-Ne türden olursa olsun belli bir deneyimin akla yakın olduğundan emin olabilmek için onu, daha önceki deneyimlerimizin oluşturduğu bağlama dayandırmak zorunda oluşumuzdur; yani herhangi bir tekil deneyimden önce zihnimizin, daha önce deneyimi yaşanmış şeylerin tipik biçimlerinden oluşmuş bir genel çerçeveye göre önceden bir eğilim edinmiş olması gerekir. Zihnimizi etkileyen bir şeyi ya da eylemi kavramak, onu, olabileceklere ilişkin bir beklentiler sistemi içinde bir yerlere yerleştirmektir. Sınırları zaman içindeki deneyimlerimize göre çizilen kavrama dünyası, anımsamaya dayanan örgütlü bir beklentiler kümesinden oluşur. (16)
-Toplumsal bellek dediğimiz şeyin, en iyi biçimde tarihin yeniden kurulması (rekonstrüksiyon) olarak adlandırılabilecek, çok daha özgü bir pratikten farklı olduğunu belirtmemiz gerekir. Geçmişte gerçekleştirilen tüm insan etkinliklerinin bilgisi ancak onların bıraktığı izlerden yola çıkılarak edinilebilir. Bunlar, ister Roma siperleri içinde gömülü kemikler ister bir Norman kulesinin tek kalıntısı olan bir taş yığını ister bir Yunan yazıtında bulunup da kullanılışı ya da biçimiyle bir göreneği açığa vuran bir sözcük olsun; isterse bir sahnenin tanıklarınca yazılmış anlatısı biçiminde bulunsun, aslında tarihçinin değdiği izlerdir; yani bunlar, kendisine doğrudan ulaşma olanağı kalmamış bir olgunun, duyu organlarıyla algılanabilir imleridir. Bu tür imleri bir şeyin izi olarak almak, onun varlığına dair bir bulgu olarak görmek bile doğrudan doğruya söz konusu imler hakkında yargılarda bulunmaktan öteye geçilmiş olduğunu gösterir; bir şeyi bir başka şeyin bulgusu saymak, o başka şey hakkında yargıda bulunmaktır; yani bulgunun, varlığına işaret ettiği şey hakkında söz söylemektir. (27-28)
-Bir yaşamın anlatısı, birbiriyle bağlantılı anlatılar dizisinin bir parçasıdır; söz konusu anlatı, kişilerin kimliklerini edindikleri grupların öyküsü içine gömülüdür. (41)
-Deneysel psikologlar, dar ve tam anlamıyla anımsamanın çok ender karşılaşılan ve önemli olmayan bir durum olduğunu ortaya koymuşlardır; anımsamanın, bir yeniden yapım (rekonstrüksiyon) değil, yapım (konstrüksiyon) olduğunu, bir şeyi ötekilerden ayırt edebilmemizi ve böylece bilince çağırabilmemizi sağlayan bir “şema” yapımı, bir kodlama demek olduğunu göstermiş bulunuyorlar. Günümüzün deneysel psikologları, bellek destekleyici (mnemonik) kodlamanın üç önemli yönünün bulunduğunu biliyorlar. Bunlardan semantik kodlama, en ağır basan yönüdür; bir kitaplıktaki kitapları kodlama yapılana benzeyen bu kodlama, konulara göre hiyerarşik biçimde örgütlendirilmiş ve dünya hakkında genel bir görüşe ve bu görüş içinde kavranan mantıksal ilişkilere göre tek bir sistemde birleştirilmiştir. Sözel kodlama, ikinci yönüdür; her şeyi sözle dile getirmeye hazır duruma gelme olanağı veren her türlü bilgiyi ve programı içerir. Görsel kodlama, üçüncü yönüdür; kolaylıkla imgelere çevrilebilen somut bellek öğeleri, hem görsel kodlama hem de sözel dile getirme olarak çifte kodlamadan geçirildiklerinden, bellekte soyut şeylerden çok daha iyi tutunabilmektedir. (50)
-Anlamını, daha önceden saptanıp öğütlenen eylemler sırasının kutlayıcılarca uygulanışında bulan; önemini, prototiplerin yeniden canlandırılmasından alan bir yaşam biçimi düşüncesi, her çağda fiziksel olanak içinde bulunmuş olabilir ve çağımızın koşulları içinde de hala işlerliğe sahip bulunabilir. Çağımızda icat edilmiş törenler, yaşamın anlamını, dinsel olmayan bir sözlük kullanarak tören yoluyla yeniden oynama biçiminde görüp canlandırma girişimleri, bunun olanağının bulunduğunun işaretidir. Özellikle 1870 ile 1914 yılları arasında, Avrupa ülkelerinde insanlar, icat edilen törenlerin yerden mantar gibi bitişine tanık oldular. Krallık yıldönümleri, Bastille Günü, Enternasyonal, Olimpiyat Oyunları, İngiltere Kupa Finali ve Fransa Turu örnek olarak alınıp yinelenenin kutlanmasının yeni bir biçim içinde canlandırılması çabalarıydı. Bu tür kutlamalar, kendilerinin en hızlı icat dönemleriyle sınırlı kalmadı. Günümüzde bile, yurttaşların bir devletin üyeleri olduklarının bilincine erdirilmelerini sağlayan vesilelerin çoğu, seçimlerde görüldüğü gibi, tarihin bir noktasında yeni olan, yarı tören niteliği taşıyan pratiklerle bağlantılı durumlarını sürdürmekteyken, spor stadyumları gibi yarı resmi gösteri amacıyla kurulmuş yeni resmi tören alanları hava atmayı sürdürmekte. Resmi vesilelerdeki kadar yarı resmi vesilelerde de kamuya açık simgesel söylemin teatral bir ifadeyle inceden inceye işlenmesi etkili olmayı sürdürüyor. (109-110)
-Kuşaktan kuşağa geçirilebilen bir kültür yerleştirme çabasında, “onaylanmamanın” önde gelen öğretici beceriler arasında bulunması gerekir; ilgili kültürde doğru görülen duruşların, çömelmek, diz çökmek, eğilmek, dik durmak vb sözlerle doğru ya da yanlış davranışın neler olduğunun bir bir gösterilmesi becerisiyle birlikte, kültürel bakımdan doğru tutum ve duruşların inceliklerine bundan sonra geçilecektir. Öyleyse, bedenin duruşuna ilişkin davranışlar, sözlere dökülmüş ya da bilinçli olarak öğretilmiş olmasalar da, büyük ölçüde yapılandırılmış ve biçimleri önceden tümüyle bilinebilen davranışlar olabilirler; ve öylesine otomatikleşmiş bulunabilirler ki öteki davranışlardan yalıtlanarak ele alınabilecek durumda görülmeyebilirler. (125-126)
-Bir sözlü kültürden yazılı kültüre geçiş, bedenleştirme pratiğinden kaydetme pratiğine geçiştir. Yazının etkisi kayıt araçlarıyla kişiden kişiye geçirilen herhangi bir açıklamanın, değişmez biçimde kalıcı ve düzenleniş sürecinin kesinlikle kapalı olmasına dayanır. (129)
Ayrıntı Yayınları, 2019 basım, 3.baskı. Çeviren: Alaeddin Şenel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder