13 Ağustos 2025

TÜRK MODERNLEŞMESİ – ŞERİF MARDİN

-II.Abdülhamid, “Batıcılığı” Batı’nın tekniğini, idari sistemini ve bilhassa askeri teşkilatını ve eğitimini alma şeklinde anlıyor; bunun yanında Müslümanlığı tebaası arasında güçlendirmeye çalışıyordu. Bu amaçla, Harbiye, Mülkiye ve Askeri Tıbbiye’nin programları geliştirilmiş, okullarda bilgili bir kuşak yetişmiştir. Her üç kuruluşun öğrencileri ders programları icabı 19.yüzyıl müsbet bilimlerinin Batı’nın esas güç kaynağını oluşturduğunu görüyorlardı. Böylece Batı’yı Batı’da geliştirilen müsbet bilimle bir tutan bir kuşak yetişti. Bu kuşak Batı’yı aynı zamanda güçlü olmaya prim veren bir uygarlık olarak görmeye başladı. Batıcılığın güçlükle bir sayılması eski dinsel değerlerin ancak milli gücü artırdıkları oranda önemli oldukları kanısını yerleştirdi.

-Toplumların eğitim, teknoloji, siyaset, hukuk, iktisati sanat veya dine ilişkin sorunlarını çözdükleri kendilerine özgü yola, o toplumun kültürü denir.

-İdeoloji var olan bir sosyal yapıyı devam ettirmeye veya yenisini yaratmaya yarayan bir fikir yapısıdır.

-Bir insan dünyayı “yönetenler” ve “yönetilenler” diye ikiye ayrılmış görüyorsa ve eğer onun dünyaya karşı tutumu bu gruplardan birine dahil olmasına dayanıyorsa, bu “yerel” bir tavırdır. Fakat bir insan kendisini “insanlığın” bir parçası olarak görüyorsa bu evrensel bir tavırdır. Hiçbir kültür, yöneliminde yalnız evrensel veya yerel değildir fakat evrenselliğin modernleşme ile birlikte gelme eğilimi vardır.

-Araba Sevdası, 1839’da Tanzimat Fermanının ilanından sonra Türkiye’de bazı yeni sınıfların takındığı yüzeysel batılılaşma tavrını yerer.

-Namık Kemal’in ve Yeni Osmanlıların merkezi grubunun liberal meşrutiye'yi ve temsili demokrasiyi destekledikleri söylenebilir.

-Halkın ahlaki çöküntüyü Batılılaşma ile bir tutması da bir rastlantı değildir. Osmanlı imparatorluğunda 19.yüzyılda ve 20.yüzyılın başlarındaki yeniliğe karşı hareketlerin hepsinde bu ideolojiyi görürüz. Bazen üst sınıflar bile bu görüşü paylaşmaktan kaçınamıyordu. Örneğin, Osmanlı imparatorluğunun ciddi bir tehlike ile karşı karşıya olduğu ortaya çıkınca, İttihat ve Terakki komitesinin kadınlara ilişkin bütün ilerici eğilimleri durdu. Enver Paşa, kızlarını Boğaz’da güneşlenirken gördüğü bir kumandanı, Çanakkale’de yerinden aldı ve 1917’de hükümetin teşkil ettiği bir komite kadın eteklerinin uygun boyu üzerinde ciddi bir tartışmaya girdi.

-Burada spekülatif olarak diyebiliriz ki, kadınlarla olan ilişkilerde duygululuk, geleneksel tavırların zayıflamasının ilk ürünlerinden biridir.

-Osmanlılar din ve devleti “tev’em” saymışlardır; fakat yapılan araştırmalar bu ikizden “devlet”in Osmanlılar arasında hiçbir İslami devlette kazanmadığı bir önem kazandığını göstermektedir. Daha çok Arap kültürünün hakim olduğu ülkelerde geçerli olan zaman zaman Osmanlıların “gerçek” İslami devleti ortadan kaldırdıkları, bir tür “Moğol” idaresi getirdikleri şeklindeki suçlamalar, Osmanlıların bu siyasal özelliğinden kaynaklanmaktadır.

-Kemalizm, Batı’da “aydın despotizmi” adı verilen siyasal görüşün siyasal teorisini oluşturuyordu. Kemalizm, aydın despotizminin kuram haline getirilmiş düşüncesiydi. Kemalistlere göre güçlü bir devleti aynı zamanda güçlü ve problemsiz bir orta sınıfa dayanan bir devletti. Devletin bu açıdan görevi tebaaya eğitim ve ticareti kolaylaştırmak, onları koruyarak birer “üretici” haline getirmek ve bu yolla elde edilen vergilerden yeni tipte bir orduyu, bürokrasiyi ve genel olarak devlet kurumlarını güçlendirmekti. Avrupa’ya düzenli bir şekilde giden ilk Osmanlı diplomatları (1795) devlet sistemlerini incelemeye başladıklarında, Kıta Avrupası'nda böyle bir sistemle karşılaşmışlardı.

-Şinasi, Batı düşüncesinin derinliklerini anlayabilmiş ve o düşüncenin “laik”liğini kavrayabilmiş ilk düşünür olarak karşımıza çıkar.

-“Türk”lerin en eski tarihlerden beri medeniyete katkıları olduğunun ilk defa altını çizen, Abdülaziz’in askeri okullar nazırı Süleyman Paşa idi. Süleyman Paşa’nın askeri okullarda okutulmak için hazırladığı tarih Türklerin Orta Asya tarihinden başlıyordu.

-Osmanlı geleneğini sürdüren model, tek idi. Siviller şikayet eder (şimdi gazete makaleleri vasıtasıyla) din adamları onların protestolarına haklılık sağlar ve camilerde Cuma vaazlarıyla hoşnutsuzluğu yayarlar ve askerlerde rejimi devirmek için gerekli gücü elde ederlerdi.

-Ulemanın yeni toplum kavramlarına uyum göstermelerindeki yetersizliklerinden dolayı, Türk hürriyet tarihi giderek artan bir ölçüde, laik entelektüellerin işlevi olmuştu.

-Sultanın isteği üzerine hükümdara itaati emreden 25 hadisin derlenmesi II.Mahmud’un siyaset teorisinin tek ama çok önemli bir katkısı olarak görünüyordu.

-Günlük dildeki zengin bir edebiyatın yararının güçlü milli bağları yaratması olduğu fikrinin ilk defa ortaya çıkışı Namık Kemal’in yazılarındadır.

-Türkiye, kelimenin mutad anlamıyla gelişmekte olan bir ülke değildir; o, birkaç asırdır bünyesinin özelliklerini sürdüren bir devlettir.

-Türkiye, yakın zamanlara kadar Marksist fikirlerin kök salamadıkları ve marksist partilerin köprübaşı oluşturamadıkları bir ülke olarak tanınıyordu. Türk Marksizminin teorisyenleri, muhtemelen tüm dünyadaki Marksist teoriye katkıda bulunanların en yetersizleriydiler. Bu kavrayış eksikliğinin, endüstriyel altyapı yokluğuyla hiçbir ilişiği yokmuş gibi görünüyor. Yüzyılın başlarında, ömürlerinin 15 yılından fazlasını Londra, Paris ve Cenevre’de Abdülhamid’e muhalefetle geçiren Jön Türklerin hiçbiri, ister yazılarında, ister bilinen mektuplaşmalarında olsun, bir kere bile Marx’a atıfta bulunmayışları, Türk siyasi düşünce tarihinin çarpıcı bir özelliğidir. Bununla birlikte, Marx’ın böylesi bir ihmali, Birinci Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’da bulunmuş Japon ya da Çin entelektüellerinin bir karakteristiği değildi.

-Demokrat Parti’nin muhalefete yönelik tahammülsüzlüğü, seçkin kültürden farklı olmakla beraber, Türk kırsal nüfusunun daha müsamahalı olmadığını gösterir.

-Köylünün korunması gerektiği yolundaki Osmanlı devletinin tavrı, eylemde gözetilmekten çok yersizlik olarak görülmüş, ama Osmanlı’nın çöküş sürecindeki olaylar boyunca bir ideal olarak varlığını sürdürmüştür.

-İnönü’ye göre, Atatürk –Türklere münhasıran kalması şartı ile- Türkiye’de iktisadiyatı geliştirecek bir grubun palazlaşmasına taraftardı. İnönü ise kendini daha “devletçi” bir uçta görüyordu.

-Türkiye’de toplumsal hareketlilikle ilgili olarak akılda tutulması gereken; şehirlere göçle birlikte, kasabalardaki küçük iş, zanaat ve meslekler düzeyindeki yapının yeni kişilerce doldurulduğudur. Bu bakış açısı altında toptan sosyal değişme, şehirleşmeden kaynaklanandan çok daha büyük olmaktadır.

-Modern milliyetçilik anlayışını “ülke”ye dayandırma çabası Yeni Osmanlılarla başlamış olan bir çaba idi.

İletişim Yayınları, 2018 basım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...