-Osmanlı'nın
uzantısı olan bürokrat aydınlar ve askerler Anadolu'da "kul olabilecekleri
bir kapı" yaratma yaklaşımıyla, devlet dışındaki her türlü gelişmeyi
Cumhuriyeti koruma refleksi ile karşılayıp önlemeye çalışır. (20.dipnot/Ahmet
Yücekök, 100 Soruda Türkiye'de Din ve Siyaset, Gerçek Yayınları, 1983 basım,
sf.58) Cumhuriyet de Osmanlı gibi halkın bir kısmını "şüpheli"
kategorisine koyarak kamu çıkarları adına halka ve bireye karşı devleti
mutlaklaştıran bir anlayışa dayanır. Dolayısıyla, Türkiye'de bir halk
egemenliği değil, fiilen modernleştirici bürokratik bir egemenlik biçimi
oluşur. (52)
-Devrimler,
Batıcılaşma-çağdaşlaştırma doğrultuusnda, pragmatik bir anlayışla, aşama aşama
gerçekleştirilir. Devletin ve toplumun hukuksal, siyasal ve ekonomik yapısı,
tüm kurum ve kuruluşlarıyla yeniden yapılandırılır. Bu süreç işlerken, toplumu
devrimci bir anlayışla yapılandıran Kemalizmi teorik olarak açıklamak ve aynı
zamanda Kemalist politikalara yön verme konusunda etkili olmak isteyen siyasal
düşün anlayışları ortaya çıkar. (3.dipnot/Kemalizmi yorumlayan ve onu
etkileyerek biçimlendirmek isteyenler arasında Kadrocular, Ülkü Dergisi
çevresi, Celal Bayar ve İş Bankası çevresi, Ahmet Ağaoğlu, Ahmet Hamdi Başar,
Recep Peker, Mahmut Esat Bozkurt, İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu, Tekinalp, Şeref
Aykut, M.Saffet Engin gibi birçok ekip ve kişi sayılabilir.) Görüşleriyle
devlet politikalarının belirlenmesinde etkili olmaya çalışmak, resmi ideologluğa
aday olmak anlamına gelir. O nedenle, Kemalist ilkeler sağ, sol, liberal,
otoriter, devletçi, merkeziyetçi, ademi merkeziyetçi anlayışlara sahip siyasi
ekipler ve yazarlar tarafından ileriye dönük şekilde yorumlanır. Bu ekip veya
kişilerin amacı, devletin şekillenmesinde kendi düşüncelerini etkin kılmak,
devletin resmî ideolojisinin belirlenmesinde söz sahibi olmaktır. Hepsi farklı
açılaedan Kemalizmin tanımlanmasına, yorumlanmasına katkı sağlamıştır. Ancak bu
isimlerin veya ekiplerin hiçbiri Kemalist anlayışın biçimlenmesinde tek başına
egemen olamamıştır. (58)
-Batı'nın
bireyi ve bireyin kişiliğini merkeze alması sosyologların üzerinde, dikkat
çektikleri konulardandır. Bunun temel nedeni, Doğu'da toplumun üstünlüğü
anlayışını tartışmaya açmak ve bireyin de kendi başına, kişiliği ile bir değer
ifade ettiğini ortaya koymaktır. Toplum karşısında bireyin konumunu dengelemeye
yönelik bir yaklaşımdır. Bu anlayış değişimi, Batıcılaştırma girişimlerinin bir
uzantısı, Doğu-Batı, kültür-uygarlık, toplum-birey bütünleşmesi şeklindeki
düşün anlayışının bir parçası olarak görülmelidir. (67)
-Marksist
anlamda sınıflı yapı ve emekçi sınıfların egemenliği anlayışına karşı çıkan
Kemalizm, söylemleri ile çelişerek, bir burjuva sınıfı oluşturmak için tüm
devlet politikalarını seferber etmiştir. Batı tipi sınıflı toplum anlayışına
karşı çıkan Kemalist devlet, ivedilikle reel bir sınıfa dayanması gerektiğinin
de farkındadır. Sınıfsız ve imtiyazsız bir toplum oluşturma iddiası yanında,
Cumhuriyet rejiminin organik olarak dayanacağı, düzeni koruyup kollayacak ce
savunacak kentli, laik bir burjuva sınıfının yaratılmasını da zorunlu
görmektedir. (71)
-Kemalizmin
emperyalizm karşıtlığı biraz da onun pragmatik yanından kaynaklanmaktadır.
Hatta Kemalizmin Batıcılaşma adına sayısız yol denediğini söylemek mümkündür.
(54.dipnot/Hasan Bülent Kahraman, "İçselleştirilmiş Açık ve Gizli
Oryantalizm ve Kemalizm", Doğu Batı Dergisi, Sayı:20, Ağustos-Ekim 2002,
sf.155) Radikal Batıcılaşma çabalarına rağmen Türk devrimi ile Batı arasındaki
farklılıkların iki temel nedeni bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, Türkiye'nin
Doğulu bir toplum olarak sahip olduğu tarihsel özelliklerin Batılı toplumlarla
aynı sosyal yasalara bağlı olmamasıdır. İkinci neden ise, yeni rejimin
Batıcılaşma politikalarına rağmen, Batı'da görülen bazı sosyal-siyasal
gelişmeler karşısında, Türkiye'nin tarihsel verilerinden de yararlanarak,
dayanışmacı bir toplum oluşturma projesi ile sol oluşumların gelişmesini,
Batı'da sınıf esasına dayalı toplum yapısının Türkiye'de ortaya çıkma
olasılığını önlemeye çalışmasıdır. Bu siyasal tercihin temel amacı, Batılı
anlamda sınıfsal bir tabana dayanmayan Kemalist sistemi sürekli kılmaktır.
Kemalist Batıcılaşma anlayışı, kendi yapısı açısından devrimci değil, evrimci
ve "düzen içerisinde ilerleme"cidir. (72-73)
-1923-1924/1939-1940
döneminde Sosyolojizm ekolünden sonra kendisini açık açık ortaya koyan ikinci
etkili ekol ise yine Science Sociale ve onun temsilcileridir. Alman sosyoloji
anlayışı 1934'ten ve özellikle G.Kessler (7.dipnot/ Cavit Orhan Tütengil,
"Ord.Prof.Dr.G.Kessler'in Sosyoloji Tarihimizdeki Yeri ve Türkiye'deki
Yayınlarının Bibliyografyası", İ.Ü. İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt:23,
Nisan-Eylül 1963, s.53) aracılığı ile Amerikan sosyolojisi ise 1939'dan sonra
Ankara ekolü ile belirgin bir etki alanına kavuşur. Döneme Sosyolojizm ekolü
egemen olsa da eklektik eğilimler taşıyan Ülken ve Fındıkoğlu Science Sociale
ekolü ile özleşmiş araştırma tekniklerinin sosyolojide önemli olduğunu
belirtmeye başlamışlardır. Necmettin Sadak, Mehmet İzzet, İsmayıl Hakkı
Baltacıoğlu, Hilmi Ziya Ülken, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu öncelikle Sosyolojizm
ekolünü temsil ederler ve yaşamlarının hiçbir döneminde bu ekolle ve özellikle
Gökalp'le bağlantılarını kaybetmezler. Diğer yandan Mehmet İzzet idealist
felsefeye, Ülken pek çok sosyoloji ve felsefe ekolüne, Fındıkoğlu Alman
sosyolojisine, Ülken ve Fındıkoğlu (8.dipnot/Orhan Türkdoğan,
"Z.F.Fındıkoğlu'nun Sosyolojik Görüşleri", Fındıkoğlu Armağanı, İst,
1977) Science Sociale ekolüne de yakındırlar. Yani bu dönemde eklektik
sosyologlar ve eklektik sosyoloji anlayışı ortaya çıkar. Sosyolojide monografi
ve anket tekniklerinin önemine dikkat çekilir. Mehmet Ali Şevki Bey ise
doğrudan Science Sociale ekolünü temsil eder. (82-83)
-Birey-toplum
bütünleşmesini savunan sosyolojik görüşlerin öne çıkmasında şahsiyetçilik
anlayışının ve büyük adam teorisinin etkili olduğu söylenebilir. Yine bu
görüşler Cumhuriyet devrimlerinin getirdiği yeni birey anlayışına dayanır.
Cumhuriyet teoride toplumu, pratikte değişmiş ve dönüşmüş bireyi öne çıkarır.
Kırsal kökenli, geleneksel özelliklere ve değerlere sahip birey, ümmetçiliği ve
eski rejimi temsil etmektedir. Tebaa anlayışına sahip bu birey tipini İslam'ın
ve Osmanlının sürü anlayışından uzaklaştırmak, eski saflarını terk etrmesi için
Batılı ve ulusçu birikime kavuşturmak, yeni bir kimlik ve şahsiyet kazandırmak
gerekir. Bunun için teba öncelikle bireyselleştirilmelidir. Yeni birey
ulusalcı, Batıcı, modernist özellikler kazandırılıp Cumhuriyet'in sadık
vatandaşı haline getirilmelidir. Bu dönüşüm sosyologların metinlerine
birey-toplum sentezi, uzlaşması, birlikteliği şeklinde yansır. Özellikleri sıkı
bir şekilde tanımlanmış yeni toplumda birey, belirlenen sınırlar dahilinde
sorumluluklarını yerine getirecek ve izin verilen ölçüler içerisinde özgür
yurttaş olacaktır. (87-88)
-Ne
kadar felsefe, düşünce, ideoloji ve hatta sosyoloji anlayışı varsa Ülken, oraya
en azından bir kez uğramış, o anlayışı veya ekolü kendi çabalarıyla öğrenmeye
çalışmış, ona "aşk"la bağlanmış ve sonra o aşkı doygunluğa erişince,
onu tatmin etmemeye başlayınca, oradan ayrılıp yeni aşklar peşinde koşmuş ama
hiçbir zaman bir aşkı sonuna kadar yaşamamış, aşklarını çabuk tüketerek bir
anlamda doyumsuz, bir anlamda çok yönlü bir bilim koşucusu olarak yaşamının
sonuna kadar yoluna devam etmiştir. (100-101)
-1933'ten
itibaren Alman kökenli sosyolog ve ekonomistlerin (42.dipnot/Bu sosyolog ve
ekonomist öğretim üyeleri arasında Prof.G.Kessler, Prof.F.Neumark,
Prof.A.Rüstow bulunmaktadır) Türkiye'ye taşıdıkları sosyal siyaset anlayışının
da en etkili temsilcisi olan Fındıkoğlu, uygulamalı sosyoloji açısından Science
Sociale ekolüne; teorik sosyoloji, siyasal ve kültürel konular açısından
Gökalp'e yakındır. Bir başka anlatımla, pozitivizm aracılığı ile toplumsal
sorunları çözmeye çalışan Fındıkoğlu, yöntem açısından veriyi ve olayları esas
alan Prens Sabahattin'in Science Sociale ekolüne; siyasal açıdan da Gökalp'in
yerli-milli sosyoloji anlayışına bağlıdır. (43.dipnot/Yıldız Akpolat,
"Cumhuriyet Dönemi Türk Sosyoloji Tarihi Çalışmaları II: İş
Mecmuası", Türkiye Günlüğü, Sayı:78, Güz 2004, s.124-136 ve Yaşar
Sökmensüer, "Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu", Türk Toplum Bilimcileri 2,
Derleyen:Emre Kongar, Remzi Kitabevi, İst, 1988, sf.143) (101)
-Dönem
sosyologlarının bu kadar yoğun şekilde felsefeye yönelmeleri şöyle
açıklanabilir: Türk düşüncesini ve sosyolojisini felsefe ile temellendirmek;
dönemin uzlaşmacı, sentezci özelliklerini felsefe aracılığı ile açıklamak;
sosyal hayatı düzenleyen dinsel kuralları geri plana iterek onun doğurduğu
boşluğu ahlak felsefesiyle doldurmak, dinin yerine ahlakı ve aklı önermek;
sosyolojik ve bilimsel ahlakı yetersiz bularak Hilmi Ziya'nın yaptığı gibi,
insan felsefesine ve diğer ahlak felsefelerine dayalı öneriler getirmek;
üniversitede verdikleri ahlak dersleri çerçevesinde çevirdikleri ders notları
vesilesiyle öğrendikleri felsefecilerin etkisinde kalmak; Türkiye'nin siyasal-toplumsal
yapısındaki değişmeleri hesaba katarak yeni bir ahlak anlayışı geliştirmek.
(105-106)
-Ahlak
felsefesine ilişkin görüş ve metinlerde hızlı bir artış görülmesinin
nedenlerinden birisi de dinin toplumsal yaşam üzerindeki tahakkümünü ortadan kaldırmaya
dönük kurumsal dönüşümlerdir. Sosyal hayatı dinsel kuralların etkisinden
kurtarıp laik toplum yapısına doğru biçimlendirme girişimleri sosyologların
çalışmalarında ve ahlak felsefesi metinlerinde yansımasını bulmuştur. Dinsel
merkezli anlayıştan doğrudan laikliğe geçmenin zorlukları, ahlak felsefesiyle
giderilmeye çalışılmıştır. Ahlaki sistem önerileri, metafizik anlayışlarla
bağlar sağlam tutularak sorun çözülmek istenmiştir. Bu değişimi Fındıkoğlu
ahlak felsefesi ve sosyoloji açısından şöyle yorumlar: Her dönemin felsefe
faaliyetleri o dönemin ahlaki talepleriyle yakından ilişkilidir.
(5.dipnot/Z.Fahri Fındıkoğlu, "Bir Ahlak Denemesi", Yeni Türk
Mecmuası, Sayı:47, 2 Teşrin 1936, sf.603) Başka bir anlatımla, sosyologlar
Cumhuriyet'in ilk yıllarında, sıraladığımız nedenlere bağlı olarak, yeni ahlak
akımlarını tanıtmak ve nasıl bir ahlak anlayışının egemen olması gerektiği
konusundaki görüş ve önerilerini ahlak felsefesine ait metinlerle ortaya
koymakta; ülkede gerçekleştirilen siyasal ve sosyal devrimlere bağlı olarak,
ahlakın kaynağına, ahlakı nasıl açıklamak ve nasıl bir ahlak sistemine sahip
olunması gerektiğine dair tezler üretmektedirler. (106)
-1930'ların
resmî ideolojisine uygun olarak, Türk düşünce tarihini Sümerler'den başlatan
Ülken, Türk-İslam düşüncesini ise ümmetçi olarak niteler ve olumsuz şekilde
değerlendirir. Ona göre, Türk düşünce tarihinin ikinci döneminde imparatorluk
ideolojisi beynelmilel dini toplumu meydana getirmiştir. Türk düşüncesi bu
dönemde Araplar, Türkler ve Acemler arasında ortak olan İslami değerlere bağlı
şekilde biçimlenmiştir. (10.dipnot/ Ülken, Türk Tefekkürü Tarihi, YKY, 3.baskı,
2007, sf.16-17) (120)
-Türk
sosyologları arasında, faşizmi en sert şekilde eleştiren, milliyetçiliği ise
oldukça açık bir şekilde savunan isim Baltacıoğlu'dur. (149)
-Resmî
ideolojinin 1930'larda halkçılıkla sınıfsız ve imtiyazsız bir toplum yaratma
anlayışı, Batıcılaşma tercihi, Batı'nın sınıflı yapısı ve ortaya çıkan
sonuçlarla çelişmektedir. Sınıflı toplumların merkezi Batı'dır. Hem Batıcılaşmaya
hem de sınıfsız bir toplum oluşturmaya çalışmak birbiriyle örtüşmez. Diğer
yandan Cumhuriyet'in asıl amacı da "milli burjuva" ve
"sosyete" sınıfı oluşturmaktır. Yine sınıfsız bir toplum
öngörülürken, bürokratların egemen olduğu bir yapı ortaya çıkmıştır.
II.Meşrutiyet döneminde ortaya çıkan ve Cumhuriyet döneminde asıl görevi
milliyetçi rejimin meşruiyet temelini oluşturmak olan halkçılık, Cumhuriyet'in
önde gelen ideologlarının temel söylemlerinde, ümmeti vatandaşa dönüştürme
projesidir. Tek partili dönemin ve sistemin ana meşruiyet araçlarından biri
olan halkçılık, resmî ideolojinin ana ilkelerindendir. (159)
-1930'ların
devletçiliği Mustafa Kemal ve devlet kapitalizmini savunan ekiplere göre
geçici; İsmet İnönü, Recep Peker ve Kadro'ya göre kalıcı bir ekonomi politikası
olarak görülse de devletin ekonomiyi kontrol altında tutma anlayışından çok
daha geniş bir içeriktedir. Devletçilik, Türkiye'de sadece ekonomik değil,
sınıfsal ve ideolojik ögeler de taşır. Devlet hem ekonomik kalkınmayı sağlayacak
hem de halka Batılı normlara uygun bir kültür verilmesi görevini üstlenecektir.
(171)
-Kemal
Tahir'in de belittiği gibi, Cumhuriyet, Osmanlı'dan kalma, zorla burjuva
yaratma yolunu seçmiş, çeşitli desteklerle, modern endüstriden anlamaz, sınıf
şuurundan hatta vergi verme zorunluluğundna habersiz, maliyet hesaplarından ve
bu hesaplara dayanan pazar rekabetlerinden yoksun birtakım adamları millet
zararına zenginleştirerek, devlete uydurma bir dayanak aramıştır. Oysa devletin
zengin ettiği insanlar Batılı anlamda burjuva davranışına bile sahip değildir.
Ellerine geçirdikleri zenginlikleri üretime yatıracak yerde, kraborsaya,
spekülasyona, binalara harcamaya, dışarıya kaçırma yoluna sapmışlardır. Böylece
bütün korkunç fedakarlıklar sınıf değiştirmeye değil, hazırdan kazanan
zenginlerin daha zengin, millet çoğunluğunun daha yoksul olmasına yol açmıştır.
(31dipnot/ Kemal Tahir Demir, "Notlar/Osmanlılık/Bizans" Bağlam
Yayıncılık, 1992, sf.112) (176)
-Kemalizmin
debletçilik anlayışını ikiye ayırmak mümkündür. Bunlardan birincisi; laik,
milliyetçi, modern Batı tipi bir devlet ve toplum oluşturulmaya çalışılırken
bunu gerçekleştirme adına Doğu dünyasının kutsal devlet anlayışından
yararlanarak toplumsal yaşamı tüm kurumlarıyla brlikte, yukarıdan aşağıya doğru
kontrol altında tutarak yeniden düzenlemeyi içermektedir. İkincisi ise
liberalizmi dışlamayan, sosyalizme kaymayan devletçi bir ekonomik politika ile
devleti sınıfsız ve dayanışmacı bir yapıya dayandırmaktır. Dolayısıyla
Batı'daki korporatist devletçiliğin içeriği ve hedefleriyle Türkiye'nin
korporatist devletçiliğinin kaynağı, içeriği ve hedefleri çok farklıdır. Batı
korporatist devletçiliği ile faşizme giderken, Türkiye kutsal devlet
anlayışından yola çıkarak "milli burjuva"ya ve "milli ekonomi"ye
dayaşı sıkı bir sistem önerisi geliştirmeye çalışmakta; devletçiliği ekonomi
programının çok ötesinde bir sistem olarak görmektedir. (183-184)
-II.Dünya
Savaşı sonrası dünya paylaşılmış, Türkiye'nin de liberal Batı çıkar bölgesi
içerisinde yer almasına karar verilmişti. Bu sürecin tamamlanması için çok
partili siyasal sisteme bir an önce geçilmesi gerekiyordu ve istenilen yapıldı.
O nedenle Türkiye'de demokrasi kahramanları ve demokrasiden yana mücadele eden
devlet adamları veya halk kahramanları aramak boşunadır, yapaydır. Batı'dan
gelen talepler doğrultusunda demokrasi sözcülüğüne koşulanların demokratik
değerleri içselleştirdiğini kim söyleyebilir? Yine bu isimler halka düşünsel ve
siyasal özgürlük ortamı oluşturmak adına hangi yasal düzenlemeleri yapmış,
hangi mücadeleyi vermişlerdir? Onlar, kişisel çıkarları ile Batı çıkarları
örtüştüğü için, Batı dünyasının istemlerini yerine getirmenin iktidardan pay
alma anlamına geldiği için çok partili, demokratik sistemi tercih etmişlerdir.
(196)
-Köylüye
önem verilmesinin birçok ideolojik nedeni bulunmaktadır. Bunlardan biri de
Osmanlının reddidir. Osmanlının köylüyü küçümsediği, ağır vergilerle sömürdüğü
ve elde ettiği gelirlerle sefa sürdüğü yargısı, o dönemin aydınları arasında
güçlü bir desteğe sahiptir. Bu bağlamda, köylüyü kazanmak ve yeni devletin
üretim politikalarına ortak etmek için gerekli çalışmalara başlanır. Cumhuriyet
yönetimi bunun farkında olduğundan ilk iş olarak köylünün vergi yükünü
hafifletmek adına önemli bir jest yaparak Aşar Vergisini kaldırır. (205)
-Yeni
Türkiye'de eğitimle ilgili görüş ve önerileriyle ön plana çıkan üç sosyologla
karşılaşıyoruz: İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu, Hilmi Ziya Ülken ve Mehmet Ali Şevki
Sevündük. Dönemin birçok sosyologunun eğitime ilişkin çeşitli görüşler öne
sürdükleri muhakkaktır. Ancak eğitim sosyolojisini yapan özellikle bu üç
sosyolog olmuştur. (216)
-Kent
sosyolojisi çalışmalarında öncülüğün Ankara ekolüne değil, Ülken'e ait olduğu
görülmektedir. 1930'lu yıllarda başta Hilmi Ziya Ülken olmak üzere kent
sosyolojisi alanına katkı sağlayan üç sosyologtan bahsetmek mümkündür: Ülken,
Baltacıoğlu ve Kessler. Ancak, yukarıda da belirttiğimiz gibi, kent sosyolojisi
konusundaki öncülük Ülken'indir. (221) Ülken, Türk sosyolojisinde ilk defa 1931
yılından başlayarak, bu konudai İstanbul Belediye Mecmuası'na bir dizi makale
yazmıştır. (221)
Doğu
Kitabevi, 2018 basım, 2.baskı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder