-Sosyolojiyi
Batı'da ortaya çıkaran koşullarla, Osmanlı'da hemen kabul görmesini sağlayan
koşullar arasında büyük farklar bulunmaktadır. Osmanlı yöneticileri,
ideologları ve aydınları, sosyolojiyi, Osmanlı devletini kurtaracak sihirli bir
güç olarak değerlendirirler. Başka bir ifade ile sosyoloji, Batı'da pek çok
toplumsal, ekonomik, kültürel, siyasal ve uluslararası nedene bağlı olarak
doğmasına karşılık, Osmanlı'da siyasal kaygılarla gündeme gelmiş ve
yerleşmiştir. Batıcılaşma sorununa kesin çözüm bulmak, ülkeyi yıkmaktan
kurtarmak gibi siyasal kaygılarla Osmanlı'ya, Türkiye'ye giren sosyoloji bu
temel işlevini, 2000'ler Türkiye'sinde de genel hatları ile sürdürmektedir. (12)
-Türkiye'de
sosyologlar, sosyolojiyi, Türkiye toplumunu Batılı toplumlara benzetme ve
ülkeyi yıkılmaktan kurtarmak gibi iki genel amacı gerçekleştirmek üzere, bir
araç olarak aktarmışlar bunu başarmak için de siyasetin içinde ya da yanı
başında durmuşlardır. (13)
-Batılı
sosyologlara göre endüstri olayı Batılı toplumlara iki yönlü bir gelecek vaat
etmektedir. (1) Dünyayı kesin şekilde egemenlik altına alıp Batı adına sömürmek
(2) Batı'da geçerli olan eski rejim kalıntılarını ve sınıf ilişkilerini tasfiye
ederek yeni sınıflara daha çok özgürlük ve hareket alanı sağlamak, Batı sömürü
sisteminin sağladığı artık değerden Batılı kitlelere-yeni sınıflara daha çok
pay aktararak, onları sistemle bütünleştirmek, sisteme entegre etmek. (23)
-32.dipnot/Napoleon,
Fransız ordusunda önemli görevlere getirilmeden önce, Selamet-i Umumiye
Komitesi'ne bir dilekçe vererek Osmanlı ordusunda görev almak ister, ancak bu
isteği cevaplandırılmaz. (29)
-Fransız
Devrimi, özellikle dış faktörlere, toplumlararası ilişkilere bağlı olarak,
15.yüzyılda başlayan ve 16.yüzyılda Batı toplumlarında hızlanan bir sürecin
sonucudur. Fransız devrimi, Batı'da burjuvazinin zaferidir. Napoleon savaşları
ise, Fransız Devrimini dışa yaymak ve aynı zamanda burjuvazi adına dünya
egemenliğini ele geçirmek için girişilen yayılmacı bir politikanın askeri
açılımlarıdır. (34)
-Doğu
sorununun tarihte aldığı biçimleri; a)Roma döneminde olduğu gibi, Doğu'nun
bütünüyle denetim altında tutulması, b) Haçlı seferleri ile belirli köprü
başlarının ele geçirilmesi, c)Kapitülasyonlarda görüldüğü üzere, başka
ülkelerden ayrıcalıklar elde etmek şeklinde özetlemek mümkündür. Bu üç dönemin
ve üç farklı uygulamanın ortak özelliği, Doğu-Batı ilişkilerini değiştirmeyi
değil, avantajlı duruma geçmeyi amaçlamasıdır. (35) Doğu-Batı çatışmasının
tarih sahnesine çıkması ile birlikte var olan Doğu sorunu Yakın Çağ'la,
19.yüzyılla, birlikte anlam değiştirmiştir. (35)
-Cezayir,
Batı'nın Mısır'ı işgal girişiminden sonra Akdeniz'de ele geçirdiği ilk Müslüman
ülkedir. (69.dipnot/Fransa'nın Cezayir'i işgal nedeni olarak gösterdiği olay,
çocukları bile güldürecek niteliktedir. Cezayir dayısı Hüseyin Paşa'nın
Cezayir'in Fransa devletinden alacaklarının ödenmemesi üzerine konsolosla
yaptığı bir alacak-verecek tartışması sonunda hiddetlenerek elindeki yelpaze
ile konsolosa 2-3 kere vurması (1827), Cezayir'in işgal nedeni olarak
gösterilir.) Cezayir'in ele geçirilmesinden sonra Batılı ülkelerin yeni hedefi,
Müslüman nüfusun yaşadığı bazı İslam ülkelerinin işgali olmuştur. (51)
-Fransız
ve Alman kaynaklı Türkoloji çalışmalarının hedeflerinden biri de Türkçülük
hareketinin ortaya çıkarılarak, Doğu'ya ulaşma politikaları doğrultusunda,
Rusya'ya karşı kullanılmasıdır. Dolayısıyla, Fransızların başlattıkları
Türkoloji çalışmalarının Tükçülük akımına dönüşmesi ve Rusya'ya karşı
kullanılması, Fransızların temelini attığı, Almanların geliştirdiği yeni bir
politika olarak karşımıza çıkmaktadır. (63)
-Islahat
Fermanı, Tanzimat Fermanı'nın daha geliştirilmiş ve netleştirilmiş şeklidir.
Niyazi Berkes iki fermanı karşılaştırırken şunları söylemektedir: "1839
bildirisini Müslümanlar için çıkarılmış olarak nitelersek, 1856 bildirisini de
Hristiyanlar için yayınlanmış bir belge sayabiliriz. İkincisi, birincide kapalı
kalan bazı yanları açığa çıkardığı ve daha çatallı sorunları işaretlediği için
birincisi gibi sessizlikle karşılanmadı. Çeşitli yönlerden eleştirilere uğradı."
(135.dipnot/ Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, Doğu-Batı yayınları,
tarihsiz, s.211) (79-80)
-Yeni
Osmanlılar gibi ardından gelen İttihat ve Terakki Cemiyeti mensupları da Türk
halkına dayanmıyordu. Belki aralarında halkın içinden gelenler ve halkın içinden
geldikleri için halkın söylemlerini dile getirebilecek isimler vardı. Ancak
onlar da çok kısa sürede Batılı fikirlerin etkisiyle yabancılaşma girdabına
girerek halktan uzaklaştılar. Bu karşıt aydınlar grubu, Batı'dan aktarılan
reformlara karşıymış gibi görünmelerine rağmen, Avrupa'ya hayrandılar.
Fikirleri belirginleşmemiş, sağlam sayılabilecek bir zemine oturmamıştı. Rejim
ve sisteme değil, başta olan padişaha ve daha çok üst düzey yöneticileri karşı
oluyorlar, onlar değiştirilince mevcut sorunların çözüleceğine inanıyorlardı.
Padişah ve üst düzey yöneticilerle ters düştüklerinde Avrupa'ya kaçıyorlar,
orada da devletten para yardımı alıyorlar, daha üst bir görev önerildiğinde de
ülkeye geri dönüyorlardı. Dolayısıyla karşı çıktıkları yöneticilerle zaman
zaman iş birliği yapmaktan, iktidardan pay almaktan da çekinmiyorlardı. Karşı
oldukları aynı padişahtan bir süre sonra ödüller, nişanlar, para yardımı
alabiliyorlardı. Sürgünde bulunmadıkları zamanlarda ise genellikle iktidarın
alt ve orta kademelerinde görev alıyorlar, yüksek maaşlı devlet memuriyetlerini
paylaşıyorlardı. (170.dipnot/ Taner Timur, Osmanlı Çalışmaları, V Yayınları,
Ank, 1989, sf:300) Bu arada yabancı ajanlarla, entrikacılara alet olmaktan
kurtulamıyorlardı. Kısaca ne eylemleri ne de fikirleri netleşmişti. Oportünizm
ve belirsizlik temel özellikleriydi. (93)
-Sosyal
Darwinizm ve organist sosyolojinin düşünsel içeriğinin Türkiye'nin toplumsal
sorunlarını çözmek bir yana Türk toplumunun yaşamasına bile izin vermeyen
ögeler içerdiği anlaşılınca, yavaş yavaş terk edilmiş ve onun yerine
pozitivizmi de kapsayan sosyolojist ekol benimsenmiştir. İttihat ve
Terakki içerisinde lider konumda olan sosyal Darwinizm savunucuları, sosyal
Darwinizm ve organist yaklaşımla birlikte tasfiye edilirken, bu yaklaşımların
yerini sosyolojizm, pozitivizm ve milliyetçilikle bunların savunucuları
almıştır. (103)
-Fransızların
Napoleon döneminde geliştirdiği ve İngilizlere karşı kullandığı iki farklı
siyasetle Doğu'ya ulaşma politikası, 19.yüzyıoın son döneminde Almanlar
tarafından sürdürülmüştür. Bu iki farklı siyasetle, Almanlar, Rusya üzerinden
Doğu'ya ulaşma politikası çerçevesinde Rusya'ya karşı Türkçülükten; Osmanlı
üzerinden Basra Körfezine ulaşma politikası çerçevesinde de İngiltere'ye karşı
İslamcılıktan yararlanmaya çalışmıştır. Dolayısıyla, Almanya Doğu'ya ulaşma
politikaları çerçevesinde İngiltere'ye karşı İslamcılık, Rusya'ya karşı
Türkçülük gibi iki yeni siyaset geliştiriyor ve bunları gerektirdiği zaman
kullanmak için birbirinden uzak tutuyordu. (116)
-Bu
noktadan hareketle Türkiye'de milliyetçilik düşüncesi, kültürel kaynaklarla
gelen Fransız, siyasal etkilerle gelen Alman, Orta Asya Türkleriyle gelen Alman
ve Rus düşüncesi ve yine Orta Asya Türklerinin Rus düşüncesinden aktardıkları
halkçılık anlatışı çerçevesinde şekillenmiştir. (141)
-Türkiye'de
İslamcılık ve Türkçülük gibi iki bağımsız siyasal akımın nasıl ortaya
çıkarıldığını yukarıda anlattık. Almanya hangi ülke ile ittifak kurarsa onun
üzerine kurguladığı siyasal akımı tasfiye edeceğini belirttik. O nedenle,
Türkçülerle İslamcılar özenle birbirlerinden ayrı tutulmuşlardır. Bu siyasal
akımlar ortaya çıkarılmadan önce Osmanlıda Türk ve Müslüman ayrımı gibi bir
sorun yoktur. Birbirine yakın olması gereken Türkçülük ve İslamcılığın
birbirleriyle uzlaşamamasını burada aramak gerekmektedir. Bu iki akımın Osmanlı
ve Türkiye'deki gelişmesi dünya siyasetindeki gelişmelere bağlıdır. 1.Dünya
Savaşı sonrasında yeni bir dünya siyasetine ortak olamayışımız, İngiltere'nin
savaştan galip taraf olarak çıkması, Türkiye'nin kendini Batı'ya yakın
hissetmesi, Turancılığın uzak ülkü olarak tanımlanmasına, İslamcılığın da
tasfiye edilmesine neden olacaktır. Yine, yeni Cumhuriyet'in Sovyetler Briliği
ile yaptığı anlaşmalar doğrultusunda bu devletin sınırları içerisinde yaşayan
Türk kökenlilerle, Türkiye Türklerinin ortak etnik köken sorunu gündem dışında
tutulacak, dünya siyasetindeki yeni gelişmeler doğrultusunda, Türk
milliyetçiliğinin kaynağı olarak, antik Anadolu uygarlıkları ve mevcut Anadolu
halkının folklorik özellikleri benimsenecek, ulusçuluk, Batı'nın kurduğu yeni
sistem içerisinde, yeni bir siyaset olarak benimsenecek ve sorunlar Batıcılaşma
ile çözümlenmeye çalışılacaktır. Bu yeni resmi Türk ulusçuluğu çizgisi, Sovyet
Türkleri ve Türk birliği konularına ağırlık veren kesimle ilişkiyi koparacak
(274.dipnot/ Göksu-Özdoğan, "Türk Ulusçuluğu ve Türki Cumhuriyetler:
Kavramsal ve Tarihsel Bir Yaklaşım" Toplum ve Bilim, Sayı:62,
Yaz-Güz,1993, sf:66) (145-146)
-Organist
ve Marksist sosyoloji akımları Türk toplumunun sorunlarını uluslararası
ilişkiler düzeyine yerleştirmemiş, iç dengelerle açıklamaya çalışmışlardır.
Yine bu sosyoloji akımları, Osmanlı toplumsal sorunları ile örtüşen bir düşün
yapısından diğer ekollere göre çok daha uzak kaldıklarından, etkili ve
toplumun-devletin benimseyebileceği bir siyasal açılımı temsil etmediklerinden,
hatta Osmanlı toplumuna yaşama olanağı tanımayan görüşleri çağrıştırdıklarından
etkili olamamış, görmezlikten gelinmişlerdir. Ayakta kalabilenler ise Durkheim
ve Le Play'ın sosyolojik görüşlerine dayalı olarak kurulmuş olan iki ekol
olmuştur. Bu iki ekolün ayakta kalmasının nedeni, Türkiye'deki iki temel
siyasal eğilime düşünsel önderlik yapmaları ve Türkiye'nin sorunlarına belirli
bir siyasal açılım önermelerinden kaynaklanmaktadır. (153)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder