-İnternetin erişebilir kıldığı sayısız enformasyon ve dünya görüşü tutarlı, üzerinde fikir birliğine varılmış bir gerçeklik üretmiyor; aksine, basit anlatılar, komplo teorileri ve hakikat sonrası siyaseti üzerindeki gerici ısrar tarafından un ufak edilmiş bir gerçeklik peyda oluyor. Yeni karanlık çağ fikrini bu çelişki körüklüyor işte: Bilgiye biçtiğimiz değerin bu karlı metanın iyice bollaşmasıyla yerle yeksan olduğu, dünyayı anlamanın yeni yollarını bulma arayışı içinde kendimize döndüğümüz bir çağ bu. (21)
-Başka bir ifadeyle, işlemleme önce kültürün haritasını çıkarıp modeller, sonra da onun kontrolünü devralır. Google önce insanlığın bildiği her şeyi kataloglamaya koyulup, sonra bu bilginin kaynağına, belirleyicisine dönüştü: İnsanların fiilen düşündüğü şey haline geldi. Facebook önce insanlar arasındaki bağlantıların haritasını –sosyal grafik- çıkarmaya girişip sonra bu bağlantıların kurulduğu platform haline geldi ve toplumsal ilişkileri geri dönülmez biçimde yeniden şekillendirdi. Tıpkı göçmen kuş sürülerini bombardıman filoları zanneden bir hava kontrol sistemi gibi, yazılım da kendi dünya modeli ile gerçekliği birbirinden ayırt edemez ve bir kez şartlandığımızda, aynı şey bizim için de geçerli hale gelir. (49)
-Otomasyon yanlılığının temelini teknolojide değil, beynimizin içinde kök salan daha derin bir önyargıda aramamız gerekir. Karmaşık sorunlarla karşılaşan, bilhassa da zaman baskısı altında olan insanlar –hangimiz değiliz ki?- uygulaması ve meşrulaştırması kolay stratejileri tercih edip en az bilişsel çaba gerektiren işlere odaklanmaya çalışırlar. Karar vermekten feragat etme seçeneği doğduğunda, beyin en az bilişsel çaba sarf edilecek kısa yolu seçer ki bu da çoğunlukla otomasyon sistemleri ne diyorsa onu yapmaya denk düşer. Bireysel veya toplumsal düzey fark etmez; işlemleme hem karar verme işini, hem de bunun sorumluluğunu makineye yükleyen bilişsel bir kaçıştır. Yaşam hız kazandıkça makineler çok daha fazla bilişsel görev yerine getiriyor ve bu da sonuçlarına bakılmaksızın bu sistemlerin otoritesini pekiştiriyor. Dünyaya ilişkin kavrayışımızı otomasyon sistemlerinin daima uyarılarına, sundukları bilişsel kestirmelere daha uyumlu hale getirmek için didiniyoruz. Bilinçli düşüncenin yerini işlemleme alıyor. Makineler gibi düşünmeye başlıyor, hatta çoğu zaman düşünmüyoruz bile. (52)
-Çağımızın en ihtilaflı meselelerinden pek çoğunun altında işlemsel düşünme tarzı yatıyor: Bölme, ayrıştırma işlemlemeye dayalı süreçlerin en karakteristik özelliğidir. İşlemsel düşünme daima en düşük bilişsel çabayla elde edilebilecek kolay yanıtlarda ısrar eder. Ama bunun da ötesinde, böyle bir yanıtın var olduğunu, çürütülemeyecek bir yanıta ulaşmanın mümkün olduğunda ısrar eder. Petro-kapitalizmin basit bir komplo teorisi olarak görülmediği durumlarda iklim değişikliği “tartışmalarına” yön veren şey işlemlemenin belirsizlikle başa çıkma konusundaki yetersizliğidir. İster matematiksel ister bilimsel alalım, belirsizlik ile bilinmezlik aynı şey değildir. Bilimsel, iklimbilimsel terminolojide, belirsizlik tam olarak ne bildiğimizin ölçüsüdür. Genişleyen işlemleme sistemlerimizin apaçık gösterdiği bir şey varsa, o da aslında bilmediğimiz ne kadar çok şey olduğudur. (53)
-İşlemleme iklim değişikliğinin hem kurbanıdır hem de destekçisi. 2015’ten bu yana, dünyadaki elektriğin yaklaşık yüzde 3’ünü toplamda bir milyon terbaytlık dijital enformasyonun depolanıp işlendiği veri merkezleri tüketmiştir; ayrıca, toplam küresel emisyonun yüzde 2’sinden de yine bu merkezler sorumludur. Bu rakam, aşağı yukarı havayolu endüstrisinin bıraktığı karbon ayak izine eşittir. 2015 yılında, veri merkezleri toplamda 416,2 teravat saat elektrik tüketmiştir ki bu rakam bütün İngiltere’nin tükettiği 300 teravat saatin bile üzerindedir. (71)
-Uber, Amazon ve diğer pek çok şirkette yöneticilik yapanların ahlakı hakkında ne düşünürseniz düşünün, içlerinden yalnızca birkaç tanesi bu koşulların oluşmasında aktif rol üstlenmiştir. Başka bir deyişle, burada on dokuzuncu yüzyılın haydut baronlarına ve sanayi krallarına dönüşten bahsetmiyoruz. Kapitalist azami kâr ideolojisine teknolojik anlaşmazlığın getirdiği imkanlar eklenmiş, bu sayede çıplak açgözlülüğün üstüne makinenin gayri insani kılığı geçirilmiştir. Amazon ve Uber teknolojik gizliliği silah olarak kullanıyorlar. Amazon’un internet sitesinin ana sayfasındaki birkaç pikselin ardında, sömürülen binlerce işçinin emeği gizleniyor: “Satın al” sekmesine her tıklandığında, gerçek bir insanı harekete geçirip verimli bir şekilde görevini yerine getirmeye yönlendiren elektronik sinyaller gönderiliyor. Bu uygulama, diğer insanlar için ancak bir uzaktan kumanda cihazıdır; gerçek dünyadaki etkilerini görmek neredeyse imkansızdır. (126)
-Samsung’un “akıllı buzdolabı” serisinin en faydalı yönlerinden biri olarak, kullanıcıların market alışverişlerini ve diğer mutfak işlerini paylaşabilmelerini sağlayan Google Takvim hizmetiyle uyumlu olması öne çıkarılmıştı. Tabii bu, pek de güvenli olmayan makinelere erişebilen hackerların kullanıcıların gmail şifrelerini görebilmesi anlamına geliyordu. Almanya’daki araştırmacılar, Phillips’in kablosuz bağlantılı Hue serisi ampullerine kötü amaçlı kod yerleştirmenin bir yolunu keşfettiler; bu kod elektrik tesisatı üzerinden bir binanın, hatta bir şehrin tamamına yayılıp ışıkların hızlıca açılıp kapanmasına neden olabilirdi –ki ürkütücü bir senaryoya göre, bu durum ışığa duyarlı epilepsiyi tetikleyebilir. Bu, Thomas Pynchon’ın küçük makinelerin kendilerini üretenlerin zulmüne karşı büyük bir isyan başlattığı Gravity’s Rainbow adlı eserinde Ampul Byron karakterinin tercih ettiği yaklaşımdır. Bir zamanlar kurgusal olan teknolojik şiddet imkanları, şeylerin interneti sayesinde gerçekleşiyor. (135)
-Gerçeklikte meydana gelen ani kırılma, şu anda ne deneyimliyorsak tam olarak öyle görünecektir belki de: Artan ekonomik eşitsizlikler, ulus devletin çatırdaması ve sınırların askerileşmesi, küresel gözetim ve bireysel özgürlüklere getirilen kısıtlamalar, ulus ötesi şirketlerin ve nörobilişsel kapitalizmin zaferi, aşırı sağcı grupların ve yerlici ideolojilerin yükselişi ile doğal çevrenin tamamen yok olma tehlikesi altında kalması. Bunların hiçbiri yeni teknolojilerin doğrudan bir sonucu değildir; ama hepsi de teknolojinin artırdığı anlaşılması zor karmaşıklığın hız kazandırdığı bireysel ve kurumsal eylemlerin daha geniş, zincirleme etkilerini algılama konusundaki genel bir çaresizliğin ürünüdür. Hızlanma çağımızın anahtar sözcüklerinden biridir. Son yirmi beş otuz yılda, teorisyenler hızlanmacı düşüncenin çeşitli versiyonlarını savunup, topluma zarar verdiği fark edilen teknolojik süreçlere karşı çıkmak yerine –ya el koyup toplum yararına yeni amaçlar yükleyerek, ya da mevcut düzeni yok ederek- bu süreçleri hızlandırmak gerektiğini ileri sürüyorlar. Sağcı nihilist hızlanmacıların aksine, solcu hızlanmacılar otomasyon ve katılımcı sosyal platformlar gibi yeni teknolojilerin mevcut hallerinden farklı biçimlerde kullanılabileceğini ve farklı amaçlara hizmet edebileceğini savunuyorlar. Algoritmik tedarik zincirlerinin iş yükünü, tam otomasyon yüzünden kitlesel işsizliğe ve yoksullaşmaya varasıya artırdığı bir gelecek yerine, tüm işi gerçekten robotların yaptığı ve insanların emeklerinin karşılığında keyif sürdüğü bir gelecek tahayyül ediyor solcu hızlanmacılar –en kaba formülasyonuyla, kamulaştırma, vergilendirme, sınıf bilinci ve toplumsal eşitlik gibi geleneksel sol taleplerin yeni teknolojilere uygulanacağı bir gelecektir bu. (139)
-Teknoloji şirketleri ve yapay zekayla haşır neşir olan diğer şirketler, beklentilerin şişmesinden bizzat kendileri sorumlu olduğu halde, ahlaki bir çatışmaya sebep oldukları zaman iddialarını geri çekmekte hiç vakit kaybetmezler. (148)
-Edward Snowden’ın Laura Poitras’a gönderdiği ilk e-postada yazdığı gibi: “Unutma: Geçtiğin her sınır, verdiğin her sipariş, yaptığın her arama, önünden geçtiğin her baz istasyonu, edindiğin her arkadaş, yazdığın makaleler, girdiğin internet siteleri, yazdığın konu başlığı ve gönderdiğin paket; hepsi erişimde sınır tanımayan ama güvenlik konusunda sınıfta kalan bir sistemin kontrolünde.” Fakat ortalığa dökülüp saçılan onca hikayenin ardından asıl çarpıcı olan şey sistemin kapsamı değildi; her şeyin apaçık ortada olması ve neredeyse hiç değişmemesiydi. Sivil iletişime müdahale etmek için gösterilen yoğun teknolojik gayretlerin varlığı, hiç değilse 1967’den beri, Robert Lawson adında bir telgraf memurunun Daily Express’in Londra’daki ofisine girip araştırmacı gazeteci Chapman Pincher’ın İngiltere’ye girip çıkan tüm telgraf ve telegramların Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’na ait bir minibüs tarafından günlük olarak toplanıp Admiralty binasına götürüldüğü ve ancak burada incelendikten sonra postaneye geri getirildiği konusunda bilgilendirdiğinden beri bilinmektedir. Telgraf alıkoymaların, kapalı zarfların kontrol edilmesi ve telefon dinlemelerinin de dahil olduğu çok daha büyük bir operasyonunu parçası olduğunu açığa çıkaran hikaye ertesi gün gazetelerde yerini almıştı. (181-182)
-İklim değişikliği üzerine düşünmek havanın bütün tadını kaçırır; ışıl ışıl bir günü bile varoluşsal bir tehdit haline getirir. Kitlesel gözetim hakkında düşünmek de telefon görüşmelerinin, e-postaların, kameraların ve yastık sohbetlerinin tadını kaçırır. Her gün dokunduğumuz şeylere onun karanlık gölgesi siner. Etkileri gündelik yaşamımızın o kadar derinlerine sızar ki sürekli uzayıp giden o düşünmemeyi seçtiğimiz şeyler listesine ekleyiveririz. Çok üzücü bir durum bu; kitlesel gözetim –hatta gözetimin her türü, delil olarak görülen her imge- üzerine söylenecek, düşünecek çok şey hiç söylenmeden, düşünülmeden kalıyor sonuçta. Küresel kitlesel gözetim, siyasal gizlilik ve teknolojik anlaşmazlık üzerine kuruludur; bu ikisi daima birbirini besler. Hükümetler düşmanlarının yanı sıra kendi vatandaşlarının da her adımını izlerken, hayatın her anını gizlice dinleme kabiliyetleri ağır ve güçlü işlemcilerle –işlemlemenin her evin duvarına, her sokağın köşesine, işyerlerimize ve ceplerimize kadar sızmasıyla- akıl almaz boyutlarda arttı. Teknik olanaklar siyasal ihtiyaçları beraberinde getirdi, çünkü hiçbir siyasetçi rezalet veya ifşaat karşısında gerekenleri yapmamış olmakla itham edilmek istemez. Gözetim yapılıyor, çünkü yapılabiliyor; etkili olduğu için filan değil; diğer bütün otomasyon uygulamaları gibi suçun, sorumluluğun tamamı makineye yıkılabildiği için yapılıyor: Ne varsa topla, gerisini makineler halleder nasılsa. (185-186)
-Giderek daha evrensel bir görüş kazanıyoruz, ama fail statümüz buna eşlik etmiyor. Her geçen gün dünyaya dair daha fazla şey bilmemize karşın, bir şeyler yapma konusundaki aczimiz sürekli olarak artıyor. Bunun yol açtığı çaresizlik, durup varsayımlarımızı gözden geçirmemize vesile olacağı yerde bizi paranoya ve toplumsal ufalanmasının daha derin noktalarına taşıyor: Daha fazla gözetime, daha fazla güvensizliğe, imgenin ve işlemlemenin otoritesini sorgusuz sualsiz kabul edişimizin ürettiği bir durumu düzeltmek için yine imgenin ve otoritenin gücüne, üstelik de hiç olmadığı ölçüde güçlü bağlanmaya itiyor. (192)
-Komplo teorilerinin birçoğu bir tür halk bilgisidir aslında: Mevcut koşullara ilişkin derin, hatta gizli bir farkındalıkla üretilen ve kabul edilebilir bilimsel yollardan ifade edilemeyen şartların bilinçdışı bilgisidir. Böyle farklı biçimlerde dile getirilen açıklamaları dikkate almayı beceremeyen bir dünya –bilimsellikten uzak kamusal panikten tutun da karalama kampanyalarına kadar- çok daha kötü hikayelere kurban gidip hakikati dillendiren lüzumlu uyarıların da sesini duyamama tehlikesiyle karşı karşıyadır. (205)
-Sahte haberler internetin bir ürünü değildir: Aksine, enformasyonu kendi çıkarları doğrultusunda manipüle etmeyi âdet edinmiş kesimler tarafından yeni teknolojilerin manipüle edilmesidir. (241)
-Teknolojinin özü itibarıyla iyi olduğu konusunda tartışmasız kabul edilen her iddia statükoyu desteklemeye ve sürdürmeye hizmet etmektedir. (250)
-“Yeni petrol veridir” sözü ilk kez 2006 yılında, bir süpermarket ödül programı olan Tesco Clubcard’ın mimarı İngiliz matematikçi Clive Humby tarafından kullanılmıştır. (250)
Metis Yayınları,
Ağustos 2022 basım, 3.baskı (Orijinal basım 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder