-Çağdaş
seküler tıp aynı anda tenkit ve tehdit ettiği kadim dinsel perspektifin
başarısız taklitçisidir. O merhameti, doğallığı ve dengeyi dışsallaştırdığı dar
görüşlü kumanda odasından tüm zaman parçacıklarını -bilhassa geleceği- tayin
etmeye çalışır. Tıbba yönelen eleştiriler, onun her şeyi kendi kadrajından
bakmaya mecbur etme ve baktığı her şeyi kendi basmakalıplarına uydurma çabasına
dayanır. Tıbbın bu cüreti, elbette, modern insanın bedenine ve sağlığına,
dolayısıyla da ölümüne ve ölümlülük hakikatine atfettiği mübalağalı anlamla
ilişkilidir. Bütün bu durum tıbbı özgürleştirirken; hastayı bu özgürlüğün esiri
yapar. Bu yüzden patolojik olan şey hastalık ve hastanın bedeni değil de;
sağlık ve sağlık arzının kendisidir. Bu tenakuz, sosyal bilimsel tartışmanın
çıkış noktasıdır. (20)
-Hastalığın
çerçevesini sınırsızlaştıran tıbbi teşhis, sağlıktan ziyade yine hastalığın
katastrofunu vurgular (7.dipnot/Esasında bedensel sağlıkla sınırlı olmayan bu
teşhis temelli hastalık ve huzursuzluk üretimi, kişisel gelişimden pedagojiye
birçok sektörün yaygın stratejilerindne biridir. Burada önce normal davranışlar
uzmanlar tarafından anormalleştirilir, ardından herkesi bir noktasından
yakalayacak eksikliklerin ve arızaların semptomları işlenir, daha sonra
endişelendirilen insanlar bu semptomlara yoğunlaştırılır ve sonunda da çözüm
olarak ücret ödemeyi gerektiren adresler işaretlenir. Nihai kertede, her çözüm
arayışı yeni bir sorunun tespitine evrilir ki bu da uzmanın kalıcı müşterisi
olarak kişiyi yeni ödeme kalemlerine sürükler.) ve teşhis-sonrası süreci
tümüyle tıbbileştirmenin endüstriyel dayanaklarını türetir. Teşhisin geleceğe
bulaşan bu müdahaleci ürkütücülüğü, tedavinin geçmişten gelen başarı
verileriyle birleşerek hastayı sonsuza dek kendi kararının edilgen nesnesi
kılar. Bugün tıbbın kendi yanında sivil topluma, siyasi ve dini otoritelere yer
açmasından ya da bu otoritelerin dilinden konuşmasından açıkça
bahsedilebiliyorsa; bunun nedeni hastalığı, tedbiri ve tedaviyi mimleyen
söylemin işte böylesine "her yerde olma" haline ulaşmış olmasıdır.
(21)
-Modernliğin
parçalara ayırdığı yeni-insan, emellerinin ölçüsüzlüğüyle savruk; heveslerinin
belirsiziğiyle savunmasızdır. Hem yaşama karşı mesnetsizce cesur hem de ölüme
karşı amansızca korkaktır. Tıp, modern insanın çıkmazı olan ölümü hem bahane
ederek hem de sakınma imgesine tahvil ederek kendi ölümsüzlüğünü arar. Ölüm
tıbbın verimli çıkışsızlığıdır: Onu hem iter hem de çeker. Çünkü ölümlülük
algısı karşısında geliştirdiği kurtarıcı dil, bir şekilde tıbba keyfi hareket
alanı açar. Farklı bir söyleyişle tıp, varlığını ancak hastalıkla ve ölümün yer
açtığı tükenmiş ve bu yüzden teslim olmuş bedenlerle yeniden üretebilir. Fakat
bunun sonucunda yaşamın bütünlüğü, onun her anında üretilen (ölümden) kaçma
teşebbüsleri tarafından ufalanır. Bu nedenle "tıbba iman" bu asrın
temel buyruğuysa; "ölümden kaçınma" da tıbba imanın ana esasıdır.
(24)
-Pandemi
hiçbir şeyi kökten değiştirmemiş, zaten seri üretimli ifsada azmetmiş
dünyanın/dünyeviliğin hükümranlığını hızlandırmıştır. Gizliden gizliye otokrasi
örüntülerine eklemlenen tıp çağrıları da sağlıklı toplumun öncülü olma
varsayımıyla güç, kabul ve kutsiyet kazanmıştır. (29)
-Günümüzde
prenatal testlerle DNA analizi yapmak ve hücre parçacıklarının incelenmesiyle
anne karnındaki bebek hakkında kapsamlı genetik verilere ulaşmak çok kolaydır.
Beden üzerinde doğum öncesinde başlayan gözlemci ve şeffaf tahakküm
(15.dipnot/Le Breton bu tahakkümü mekanlardan bedenlere taşınan yeni
sömürgecilik formu olarak tanımlar. Bkz: Bedene Veda, Sel Yayıncılık, 2016
basım, sf:126) sürdürülmesi gerektiğine inanılan soluksuz takibin safi ilk
adımı değil; mazeretidir de. Nitekim her gözetim, tabiatı gereği, gözetlediği
şeyde eksilmeyen bir kusur öngörerek onu arar ve sonunda aradığını bulur.
Gözetim, bu kusurun ya zarar vericiliğinden ya da iyileştiriciliğinden
hareketle genellikle bir mükemmelleştirme stratejisi olarak belirir. Kusurları
benimsemek, yoksunlukla hüzünlenmek, ölümü içselleştirmek ve bu vesileyle
"gerçeğe uyanmak", modern bireyin kabusudur. Belki de buna istinaden
birey doğup büyüdükten sonra da onu mükemmelleşme halkasına sokan ve faniliğin
elemiyle yüzleşmekten alıkoyan tıbbi gözetim araçlarına ısrarla sarılır. (38)
-Evet
korkacağımız bir şey yok, çünkü sözde hijyenik ve riskten ari bir dünyada
yaşıyoruz. Yine de korkuyoruz, çünkü her türlü kötülük bulaşıcı bir olasılık
olarak her yerde kol geziyor. (43)
-Tıp
ve medya arasında geniş zeminli ve üretken bir mübadele vardır. Teknik
doğasındaki kolay hazmedilebilirliğiyle medya, tıbbi söylemin lehine kolektif
unutkanlık üretir. Buna mukabil tıbbi duruş da medyanın bilindik kaypaklığına
gözle görülür bir saygınlık ve ciddiyet atfeder. Bu nedenle medya ve tıp,
çözümden bahsederken sorun üretir; yol gösterirken izleyiciyi çıkışı olmayan
bir labirentin ortasına bırakır. Kitle iletişim araçları, yaşananlar hakkında
insanları bilgilendirirken; Richard Sennett'in tespit ettiği gibi (3.dipnot/Kamusal
İnsanın Çöküşü, Ayrıntı Yayınları, 2013 basım, sf:364) kişileri
eylemsizleştirir ve olaya müdahil olma hakkını yetkisizleştirir. Sağlık, medya
mesajları aracılığıyla gündelik hayatın orta noktasına alındıkça ve "iyi
beden" yaşama gayesi oldukça; hekimlik gibi çerçevesi hayli belirgin bir
meslek bile her şeyi bilmeye ve kontrol etmeye olanak tanıyan tuhaf bir
belirsizliğe bürünür. Bu bedenin kendisi, medyalaşan tıbbın ve tıbbileşen
medyanın kronik olarak manipüle ettiği türdeş muğlaklığın yuvasıdır. Beden
artık gerçek varlık değildir; daha ziyade, güdümlü bir proje, hayali bir kutgu
ve öznel bir yorumdur. (46)
-Ölüm
ile teknoloji, yavaştan bir yakınlaşmanın ötesine geçerek birbirinin içine
girer. Amaç, ölümlülüğü hayattan silmenin mümkün olmadığı durumlarda onu
aşırı-göstergeleştirerek anlamsız hale getirmektir. Bu inancı diri tutan seri
sistemlerle gerçekleştirilen ölüme karşı duruş, kişinin kendi ölüm mekanını
belirleme iradesi dahil olmak üzere, yaşamı tümden fetheder. (56)
-İçinde
yaşadığımız modern toplumun bir parçası, belki de bir aynası olarak yoğun bakım
ünitelerinde ölüme yaklaşanların önünde bireysel, belirgin ve sınırsız bir
zaman yoktur. Ölüm döşeğinde kalıcı kişisellik ve biriciklik değeri kazanan
yatak, yoğun bakım kültüründe yalnızlık, ötelenmişlik ve unutuş olarak
imgeleşir. Modern gündelik yaşamın en alelade kesitlerinde olduğu gibi burada
da düşünmeye yer yoktur. Ölümün mekansızlaştığı bu yokluk uzamında hikmetsiz
bilgiler ve edimsiz bekleyişler hakimdir. Bu an ve mekan, tıbba imanın çıkmaz
sokağıdır. (63)
Ketebe
Yayınları, 2022 basım, 1.baskı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder