06 Ağustos 2025

TÜRK SOSYOLOJİ TARİHİ 3 - YENİ TÜRKİYEDE SOSYOLOJİNİN DÜŞÜNSEL VE KURUMSAL TEMELLERİ - H.BAYRAM KAÇMAZOĞLU

-İşin gerçeği sosyoloji Batı'da ve Türkiye'de her zaman resmî ideolojiye yardımcı bir konumda olmuş, devletin ihtiyaç duyduğu verileri toplama ve istenilen doğrultuda yorumlama görevi üstlenmiştir. Sosyoloji, diğer dönemlerde de aynı görevi yerine getirmiş olsa bile farklı alternatifler çerçevesinde bu işlevini sürdürüyordu. 1923'ten sonra bu özgürlüğünden de yoksun kalmışi resmî ideoloji dışında hiçbir görüş varlığını sürdürme olanağı bulamamıştır. Bu arada, sosyoloji lise müfredatına alınmış ve özellikle Batılı kurumların tanıtımında bir yurttaşlık dersi işleviyle görevlendirilmiştir. (14)

-Osmanlı'nın uzantısı olan bürokrat aydınlar ve askerler Anadolu'da "kul olabilecekleri bir kapı" yaratma yaklaşımıyla, devlet dışındaki her türlü gelişmeyi Cumhuriyeti koruma refleksi ile karşılayıp önlemeye çalışır. (20.dipnot/Ahmet Yücekök, 100 Soruda Türkiye'de Din ve Siyaset, Gerçek Yayınları, 1983 basım, sf.58) Cumhuriyet de Osmanlı gibi halkın bir kısmını "şüpheli" kategorisine koyarak kamu çıkarları adına halka ve bireye karşı devleti mutlaklaştıran bir anlayışa dayanır. Dolayısıyla, Türkiye'de bir halk egemenliği değil, fiilen modernleştirici bürokratik bir egemenlik biçimi oluşur. (52)

-Devrimler, Batıcılaşma-çağdaşlaştırma doğrultuusnda, pragmatik bir anlayışla, aşama aşama gerçekleştirilir. Devletin ve toplumun hukuksal, siyasal ve ekonomik yapısı, tüm kurum ve kuruluşlarıyla yeniden yapılandırılır. Bu süreç işlerken, toplumu devrimci bir anlayışla yapılandıran Kemalizmi teorik olarak açıklamak ve aynı zamanda Kemalist politikalara yön verme konusunda etkili olmak isteyen siyasal düşün anlayışları ortaya çıkar. (3.dipnot/Kemalizmi yorumlayan ve onu etkileyerek biçimlendirmek isteyenler arasında Kadrocular, Ülkü Dergisi çevresi, Celal Bayar ve İş Bankası çevresi, Ahmet Ağaoğlu, Ahmet Hamdi Başar, Recep Peker, Mahmut Esat Bozkurt, İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu, Tekinalp, Şeref Aykut, M.Saffet Engin gibi birçok ekip ve kişi sayılabilir.) Görüşleriyle devlet politikalarının belirlenmesinde etkili olmaya çalışmak, resmi ideologluğa aday olmak anlamına gelir. O nedenle, Kemalist ilkeler sağ, sol, liberal, otoriter, devletçi, merkeziyetçi, ademi merkeziyetçi anlayışlara sahip siyasi ekipler ve yazarlar tarafından ileriye dönük şekilde yorumlanır. Bu ekip veya kişilerin amacı, devletin şekillenmesinde kendi düşüncelerini etkin kılmak, devletin resmî ideolojisinin belirlenmesinde söz sahibi olmaktır. Hepsi farklı açılaedan Kemalizmin tanımlanmasına, yorumlanmasına katkı sağlamıştır. Ancak bu isimlerin veya ekiplerin hiçbiri Kemalist anlayışın biçimlenmesinde tek başına egemen olamamıştır. (58)

-Batı'nın bireyi ve bireyin kişiliğini merkeze alması sosyologların üzerinde, dikkat çektikleri konulardandır. Bunun temel nedeni, Doğu'da toplumun üstünlüğü anlayışını tartışmaya açmak ve bireyin de kendi başına, kişiliği ile bir değer ifade ettiğini ortaya koymaktır. Toplum karşısında bireyin konumunu dengelemeye yönelik bir yaklaşımdır. Bu anlayış değişimi, Batıcılaştırma girişimlerinin bir uzantısı, Doğu-Batı, kültür-uygarlık, toplum-birey bütünleşmesi şeklindeki düşün anlayışının bir parçası olarak görülmelidir. (67)

-Marksist anlamda sınıflı yapı ve emekçi sınıfların egemenliği anlayışına karşı çıkan Kemalizm, söylemleri ile çelişerek, bir burjuva sınıfı oluşturmak için tüm devlet politikalarını seferber etmiştir. Batı tipi sınıflı toplum anlayışına karşı çıkan Kemalist devlet, ivedilikle reel bir sınıfa dayanması gerektiğinin de farkındadır. Sınıfsız ve imtiyazsız bir toplum oluşturma iddiası yanında, Cumhuriyet rejiminin organik olarak dayanacağı, düzeni koruyup kollayacak ce savunacak kentli, laik bir burjuva sınıfının yaratılmasını da zorunlu görmektedir. (71)

-Kemalizmin emperyalizm karşıtlığı biraz da onun pragmatik yanından kaynaklanmaktadır. Hatta Kemalizmin Batıcılaşma adına sayısız yol denediğini söylemek mümkündür. (54.dipnot/Hasan Bülent Kahraman, "İçselleştirilmiş Açık ve Gizli Oryantalizm ve Kemalizm", Doğu Batı Dergisi, Sayı:20, Ağustos-Ekim 2002, sf.155) Radikal Batıcılaşma çabalarına rağmen Türk devrimi ile Batı arasındaki farklılıkların iki temel nedeni bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, Türkiye'nin Doğulu bir toplum olarak sahip olduğu tarihsel özelliklerin Batılı toplumlarla aynı sosyal yasalara bağlı olmamasıdır. İkinci neden ise, yeni rejimin Batıcılaşma politikalarına rağmen, Batı'da görülen bazı sosyal-siyasal gelişmeler karşısında, Türkiye'nin tarihsel verilerinden de yararlanarak, dayanışmacı bir toplum oluşturma projesi ile sol oluşumların gelişmesini, Batı'da sınıf esasına dayalı toplum yapısının Türkiye'de ortaya çıkma olasılığını önlemeye çalışmasıdır. Bu siyasal tercihin temel amacı, Batılı anlamda sınıfsal bir tabana dayanmayan Kemalist sistemi sürekli kılmaktır. Kemalist Batıcılaşma anlayışı, kendi yapısı açısından devrimci değil, evrimci ve "düzen içerisinde ilerleme"cidir. (72-73)

-1923-1924/1939-1940 döneminde Sosyolojizm ekolünden sonra kendisini açık açık ortaya koyan ikinci etkili ekol ise yine Science Sociale ve onun temsilcileridir. Alman sosyoloji anlayışı 1934'ten ve özellikle G.Kessler (7.dipnot/ Cavit Orhan Tütengil, "Ord.Prof.Dr.G.Kessler'in Sosyoloji Tarihimizdeki Yeri ve Türkiye'deki Yayınlarının Bibliyografyası", İ.Ü. İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt:23, Nisan-Eylül 1963, s.53) aracılığı ile Amerikan sosyolojisi ise 1939'dan sonra Ankara ekolü ile belirgin bir etki alanına kavuşur. Döneme Sosyolojizm ekolü egemen olsa da eklektik eğilimler taşıyan Ülken ve Fındıkoğlu Science Sociale ekolü ile özleşmiş araştırma tekniklerinin sosyolojide önemli olduğunu belirtmeye başlamışlardır. Necmettin Sadak, Mehmet İzzet, İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu, Hilmi Ziya Ülken, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu öncelikle Sosyolojizm ekolünü temsil ederler ve yaşamlarının hiçbir döneminde bu ekolle ve özellikle Gökalp'le bağlantılarını kaybetmezler. Diğer yandan Mehmet İzzet idealist felsefeye, Ülken pek çok sosyoloji ve felsefe ekolüne, Fındıkoğlu Alman sosyolojisine, Ülken ve Fındıkoğlu (8.dipnot/Orhan Türkdoğan, "Z.F.Fındıkoğlu'nun Sosyolojik Görüşleri", Fındıkoğlu Armağanı, İst, 1977) Science Sociale ekolüne de yakındırlar. Yani bu dönemde eklektik sosyologlar ve eklektik sosyoloji anlayışı ortaya çıkar. Sosyolojide monografi ve anket tekniklerinin önemine dikkat çekilir. Mehmet Ali Şevki Bey ise doğrudan Science Sociale ekolünü temsil eder. (82-83)

-Birey-toplum bütünleşmesini savunan sosyolojik görüşlerin öne çıkmasında şahsiyetçilik anlayışının ve büyük adam teorisinin etkili olduğu söylenebilir. Yine bu görüşler Cumhuriyet devrimlerinin getirdiği yeni birey anlayışına dayanır. Cumhuriyet teoride toplumu, pratikte değişmiş ve dönüşmüş bireyi öne çıkarır. Kırsal kökenli, geleneksel özelliklere ve değerlere sahip birey, ümmetçiliği ve eski rejimi temsil etmektedir. Tebaa anlayışına sahip bu birey tipini İslam'ın ve Osmanlının sürü anlayışından uzaklaştırmak, eski saflarını terk etrmesi için Batılı ve ulusçu birikime kavuşturmak, yeni bir kimlik ve şahsiyet kazandırmak gerekir. Bunun için teba öncelikle bireyselleştirilmelidir. Yeni birey ulusalcı, Batıcı, modernist özellikler kazandırılıp Cumhuriyet'in sadık vatandaşı haline getirilmelidir. Bu dönüşüm sosyologların metinlerine birey-toplum sentezi, uzlaşması, birlikteliği şeklinde yansır. Özellikleri sıkı bir şekilde tanımlanmış yeni toplumda birey, belirlenen sınırlar dahilinde sorumluluklarını yerine getirecek ve izin verilen ölçüler içerisinde özgür yurttaş olacaktır. (87-88)

-Ne kadar felsefe, düşünce, ideoloji ve hatta sosyoloji anlayışı varsa Ülken, oraya en azından bir kez uğramış, o anlayışı veya ekolü kendi çabalarıyla öğrenmeye çalışmış, ona "aşk"la bağlanmış ve sonra o aşkı doygunluğa erişince, onu tatmin etmemeye başlayınca, oradan ayrılıp yeni aşklar peşinde koşmuş ama hiçbir zaman bir aşkı sonuna kadar yaşamamış, aşklarını çabuk tüketerek bir anlamda doyumsuz, bir anlamda çok yönlü bir bilim koşucusu olarak yaşamının sonuna kadar yoluna devam etmiştir. (100-101)

-1933'ten itibaren Alman kökenli sosyolog ve ekonomistlerin (42.dipnot/Bu sosyolog ve ekonomist öğretim üyeleri arasında Prof.G.Kessler, Prof.F.Neumark, Prof.A.Rüstow bulunmaktadır) Türkiye'ye taşıdıkları sosyal siyaset anlayışının da en etkili temsilcisi olan Fındıkoğlu, uygulamalı sosyoloji açısından Science Sociale ekolüne; teorik sosyoloji, siyasal ve kültürel konular açısından Gökalp'e yakındır. Bir başka anlatımla, pozitivizm aracılığı ile toplumsal sorunları çözmeye çalışan Fındıkoğlu, yöntem açısından veriyi ve olayları esas alan Prens Sabahattin'in Science Sociale ekolüne; siyasal açıdan da Gökalp'in yerli-milli sosyoloji anlayışına bağlıdır. (43.dipnot/Yıldız Akpolat, "Cumhuriyet Dönemi Türk Sosyoloji Tarihi Çalışmaları II: İş Mecmuası", Türkiye Günlüğü, Sayı:78, Güz 2004, s.124-136 ve Yaşar Sökmensüer, "Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu", Türk Toplum Bilimcileri 2, Derleyen:Emre Kongar, Remzi Kitabevi, İst, 1988, sf.143) (101)

-Dönem sosyologlarının bu kadar yoğun şekilde felsefeye yönelmeleri şöyle açıklanabilir: Türk düşüncesini ve sosyolojisini felsefe ile temellendirmek; dönemin uzlaşmacı, sentezci özelliklerini felsefe aracılığı ile açıklamak; sosyal hayatı düzenleyen dinsel kuralları geri plana iterek onun doğurduğu boşluğu ahlak felsefesiyle doldurmak, dinin yerine ahlakı ve aklı önermek; sosyolojik ve bilimsel ahlakı yetersiz bularak Hilmi Ziya'nın yaptığı gibi, insan felsefesine ve diğer ahlak felsefelerine dayalı öneriler getirmek; üniversitede verdikleri ahlak dersleri çerçevesinde çevirdikleri ders notları vesilesiyle öğrendikleri felsefecilerin etkisinde kalmak; Türkiye'nin siyasal-toplumsal yapısındaki değişmeleri hesaba katarak yeni bir ahlak anlayışı geliştirmek. (105-106)

-Ahlak felsefesine ilişkin görüş ve metinlerde hızlı bir artış görülmesinin nedenlerinden birisi de dinin toplumsal yaşam üzerindeki tahakkümünü ortadan kaldırmaya dönük kurumsal dönüşümlerdir. Sosyal hayatı dinsel kuralların etkisinden kurtarıp laik toplum yapısına doğru biçimlendirme girişimleri sosyologların çalışmalarında ve ahlak felsefesi metinlerinde yansımasını bulmuştur. Dinsel merkezli anlayıştan doğrudan laikliğe geçmenin zorlukları, ahlak felsefesiyle giderilmeye çalışılmıştır. Ahlaki sistem önerileri, metafizik anlayışlarla bağlar sağlam tutularak sorun çözülmek istenmiştir. Bu değişimi Fındıkoğlu ahlak felsefesi ve sosyoloji açısından şöyle yorumlar: Her dönemin felsefe faaliyetleri o dönemin ahlaki talepleriyle yakından ilişkilidir. (5.dipnot/Z.Fahri Fındıkoğlu, "Bir Ahlak Denemesi", Yeni Türk Mecmuası, Sayı:47, 2 Teşrin 1936, sf.603) Başka bir anlatımla, sosyologlar Cumhuriyet'in ilk yıllarında, sıraladığımız nedenlere bağlı olarak, yeni ahlak akımlarını tanıtmak ve nasıl bir ahlak anlayışının egemen olması gerektiği konusundaki görüş ve önerilerini ahlak felsefesine ait metinlerle ortaya koymakta; ülkede gerçekleştirilen siyasal ve sosyal devrimlere bağlı olarak, ahlakın kaynağına, ahlakı nasıl açıklamak ve nasıl bir ahlak sistemine sahip olunması gerektiğine dair tezler üretmektedirler. (106)

-1930'ların resmî ideolojisine uygun olarak, Türk düşünce tarihini Sümerler'den başlatan Ülken, Türk-İslam düşüncesini ise ümmetçi olarak niteler ve olumsuz şekilde değerlendirir. Ona göre, Türk düşünce tarihinin ikinci döneminde imparatorluk ideolojisi beynelmilel dini toplumu meydana getirmiştir. Türk düşüncesi bu dönemde Araplar, Türkler ve Acemler arasında ortak olan İslami değerlere bağlı şekilde biçimlenmiştir. (10.dipnot/ Ülken, Türk Tefekkürü Tarihi, YKY, 3.baskı, 2007, sf.16-17) (120)

-Türk sosyologları arasında, faşizmi en sert şekilde eleştiren, milliyetçiliği ise oldukça açık bir şekilde savunan isim Baltacıoğlu'dur. (149)

-Resmî ideolojinin 1930'larda halkçılıkla sınıfsız ve imtiyazsız bir toplum yaratma anlayışı, Batıcılaşma tercihi, Batı'nın sınıflı yapısı ve ortaya çıkan sonuçlarla çelişmektedir. Sınıflı toplumların merkezi Batı'dır. Hem Batıcılaşmaya hem de sınıfsız bir toplum oluşturmaya çalışmak birbiriyle örtüşmez. Diğer yandan Cumhuriyet'in asıl amacı da "milli burjuva" ve "sosyete" sınıfı oluşturmaktır. Yine sınıfsız bir toplum öngörülürken, bürokratların egemen olduğu bir yapı ortaya çıkmıştır. II.Meşrutiyet döneminde ortaya çıkan ve Cumhuriyet döneminde asıl görevi milliyetçi rejimin meşruiyet temelini oluşturmak olan halkçılık, Cumhuriyet'in önde gelen ideologlarının temel söylemlerinde, ümmeti vatandaşa dönüştürme projesidir. Tek partili dönemin ve sistemin ana meşruiyet araçlarından biri olan halkçılık, resmî ideolojinin ana ilkelerindendir. (159)

-1930'ların devletçiliği Mustafa Kemal ve devlet kapitalizmini savunan ekiplere göre geçici; İsmet İnönü, Recep Peker ve Kadro'ya göre kalıcı bir ekonomi politikası olarak görülse de devletin ekonomiyi kontrol altında tutma anlayışından çok daha geniş bir içeriktedir. Devletçilik, Türkiye'de sadece ekonomik değil, sınıfsal ve ideolojik ögeler de taşır. Devlet hem ekonomik kalkınmayı sağlayacak hem de halka Batılı normlara uygun bir kültür verilmesi görevini üstlenecektir. (171)

-Kemal Tahir'in de belittiği gibi, Cumhuriyet, Osmanlı'dan kalma, zorla burjuva yaratma yolunu seçmiş, çeşitli desteklerle, modern endüstriden anlamaz, sınıf şuurundan hatta vergi verme zorunluluğundna habersiz, maliyet hesaplarından ve bu hesaplara dayanan pazar rekabetlerinden yoksun birtakım adamları millet zararına zenginleştirerek, devlete uydurma bir dayanak aramıştır. Oysa devletin zengin ettiği insanlar Batılı anlamda burjuva davranışına bile sahip değildir. Ellerine geçirdikleri zenginlikleri üretime yatıracak yerde, kraborsaya, spekülasyona, binalara harcamaya, dışarıya kaçırma yoluna sapmışlardır. Böylece bütün korkunç fedakarlıklar sınıf değiştirmeye değil, hazırdan kazanan zenginlerin daha zengin, millet çoğunluğunun daha yoksul olmasına yol açmıştır. (31dipnot/ Kemal Tahir Demir, "Notlar/Osmanlılık/Bizans" Bağlam Yayıncılık, 1992, sf.112) (176)

-Kemalizmin debletçilik anlayışını ikiye ayırmak mümkündür. Bunlardan birincisi; laik, milliyetçi, modern Batı tipi bir devlet ve toplum oluşturulmaya çalışılırken bunu gerçekleştirme adına Doğu dünyasının kutsal devlet anlayışından yararlanarak toplumsal yaşamı tüm kurumlarıyla brlikte, yukarıdan aşağıya doğru kontrol altında tutarak yeniden düzenlemeyi içermektedir. İkincisi ise liberalizmi dışlamayan, sosyalizme kaymayan devletçi bir ekonomik politika ile devleti sınıfsız ve dayanışmacı bir yapıya dayandırmaktır. Dolayısıyla Batı'daki korporatist devletçiliğin içeriği ve hedefleriyle Türkiye'nin korporatist devletçiliğinin kaynağı, içeriği ve hedefleri çok farklıdır. Batı korporatist devletçiliği ile faşizme giderken, Türkiye kutsal devlet anlayışından yola çıkarak "milli burjuva"ya ve "milli ekonomi"ye dayaşı sıkı bir sistem önerisi geliştirmeye çalışmakta; devletçiliği ekonomi programının çok ötesinde bir sistem olarak görmektedir. (183-184)

-II.Dünya Savaşı sonrası dünya paylaşılmış, Türkiye'nin de liberal Batı çıkar bölgesi içerisinde yer almasına karar verilmişti. Bu sürecin tamamlanması için çok partili siyasal sisteme bir an önce geçilmesi gerekiyordu ve istenilen yapıldı. O nedenle Türkiye'de demokrasi kahramanları ve demokrasiden yana mücadele eden devlet adamları veya halk kahramanları aramak boşunadır, yapaydır. Batı'dan gelen talepler doğrultusunda demokrasi sözcülüğüne koşulanların demokratik değerleri içselleştirdiğini kim söyleyebilir? Yine bu isimler halka düşünsel ve siyasal özgürlük ortamı oluşturmak adına hangi yasal düzenlemeleri yapmış, hangi mücadeleyi vermişlerdir? Onlar, kişisel çıkarları ile Batı çıkarları örtüştüğü için, Batı dünyasının istemlerini yerine getirmenin iktidardan pay alma anlamına geldiği için çok partili, demokratik sistemi tercih etmişlerdir. (196)

-Köylüye önem verilmesinin birçok ideolojik nedeni bulunmaktadır. Bunlardan biri de Osmanlının reddidir. Osmanlının köylüyü küçümsediği, ağır vergilerle sömürdüğü ve elde ettiği gelirlerle sefa sürdüğü yargısı, o dönemin aydınları arasında güçlü bir desteğe sahiptir. Bu bağlamda, köylüyü kazanmak ve yeni devletin üretim politikalarına ortak etmek için gerekli çalışmalara başlanır. Cumhuriyet yönetimi bunun farkında olduğundan ilk iş olarak köylünün vergi yükünü hafifletmek adına önemli bir jest yaparak Aşar Vergisini kaldırır. (205)

-Yeni Türkiye'de eğitimle ilgili görüş ve önerileriyle ön plana çıkan üç sosyologla karşılaşıyoruz: İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu, Hilmi Ziya Ülken ve Mehmet Ali Şevki Sevündük. Dönemin birçok sosyologunun eğitime ilişkin çeşitli görüşler öne sürdükleri muhakkaktır. Ancak eğitim sosyolojisini yapan özellikle bu üç sosyolog olmuştur. (216)

-Kent sosyolojisi çalışmalarında öncülüğün Ankara ekolüne değil, Ülken'e ait olduğu görülmektedir. 1930'lu yıllarda başta Hilmi Ziya Ülken olmak üzere kent sosyolojisi alanına katkı sağlayan üç sosyologtan bahsetmek mümkündür: Ülken, Baltacıoğlu ve Kessler. Ancak, yukarıda da belirttiğimiz gibi, kent sosyolojisi konusundaki öncülük Ülken'indir. (221) Ülken, Türk sosyolojisinde ilk defa 1931 yılından başlayarak, bu konudai İstanbul Belediye Mecmuası'na bir dizi makale yazmıştır. (221)

Doğu Kitabevi, 2018 basım, 2.baskı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...