15 Eylül 2025

KURANI KERİMİN YAZI TARİHİ – MELİKŞAH SEZEN

-Müslümanların kıyamete değin cari olacak son hak din ile münasebetlerinin ilk temel vasıtası olan Kur’an-ı Kerim’in tarihinin “karanlık” olduğunu beyan eden(2.dipnot/Mustafa Öztürk &Hediye Ünsal, Kur’an Tarihi, Ankara Okulu Yayınları, 2016, sf.7), 1450 senelik tarihi vetirede bir kısım ayetlerin “hiç kimse tarafından doğru anlaşılmadığını” söyleyen (3.dipnot/Salih Akdemir, Kur’an’a Dilbilimsel Yaklaşımlar, Kuramer Yayınları, 2017, sf.63,75); bırakınız Hz.Peygamber(sallallâhu aleyhi ve sellem)’in, Hz.Adem(a.s)’dan itibaren hiçbir peygamberin “hissi mucizesi olmadığını” ifade edip tüm hissi mucizeleri bir kalemde inkar kastıyla te’vil eden(4.dipnot/Bkz. Melikşah Sezen, Tefsir ve İtikad Cumhuriyet Dönemi Te’lif Tefsirlerin İtikadi Muhtevasına Dair Yazılar, Konya:Kitaparası Yayınları, 2020, sf.73,79; Yusuf Şevki Yavuz, “Hz.Muhammed’in Peygamberliği ve Son Peygamber Oluşu”, Vahiy ve Peygamberlik, Kuramer Yayınları, 2018, sf.347), Kur’an-ı Kerim’in ilahi bir koruma altında olduğu vaadine rağmen “bir kısım ayetlerin Kur’an’dan olmadığı halde ona dahil edildiği” ve cem esnasında bazı yanlışların yapılmış olabileceğini iddia eden (5.dipnot/Muhammed Abid el-Cabiri, Kur’an’a Giriş, Mana Yayınları, 3.baskı, 2013, sf.265), İlahi vahyin bütünüyle peygamberin rüyası olduğunu dolayısıyla da “onun vahye değil, vahyin ona tabi olduğunu” söyleyen (6.dipnot/Abdülkerim Sürûş, Nebevi Rüyaların Ravisi Hz.Muhammed, Mana Yayınları, 2018, sf.23) insanların günden güne artması, okuduğumuz her yeni çalışmadan sonra aynı duyguların tekrar tezahür etmesine sebebiyet vermiştir. Tüm bunlardan daha hazin olan ise “ilim” adı altındaki bu hezeyanlara itimad eden samimi Müslümanların bulunması ve günden güne artmasıydı. İnkar kabul etmez bu elim tablo beni, bahsi geçen konulara ve meselenin kökenine dair kendi gücüm nispetince bir şeyler söylemeye sevk etmiş, adeta vicdani olarak mükellef kılmıştır. (14-15)

-Bizim vahyi bir bilgi kaynağı olarak kabul etmemiz vahyi gerekçelendirmemize değil, peygamberlik iddiasında bulunan zatın iddiasını teyidimizde karşılığını bulmaktadır. Eğer nübüvvet iddia eden bir kimse bu iddiasını mucize gibi bir kat’i hüccetle isbat ediyor ve müşterek bir zeminde bu durumu sabit kılıyorsa, artık o kimsenin Allah Teala adına konuştuğu kesin bir hal almış olmaktadır. Bu durumda o kimsenin ağzından dökülen “bu rüyadır, bu vahiydir, bu benim sözümdür…”gibi ayrımların ve beyanların tamamını tasdik etmek zaruri olmaktadır. Çünkü daha evvel, o kimsenin nebi olduğuna dair hüccetler –ister müşahede ile ister mütevatir haberle- bizim için sabit olmuştu. Bu durumda onun her cümlesinde yeniden bir gerekçelendirme beklentisi lüzumsuz, nübüvvete dair sübut da tüm beyanlarının mutlak gerekçesi haline gelmiş olmaktadır. Dolayısıyla onun her sözünü ve de vahiy dediği kısmı bilgi olarak görmek, herhangi bir müşkül doğurmayacaktır. Bu itibarla vahiy yoluyla iletilen her haber –ilk muhataplar ve mütevatir olarak muttali olan müstakbel muhataplar için- şüphesiz bilgidir. (42)

-Vahyin tamamının rüya yoluyla alındığını –daha doğrusu vahiy dediğimiz şeyin Hz.Peygamber’in rüyası olduğunu- iddia edenler, vahyin muhtelif tenzil şekilleri konusundaki nakilleri reddettikleri gibi, muhtelif tanıklıkları ve şahitlikleri de reddederek tasdiki mümteni olan bir yola tevessül etmektedirler (90.dipnot/Abdülkerim Sürûş, Nebevi Rüyaların Ravisi Hz.Muhammed, Mana Yayınları, 2018 basım, Çeviren: Asiye Tığlı). Halbuki Hz.Peygamber (sav)’in bizzat kendisi vahyin birçok farklı şekilde geldiğini bildirdiği gibi, vahyin inzaline şahit olan birçok sahabinin de onun uyku ve rüya halinde olmadığını teyid eden nakli mevcuttur. (91.dipnot/Talat Koçyiğit, Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, TDV Yayınları, 2016, I.cilt, sf.33) (53-54)

-Hz.Peygamber(sav)’in rüyada vahiy aldığını bildiren bir kısım rivayetlerden hareketle bazı isimlerin rüya ve ilham arasında bir eş anlamlılık tesis etme yoluna gittikleri görülmektedir (94.dipnot/Yusuf Şevki Yavuz, “Kur’an ve Sünnette Vahiy”, Vahiy ve Peygamberlik, Kuramer Yayınları, 2018, sf.200). Hakikatte peygamberlere gelen vahiy ilham değildir. İlham, mana ilkasıdır ve ilhamdan mana istinbatı ilhama mazhar olan kimsenin anlama, te’vil ve tabir gücüne göre şekillenmektedir. Vahiy ise hem mana hem de manaya dalalet eden lafız ile birlikte kesin ve kat’i bir şekilde bilgi hasıl eden, vahye muhatap olan nebinin dahlinin bulunmadığı bir bilgi akışıdır. Dolayısıyla peygamber olanlarla olmayanlar arasındaki gaybi habere muttali kılınma durumu birbirlerinden böylece ayrılmaktadır. İlham, keşf ve sezgi de yorum ve hata payı mevcut olmakla birlikte vahiyde böyle bir indi pay söz konusu değildir. (54-55)

-Sahih hadis mecmualarının, erken dönem siyer ve tarih kaynaklarının hemen tamamında bir şekilde mucize anlatısı yer almaktadır ve bunun neredeyse istisnası bulunmamaktadır. Öte yandan Kur’an, kafirlerin bu yolla birçok mucizeye şahit olduğuna gönderme de yapmaktadır. Nitekim Kamer suresinin ilk ayeti şakku’l-kamer mucizesini bildirmekte, hemen ardından gelen “müşrikler ne zaman bir mucize görseler bu sürüp giden bir büyüdür derler” (Kamer Suresi, 2.ayet) meralindeki ayet-i celile ile işaret ettiğimiz duruma temas etmektedir (127.dipnot/ Hakim en-Nisaburi, el-Müstedrek ale’s-Sahihayn, nr.3808,3809,3811. Kadı Abdülcebbar ayetin mucizeye delaletinin kat’î olduğunu beyan etmekte ve bu noktada icma bulunduğunu belirtmektedir. Bkz.Kadı Abdülcebbar, Tesbitu Delailn’n-Nübüvve, Çev: M.Şerif Eroğlu & Ömer Aydın, TYEK, 2017, sf.126-132). Müfessirlerin izah ettiği üzere bu ayet, eğer müşriklerin hiçbir mucizeye şahit olmadığı bir zaman diliminde inzal edilmiş olsaydı, o zaman onların “bize evvela bir mucize göster de inkar edip etmeyeceğimiz ya da büyü deyip demeyeceğimizi gör” deme imkanları olabilirdi. Halbuki hiçbir müşriğin yahud saha sonra İslam ile müşerref olmuş sahabinin mucize görmemek ve bu ayetin neye istinaden böyle bir hüküm verdiğini sormak gibi bir girişimi olmadığını görüyoruz. Dolayısıyla mucize inkarcılarının en güçlü delil olarak görüp sığındıkları ayetlerde, okuduğunu anlayamama hatası yaşandığı görülmektedir. Tekrar ifade etmek gerekirse söz konusu ayetlerin hiçbiri Hz.Peygamber’e hiçbir mucize verilmediğine değil, müşriklerin talebine karşılık olarak herhangi umumi bir mucize verilmediğine delalet etmektedir. Çünkü onlar mucizeyi bir oyun haline getirip, inatçılık ve istismar ediyorlardı. (128.dipnot/ Ebu Mansur el-Maturidi, Te’vilatü’l-Kur’an, V, sf.58; Zemahşeri, el-Keşşaf, III, sf.1184) (65-66)

-Vahyin başlangıcının ve ilk iki sene cereyan eden hadiselerin aktarıldığı çokça rivayet mevcut olmakla birlikte bu döneme dair herhangi bir ayetin yazıya aktarıldığını gösterir açık bir rivayet bulunmamaktadır. Fakat eğer inkıta döneminin 3 yıla ulaştığını bildiren rivayet ve değerlendirmeler isabetliyse, o zaman zaten bu aralıkta vahiy inzali gerçekleşmediği için onun kaydının tahakkuk etmemiş olması gayet tabi bir hal alacaktır. Dönemi anlatan bütün rivayetler, ilerleyen süreçte Hz.Peygamber(sav)’e vahyin inzali hakkında merak edilenlerin sual edilip, öğrenilmesine dayanmaktadır. Bu dönemde vahyin zabtına dair dolaylı bir istidlalde bulunabileceğimiz yegane bilgi, adı ilk Müslümanlar içinde anılan Halid b. Said b.el-As(r.a) hakkındadır (192.dipnot/Mehmet Apaydın, Siyer Kronolojisi, Kuramer Yayınları, 2018, sf.332-333). Nübüvvetin ilk yılında, İslam’ı kabul eden 5.kişi olan Halid(r.a)’ın besmeleyi yazan ilk kişi olduğu nakledilmektedir. (91)

-Kur’an-ı Kerim bazı ayetlerinde bizzat kendisi yazıya geçirilmiş bir kelam olduğunu bildirmektedir (239.dipnot/Ebubekir Ahmed b. Ali es-Cessas, Ahkamul-Kuran, VIII, sf.398-399; Abdurrahman Çetin, Kur’an İlimleri ve Kur’an-ı Kerim Tarihi, Dergah Yayınları, 3.baskı, 2014, sf.65). Mesela, “Kur’an-ı Kerim’e yalnızca temiz olanlar dokunabilir” (Vakıa 56/79) mealindeki ayette Allah Teala, Kur’an’ın “el sürülebilir” nitelikte olduğunu bildirmekte ve Vakıa suresinin inzal tarihi öncesinde gelen vahyin yazıya geçirildiğini bizzat teyid etmiş olmaktadır. Vakıa suresinin, nübüvvetin 5.yılında nazil olduğuna dair nakiller mevcuttur (241.dipnot/Bekir Topaloğlu, “Vakıa Suresi”, DİA, XLII, sf.470-471). Ayrıca 6.yıl başlığı altında temas edeceğimiz ve Hz.Ömer(ra)’ın nübüvvetin 6.yılında Müslüman oluş hadisesini bildiren rivayette, Fatıma binti Hattab (r.a)’ın, elindeki sahifeleri isteyen abisi Hz.Ömer’e “Kur’an-ı Kerim’e yalnızca temiz olanlar dokunabilir.” Mealindeki ayeti okuduğunu ve temizlenmesini istediğini bildirir kayıtlar, bu surenin 6.yıldan evvel tenzilini sabit hale getirmektedir. Muhammed Esed gibi bazı isimler, surenin hicretten 7 yıl evvel yani nübüvvetin üçüncü ya da dördüncü yılında inzal edildiğini dahi ifade etmektedirler (242.dipnot/Muhammed Esed, Nüzul Sırasına Göre Kur’an Mesajı, sf.307) Dolayısıyla biz sadece nüzulû –kuvvetle muhtemel- nübüvvetin 5.yılına tekabül eden Vakıa suresinin 79.ayetine bakıp, onun el sürülebilir nitelikte yani yazıya geçirilmiş olduğunu tespit edebilmekteyiz. (105)

- Muhammed Esed’in 6.yılın başında inzal edildiğinde şüphe olmadığını bildirdiği (254.dipnot/ Nüzul Sırasına Göre Kur’an Mesajı, sf.240. Sûrenin büyük kısmı Mekki olsa da birkaç ayetinin Medeni olduğu ileride aktaracağımız bazı nakillerden anlaşılmaktadır.) Furkan suresinde yer alan “Ayrıca, ‘Onun sabah akşam kendisine okusunlar diye yazdırdığı eskilerin masalları, efsaneleridir bu!’ diyorlar” (Furkan 25/5) mealindeki ayetin de Kur’an’ın Mekke döneminde yazıya döküldüğüne bizzat müşriklerin dilinden bir ikrar ve tasdik hükmü taşıdığı açıktır. (109)

-İmlanın sahabi ictihadı ile şekillendiği yönündeki görüş insanları, sahabinin de beşer ve ismet sıfatı ile muttasıf olmayan kimseler olduğu hakikatiyle birlikte düşünüldüğünde Kur’an imlasında hata yapmış olabilecekleri kanaatine yahud düşüncesine sevk edebilecektir. Bu, imlanın manaya tesiri ile birlikte değerlendirildiğinde Kur’an-ı Kerim’in mevsukiyeti bakımından kabulü müstehil bir tavır olacaktır. Vahiy katiplerinin sehven imla hatası yapmış olacaklarını pek tabi kabul edebiliriz fakat bir kısım rivayetlerin de şahitlik ettiği üzere Hz.Peygamber vahyi imla ettirdikten sonra daima tekrar okumakta ve yazımı tashih etmeden katibi yanından göndermemektedir. Bu konuda iki önemli kaydı paylaşmak istiyorum:

(I)”Zeyd b. Sabit: Hz.Peygamber’in yanında vahiy yazardım. Bitirdiğimde ‘oku’ diye buyurur, ben de ona okurdum. Herhangi bir eksiklik varsa onu ikmal ederdi.” (363.dipnot/Taberani, el-Mu’cemü’l-Kebir, V, sf.142)

(II)”Bir kişi Hz.Peygamber’in yanında yazdı. Hz.Peygamber (sav) ona ‘Yazdın mı?’ diye sual etti. O ‘evet’ dedi. Allah Resulü, ‘Peki, mukabele ettin mi?’ diye sual edince ‘hayır’ cevabını verdi (364.dipnot/ Bu sualden anlaşıldığı kadarıyla, katip imlayı Rasulullah’ın okumasıyla değil onun yanında mahfuz bulunan sahifelerden –büyük ihtimalle kendisi için bir nüsha oluşturmak gayesiyle- yapmaktadır). Bunun üzerine Rasulullah ‘Onu mukabele edip tashih etmediğin sürece yazmamış olursun’ diye buyurdu(365.dipnot/Celaleddin es-Suyuti, Tedribü’r-Ravi, Çev:Muhammed Enes Topgül, YEK, 2019, sf.912)

Yoksa vahyt katiplerinin sehivlerini dikkate almadan serbest bıraktığı tasavvur edildiğinde aslında bu kabul, tebliğin noksan oluşuna ve elimizdeki Mushaf’ın imlasından şüphe duymaya bir şekilde fırsat tanıyacaktır. Halbuki Hz.Peygamber (sav)’in irtihali sonrasındaki istinsahlar esnasında dahi katiplerin sehven işledikleri imla hatalarının bizzat diğer sahabiler tarafından tahsis edildiği sabittir. Zemahşeri’nin Ra’d suresinin 31.ayetinin tefsiri esnasında naklettiği bir rivayete göre vahiy katibinin mezkur ayetteki bir imlada uyuklama durumunun tesiri ile gayr-i ihtiyari bir imla hatası yapmıştır. Fakat yine Zemahşeri’nin söz konusu nakille ilgili mülahazası başka söze hacet bırakmayacak şekildedir: “Bu ve benzeri iddialar, batılın önünden ve ardından kesinlikle yaklaşamadığı Allah’ın kitabı hakkında kabul edilemeyecek şeylerdendir. Böylesi bir yanlış, İmam Mushaf’ın iki kapağı arasında hala yer alacak kadar nasıl gözden kaçmış olabilir? Oysa bu mushaf, Allah’ın dini konusunda son derece titiz ve dikkatli, onu korumak için ellerinden geleni yapan büyük sahabilerin ellerinde dolaşıyordu. Ve onlar bu dinin küçük büyük hiçbir meselesi konusunda dikkatsiz davranmazlardı. Özellikle, tüm yasaların kaynağı ve dinin dayanağı olan kanun hususunda. Vallahi bu hiç kuşku götürmeyen bir iftiradır!” (366.dipnot/Zemahşeri, el-Keşşaf, III, sf.764) (135-136-137)

-Hz.Peygamber(sav)’den naklolunan “Kim ‘Bismillahirrahmanirrahim’ yazılı bir parçayı, Allah Teala’yı yüceltme maksadıyla düştüğü yerden kaldırırsa, Allah Teala’nın katında o kimse sıddıklar zümresine dahil edilir, müşriklerden dahi olsa ebeveyninin azabı hafifletilir” (453.dipnot/İsmail Rüsûhi Ankaravi, Fütühât-ı Ayniyye, sf.40) hadisi, Kur’an’ın hem yazıldığına delalet eder hem de yazılmasını ve özenle muhafazasını teşvik etmektedir. Zaten Resûl-i Ekrem’in henüz sağlığında yazıya dökülen ve çoğaltılan hitab-ı ilahi’yi muhafaza ve ona layık olduğu ihtimamı gösterme konusundaki ölçüyü evvela onun belirtmiş olması işin tabiatındandır. (157)

-Yazılı halinin sadece Huzeyme b.Sabit(ra)’ın elinde bulunduğu nakledilen Tevbe süresinin son iki ayeti ve Ahzab suresinin 23.ayet-i celilesi hakkındaki rivayetler (466.dipnot/Ahzab suresi ile ilgili nakiller senet yönünden bazı zaaflar taşımaktadır. Bu hususa daha sonra temas edilecektir.), Zeyd b.Sabit (ra)’ın Kur’an’ı cem faaliyetinde taleb ettiği yazılı malzeme için 2 şahit talebini yazıların huzur-ı risalette yazıldığına ya da mukabele edildiğini tespit adına talep ettiği (467.dipnot/Muhammed Zahid el-Kevseri, Makalat, I, sf.149; Muhammed Ebu Zehre, el-Mu’cizetü’l-Kübra:Kur’an, sf.48) bilgisiyle birlikte düşünüldüğünde; Tevbe suresinin son iki ayeti ile Ahzab suresinin 23.ayetinin Hz.Peygamber(sav)’in sağlığında yazıya geçirilmiş olduğu da ortaya çıkmaktadır (468.dipnot/ İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an ve Tarihu Cem’ihi, sf.44) (160-161)

-Kasıtlı tahrif konusunda son olarak, Sava Paşa’nın (ö.1904) İslam Hukuku Nazariyatı Hakkında Bir Etüt isimli eserinde yer verdiği Hz.Muaviye’nin vahyin zabtında tahrifte bulunduğunu ve Resulullah tarafından vazifesinden azledildiği yönündeki iddia hilaf-ı hakikattir (504.dipnot/Sava Paşa, İslam Hukuku Nazariyatı Hakkında Bir Etüt, I-II, DİB Yayınları, 2.baskı, 2017, sf.53). Hatta rivayeti aktarırken paylaştığı bilgilere dikkat edildiğinde onun İbn Ebi Serh hakkındaki nakilleri sehven Hz.Muaviye’ye isnat ettiği ve üzerine ayrıca başkaca hatalı nakiller ekleyerek takdim ettiği görülmektedir. Hz. Muaviye(ra)’ın katiplik esnasında kasıtlı tahrif yapması, vahiy katipliğinden azledilmesi gibi sözler hakikate aykırıdır. Onun, Hz.Peygamber’in vefatına değin katiplik vazifesini sürdürdüğü sabittir. (179)

-İbn Haldun, “ashab yazı sanatında üstad idiler” şeklindeki değerlendirmeleri tenkit etmektedir ve tenkidinde haklıdır. Elbette her bir sahabe yazı sanatında üstad değildi. Fakat bir yazıyı tam ve düzgün yazabilmek için illaki yazı sanatında üstad olmak icab etmediği malumdur. (534.dipnot/Taşköprülüzade, ashabın nahvin inceliklerine vakıf olduğuna kanirdir. Bkz: Mevzuatu’l-Ulum, I, sf.159) Dolayısıyla bu argümanı Mushaf’ın imlasında bir hata olmasının zorunlu bir gereği gibi takdim etmek, tatmin edici olmaktan uzaktır. Onun bu konu özelindeki izahları, meselenin genişlediği perspektifi ve literatürü tamamıyla kuşatıcı nitelikte değildir (535.dipnot/Mehmet Emin Maşalı, “İbn Haldun’un Gözüyle Mushaf İmlası”, Usul, 2014/2, XXII, sf.17). Fakat yine de birçok isim üzerinde tesir oluşturmuştur. Mesela yakın dönem Mısır alimlerinden Ahmed Emin (ö.1954) Fecrü’l-İslam isimli eserinde bunun güzel bir misalini sunmaktadır: “Peygamber Efendimize vahiy katipliği edenler yazıda o kadar maharet sahibi değil ve yazıları bir tarzda ve imla kaidelerine uygun değildi…imla kaidesine göre hepsinin bir türlü yazması gereken kelimeleri bazen elifleri artırarak, bazen hazfedip yazmışlardır. Bunun sebebi, İbn Haldun’un dediği gibi onların yazı sanatındaki zaafları, doğru ve güzel bir surette yazı yazabilmek derecesine ermiş olmamalarıdır.” (536.dipnot/Ahmed Emin Fecrü’l-İslam, sf.223) Ahmed Emin’in sözleri İbn Haldun’un tesirinde oluşmuş olduğu için ona yönelttiğimiz bütün tenkitler aynıyla Ahmed Emin için de geçerlidir. Ayrıca bir kelimenin doğru yazılışını bilen bir kimse o kelimeyi tekrar yazarken farklı yazıyor, sonra bunu hiç kimse tashih etmiyor ve heyet elinden çıkan nüshalarda bu imla böylece muhafaza ediliyorsa, burada bir hata ve ibtidailikten ziyade kasıtlı bir tercih ve hikmetten bahsetmek icab etmez mi? (188-189)

-Mushaflar gönderildikleri beldelere herhangi bir elçi vasıtasıyla gönderilmemiş, bilakis yazımdaki hassasiyet gibi okuma konusunda da birliği tesis etmek amacıyla fakih sahabilerle beraber gönderilmiştir. Zeyd b. Sabit, Medine’de Mushaf talimini gerçekleştirmek üzere vazifelendirilirken, Abdullah b. Saib de Mekke’de aynı iş için vazifelendirilmiş ve Mekke Mushafı onunla gönderilmiştir. Şam Mushafı Muğire b. Şihab ile Kufe Mushafı Ebu Abdurrahman es-Sülemi’yle ve Basra Mushafı da Amir b.Kays ile bölgelerine ulaştırılmış oldular (616.dipnot/Musa Carullah Bigiyef, Tarihu’l-Kur’an ve’l-Mesahif, sf.83). (217)

-Hz.Osman(ra) resmi Mushaf’ın ortaya konulup bundan birçok nüsha istinsah ettirdikten sonra huzur-ı risalette yazılan ve hala elde bulunan sahife ve Mushafların yakılarak imha edilmesini emretmiştir. Çünkü ayet ve sure tertibinin son halini almadan yani arza-i ahireden önce yazıya dökülmüş olan sahifelerde bu yönden bir eksiklik ve farklılıklar bulunabildiği gibi müstensih sehvine istinad eden bir kısım hataların mevcudiyeti ve yine Kureyş lehçesinin merkeze alınmadığı yazımlarda imla farklılığı mevcut idi. Bu nüshaların mevcudiyetini muhafaza etmesi, yarın bir gün ayet ve sure tertibi ile imlası açısından icma edilen Mushafa itiraz edilip, onun mevsukiyetine karşı bir delil gibi kullanılabilirdi. Nitekim söz konusu zabtın Hazreti Peygamberin huzurunda gerçekleştiği yönündeki bilgi, birçok insanın o zabıtlara teveccüh göstermesine ve ayağının kaymasına sebebiyet verebilecekyi. Çünkü bu zabıtların karizma ve otoritesi yükselirken onun Kureyş lehçesi dışında bir lehçe ile yazıldığı için farklılık arz edebileceği gibi durumlar gözden kaçırılabilecekti (625.dipnot/Kur’an-ı Kerim’in imlasında Kureyş lehçesinin esas alınması gerektiği yönündeki hüküm Hz.Osman’ın şahsına mahsus bir hüküm değildir. Mesela bir rivayete göre Hz.Ömer, bir kişinin Yusuf suresinin 35.ayet-i kerimesindeki bir bölümü ‘attâ ‘în şeklinde okuduğunu işitince ona “Kim öğretti sana bunu?” diye sual etmiş. Adam “İbn Mes’ud okuttu1 deyince Hz.Ömer, İbn Mes’ud’a: “Yüce Allah bu Kuran’ı Arapça olarak ve Kureyş lehçesi ile indirdi, sen de insanlara Kureyş lehçesi ile okut, onlara Huzeyl lehçesi ile okutma vesselam” diye yazmıştır. Bkz. Carullah Mahmud b.Ömer ez-Zemahşeri, el-Keşşaf, III, sf.594). Hz.Osman ve sahabiler, bu gibi menfi hadiselerin önüne geçmek adına sadece söz konusu sahife ve Mushafların yakılmasını emretmişti. (221)

Şamil Yayınları, Haziran 2021 basım, 1.baskı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

CANLI TARİHLER 1.KİTAP – HAZIRLAYAN: SEZGİNCAN YAĞCI

  İSMAİL FENNİ ERTUĞRUL (MAYIS-HAZİRAN 1856- 29 OCAK 1946) - Bay İsmail Fenni Ertuğrul, Prof. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun fikri bir vec...