-Talat
Bey'in memurluktan sivil paşalığa ve sadrazamlığa yükselmesinin ardındaki
nedenler arasında telgrafçılığı önemli bir yer tutmaktadır. Yine Ziya Gökalp'in
1905'ten sonra hızlı şekilde siyasal bir kişilik haline gelmesini, Diyarbakır
Postahanesi'nin işgalini planlayanlar arasında yer almasında aramak gerekir.
Ziya Gökalp'in bu işgaldeki rolü, İstanbul'la Doğu'nun haberleşme merkezi olan
Diyarbakır'ı devreden çıkarması, onu muhalif çevrelere nezdinde önemli bir
noktaya getirmiştir. (40-41)
-Gökalp'in
Osmanlılıkla belirtmek istediği şey Osmanlıcılıktır. Çünkü, Osmanlılk III.Selim
ve Tanzimat öncesinin yerli siyasetidir. Batı dışı bir siyaset olan Osmanlılık
artık işe yaramamaktadır. Geçerli kabul edilen yeni siyasetin adı Batıcılaşmak
ve onun iç siyasetteki uzantısı, Tanzimat ideolojisi olan Osmanlıcılıktır.
Yukarıdaki görüşleri ile Gökalp, düşünsel yaşamının ilk döneminde,
Osmanlıcılığı benimsemiş, övmüş ve savunmuştur. Osmanlıcılık, Müslüman ve
Hıristiyan Osmanlı tebasını bir arada tutacak olan en önemli birleştiricidir.
Gökalp'in Osmanlıcılık siyasetine bağlılığı ve inancı Selanik yıllarında
sarsılmış, 1911'de başlatılan Yeni Hayat anlayışı ile tamamen bitmiştir. (47)
-Birinci
dönem Gökalp'i etkileyen düşünce akımları; Osmanlıcılık, İslamcılık ve
Batıcılıktır. Bir başka anlatımla, Gökalp, düşün yaşamının birinci döneminde
sıkı bir Osmanlıcı ve belli ölçüde İslamcıdır. Osmanlıcılık ve İslamcılıktan
uzaklaştıkça iç siyaset açısından milliyetçiliğe yaklaşmıştır. Düşün yaşamının
her iki, hatta üç dönemindeki ortak bileşen ise Batıcılıktır. (48)
-1909-1918
yılları Gökalp'in bazı görüşlerinin doruğa ulaştığı ve yine birçok görüşünün
geçerliliğini yitirdiği bir dönemdir. Gökalp, düşün yaşamının ikinci evresinde
önemli bir siyaset bilimci, ideolog ve düşünürdür. Düşünsel gücünün sınırları
ve boyutları, yetkinliği, genel bakış açısı ve temel teorileri bu dönemde
ortaya çıkmıştır. (52)
-İttihat
ve Terakki içerisinde dönmelerin oldukça etkili oldukları, İttihat ve Terakki
Cemiyeti'nin kuruluş ve gelişme dönemlerinde, masonik gizlilik ilkelerinden
yararlandığı bilinmektedir. Yine o dönemde, Osmanlı kamuoyunu yönlendiren,
siyaset yapan, devlet politikalarını etkileyen birçok isim dönmedir.
(128.dipnot/Ünlü İttihatçı ve maliyeci Cavit Bey, Selanikte Yeni Asır
gazetesini çıkaran Fazlı Necip Bey, ünlü gazeteci Ahmet Emin Yalman, Gökalp'in
en önemli devamcılarından ve Yahudilerin Türkleşmesini savunan, yazdığı eserlerle
Kamlizmi dünyaya tanıtan Tekin Alp gibi.) (64)
-Orhan
Koloğlu'nun da belirttiği üzere, İttihaçıların tümünü mason olarak kabul etmek
mümkün değildir. Kesin bir liste verilememekle birlikte, birçok İttihatçı
liderin mason olduğu bilinmektedir. Bu liderler arasında Talat Paşa, Cemal
Paşa, Cavit Bey, Tevfik Bey, Manyasizade Refik Bey, Mithat Şükrü Bleda, İsmail
Canbolat, Bahattin Şakir, İbrahim Temo, Resneli Niyazi (131.dipnot/Koloğlu,
İttihatçılar ve Masonlar, Gür yayınları, 1991 basım, sf:45) Ziya Gökalp ve
Celal Bayar ilk anda hatırlanan isimlerdir. (132.dipnot/Cumhuriyet döneminde
görev yapan pek çok bakan ve milletvekilinin de mason olduğunu belirtelim.
Bunlar arasında en tanınmışları; Kazım Özalp, Hasan Saka, Suat Hayri Ürgüplü,
Tevfik Rüştü Aras, Şükrü Kaya, Mustafa Necati, Hasan Ali Yücel, Vasıf
Çınar.)Hatta 1906-1908 döneminde Mustafa Kemal'in de masonluğa yakın durduğu
Koloğlu tarafından belirtilmektedir. (65)
-Z.F.Fındıkoğlu'nun
deyimi ile, Ziya'nın hayatında Selanik'e gelinceye kadar olan safha onu dini ve
tasavvufi bir fikir hayatı içinde yaşattı. Diyarbakırlı Ziya, Selanik'te Gökalp
olurken ismi ile beraber ruhu da değişti. Madden olduğu gibi manen de
Diyarbakır'la ilgisini kesti. (137.dipnot/Z.F.Fındıkoğlu, Ziya Gökalp İçin
Yazdıklarım ve Söylediklerim, İstanbul, 1955, sf:9-16) Gökalp, Selanik'te
yeniden formatlandı, şekillendi ve bu özellikleri ile, derin etkiler altında
İstanbul'a geldi. Diyarbakır'da alt yapısını hazırlayan Mehmet Ziya, önce
Selanik ve ardından da İstanbul'da büyük bir dönüşüm geçirdi ve herkesin
tanıdığı Ziya Gökalp oldu. (67)
-Gökalp,
toplumsal sorunların siyasal boyutlu olduğunu ve yine siyaset aracılığı ile
çözüleceği anlayışını benimsediği için sosyolojiyi tercih etmiş; İttihat ve
Terakki'nin Batıcı ve ulusalcı yeni siyasetine destek sunmak üzere sosyolojiye
yönelmiştir. (69)
-Tarihsel
ve toplumsal sorunların ağırlığı, tıkanmışlığı, çözümsüzlüğü ve zorlaması
Gökalp ve arkadaşlarını 1911'den itibaren Osmanlıcılık ve İslamcılıktan
milliyetçiliğe yöneltmiştir. Milliyetçilik, Gökalp ve arkadaşlarının önünde
Yeni Hayat olarak adlandırılan umut dolu bir dünya açmıştır. Yeni Hayat ya da
milliyetçilik, Türk toplumuna ve bireyine yeni bir kimlik vaad etmektedir. Yeni
kimlik değişimi, topluma Batıcılaşma anlamında milliyetçi-modernleşmeci ulusal
devleti; bireye de aynı doğrultuda şekillenen yeni bir aile, din, ekonomi ve
meslek anlayışı sunmaktadır. (80)
-Gökalp
1917'de, Batı'ya çok daha yakındır. 1919'da Malta'da uygarlık bakımından
Avrupa'dan çok geri olduğumuz noktasına gelmiştir. (192.dipnot/ Ziya Gökalp,
Malta Konferansları, Haz: Fahrettin Kırzıoğlu, Ank, 1977, sf:114) Tanzimat
kültürü (193.dipnot/ Gökalp'in Tanzimat dönemini şiddetle eleştridğini
ilerleyen bölümlerde göreceğiz) Avrupa uygarlığı ile ulusal kültür arasında bir
çekişme değil, dayanışma görmektedir. Türk milletinin Batı uygarlığına girmesi,
milli hayata hiçbir şey kaybettirmeyecek, buhran doğurmayacaktır. Uygarlık
uluslararasıdır. Bir millet birkaç uygarlığa mensup olabilir. Türkler eski
uygarlıklarının birçok geleneğini korudukları gibi İslam ve Avrupa
uygarlıklarından da birçok gelenek almıştır. (194.dipnot/Gökalp, Makaleler
VIII, Kültür Bakanlığı, 1982, sf:110) Türkler bu senteze ulaşmadan önce
ümmetçiler kültürün, Tanzimatçılar uygarlığoın sahte temsilcileriydi. Türkçüler
ümmet anlayışı yerine milli kültürü, Tanzimatçılar irfan yerine modern
uygarlığı koymuşlardır. (195.dipnot/ Gökalp, Terbiyenin Sosyal ve Kültürel
Temelleri I, MEB, 1992, sf:270-277) (85)
-Ziya
Gökalp, siyasal ve sosyolojik konularda çatıştığı ve uzlaşamadığı, Prens
Sabahattin'in liberal ekonomi anlayışına dayalı görüşler doğrultusunda ürettiği
memur sınıfına yönelik eleştirilerine katılmaktadır. Her iki sosyolog da artık
devletin kapıkuluna değil, burjuvaziye dayanması konusunda fikir birliği içerisindedirler.
Bu bakış açısı, Osmanlı geleneğinin tasfiyesi ve Batı ekonomik modellerinden
liberalizmin kabulü anlamına gelmektedir. (96)
-İkinci
dönem yazılarında, Batı uygarlığına kuşku ile bakan Gökalp, Tanzimat'ın
Batı'dan yaptığı aktarımları, keskin bir dille eleştirir. Bu eleştiri nedeniyle
Gökalp'i anti-Tanzimatçı olarak değerlendirmek mümkündür.
(248.dipnot/Cumhuriyet döneminde üst yönetim kademelerinde bulunan bilim ve
siyaset adamları Tanzimat dönemi reformlarını Cumhuriyet devrimlerinin başlangıcı
olarak değerlendirip olumlarlar. Bugün de aynı görüşte olan sosyal bilimcilere,
Kemalistlere rastlanmaktadır.) Tanzimat'ın milli kültüre önem vermeksizin
Avrupa uygarlığını taklit etmesi, milli duygulara zarar vermiştir. (49.dipnot/
Gökalp, Makaleler VIII, Kültür Bakanlığı, 1982, sf:159) Avrupa uygarlığı hiçbir
milletin kültürünü inkâr ve yok etmeye çalışmadığı halde, Tanzimatçılar bütün
irfanı milletlerarası uygarlıktan ibaret sanarak, milli kültürü tamamıyle ihmal
etmiştir. Onların anladığı Avrupa uygarlığı, Beyoğlu levantenlerinin uygarlık
anlayışından ileri gitmiyor, Tanzimatçılar, Avrupa'yı ancak tatlısu
frenklerinin gözleriyle görebiliyorlardı. Avrupa'nın bilimsel yöntemlerini,
felsefi anlayışlarını, estetik ve ahlaki kaygılarını benimsemeye kesinlikle
çalışmıyorlardı. (250.dipnot/ Gökalp, Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri
I, MEB, 1992, sf:274) (103)
-Türkiye'de
İngiltere'nin Osmanlı politikalarına sıcak bakmayan bir grup aydın-bürokratın
Malta dönüşü İngiltere ile ilgili değerlendirmelerinde önemli değişmeler
olmuştur. Gökalp örneğinde olduğu gibi, 1910'ların başlarında Batıyı fazla
ciddiye almayan, önemli ölçüde eleştiren çevrelerin Batı ile ilgili
değerlendirmeleri, I.Dünya Savaşı sonuçlarının ortaya çıkmasıyla yeniden
biçimlenmeye başlamıştır. Kesin sonuçlar ise Malta dönüşü ortaya çıkmıştır.
Malta'da geçmişi değerlendirme fırsatı bulan aydınlar, önceki fikirlerinin en
azından bir kısmının yanlışlığına hükmetmişlerdir. 1904-1905 Rus-Japon
Savaşı'ndan sonra Rusların çıkardığı sonuçları, Kurtuluş Savaşı sonrasında
Türkler de çıkarmışlardır. Artık İngilizlerle ilgili eski bilgilerin
yetersizliğine karar verilip, İngilizleri birincil kaynaklardan tanımak üzere
Malta'da bulunan pek çok eski yönetici İngilizce öğrenmeye başlamıştır. Bıu
düşünsel dönüşümü tüm açıklığı ile Gökalp'te de görmek mümkündür. Gökalğ Ekim
1922'de yayınladığı bir makalesinde aynen şöyle yazmaktadır: İngiliz milletini
tanıyamamak yüzünden, her millet çok zarar çekmiştir. Hele bizim uğradığımız
zararların haddi hesabı yoktur. İngilizler milli menfaatleri için başka
milletleri mahvetmekten çekinmezler.(293.dipnot/ Gökalp, Makaleler, VII, Kültür
Bakanlığı,1982, sf:138-142) Malta süreci sona erdikten sonra İngilizlerle ters
düşmeyen isimler devlet yönetiminde yer alırlar. Bir önceki dönemde idamla
yargılananlari İngilizlerle uzlaştıktan sonra emekliliklerinde çekildikleri
çiftliklerinde rahatsız edilmeden yaşamlarını sürdürürler. (294.dipnot/
Teşkilat-ı Mahsusas'nın önemli isimlerinden Eşref Kuşçuoğlu gibi) Daha birkaç
yıl öncesine kadar Ermeni kırımından, İngiliz çıkarlarına aykırı
davranışlarından suçlu bulunan ve ölüm cezası talebi ile yargılanan isimlerin
gerçekten bu tür suçlarının olup olmadığı hatırlanmaz bile. Çünkü İngilizler
amaçlarına ulaşmış ve kullandıkları halkları da şimdilik unutmuşlardır. Yabancı
araştırmacılar bile artık Gökalp'le Ermeni sorunu arasında bağlantı kurmaktan
vazgeçmişlerdir. (123-124)
-Cumhuriyetin
halifeliği kaldırması en çok İngiltere'nin çıkarları ile uyuşmaktadır. (130)
-Sovyetler
Birliği'nden uzaklaştıkça İngiltere'ye yaklaşan Türkiye, Osmanlı'nın
Batıcılaşma döneminde, Batı çıkarları adına, Doğu Akdeniz için Rusya önünde set
olma politikasına geri dönmüştür. (130)
-Ziya
Gökalp düşünsel yaşamının üçüncü döneminde Osmanlıyı görmezlikten gelmekle
kalmaz, Cumhuriyet ideolojisinin de görmezlikten gelmesine ve ağır
eleştirilerin biçimlenmesine zemin hazırlar. Gökalp önceki dönemlerde
önemsediği Osmanlı devletinin özelliklerini, üçüncü dönemde tamamen bir kenara
bırakarak, yeni toplum projesinin temeline eski Türk tarihini yerleştirir.
Osmanlı tarihini hatırlanmaması gereken, karanlık bir dönem olarak
değerlendirir. Ancak, Gökalp düşünsel yaşamın bu aşamasında da dini kurumlardan
uluslararası ilişkiler boyutunda yararlanılmasını savunur. Gökalp, düşünsel yaşamının
üçüncü evresinde daha çok milliyetçiliğe ve Türk uygarlık tarihine yönelik
çalışmalara ağırlık vermiştir. Son bir kez daha yönünü belirlemiş olan Gökalp,
bir önceki dönemin daha geniş açılımı ve atılımlı çizgisinden belli ölçüde
uzaklaşmıştır. Gökalp'in bu dönemde anılarını yazmaya yönelmiş olması düşünsel
anlamda görevini tamamladığı şeklinde de yorumlanabilir. (134)
-Gökalp,
düşünsel yaşamının ikinci döneminden başlayarak kültür-uygarlık ayrımı
yapmıştır. Böyle bir ayrım onun düşüncelerinin daha rahat kabul görmesine ve
daha olumlu bir hava içerisinde tartışılmasına ortam hazırlamıştır. Batı'ya
karşı çıkan bir Gökalp'in İttihatçılara ve Kemalistlere ideologluk yapamaycağı
açıktır. Gökalp'in bazı sosyolojik gerçeklere aykırı kültür-uygarlık ayrımı, İttihatçılara
yeni açılımlar sağlamıştır. (143)
-Türkiye'de
halkçılık hareketini besleyen üç ayrı kaynak bulunmaktadır. Bunlardan ilki,
yukarıda da belirttiğimiz, Rusya göçmeni Türkçülerin taşıdığı Rus etkisi.
İkincisi, Fransız devriminden sonra ortaya çıkan milliyetçilik ve liberalizmle
birlikte Avrupa'ya yayılan özgürlük, eşitlik, bağımsızlık ve dayanışmacılık
şeklinde Türk aydınlarına ulaşan Fransız etkisi. Üçüncüsü de Tanzimat döneminde
başlayan ve giderek sayıları artan halk kökenli bürokrat aydınların geldikleri
toplumsal kökenleri yansıtan yerli etki. (147)
-1.İzmir
İktisat Kongresi'nde devletçilik değil liberalizm benimsenmiştir. Gökalp'in
devletçi çizgisine ise, 1929 Dünya Ekonomik Krizi sonucu, sosyalist ülkelerin
kriz karşısındaki başarıları da göz önünde bulundurularak geçilmiştir. (152)
-Ziya
Gökalp, bir yandan ulusal burjuva sınıfı oluşturmak için toplumsal değişmeyi bu
yönde planlamakta, diğer yandan halkçılıkla, meslekçilikle sınıfsal yapıyı
oradan kaldırmaya çalışarak önemli bir çelişkiye düşmektedir. Bu çelişki
dışındai mevcut koşulları rasyonel bir değerlendirmeye tabi tutan Gökalp'in
ulusal ekonomi anlayışı, devletçiliğe dayalı sanayileşmeyi hedeflemektedir. Bu
anlayış içerisinde kamu çıkarları önde tutulmakta, özel mülkiyete, yabancı
sermayeye ve büyük sermayeye yer verilmektedir. (157)
-Gökalp,
laikliğin ülkemizdeki en önemli ve en eski savunucularından, din işleri ile
devlet işlerinin ayrılmasını talep edenlerden, dinin ulusallaşması için
çalışanlardan biridir. Buna karşın, Gökalp, daha sonraki dönemlerde halifeliğin
kaldırılmasını laiklik açısından büyük bir başarı olarak gören veya halifeliğin
kaldırılmasını Osmanlı Ortaçağı'nın sona erişi olarak kabul eden, dini geri
plana iten, yarı resmi Kemalist yorumlara katılmamaktadır. Gökalp, halifeliğe
uluslararası siyaset açısından bakmaktadır. (161)
-Halk
Fırkası programmı ile ilgili görüşlerini, 1922 yılında Hakimiyeti Milliye
gazetesinde açıklayan Ziya Gökalp, CHP'yi tutan görüşler ileri sürmüş ve
CHP'nin her ilkesinin ulusal egemenlikle bütünleştiğini belirtmiştir. (167)
-Ölümünden
sonra pek çok bilim adamı onun etkilerini çeşitli bilim dallarına
taşımışlardır. Prof.Dr.Fuat Köprülü, Ziya Gökalp sosyoloji okulunun edebiyat
sosyolojisi kolunu,Prof.Necmeddin Sadak, siyasi sosyoloji kolunu, M.Tekinalp
ekonomik sosyoloji kolunu, Ali Nüzhet Göksel de kültür sosyolojisi kolunu
temsil etmişlerdir. (460.dipnot/Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, "Ziya Gökalp
Mektebi ve Ali Nüzhet Göksel", Bilgi Mecmuası, Sayı:90-91, Ekim-Kasım
1954, sayfa: 3) (171)
-Prens
Sabahattin'in "Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?" kitabı
de Mübeccel Kıray tarafından İngiliz sosyal felsefesinin, Herbert Spencer ve
ekolünün etkisinde, İngiltere'nin siyasal düzenine beğeni ile bakan, olaylara
dönük olmayan bir eser olarak tanımlanmaktadır. (505.dipnot/ Mübeccel Kıray,
"Sosyal Değişme ve Sosyal Bilimler", Türkiye'de Sosyal Araştırmaların
Gelişimi, Ankara, 1971, sf.9) (189)
-Edmond
Demolins'in eserlerine bütünsellik içerisinde bakıldığında, Prens Sabahattin'in
Türkiye için önerdiği görüşlerinin yüzeyselliği ve döneminin gerçeklerinden
kopukluğu ortaya çıkar diyen Aykut Kansu'ya göre, Edmond Demolins, Henri de
Tourville ve Science Sociale ekolünün ademi merkeziyet ve daha özgür bir ortam
ile ifade ettikleri unsurlar, 1789 öncesi Fransa'sında varolduğu iddia edilen
siyasal ve sosyal düzen, feodal dönemdir; aristokratların ayrıcalıkları ve
özgürlükleridir. (549.dipnot/ Kansu, "Prens Sabahaddin'in Düşünsel
Kaynakları ve Aşırı-Muhafazakâr Düşüncenin İthali", sf:157-158) Gerçekten
de bu görüşler Türk siyasal tarihinde sağ ve muhafazakar sağa kaynaklık
etmiştir. (206)
-Prens
Sabahattin'in çeşitli dini cemaatleri kollayan ve koruyan tavrı ve cemaatlerin
siyasal desteğini arama girişimleri onun dinsel ögelerden yararlanmaya
çalıştığını gösterir. Sosyolojik anlamda dinin önemini vurgulaması, dinsel
organizasyonlara sıcak bakması, dinin baskıcı veya özgürleştirici yanının
teorik açıdan dinden değil, toplumsal yapıdan kaynaklandığını bildirmesi,
bireyci yapılarda dinin özgürlükçü olduğunu belirtmesi, Prens Sabahattin'in
sözcülüğünü yaptığı siyasal cephenin din konusundaki genel yaklaşımlarını
özetlemekte, İttihatçılara göre İtilafçıların muhfazakar yanlarını
göstermektedir. Bu açıdan, İttihatçıların ve Gökalp'in merkeziyetçi ve devlet
kontrolündeki din anlayışından Prens Sabahattin'in uzak olduğunu belirtmek
gerekmektedir. (216)
-Prens
Sabahattin'in toplumsal yapı değişimi konusundaki en büyük açmazı, temsil
ettiği Science Sociale ekolünün bireyci ve bütüncü yapıyı coğrafi faktörlere
dayandırarak açıklamamasına karşın, kendisinin bu faktörü tamamen görmezlikten
gelmesidir. Osmanlı Devleti'nin coğrafi yapısını değiştirmek mümkün olmadığına
göre, toplumsal yapıyı teorik olarak bütüncü yapıdan bireyci yapıya dönüştürmek
ekole göre nasıl mümkün olacaktır? (218)
-Baykan
Sezer'e göre, II.Meşrutiyet döneminde gerek H.Spencer-Organist sosyoloji,
gerekse Marksist sosyoloji anlayışları, sorunları, toplumlararası ilişkilere
yerleştiremeyince, yalnızca toplumda bulunan iç dengelerle açıklama yolunu
tuttuğundan, toplumun kendi yapı ve bünyesi içerisinde açıklandığından bu
kuramlar ilgi toplamamıştır. (672.dipnot/ Baykan Sezer, "Türk Sosyologları
ve Eserleri I", sf.42-43, Sosyoloji Dergisi, 3.Dizi-1.Sayı, 1988-89,
İstanbul) (249)
Doğu
Kitabevi, 2018 basım, 4.baskı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder