmesidir.
Yediklerini tükürür ya da kusar.
Kendine
döndürme: Kişinin
diğerlerinden bekledikleri (sevgi, ilgi, öfke gibi) kendine veya diğerlerine
göstermesidir. Ya yemek yerine kendi dudaklarını yer ya da kendi yemek yemez,
başkalarına yedirir.
Kendini
seyretme:
Kişinin kendini, sanki bir başkasıymış gibi, dışarıdan gözlemesi, izlemesidir.
Ayna karşısında yemek yiyor gibidir.
İç
içe geçme: Kişinin
kendisi ve diğerlerini "bir" olarak görmesi, kendi sınırlarını
belirleyememesidir. İç içe geçen kişi, karşısındaki kişi yemek yerse yer,
yemezse yemez ve karşısındakinden de kendi yemek yerse yemesini, yemezse
yememesini bekler.
Kişi
çevresiyle temas ederken bu temas biçimlerini ayrı ayrı olarak kullanabileceği
gibi birkaçını ya da hepsini birlikte de kullanabilir. Geştalt yaklaşımı
açısından temas biçimleri çok önemli bir konudur, çünkü
kişinin çevresiyle sağlıklı bir temas kurmasını ve dolayısıyla ihtiyaçlarını
karşılamasını nasıl ve hangi yollarla engellediğinin saptanması, terapide
nelerin düzeltileceğinin ve nasıl bir yol izleneceğinin belirlenmesine çok
önemli katkıda bulunur. (188-9)
-Geştalt
yaklaşımında farkında olmak ile kastedilen, geçmişte ne olduğu ya da gelecekte
ne olması gerektiğinin belirlenmesi değil, o anda neler olduğunun
belirlenmesidir. Geştalt terapisinde şimdiki zamanın önemini vurgulayabilmek
için, geçmiş ya da gelecekle ilgili olarak anlatılanların "şimdiki
zaman" ekiyle anlatılması istenir. Böylece danışan, geçmişteki bir olaydan
ya da gelecekle ilgili bir beklentisinden söz ederken, bunları o anda, yani
şimdiki zamanda yeniden yaşamaktadır. Dolayısıyla bunlarla ilgili olarak fark
ettikleri de geçmiş ya da gelecekle değil, şimdiki zamanla ilgilidir. Aslında
geçmiş "geçmiş", gelecek de daha "gelmemiş" olduğundan,
gerçek olan tek bir zaman vardır ki bu da şimdiki zamandır. Bu yolla danışanın
anlattıklarını terapi odasında ve o anda yaşaması ve bu yaşadıkları ile ilgili
duyum, duygu, düşünce ve davranışlarının farkında varması sağlanır. O anda
farkına varılanlar, farkına varılanlarla ilgili farklı seçeneklerin de farkına
varılmasına ve o anda denenmesine de imkân tanır ki, zaten bu Geştalt
yaklaşımının en güçlü yönlerinden biridir. (190)
-Geştalt
yaklaşımı, çift ve aile terapilerinde de uygulanmaktadır. Çifte ve aileye bir
sistem olarak bakan Geştalt yaklaşımındaki kişilerin birbirleriyle nasıl temas
kurdukları ve nasıl geri çekildikleri üzerinde odaklanır. İlişki aslında
yeniden temas kurabilme becerisidir. Dolayısıyla terapist "şimdi" ve
"burada" yani terapi sırasında ve odasında, çiftin birbirleriyle
nasıl temas kuramadıklarını, bunun için hangi temas biçimlerini ve nasıl
kullandıklarını, temasın hangi aşamasında tıkandıklarını gözleyerek diyalog
ilişkisi içinde bulunan çiftle paylaşır. Terapide amaç, sistemin ihtiyaçlarına
odaklanarak, kişilerin birbirlerini nasıl etkiledikleri konusunda farkındalık
düzeylerini arttırmak, iç içe geçmeden veya izole olmadan alternatifler
geliştirmelerine yardımcı olmaktır. (198)
-Geştalt
yaklaşımında "neden?" sorusu sorulmaz. "Neden" sorusunun
savunmaya, rasyonalizasyona, bahanelere ve sanki bir olay tek bir nedenle
açıklanabilirmiş gibi yanlış düşüncelere yol açacağı düşünülür. Bunun yerine
"ne" ve "nasıl" soruları sorulur. Örneğin, "Ona bunu
neden anlatmıyorsun?" değil, "Ona bunu anlatmanı ne engelliyor?"
veya "Ona neden kötü davranıyorsun?" değil, "Ona nasıl kötü
davranıyorsun" gibi. Bu sorularla terapist danışanın kendi kaynaklarına
dönmesine, sorumluluğunu hatırlamasına, kendi güçlerini toplamasına ve iç
desteğini kazanmasına olanak sağlar. Geştalt terapistlerinin farkındalığı
arttırmak için en sık sorduğu sorular şunlardır: "Şu anda ne
hissediyorsun?", "Şu anda ne yapıyorsun?","Şu anda ne
istiyorsun?","Şu anda ne düşünüyorsun?","Şu anda seni ne
durduruyor?" (200-201)
-Bilişsel
terapilerde esas olan kişinin düşünceleridir ve terapide irrasyonel düşünceler
ve düşünce hataları üzerinde çalışılır. Terapist, hangi düşüncelerin irrasyonel
olduğunu bilen kişidir ve bunların nasıl düzeltilebileceğini ve işlevsel hale
getirilebileceğini hastaya öğretir. Geştalt yaklaşımında da düşünceler ve
"içe alınan" yanlış bilgiler üzerinde çalışılır. Ancak Geştalt
yaklaşımında terapist süreci izler, danışanın kendi düşüncelerini fark etmesine
yardımcı olur "doğruları" dikte etmeden veya neyin irrasyonel
olduğuna kendisi karar vermeden, danışanın kendi inançlarına ve yaşantılarına
dayanarak alternatif düşünme biçimlerini terapi esnasında deneyimlemesi için
fırsat yaratır.(208)
6.TRANSAKSİYONEL
ANALİZ TERAPİSİ - ELVİN AYDIN
-Trasaksiyonel
analiz hem bir kişilik kuramına hem de kişisel gelişim ve değişim için
kullanılan sistematik psikoterapi yöntemine verilen isimdir. Transaksiyonel
analizin kurucusu Eric Berne temel eğitimini psikanaliz üzerine yapmıştır.
(215)
-Transaksiyonel
analiz bu bağlamda (ben OK'im sen OK'sin; ben OK değilim sen OK'sin; ben OK'im
sen OK değilsin; ben OK değilim sen OK değilsin) olarak dört temel yaşam
pozisyonu tanımlar ve bu pozisyonlara dayanan bakış açısının kişinin tüm yaşamı
ele alış şeklini renklendirdiğini önerir. (216) Transaksiyonel analiz
bünyesinde, başlangıcından bugüne kadar psikoterapi yaklaşımları dört temel
akımda toplanmaktadır. Bunlar; klasik, yeniden karar verme, kateksis,
ilişkisel olarak adlandırılır. (216)
-Transaksiyonel
analizin temelinde benlik durumlarının bulunduğundan yukarıda söz etmiştik.
Berne'ün psikoterapiye en önemli katkılarından biri benlik durumlarını
tanımlamanın yanı sıra psikanalizde sıklıkla odaklanılan içsel (intrapsişik)
dinamiklerin dışında, kişilerarası dinamikleri de kuramın içine katmasıdır. Bu
da iletişim birimleri olarak adlandırabileceğimiz transaksiyonların
tanımlanmasıyla mümkün olmuştur. (222)
7.AİLE
TERAPİLERİ - EMİNE ZİNNUR KILIÇ
-Günümüzde
aile işlevleri üç başlık altında toplanabilir:
1-Temel
görevler: Aile üyelerinin bakımı, beslenmesi, korunması, eğitimi gibi yaşamsal
gereksinimlerin sağlanmasına yönelik görevlerdir.
2-Gelişimsel
görevler: Aile bireylerinin ruhsal ve sosyal gelişimini desteklemeye yönelik
görevlerdir. Duygusal yakınlık ve destek, çocukların sosyalleşmesi, aile
bireyleri arasındaki iletişim gibi işlevleri içerir.
3-Kriz
görevleri: Ailenin tümünün ya da aile üyelerinden birisinin yaşadığı
zorluklarla baş etmesinde aile üyelerinin birbirine destek olma ve korumasına
ilişkin işlevleri içerir. (229) Aile terapisi, ailelerde ortaya çıkan işlev
bozukluklarının ele alınmasına dayanan bir terapidir. Bireysel terapilerden
farklı bir bakış açısı içerir. Terapide bireysel psikopatoloji değil, aile
üyelerinin ilişkileri, iletişimleri ve ailenin işlevselliği üzerinde çalışılır.
Bu anlamda aile terapisi, ilişkiler üzerinde çalışan bir terapi türüdür ve aile
grubu ile çalıştığı için bir grup terapisi gibi de kabul edilebilir. (230)
-Aile
terapisi aile gruplarının tedavisidir. Bu terapide ailelerin işleyiş biçimi,
aile üyelerinin birbirleriyle ilişkisi ve iletişimi ele alınır. (232)
-Aile
terapisinde amaç, ailelerin işlevlerinde, aile bireylerinin birbirleriyle olan
ilişkilerinde ve iletişim biçimlerinde değişiklikler ortaya çıkarmaktır. (232)
-Sibernetik
kavramları genel sistemler teorisi ile birleştirerek aile içi süreçleri
anlamakta ilk kullanan Gregory Bateson olmuştur. Bateson, sibernetik
epistemoloji kavramını ortaya atmış ve sistemin anlaşılması için karşılıklı
geri bildirim mekanizmalarının anlaşılabilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
(236)
-Aile
tedavisi ikinci dünya savaşı sonrasında gelişmeye başlamıştır. Tedavide tüm
aile üyelerini bir arada görme girişimlerinde bulunan ilk kişi 1940 yılında
Bowlby olmuştur. Ail tedavisine ilişkin ilk çalışmalar, şizofrenlerin
ailelerinde yapılmıştır. (238)
-Psikanalizin
aile tedavisinde uygulanmasına Nathan Ackerman öncülük etmiştir. 1960 yılında
New York Aile Terapisi Enstitüsünü kurmuştur. Duygusal bozukluklarda
psikanalize ek olarak aile yaklaşımının gerekliliğinden söz etmiştir. (238)
YAPISAL
AİLE TERAPİSİ: Salvador
Minuchin tarafından 1970'li yıllarda geliştirilmiştir. Bireyi sosyal çevresi
içinde ele alır. Dolayısıyla aile terapisti bireye ait durağan bir kişilik
yapısından söz etmez. Birey farklı sosyal çevrelerin bir parçasıdır ve bu
çevrelere karşı farklı biçimlerde tepkiler verir. Bu nedenle olgular ilişkiler
çerçevesinde ele alınmak zorundadır. Terapide amaç geçmişi araştırmak ya da
yorumlamak değil, şimdiyi değiştirmektir. Bu nedenle ailenin şimdiki
organizasyon ve işlevleri ile ilgilenir. (247)
STRATEJİK
AİLE TERAPİSİ: İki
ana model yer alır. İlki Mental Research Institute'de geliştirilmiş olan
kısa/iletişim modelidir. İkincisi ise Haley ve Madanes tarafından geliştirilen
yapısal/stratejik karışım modelidir. Bu okulun görüşlerinin temel noktalarından
birisi budur: Ailenin kontrol çabaları problemi büyütmektedir. Bu nedenle aile
bir semptom ile başvurduğunda, stratejik terapist, aile etkileşimlerinin bu
semptom çerçevesinde nasıl düzenlendiği ile ilgilenir. (254)
SİSTEMİK
AİLE TERAPİSİ: Milano
grubu adı verilen ve Mara Selvini Palazzoli, Prata, Boscolo ve Cecchin'den
oluşan dörtlü grup, çalışmalarına İtalya'nın Milano şehrinde İnstitute of
Family Therapy'de başlamıştır. (255) Piskotik çocukların aileleri ile
çalışmışlar ve şizofrenlerdeki aile iletişim örüntülerini ele almışlardır.
İlişkilerde çok fazla tekrarlanan patolojik örüntüleri araştırmışlardır. (256)
Bu yaklaşıma göre, ailelerdeki problemler aile üyelerinin inançları ve
davranışları arasında uyumsuzluklardan kaynaklanır. (261)
ÖYKÜCÜ
TERAPİ:Öykücü
(Narrative) Terapi 1985-1990'lı yıllarda Avusturalyalı Michael White tarafından
gündeme getirilen bir terapi yöntemidir. Bu teknik, özellikle sorunu
dışsallaştırmaya dayanır. Terapide amaç, problemin hastanın kimliğinden
ayrıştırılmasıdır. Bu işlem, dilin kullanımına özen göstererek yapılır ve
White'a göre de edebi bir beceri gerektirir. Kısaca terapide dilin dikkatli
kullanımı yoluyla hastanın kendini iyileştirici güçlerinin harekete geçirilmesi
amaçlanır. (263)
8.ÇİFT
TERAPİLERİ - SİBEL ÖRSEL & HALUK ÖZBAY
-Çift
terapileri ilişki odaklı bireysel çift terapi seanslarını, tüm aile
görüşmelerini, toplumsal kuruluşlarla iletişime geçme gibi uygulamaları
kapsayabilmekle birlikte, temel vurgu "ikili ilişki bileşemleri"
üzerine odaklanmıştır. (273) Çift terapisi, evlilik kavramının, iki kişi
arasındaki bağa yapılan sosyal değerlerin yargılayıcı vurgulaması nedeniyle,
evlilik terapisine göre daha çok tercih edilmektedir. (273)
-Evlilik
dinamik bakış açısıyla, kişinin ebeveynleriyle olan bağımlılık ilişkisinden,
eşle yapılan akran ilişkisine geçiş olarak tanımlanmıştır. Evlilik ya da yakın
ilişkilerde bağlılık kavramı önemlidir ve bağlanmadan farklıdır. Evlilik
ilişkisini sürdürme niyeti bağlılık olarak tanımlanırken; bağlanma iki kişi
arasındaki paylaşılan inançlar, değerler, anlam ve kimliklerin paylaşımından
doğan sembolik bağları ifade etmektedir. Bu bağlamda bağlılığın evlilik
doyumundan farklı olduğunu, daha çok istikrar belirlediği, farklı ölçütlerle
değerlendirilmesi gerektiği vurgulamaktadır. (280)
-Genel
anlamıyla uzun dönem sağlıklı çift ilişkisi, genel olarak bireyin iyilik haline
katkıda bulunan, eşler arasında orak duygusal ve cinsel yakınlık duygusunu
ortaya çıkaran, eşin yaşam stresine adapte olmasına yardımcı olan ve yaşadığı
kültürel bağlamda desteklenen ilişki tarzı olarak tanımlanmaktadır. Uzun
dönemli ilişkilerin anahtar bir özelliği de değişen yaşam koşullarına uyum
sağlamalarıdır. (287)
-Çift
terapisi ekollerinin gelişiminde, aile terapilerinde olduğu gibi, temelde dört
etkili isim Don Jackson, Virginia Satir, Murray Bowen ve Jay Haley karşımıza
çıkmaktadır. (288) Don Jackson ve Jay Haley, aile içindeki iletişim üzerine
vurgu yaparken, Satir duygular ve iletişim üzerinde durmuştur. Palo Alto grubu
olarak da bilinen bu grubun çalışmaları sonucunda ailedeki güç, kontrol,
iletişim, ailenin yapısal organizasyonu ve hiyerarşi kavramları tanımlanmıştır.
Bu grubun çalışması daha sonra "stratejik terapi" adını alan sorun
çözme merkezli terapi türünü ortaya çıkarmıştır. (288)
*Don
Jockson ve "evlilik kuralları": Jackson, psikoanalitik
tedavinin iki kişi üzerine olan odaklanmasını etkileşime kaydırmış, aile
kuralları ve eşler arasındaki iletişim gibi kavramları kullanarak pragmatik
yöntemler geliştirmiştir. "Aile homeostazı", aile terapisinin otuz yılına
damga vuran kavram olarak tanımlanmaktadır. Değişime direnen ailelerin sistemik
özelliklerinin tanımlanması için kullanılmaktadır. (289)
*Virginia
Satir, "kendilik saygısı" ve "uygun iletişim": Aile terapisi eğitim
programını başlatan ilk kişilerden biridir ve aile terapilerine odaklanmasına
rağmen özellikle evlilik ilişkisiyle ilgilenmiştir. Satir kişinin başkalarını
nasıl algıladığına, nasıl düşünüp hissettiğine ve bunu diğerlerine nasıl
gösterdiğine dikkat ediyordu ve bu üç etkileşim tarzının çiftin sistemini
oluşturduğunu belirtiyordu. (290)
*Jay
Haley, güç ve sistemlerin netleşmesi: Haley için evliliğin temel dinamiği güç ve kontroldür.
Evlilikte sorunların, hiyerarşik yapısı belirsizleştiğinde, esneklik
olmadığında veya ilişki katı simetri veya tamamlayıcılıkla belirli olduğunda
ortaya çıktığını belirtiyordu. (291)
-Bir
çifte etkili girişimde bulunmak için, terapist, öncelikle eşlerin kendilerinin
güvende olduğunu ve kendilerine saygı duyulduğunu hissedebilmelerini
sağlamalıdır. Çift, terapistin onlara yardımcı olabilecek biri olduğu izlenimi
edinmelidir. (295) Terapist ilk seansta çiftin geliş yakınmalarını tartışmadan
önce, kişisel ve ortak ilgi ve becerilerini (kariyer, hobiler) sorarak çifti
tanımalıdır. Açılış cümlesi, "Sizi buraya getiren sorunlar hakkında
konuşmadan önce, bu sorunlar dışındaki hayatınız hakkında birşeyler duymak
istiyorum" şeklinde olabilir. Eşlerin ilgi ve becerileri terapi sırasında
değişim çabalarına uygulanabilen metaforlar sağlayabilir. (295)
9.PSİKODRAMA
- EROL GÖKA
-Psikodrama,
1930'lu yılların başında J.L.Moreno tarafından geliştirilen felsefe, kuram,
uygulama ve teknikler bütünüdür. Psikodrama genellikle grup terapisi yöntemi
olarak bilinse de, bazı küçük değişikliklerle aile terapisi ve bireysel
psikoterapü şeklinde de uygulanabilri. Yapılan çalışmalarda etkinliği,
özellikle eyleme dönük bir zihinliliği olan ergenlerin grup psikoterapilerinde
yararı ortaya konmuştur. (315)
-Çağdaş
psikodramanın keşfi sefaradik bir Yahudi ailesinin çocuğu olarak Romanya'da
doğmuş olan Moreno'ya aittir. Moreno, Fransız filozofu Henry Bergson'un yaşam
felsefesinden ve pragmatizmin kurucu filozofu Charles Sanders PEirce'den
oldukça etkilendiği için onları da psikodramanın öncülleri arasında saymak
gerekir. (320)
Boylam Psikiyatri Enstitüsü,
2013 basım, 2.baskı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder